Mehmet İzzet ve
Ziyaeddin Fahri Fındıkoğlu
Mehmet İzzet
Mehmet İzzet, Türk düşün hayatında
sosyolojinin sivil alanın bilimi olması gerekliliğine inanan pozitivist
idealist bir düşünce adamıdır. Çalışmalarında kendisine dayanak olarak aldığı
Durkheim gibi devlete mesafelidir.
1891 yılında İstanbul’da doğdu. Galatasaray
Lisesini bitirdikten sonra İstanbul Darulfünun Hukuk Fakültesine devam ettiği
iddiasının yanında, liseyi Paris de Louis Le Grand okulunda tamamladığı da
belirtilmektedir. Avrupa’ya
gönderilecek öğrenciler için açılan bir sınavı kazanıp Sorbonne’a devam eder.
Burada felsefe öğrenimi görür. Yurda dönünce Kızılay teşkilatında açılan
kâtiplik yarışmasını kazanır. Adnan Adıvar’ın yanında çalışır. Daha sonra
Darülfünun’da felsefe tarihi muallimliğine tayin edilir. Cumhuriyet’in ilanından sonra 1924’te
profesörlüğe yükseltilir. 1926 yılında da felsefe muallimliğine ilaveten Mehmet
Emin’den boşalan “Felsefe Tarihi ve İçtimaiyat” derslerini okutmaya başlar. 8
Aralık 1930 tarihinde ölür.
Mehmet
İzzet’in Düşünce Yapısı
Mehmet İzzet, çalışmalarına felsefe tarihi
ile başlamış daha sonra ahlaka yönelmiştir. Düşünce yapısı onu, sosyolojiden
felsefi idealizme ve özellikle de Alman romantiklerinin idealizmine götürmüştür.
Ona göre toplum içinde yaşayan insanın
eylemleri topluma bağlıdır, bireyin hayatı toplumdan ayrı incelenemez. Öyle ise
bütün manevi değerlerimizi bu toplumda aramalıyız. Eğer bireye yükümlülüğü cemiyet koyuyorsa
bireyin herhangi ahlaki hareketi tercih etmesinin ne değeri vardır?” Ona göre birey ve toplum, daha geniş
terimlerle hürriyet ve zorunluluk birbirini tamamlayan ve bir bileşim içinde
eriyen iki kavramdır. İzzet, bu
yaklaşımın güçlüklerinin farkındadır. Sosyoloji verilerini derinleştirir.
Felsefe tarihinde kendine dayanaklar arar. Toplumların evrimi sorusunda yeni
Amerikan idealistlerinden J. M. Baldwin’in genetik metodundan faydalanır. Sosyal
evrim ile integral insanlık fikirleri arasında ilişki arar.
Hayat mecmuasındaki yazılarının yanı sıra bıraktığı
eserlerin en önemlisi “Milliyet
Nazariyeleri”dir. Milliyeti, toplumsal hürriyeti sağlayacak bir ideal
olarak tespit eder. Milliyet bir olgu olmaktan ziyade ülküdür. Milliyet bir
ülküdür yani bizden kayıtsız şartsız ve mutlak bir surette fedakârlık talep
eden, itaat isteyen kutsi bir amaçtır. Bu duygu, siyasetçiler tarafından bir
menfaat aracı olarak kullanılmaktadır. İnsan için hakikat menfaatten ibarettir.
Ebedî menfaat yoktur, menfaat değişince hakikat de değişir.
İzzet’e göre “bugünkü vatan, millî vatandır.
Böyle bir toplumda hakimiyet milletindir. Millî devlette kabul olunan ilke şudur:
“Devletin kullandığı nüfuz ve velayet ancak milletten çıkıp, milletin iradesi ile
kendisine intikal ederse meşru olur”. Devlet, bir milletin hukuksal oluşumudur.
Bu milletin kalkınması için fikri- ademimerkeziyet şarttır.
Bugünkü yüzyıl milliyetlerin yüzyılı,
bugünkü medeniyet de şehir medeniyetidir.
Vicdan ile akıl, yahut kültür ile medeniyet:
Birincisi bize amaçlarımızı, ikincisi araçlarımızı gösterir. İzzet, milleti
maddi ve manevi unsurların toplamı olarak kabul eder. Bir millet, beraber yaşamak isteyen veya başkalarıyla
beraber yaşamak veya başkalarına tabi olmak istemeyen kişilerin toplamıdır.
