15 Ocak 2017 Pazar

Türk Sosyologları: Hilmi Ziya Ülken ve Niyazi Berkes

Hilmi Ziya Ülken ve Niyazi Berkes
Hilmi Ziya Ülken
1901 yılında İstanbul’da doğdu. 1921 yılında Mülkiyeden mezun oldu. Öğrencilik yıllarında Reşat Kayı ile beraber Anadolu dergisini 12 sayı el yazması olarak çıkardı. Burada Osmanlıcılığa ve Turancılığa karşı Türkiyeciliği savundu. Anadolu folkloru ve kültürü üzerine yazılar yazdı. Atatürk tarafından 1933 yılında Berlin Kütüphanesine araştırmaya gönderildi. Buradan dönüşte yeni kurulan Ankara Üniversitesi’ne Türk Tefekkür Tarihi Doçenti oldu. 1940 yılında felsefe kürsüsü, 1942 yılında sosyoloji kürsüsü profesörlüğüne atandı. 1957 yılında Ordinaryüs Profesörlüğe yükseldi. 1971 yılında 70 yaşında emekliye ayrılmasına rağmen 1973 yılına kadar ders vermeye devam eden Ülken, 5 Haziran 1974 tarihinde İstanbul’da vefat etti.
Hilmi Ziya Ülken çok yönlü ve çok üretken bir akademisyendir. Kitap halinde basılmış 75 adet eseri vardır.
Ülken’e göre sosyolojinin gelişmesinde birbiriyle çatışan bazı akımlar vardır. İnsanoğlu tarih boyunca karşılaştığı problemleri çözmek için sürekli gayret gösterdiği halde, kendi içinde yaşadığı toplumun problemlerine de ilgi göstermesi çok doğal bir hadisedir. Dolayısıyla Batı dünyasında Fransız ve Sanayi Devrimleri sosyolojinin gelişmesinde etkili olan faktörlerden sayılır.
Türkiye, Sanayi Devrimi veya Fransız Devrimi gibi büyük değişimlere sahne olmamıştır. Düşünce ortamı ise ilk zamanların derinliğini kaybetmiş ve gittikçe sığlaşmıştır. Dolayısıyla Türkiye’de sosyolojinin gelişmesini Batı’ya benzerliğiyle değil, kendi şartlarına göre değerlendirmek gerekir. Ülken’e göre sosyolojinin ortaya çıkmasında Tanzimat önemli bir dönüm noktasıdır. Osmanlının son döneminde ortaya çıkan fikir akımları toplumun bir arada yaşamasını sağlayan temel ilkeleri belirleme ve buna dayalı politikalar üretilmesini sağlamaya yöneliktir. Bir tarafta, “bizi bir arada tutan siyasi coğrafyadır.” diyen Osmanlıcılar, bir tarafta “millet olmamızın bütünleştirici unusuru İslam dinidir ve İslam birliği ile çözülmekten kurtuluruz.” iddiasındaki İslamcılar ve “bir sosyolojik birim olarak asıl gerçekliğin millet olduğunu” kabul eden Türkçüler bu anlamda düşünceler öne sürdüler. Gökalp’in öncülüğünü yaptığı Türkçüler Batılı anlamda sosyolojiyi daha çok kullandılar. Bunun için Türkçülük akımının gelişmesi ile sosyolojinin kuruluş süreci birbirine paraleldir. Ülken’nin sosyolojisi de zaten bu bağlamda gelişmiştir. Ülken doğrudan doğruya Türkçülük üzerine eleştirilerle Anadoluculuk görüşünü geliştirmiştir.
Milletin oluşumunda esas olan dil ve kültür halkın içinde hayatını devam ettirmektedir. Milli bilinci geliştirmek için o halde halka doğru gitmek gerekir. Gökalp bu anlamda halk kültürü araştırmalarını milleti tanımanın esası olarak görür. Ülken bilimsel kaygı bakımından Gökalp’i takip eder. Geliştirilecek düşünceler ve elde edilecek bilgiler sosyal ve tarihi gerçekliğe uygun olmalıdır.

Düşünceler kavramlar ile inşa edilir. Dünyayı anlamak için en kuvvetli silah olan bu mücerret mefhumlar, onlara hâkim olacak kuvvette olmadığımız zaman tehlikeli olmaya başlarlar. Mefhum buhranından dolayı yanlış tefsirler, yanlış hükümler ortaya çıkarak insanlar birbirine düşer.
Sosyoloji ilk önce bütün hususi sosyal veya tarihi bilimleri birleştirmek, tek bir bilim haline koymak iddiasıyla işe başlamıştır. Auguste Comte’un öncülük yaptığı bu anlayış, sosyolojizm adı verilen bir akımın doğmasına yol açmıştır. Ülken sosyolojinin ilk ortaya çıkışında temele alınan bu tür görüşlerin eksik ve yanlış olduğunu düşünür. Ülken’e göre bu yanlışlığa ilk olarak Dilthey dikkat çekmiştir. Dilthey, tabiat bilimlerinin karşısına manevi bilimleri koyarak, her iki bilimin metodunu birbirinden kesin olarak ayırıyordu. Ona göre tabiat bilimleri izah, manevi (insani veya kültürel) bilimler anlayış metoduna dayanır.
Ülken’e göre, tabiat bilimleri ile insan bilimlerini birbirinden tamamen ayırmak doğru değildir. İkisi arasında sağlıklı bir ilişki kurmak gerekir. Ülken’de göre sosyolojinin asıl konusu, monografiler vasıtası ile parçalardan bütünlere doğru gitmek üzere içtimai teşekkülleri tetkik etmektir.
Sosyal sahada bütün sosyal olayların temeli Ülken’e göre, iş-organizasyon olaylarıdır. Bu temel olaylar üzerinde meydana çıkan din, ahlak, hukuk, sanat, tefekkür gibi sosyal olaylara “müştak içtimai hadiseler” (ikincil sosyal olaylar) ismini verir. İş, ekonomik bir faaliyet, organizasyon siyasi bir faaliyettir.

Sosyolojinin yakın tarihinde geliştirilen üç yöntem öne çıkar.
1- Sosyal Monografi,
2- İstatistik Yöntem,
3- Tarihî Yöntem.
Ülken bu üç yöntemin birbirini tamamlayıcı şekilde kullanılabileceğini düşünür.
Özelden genele doğru yükselen bir araştırma yöntemi en doğru olanıdır.
Hâlbuki Ülken’e göre toplumsal alanda katı nedensellik hâkim değildir.

Toplum Nedir?
Toplum, ne fertler toplamından ibaret bir yığın ne de tamamen organizmaya benzeyen bir gerçeklik veya bir varlık sahasıdır. Toplum deyince gerek maddi gerek manevi olarak, bizi kuşatan işler, fiiller, hareketler, inançlar ve değerler sistemini anlıyoruz.

Anadoluculuk Görüşü
Modern toplumlar dünyada milletler olarak öne çıkmaktadır. Sanayi Devrimini ve Fransız Devrimini yaşayan Avrupa bir taraftan kapitalizm çağını açarken, bir taraftan da milletler çağını başlatmıştır. Türkçülük akımı modern anlamda millet tanımlamasına en yakın yaklaşım olmuştur. Türkçülük düşüncesi, Turan idealiyle dünya üzerinde yaşayan bütün Türkleri bütünleştirmeyi hedeflemiştir. Ülken’in Anadoluculuk veya Memleketçilik adını verdiği görüşü bu zeminde ortaya çıkmıştır.
Ülken, milliyetin ısmarlama ve yamama bir şey olmayıp, ancak yaşanılan asli bir hayatın; dilde, fikirde, işte bir olan bir toplum tipinin şuurundan ibaret olduğunu belirtir.
Millet tarihi bir kuruluştur. Vatan sınırlarının çizilmesi, millî dilin doğuşu, millî kültürün gelişmesi uzun bir evrimin ürünüdür. Bundan dolayı ne siyasi kararlarla ne de ani inkılâplarla milletler tarih sahnesine birdenbire çıkamazlar.

Niyazi Berkes
1908 yılında Kıbrıs’ta doğdu. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü’nü bitirdi. Aynı fakültenin Tarih Bölümünden sertifika aldı. İstanbul Üniversitesi ve Chicago Üniversitesi’nde sosyoloji üzerine çalıştı. Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi’nde ve McGill Üniversitesi Graduate Studies and Research fakültesinde öğretim üyeliği yaptı. 1945 yılına kadar DTCF’nde çalıştı. 1952’de yurtdışına gitti. Kanada McGill Üniversitesi İslam Araştırmaları Enstitüsü’nde profesör oldu. 1958-1959 yıllarında Hindistan’da Aligarh Üniversitesi’nde de ders verdi Pakistan, Endonezya ve Japonya’yı ziyaret etti. Emekli olduktan sonra İngiltere’ye yerleşen Niyazi Berkes, 18 Aralık 1988’de İngiltere’de Hythe’da öldü.

Niyazi Berkes’in Bazı Ankara Köyleri Üzerine Bir Araştırma adlı kitabı Türk sosyolojisinde ilk monografiler arasında yer alır. Berkes çok yönlü bir düşünür ve yazardı. Ağırlıklı olarak Türkiye’nin geçirmekte olduğu sosyal değişimi analiz etmeye çalıştı.
Türk İktisat Tarihi adlı eserinde Osmanlı Türk toplum yapısını, ekonomik özelliklerini ve meydana gelen yapısal değişimleri ayrıntılı olarak ele aldı.
Türkiye’de Çağdaşlaşma adlı eserinde konuyu 1700’lü yıllardan itibaren ele alır. 1699 yılının başında yapılan Karlofça Antlaşması ile Osmanlı Devleti resmen toprak kaybetmiştir. Kaybetme duygusu yenileşme hareketlerinin temel hareket noktası olmuştur. Bu nedenle Berkes Osmanlı’nın yenileşme adına ilk adımlarını basımcılık ve askerlik alanlarında görür. Kitabın ikinci kesiminde Mutlakiyetten Meşrutiyete başlığı altında II. Mahmut’un öncülüğünü, Tanzimatın ilanını, Meşrutiyetin ilanını ve Türkiye’ye getirdiği yenilikleri anlatır. Üçüncü kesimde ise Cumhuriyete giden gelişmeler incelenmiştir.

Niyazi Berkes’te Çağdaşlaşma
Berkes özellikle modernleşme yerine çağdaşlaşma kavramını kullanır. Çağdaşlaşma bir süreci ifade eder. Bu süreçte geleneksel ve kalıplaşmış yapılar yeni biçimlere dönüşmektedir. Batı toplumlarının geçirdiği değişme merhalelerini aynen uygulama çalışmadı. Osmanlı’nın sosyal yapısı ile Batı feodalitesinin yapı farklılığını görerek kavramsallaştırmaya özen gösterdi.

Niyazi Berkes’te Laiklik ve Sekularizm Kavramları
Bir toplumun çağdaşlaşması için, ilerlemesini engelleyen her türlü eski kalıplardan kurtulması gerekir. Batı toplumları skolastik bir yapı oluşturan dinî taasuptan modernleşme sayesinde kurtulmuşlardır. Modernleşmenin en önemli özelliklerinden birisi insan aklının öne çıkartılması ve toplumsal hayatın sekülerleştirilmesidir. Berkes bu süreci önemser ve Türkiye’nin çağdaşlaşmasında laiklik ve sekülerleşmenin önemini vurgular. Sorunun laiklik kavramına yüklenen dar anlamda dindevlet ya da devlet-kilise ayırımı noktasında olmadığını, daha geniş anlamda “kutsallaşmış gelenek boyunduruğundan kurtulma” noktasında düğümlendiğini belirtir.

Grekçedeki laos (halk), laikos (halksal) sözcükleri Hristiyanlık döneminde klericus, yani din adamları dışında olan kişiler için kullanılırdı. Modern Fransızca’da laicisme, din adamlarından, rahiplerden başka kişilere, kurullara, yetkililere, dünya işlerinde, hatta din işlerinde üstün bir yer verme anlamını taşır. Bu anlamda Osmanlı Türk toplumunda laiklik kavramının dayanacağı bir sosyal gerçeklik yoktur. Çünkü bu toplumsal yapıda Ortaçağ Hristiyan toplumlarındaki gibi bir din-devlet ikilemi yer almamıştır. Batıdaki laikliğe dayalı çağdaşlaşma süreci bizde daha farklı olmak zorundadır. Bu süreci en iyi açıklayacak kavram ise sekülarizm olmalıdır.
Sekülarizm çağ anlamına gelen saeculum sözcüğünden türemiştir. Bunun karşılığı Türkçe’ye çağ anlamında asır olarak yerleşmiş olan Arapça asr sözcüğüdür. Asrilik ve muasırlaşmak sözcükleriyle karşılanmak istense de muhalif kitlelerce bu kavramlar itibarsızlaştırıldığı için laiklik kavramı yaygın şekilde kullanılmaya devam etmiştir.

