Attila İlhan - Hangi
Atatürk
...Hangi istiklâl vardır ki yabancıların
nasihatlarıyla, yabancıların planlarıyla yükselebilsin?
Doğu’yla Batı’nın birleştiği yerde
bulunduğumuz, Batı’ya yaklaştığımızı zannettiğimiz takdirde, asıl mayamız olan
Doğu maneviyatından tamamiyle soyutlanıyoruz.
Mustafa Kemal, 6 Mart 1922
Mustafa Kemal’in, iç içe üç büyük eylemi
var: Emperyalizme karşı kurtuluş savaşı, padişaha karşı demokratik devrim,
toplumun ümmet aşamasından ‘millet’ aşamasına dönüşümü...
‘Kuva-yı Milliye’, aslında XX. yüzyılın
gördüğü ilk ‘Halk Kurtuluş Ordusu’dur…
Mustafa Kemal'in gözünde, eylemin
‘meşruluğu’ demek, halkça onaylanmış olması demektir.
Devrim, devirdiği iktidarın güçlerine
yasallık tanıyamayacağı gibi, onu devirmek isteyenlere de hoşgörüyle bakamaz.
Osmanlı’nın batış çağında, tutucular kadar
devrimciler de dışa bağımlıdır.
Herkese padişahın kovulması, halk hâkimiyeti
rejiminin getirilmesi oyuncak geliyor. Cumhuriyet’in, ne büyük bir yenilik
hamlesi olduğunu, genç nesle anlatabilseydik, Cumhuriyetçi kuşaklar başlangıçtaki
atılımı sürdürebileceklerdi
1919’da (…) Bütün Anadolu’da atölye sayısı düzineyi
bulmuyordu, motorlu araç on, on beş kadardı, her tarafın “fiili düşman işgali”
altında olmasından başka!
Türk ulusu, ulusluğunu saldırgan emperyalist
sisteme karşı savaşarak elde etmiştir…
Mustafa Kemal yeni bir ülke yapmayı
istiyordu, İnönü ise bu ülkeyi Batılı emperyalist sistemin ülkelerine
benzetmeyi.
Atatürk hiçbir şey yapmamışsa yeni bir Türk devleti
kurmuştur.
Kemal Paşa döneminde nice sıkıyönetimler
yaşanmış, isyanlar görülmüş, İstiklâl Mahkemeleri işlemiştir, buna rağmen çok
ağır hüküm giyen tek solcuya rastlanmaz, oysa sağcılardan asılanlar vardır.
Kemal Paşa’nın ölümünden itibaren tutum
değişmiş, İnönü diktası, seçkin aydınlarla eşraf ve bürokrasi üçgenine dayanan,
savaş vurguncularıyla el altından işbirliği yapan merkeziyetçi bir dikta olarak
oluşmuştur.
Yeni kurulan Cumhuriyet’e biçim vermek için
ortaya atılan “Atatürkçülük” genç kuşaklara, Atatürk’ün yaşamöyküsü ve yaptığı
işler biçiminde aktarılmıştır. Böylece, sonradan oluşmuş bir ‘ideoloji’ yâni
‘Atatürkçülük’, kendisinden önce oluşmuş eylem ve olayların yorumunda
kullanılmış. Bunun sonunda da gerek Atatürk’ün gerçekten yapıp ettikleri,
gerekse Bağımsızlık Savaşı gibi olayların ve Türk milliyetçiliği gibi olguların
nitelikleri değiştirilmiş.
Benim kestirmeden ‘İnönücülük’ dediğim o
‘resmi’ Atatürkçülük en mükemmel ifade ve uygulamasını 40 yıllarında bulur ki,
o da faşizan bir dikta, Tanzimat türünden bir Batıcılık, üstyapısal kültür
aktarmalarıyla kişilik kaybını ilerleme sayan tatlısu alafrangalığıdır.
…bir ülkenin özgürlüğü, tam bağımsızlığı
sadece demokratik düzeyde serbestlikler sağlamakla olmaz. Bu işi sağlama
bağlamak, ekonomik düzeyde bu bağımsızlık ve serbestliğin üzerine oturacağı
temelleri atmak lâzımdır. O temeller ise, besbelli endüstrileşmeyle
atılacaktır. (s. 71-72)
Türk gençliğine hitabesinde ‘Muhafaza ve
müdafaa’ mecburiyetinden söz ettiği iki şeyden birisi (ve birincisi) Türk
İstiklâli’dir.