İzzet sosyolojiden olgusal bir şey olarak
bahseder. Fakat amaç bir ispata ulaşmak değil, bu olumlu şeyin, olumsuz
sorunlarını göstermektir. Cemiyet ilmi de belli bir cemiyet içinde, toplumsal şartlar
altında geliştiğinden toplumsal vicdanın görüntüsünü ifade eder.
Sosyoloji kuramsal ilim olmalı, siyaset onun
uygulamasını teşkil etmelidir. Halk,
eski zamanlara ait hikâyeler değil, bugünkü siyasi sorunlarına çözümler
beklemektedir.
Cemiyetin ilerlemesini teknolojinin
ilerlemesiyle ilişkilendirir. Birey cemiyete tabiidir ama bu esir demek değildir.
Medeniyetin mümkün olması, cemiyetin mevcut
olmasına bağlıdır. İnsanların faaliyetleri çeşitli olduğu için cemiyetler de
çeşitlidir. Teşkilatlı ve teşkilatsız olmaları bakımından cemiyetleri
gruplandırabiliriz: kurumsal yapılar (şirketler, dernekler) teşkilatlı
cemiyetlere örnek olabilir; çatıya çıkmış olan bir insanı görüp sokakta biriken
insanlar da teşkilatsız cemiyete örnek olabilir (bir anlık bir duygudan hareketle
oluşan kalabalıklar).
Ziyaeddin Fahri Fındıkoğlu
Çalışmalarının temel hedefinin “Türkiye’de
yerli ve millî bir düşünce geleneği kurmaktır.
1901 yılında Erzurum’un Çamlıyamaç köyünde
doğmuştur. Doktora çalışmasını 1935 yılında Strazburg’da tamamlamıştır. 1934 yılından
itibaren İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi ile İktisat Fakültesinde
görev yapmıştır.
Durkheim, sosyolojinin metodunu açıklarken
sosyal olguların bir nesne, şey gibi ele alınması kuralını koymuş, sosyal
kurumların büyük bir bölümünün bize önceki nesiller tarafından hazır olarak bırakıldığını
belirtmiştir. Fındıkoğlu’nun sosyolojik olgulara yaklaşımı bu ilkeye dayanır.
Durkheim, ferdî şuurlardan ayrı ve bunların
dışında bulunan bir ‘kolektif şuur’ kavramını kabul eder. Ferdî şuurların dışında
bulunan, kendini ferde zorla kabul ettiren sosyal olaylar, kolektif şuur denen
bir varlıkta yer alırlar. Toplumsal hayatta gözlemlenen olgular zaman içinde
dönüşümlere uğramaktadır. Fındıkoğlu sosyal realitedeki bu değişmeleri organizmacı-evrimci
bir görüşle açıklamaya çalışır. “Sosyal realite” Fındıkoğlu’nun asıl çalışma
konusudur.
Fındıkoğlu’nun metodolojik
görüşlerini üç başlık altında
incelemek mümkündür.
Determinizm
ve Hürriyetçilik: Determinizm araştırmacıyı
tabiat olaylarını önceden tahmin edebilmek için bir olasılık fikrine götürmektedir.
Tabiatın yapısına uygun durum da budur.
Tarihî
Metot: Herhangi bir sosyal olayı,
bir şahsı, bir düşünceyi, bir kurumu incelerken onun geçmişini aydınlatarak
mevcut durumunu açıklamaya çalışır, dolayısıyla geleceğine de ışık tutmaya çaba
gösterir.
Bütüncü
Görüş: Sosyoloji disiplini her
tek sosyal meseleyi bir “nokta” hâlinde tasarlar ve bu noktayı çerçeveleyen
tarihî hava ve sosyal şartları bu noktaya kuvvetli bir projektör gibi tutar.
Türkiye’de
Kültürel Hayat ve Aydınlar
Fındıkoğlu bir dizi makalesinde belirli bazı
sebeplerden dolayı Türkiye’de kültürel hayatın gelişmemiş olduğunu, bu sebepler
ortadan kaldırılmadıkça da Türkiye’de kültür düzeyini yükseltmenin mümkün
olamayacağını belirtir. Fikir
hareketlerinin gelenek hâlinde yaşayamaması, sosyal değerleri birbirinden ayırma
gereğinin anlaşılmaması, din ve siyaset ihtirasları Türkiye’de bilimsel ve
felsefi hayatın gelişmesini ve yaygınlaşmasını önlemiştir.
Düşünce hayatımızdaki kısırlığın bir diğer
sebebi de Batı’da ortaya atılmış fikir ve sistemlerin kalemşörlerimizce aynen
taklit edilmesidir. Aydın toplumsal incelemelerinde kendi toplumunun ihtiyaç ve
değerlerini göz önüne almalıdır.
Bilimsel ve felsefi faaliyetlerin siyasi,
dinî ihtiraslardan uzak tutulması, bilim adamının kendisini nefsine bağlılıktan
kurtarması, metotlu ve disiplinli çalışması gerekir.
Birikmiş manevi bir servetin bulunmaması
dolayısıyla henüz bilimsel ve felsefi düşünce geleneğinin kurulamadığını
belirten Fındıkoğlu, Türkiye’de devlete “kültür devletçiliği” yapma görevini
verir.
Fındıkoğlu’na göre Türkiye’de bilimsel ve
felsefî bir düşünce geleneğinin kurulamamış olmasının başlıca sebeplerinden
biri de aydınların biraraya gelip aynı çatı altında toplanamamaları, kolektif çalışma
alışkanlığına sahip olmamalarıdır.
Türkiye’de
Eğitim
Fındıkoğlu yazı hayatının ilk yıllarından başlayarak
sonuna kadar Türkiye’de özellikle güncel eğitim problemleriyle ilgilenmiştir.
Ona göre Türkiye’de “dinamik bir üniversite özerkliği” düşüncesine sahip olmak
gerekir.
Üniversite kendi araştırma inzivasından
uzaklaşarak üniversite dışı hayat için bir güneş rolünü oynamalıdır.
Eğitim kurumları ülkenin değişik yerlerinde
ademimerkeziyet esasına göre kurulmalıdır. Eğitim
ve öğretim alanında yetiştirilecek öğrencinin sayısının değil, kalitesinin
yüksek olmasına dikkat edilmelidir.
Yükseköğretimin bütün alanlarında daha başlangıçta
çok sıkı eleme ve seçmeyi gerçekleştiren bir yarışma sisteminin uygulanmasını
ister.
Talebeler, sadece “diplomalı” olmayı değil;
fakat aynı zamanda Türkiye’nin muhtaç olduğu birer ‘şahsiyet’ olmak idealini
gütmeli.
---
Türk Sosyologları
Editör: Prof. Dr. M. Çağatay Özdemir
Anadolu Üniversitesi Yayını, Yayın No: 2915
2. Baskı, Ağustos 2015
Mehmet İzzet
YanıtlaSil1891’de İstanbul’da doğdu. Hukuk ve felsefe tahsil etti. Darülfünun’da uzun yıllar felsefe dersleri verdi. Ömrünün son deminde sosyoloji dersleri de verdi.
Ahlak üzerine odaklanmıştır. Alman idealistlerinin etkisindedir. Toplumun birey üzerindeki etkisine atıf yapar (Durkheim’ın izindedir). İzzet, milleti maddi ve manevi unsurların toplamı olarak kabul eder. Manevi unsurlar vicdan ve bunun doğrultusunda oluşan kültür; maddi unsurlar ise akıl ve bu akılla ne yaptığının göstergesi olarak ortaya çıkan medeniyettir.
Eserleri:
Milliyet Nazariyeleri ve Millî Hayat
İçtimâiyat Dersleri
Ziyaeddin Fahri Fındıkoğlu
1901’de Erzurum’da doğdu. Durkheim’ın izleyicilerindendir. Toplumun birey üzerindeki etkisini toplumsal şuur kavramıyla izah eder. Toplumsal hayattaki değişimleri evrimci bir görüşle açıklamaya çalışır. Sebep sonuç ilişkilerini çok önemsediği için deterministtir.
Fikir hayatımızda düşünce geleneği oluşmuyor ve bununla birlikte kalemşörlerimiz Batıda neşredilenleri aynen tekrarlıyor. Bu gibi nedenlerle kültür hayatımız gelişmiyor. Toplumda gördüğü eksikliklerden dolayı düşüncelerinin odağında eğitim yer almıştır.
Eserleri:
Ahlâk tarihi (3 Cilt, 1936-1946),
İbn-i Haldun’un Hukuka Ait Fikirleri ve Tesiri (1939)
İçtimaiyyat(1958)
Hukuk Sosyolojisi(1958)
İktisat Sosyolojisi Açısından Sosyalizm(1965)
İçtimaiyata Giriş (1944)
İçtimaiyyat Dersleri(1971)
Türkiye’de Kooperatifçilik: Tatbiki Sosyoloji Denemesi (1953)
Kooperasyon Sosyolojisi (1967)