İlerlemenin Anahtarı Sekülerleşme ve Çağdaşlaşma
Sorunun laiklik kavramına yüklenen dar anlamda din-devlet ya da devlet-kilise ayırımı noktasında olmadığını, daha geniş anlamda “kutsallaşmış gelenek boyunduruğundan kurtulma” noktasında düğümlendiğini belirtir.
Sekülerleşme laikliği de içine alan ve ona göre daha geniş bir anlam içeren bir yaklaşımdır. Protestanlığın etkisi altındaki ulusal kültürlerin dilinde kullanılan sekularizm kavramı, geleneksel katılaşmış kurum ve kurallar karşısında zamanın gereklerine uyan kurum ve kuralları geliştirme anlamını içinde taşır.
Her toplumda değişmez kurallar ve değerler bireylere büyük kolaylık sağlar. Bireyler bunların toplumsal fonksiyonu kalmasa da bırakmak istemezler. Fakat bu durum yaşlanan kişilerin damarlarının sertleşmesi gibi engelleyici ve zarar vericidir. Berkes Türkiye’de Çağdaşlaşma isimli kitabında buna çok sayıda örnek verir. Osmanlı Türk toplumunda geri kalmışlığın bilinci ortaya çıkınca tedbirler alınmak istenir. Bu tedbirler babından yapılmak istenen her yenilik ve değişiklik büyük bir dirençle karşılaşır. Bu direncin en önemli dayanağı ise din kisvesidir.

Türk Toplumunda Batıcılık ve Çağdaşlaşma
Türkiye’nin çağdaşlaşma serüveni adını verebileceğimiz mücadele yenileşme adına atılan adımlara karşı geleneksel ve kalıplaşmış yapıların direnci arasında devam etti. Bu arada Batılı toplumlar bütün farklılıklarına rağmen ilerlemeye devam ettiler. Avrupa’nın ilerlediğini gören aydınların bir kısmı bunun gerçek boyutlarını anlamak yerine taklit ederek aşabileceğimiz gibi bir yanılmaya düşmüşlerdir. Bu yanılmadan dolayı Osmanlı’da çağdaşlaşma yerine Batılılaşma kavramı ön plana çıkmıştır. Berkes’e göre bu son derece yanlış bir yaklaşımdır. Batı dünyasındaki gelişmeler ve Batı’nın genel yapısı iyi anlaşılırsa zaten bu yanlışlık ortaya çıkacaktır. Bu bakımdan Berkes sorunun Batılılaşmak ile değil, Batılılaşmamak ile çözüleceğini düşünür. Çünkü kapitalist batı ikiyüzlüdür ve kendi dışındaki toplumların gelişmesini istemez. “Batı’dan bağımsız olmayan hiçbir geri kalmış toplum batılılaşamaz, ilerleyemez; ister reform ister devrim yoluyla kendine yeni düzen veremez; sele kapılmış bir saman çöpü gibi sürüklenir durur...
Dolayısıyla bizim geri kalmışlığımızı Batılılaşarak aşmamız söz konusu olmaz. Her toplum kendi devrimlerini gerçekleştirmedikçe ilerleme sağlayamaz. Berkes’e göre Batılılaşmak yerine Batılılaşmamak esastır. Batı bir yönüyle çağdaş medeniyeti yaratmış, bir yönüyle de vahşi emperyalizme yönelmiştir.

Atatürk Devrimleri ve Türk Ulusculuğu
Milliyetçilik Osmanlı imparatorluğunun milletler üzerindeki egemenliğini sarsmış ve imparatorluğun yıkılmasına yol açmıştır. Dolayısıyla milliyetçilik Türkleri doğrudan etkileyen bir siyasal güçtür. Milliyetçilik Berkes’te, Milli Kurtuluş Savaşı, Atatürk devrimleri ve çağdaşlaşma bağlamında anlam kazanır.
Türk millî devleti ikiyüzlü Batı uygarlığı karşısında emperyalist Batı’ya rağmen Batılılaşmamayı başaran ama diğer taraftan çağdaşlaşmaya devam eden bir yapı olarak ortaya çıkmıştır. Türk ulusculuğu olarak adlandırdığı milliyetçilik kavramını hem çağdaşlaşmanın kendisine, hem de Batı karşısındaki farklılığımıza bağlar. Türk ulusçuluğunun temel nitelikleri ona göre, “Batı ve Biz” sorunsalına dayalı olarak biçimlenmektedir.

Gelenekleri güçlü bir İmparatorluk içinde dirençler kırılamamış ve çağdaşlaşma başarılı olamamıştır. Artık Cumhuriyetle birlikte eski toplumsal yapının dayanakları kalmamış, çağdaşlaşma için devrim niteliğinde adımlar atılabilmiştir.
---
Türk Sosyologları
Editör: Prof. Dr. M. Çağatay Özdemir
Anadolu Üniversitesi Yayını, Yayın No: 2915
2. Baskı, Ağustos 2015

1 yorum:

  1. Hilmi Ziya Ülken
    1901’de İstanbul’da doğdu. Erken yaşlarında “Türkiyeci” vurgulu yazılar yazdı. Türkiye’deki düşünce ortamını, Batı’da gördüğümüz toplumsal değişimleri yaşamadığımız için onlara kıyaslayarak değil kendi içimizde değerlendirmeliyiz. Türkiye’de sosyoloji, Gökalp’in Türkçülüğüne paralel olarak gelişmiştir. Ülken bunu eleştirerek Anadoluculuk görüşünü geliştirmeye çalışır. Milleti bir arada tutan dil ve kültürdür. Milli bilinci geliştirmek için halka giderek, dile ve kültüre bakmak gerekir. Ülken’de göre sosyolojinin asıl konusu, monografiler vasıtası ile parçalardan bütünlere doğru gitmek üzere içtimai teşekkülleri tetkik etmektir.
    Ülken’e göre iş (eylem) bütün sosyal olayların temelidir. Din, hukuk vs. hep bu temelden türemişlerdir.
    Eserleri:
    Umumi İçtimaiyat
    Aşk Ahlakı
    Türk Tefekkürü Tarihi
    İnsanî Vatanperverlik
    İçtimai Doktrinler Tarihi
    Dini Sosyoloji
    Şeytanla Konuşmalar
    İslam Düşüncesi
    Millet ve Tarih Şuuru
    Sosyolojinin Problemleri
    Veraset ve Cemiyet
    Tarihî Maddeciliğe Reddiye
    Türkiye’de Çağdaş Düşünce Tarihi
    Eğitim Felsefesi
    İslam Felsefesi
    Varlık ve Oluş
    Bilgi ve Değer
    Ruh ve Beden Meselesi

    Niyazi Berkes
    1908’de Kıbrıs’ta doğdu. Eğitimini yurt içi ve yurt dışında çeşitli okullarda tamamladı. Bazı Ankara Köyleri Üzerine Bir Araştırma adlı kitabı Türk sosyolojisinde ilk monografiler arasında yer alır. Türkiye’de Çağdaşlaşma adlı eserinde konuyu 1700’lü yıllardan itibaren ele alır. Eserinde Osmanlının yenileşme hareketlerinin temel hareket ettiricisini “kaybetme duygusu” olarak tespit etti.
    Moderleşme/çağdaşlaşma yolundaki engellerin başında dogmatik, dini taassup gelir. Laiklik ve sekülarizmi bu bağlamda ele alır. Türk toplumunda Batı’da olduğu gibi ruhban sınıfı bulunmadığı için laiklik kavramının yaslanacağı bir sosyal gerçeklik yoktur. Bu nedenle çağdaşlaşma sorunu sekülarizm ile açıklanmalıdır. Berkes bu nedenle Türk toplumundaki modernleşme çalışmalarını “çağdaşlaşma” sözcüğüyle inceler.
    Türkiye’deki modernleşme/çağdaşlaşma hareketlerinin bir diğer sorunu, bütün bu çalışmaları “batılılaşma” başlığı altında toplanmasıdır. Hiçbir toplum, “batılılaşmaya” çalışarak ilerleyemez. İlerlemenin, büyümenin ön koşulu Batılılaşmamak olmalıdır.
    Eserleri:
    Propaganda Nedir?
    Siyasi Partiler
    Türkiye' de Çağdaşlaşma
    Batıcılık, Ulusçuluk ve Toplumsal Devrimler
    Arap Dünyasında İslamiyet, Milliyetçilik ve Sosyalizm
    Türk Düşününde Batı Sorunu
    Atatürk ve Devrimler
    Teokrasi ve Laiklik

    YanıtlaSil