Söylev’de şöyle demiş: Bizim açık ve uygulama niteliği gördüğümüz
öğreti (siyasi meslek) ‘milli siyaset’tir. (...) ‘Milli siyaset’ dediğimiz
zaman, kastettiğim mana şudur: Ulusal şuurlarımız içinde, her şeyden önce kendi
gücümüze dayanarak varlığımızı koruyup memleketin gerçek mutluluk ve imarına
çalışmak.”
Sultan Hamit bütün giyim eşyasını, çocuklarınınkine
varıncaya kadar Paris Büyükelçisi Tahsin Paşa vasıtasıyla Avrupa’dan
getirtirdi.
Halifeliğini kendisinden önceki
padişahlardan farklı olarak fazlaca ön plana çıkarması, Müslümanlığa
düşkünlüğünden miydi dersiniz… (s. 109)
Türkiye’de sağın da, solun da Mustafa
Kemal’e bakış açısı, nesnel gerçeklere, tarihsel verilere dayanmıyor, ‘kuyruk
acılarına’ dayanıyor. Açıkça görülen bir şey var, Mustafa Kemal şu ya da bu
şekilde 1919’dan itibaren Anadolu’da kademe kademe vaziyete hâkim olmuş, o kargaşalıkta
her birisi kendisine göre bir devrime ya da bir iktidara oynayan çeşitli kişi
ve kuruluşları birer birer haklayarak, kendi anladığı iktidarı, kendi tasarladığı
Cumhuriyet’i kurmuştur.
İngiltere Dışişleri Bakanlığı arşivlerinde 3
Nisan 1919 tarih ve 453 numara ile kayıtlı bir belge:
Sadrazam Damat Ferid Paşa 30 Mart 1919 günü
İstanbul’daki İngiliz Yüksek Komiseri Amiral Caltrophe’a gitmiş, adama bizzat
padişah tarafından hazırlanmış olan gizli bir anlaşma taslağının Fransızca
çevrimini sunmuştur.
…bu belge, yâni sözleşme ile son Osmanlı
Padişahı Mehmet Vahdeddin’in “yabancılara karşı bağımsızlığını koruması, iç
güvenliğini sağlaması” için Türkiye’yi on beş yıl süre ile İngiltere’ye sömürge
olarak teklif etmiştir. (s. 147)
1 Eylül 1919’da Alemdar gazetesinde Refii Cevad
(Ulunay)… (İngiliz sömürgesi olmayı teklif ediyor).
Eylül 1919’da İngiliz Muhipleri Cemiyeti’nin
kurucusu Sait Molla Türkçe İstanbul gazetesinde… (İngilizlerin yardımı ve
himayesinde mümkün olabilecek bir istiklalden dem vuruyor). (s. 148)
Mustafa Kemal Paşa’nın ‘kalkınma modeli’ yabancılardan,
en çok da yabancı sermayeden, mümkün mertebe uzak durmaya, ülkenin kendi
olanaklarına güvenmeye dayalıydı.
Kapitalizmin emperyalist aşamasında, gelişmiş
devletler daha az gelişmiş olanlara, öyle koşullarla kredi açar, borç verirler ki,
bu, gerçekte o ülkelerin önce ekonomisini, sonra bağımsızlığım teslim almaları anlamına
gelir.
Türkiye’nin İkinci Dünya Savaşı ortalarına
kadar ödediği Osmanlı borçlan, Batılı emperyalist sistemin Osmanlı’yı teslim almak
için kullandığı en etkili ve geçerli ekonomik araçlardı.
Osmanlı’nın yıkılışını kolaylaştıran
ekonomik çözülüşün kökeninde, İngiltere ile yapılan 1838 Ticaret Anlaşması’nın
bulunduğunu, işin uzmanları sık sık söylemiştir. Bu anlaşma, Osmanlı
ekonomisini yabancılara teslim ediyordu.
Türkiye ‘mutlak bağımsızlığından,
Batılıların başından beri istedikleri yolda ödünler verir vermez, ayağı kaymış,
kendi sınırları çevresinde kendi çıkarlarını ‘müttefiklerinin’ izni olmaksızın
savunamaz hale düşmüştür.
Alman tarihçisi J. Glasneck şöyle diyor:
“Atatürk, Sovyetler Birliği ile olan ve Türkiye’nin itilâf’a (Batılılara) karşı
savaşında değer biçilemeyecek bir arka destek sayılan dostluğu Türk bağımsızlığının
direği olarak niteliyordu.”
Yine Glasneck’e göre, 1936’dan bu yana özellikle Bayar’ın hükümetin
başına gelmesinden sonra iki devlet arasındaki ilişkiler soğumaya başladı. Bu
arada Türkiye büyük emperyalist devletlere daha çok yaklaşmaya çalışıyordu.
“ ... Geriye bakıldığı zaman: Türk hükümet
çevrelerinde ilerici eğilimlerin Atatürk’le birlikte ölüp gittiği söylenebilir.
O’nun ölümü Türk tarihi için de bir dönüştür.” (s. 261)
“Bugün, günün ağardığını nasıl görüyorsam,
uzaktan, bütün Şark milletlerinin de uyanışlarını öyle görüyorum. İstiklâl ve
hürriyetine kavuşacak olan çok kardeş millet vardır. Onların yeniden doğuşu,
şüphesiz ki terakkiye ve refaha müteveccih olacaktır. Bu milletler bütün güçlüklere
ve bütün manilere rağmen muzaffer olacaklar ve kendilerini bekleyen istikbale
ulaşacaklardır.”
“Müstemlekecilik ve emperyalizm yeryüzünden
yok olacak ve yerlerinde milletler arasında hiçbir renk, din ve ırk farkı
gözetmeyen yeni bir âhenk ve işbirliği çağı hâkim olacaktır.” Mustafa Kemal
bunları 1933’te söylemiş. (s. 294-295)
Ermenilerin isyan hareketleri tıpkı
Sırpların, Bulgarların, Rumların isyan hareketleri gibi 19. yüzyılda başlamıştır.
Bunun nedeni çok basittir; çünkü 19. asrın sonlarından itibaren, 20. asrın
başlarında Batılı kapitalizm, emperyalizm aşamasına gelmiştir. Parçalamaya
karar verdiği ülkelerin başında da Osmanlı İmparatorluğu gelmektedir. Bunu
parçalamak için buldukları çare de, Osmanlı İmparatorluğu içindeki çeşitli
etnik gruplan tahrik ederek, gerek dini açıdan gerek milli açıdan onlara bir
kimlik yakıştırıp o imparatorluğu dağıtmaktır. Bunu yalnız bizde yapmıyorlardı,
Rusya’da da yapıyorlardı, Çin’de de, İran’da da yapıyorlardı.
Şimdi pek çok insanın unuttuğu veya hatırlamak
istemediği bir şey var; Kuva-yı Milliye’yi ve Müdafaa-i Hukuk’u örgütleyenler
Türkçülerdir.
Türkçü ne demektir? Türkçü, Batılı
emperyalizme karşı ayağa kalkan ve ona karşı çıkan adam demektir. Türkçü, Türk kimliğini
açığa çıkarıp, Batılının ona olan baskısına karşı koyan adam demektir.
…Türk kimliği nedir? Türk kimliği ırka
dayanan bir kimlik değil, daha çok kültüre ve yurda dayanan bir kimliktir. Yâni
bu topraklar üzerinde yaşayan insanlar Türk sıfatını taşırlar.
Türkiye Cumhuriyeti’nin teklemeye başlaması
2. Dünya Savaşı’yla olur.
Almanlar Rusya’ya saldırınca, (Bizimkiler)
‘Oradaki Türkleri acaba apartabilir miyiz?’ diye bir hayal kurarlar. Mareşal
Fevzi Çakmak’la Şükrü Saraçoğlu Almanlarla gizli temaslara girer. Oralara biz
buradan adam göndeririz. O ülkeleri yönetsinler diye...
Almanlar yenilince biz çok müşkül duruma
düşeriz. Çünkü Sovyetler Birliği gelip Almanların Hariciye Bakanlığından bizim
bütün bu gizli hikâyelerimizi öğrenir. Öğrenince Rusların kafası kızar. Ruslar
bizden toprak ve Boğazlar’dan geçiş isterler. Biz telâşa düşeriz. O telâşta ne
yaparız? Gider, Amerika’nın kucağına otururuz.
Amerika dindardır. Dindar olduğu için de, bu
işlere girdiği ülkelerde dindarlığı öne alır. Öne aldığı için de Türkiye’de böyle
şeyler oluyor.
Bizde de o sıralarda Demokrat Parti iktidar
olabilme ihtiyacındaydı. Bunun için tarikatlardan yararlanmayı düşünüyordu.
Zaten illegal birtakım tarikatlar vardı. Bunlarla işbirliğine girdi. Amerika
devletçiliğe de karşıydı. Niye? Çünkü o, liberalizmin zirvesidir. Kendine en
kötü liberalizmi uygular, yâni vahşi liberalizm kurar. Bir çeşit sosyal Darwinizm
vardır orada. Kim güçlüyse ötekini ezer, öldürür, yer. Aynen tabiatta olduğu
gibi... Çünkü tabiat faşisttir.
---
Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları
5. Baskı, Nisan 2008
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder