15 Ocak 2017 Pazar

Türk Sosyologları: Mümtaz Turhan ve Cemil Meriç

Mümtaz Turhan ve Cemil Meriç
Mümtaz Turhan
1908 yılında doğdu. Felsefe öğrenimi gördü. Yükseköğrenimine Berlin ve Frankfurt’da devam etti. 1935 yılında Frankfurt Üniversitesinde Psikoloji doktorasını tamamladı. 1944 yılında Cambridge Üniversitesinde sunduğu bir araştırma ile ikinci doktorasını aldı. İstanbul Üniversitesinde Tecrübi Psikoloji Kürsüsü başkanı ve Tecrübi Psikoloji Enstitüsü müdürlüğü görevlerinde bulundu. 1969 yılında vefat etti.

Mümtaz Turhan “Kültür Değişmeleri” adlı eseri ile Türk tarihinin çeşitli dönemlerini “serbest” ve “zorunlu kültür değişmeleri” kavramları ekseninde değerlendirmeye çalışmış ve sosyal psikolojinin verilerini tarihe uygulamıştır.
Mümtaz Turhan ülkemizde teknik konularda bile duygular ve basmakalıp düşünce kırıntılarının baskın olduğundan şikâyet etmektedir. O, bütün alanlarda bilimin ve bilimsel zihniyetin hâkim olmasını istemektedir.
Millî kültürün kurulmasına çalışması bakımından Ziya Gökalp çizgisinin devamı olduğu kabul edilmektedir.

Kültür Değişmeleri
Kültür Değişmeleri, henüz köyden kente hızlı göç hareketinin ortaya çıkmamış bulunduğu bir zaman diliminde hazırlanmıştır. Ona göre, kültür değişmeleri esas olarak ya “iktibaslar” (alıntı) veya çeşitli kültürlerin birbiriyle teması ve karışması sonucunda meydana gelir.
Kültür; Bir toplumun sahip olduğu maddi ve manevi değerlerden oluşan bir bütündür. Toplum mensuplarının çoğunda ortak olan ve onu diğer toplumlardan ayırt eden özel bir hayat tarzı sağlar.
Mümtaz Turhan’da öne çıkan kavramlar serbest, zorunlu kültür değişmeleri ve alıntıdır. Zorunlu kültür değişmesi, farklı kültürlere sahip iki toplumsal grup veya toplumdan biri kendi kültürünü veya belirli bazı unsurlarını kabul etmesi için diğerne baskı yapar. Alıntı kavramı ile bir grup veya topluluğun başka kültürlerden belirli unsurları aynen alması anlatılmaktadır. Bir kültür diğer bir kültürden alıntı yaptığı zaman aldığı unsurlar ister birer cisim, ister örf ve adet olsun, bunları daima değiştirir, kendisine uydurur.

Mümtaz Turhan kültür değişmeleri kavramları ekseninde Türk toplumununu tarihî sürecini üç kısma ayırarak ele alır. Bunların ilki serbest değişmeler devri; yani ondokuzuncu yüzyıla kadar olan dönem. İkinci safha ise onun geçiş devri olarak nitelediği Üçüncü Selim zamanıdır. Üçüncü safha ise kapsamlı ve köklü kültür değişmelerinin ancak zorunlu bir şekilde meydana getirilebileceği düşüncesinin belirmeye başladığı devirdir. Mümtaz Turhan bu devri İkinci Mahmud’la başlatmakta ve çeşitli kısımlara ayırmaktadır.

Garplılaşmanın (Batılılaşmanın) Neresindeyiz?
Mümtaz Turhan’a göre, Batı medeniyetinin ana unsurları bilim, teknik, insan haklarını teminat altına alan hukuk ve hürriyettir. Hakiki Batılılık ise bu prensiplere bağlılıktır.
Bütün dava, taklitçi bir aşamada kalmadan ve toplumsal çözülmeye uğramadan yaratıcı bir sentezle kendimize has özgün bir kültür meydana getirmektir. Bu da ancak Batıdan alacağımız unsurlarla, kendimizden katacağımız değerlerin uyumu ile mümkün olacaktır.
Biz insanımızın genel mesleki, teknik bilgisini artırmadan, ona yeni maharetler kazandırmadan, yeteneklerini geliştirmeden ve dünya görüşünü, zihniyetini bilimsel ilkelere göre değiştirmeden, yani ona ilim zihniyetini aşılamadan sadece fabrikalar, geniş caddeler açmak, parklar, barajlar, limanlar yaptırmadan, lüks otomobiller, tarım araçları, radyolar, buzdolapları vs. almak ve Batılı kanunlar, nizamlar vazetmek suretiyle Batılılaşacağımızı zannetmişiz. 150 seneden beri hep bu kanaat ve bu batıl itikatle hareket etmekteyiz.

İlk Eğitim ve Batılılaşma
Batılılaşmayı, kalkınmayı, ilk eğitime ve okuma yazma oranına bağlayan akım mensupları Mümtaz Turhan’ın en fazla eleştirdiği kesimi oluşturmaktadır. Geri kalmışlığın nedeni olarak okuma yazma bilmeyen köylüleri suçlama eğiliminden dolayı kalemşörlerimiz bu noktada dönenip durmuşlardır.
Milletler arasında kültür ve medeniyet farklarını doğuran, onların halk tabakaları değil, aydın zümrelerdir. Türkiye’nin geri kalışının sebebi, halkının cehaleti değil, aydınlarının gerek nicelik, gerek nitelik bakımından yetersiz oluşudur.
Mümtaz Turhan iki yüz yıldır süren batılılaşma hareketinin beklenilen başarıyı sağlayamamasının aydınlar arasında meydana getirdiği aşağılık duygusu üzerinde durur. Batının yaşam tarzını şekil olarak almaya, kendisine uygulamaya çalışan taklitçi/kopya tiplerin nedeni de bu aşağılık duygusudur.

Mümtaz Turhan köylerin küçük ve sayıca çok olmasının getirdiği zorluklardan ve Türkiye’nin gerçeklerinden yola çıkarak bu konudaki projesini kitaplaştırmıştır. Buna göre “Kültür ve Sanayi Merkezleri” adını verdiği kuruluşlar Türkiye’nin her bölgesinde, her kırk köyün bulunduğu alanın ortasında kurulmasını önermiştir. Bu merkezlerde okul, hastane, sinema ve küçük çaplı sanayi unsurları bulunacak ve bunlar aracılığıyla köylünün şehirleşmesi, şehir kültürüyle tanışması sağlanacaktır.

Toprak Reformunun tartışıldığı dönem içerisinde Mümtaz Turhan bu konuda ayrıntılı bir kitap yazmıştır. Mümtaz Turhan bu eserinde toprak reformu gibi ekonomik, teknik, toplumsal ve kültürel boyutları olan bir meselenin bilimsel çalışmalarla değerlendirilmesi gerektiğini savunmaktadır.

Toplumsal ve millî eğitim bir toplumun, bağımsızlığını, barış ve sükûn içinde yaşamasını temin eden, topluluk hayatını düzene koyan değerleri, değer ölçülerini ve sistemlerini genç nesillere aşılaması, benimsetmesi ve yetiştirmesi şeklinde tanımlanır.
Ahlak eğitiminin küçük yaşlarda verilen bir din ve estetik eğitimi ile birlikte ele alınmasının gerektiğinden söz eden Mümtaz Turhan bunun sınırlarını ve tarzını iyi tayin edebilmek için din hakkında açık ve objektif bir fikrimizin olması ve önyargılardan kurtulmamız gerektiği kanaatindedir.

Üniversite Problemi” adlı 1967 yılında hazırladığı kitabında Mümtaz Turhan Üniversitelerin ana fonksiyonlarını şu şekilde sıralar:
1. Bilim adamı, araştırmacı yetiştirmek ve bilimsel araştırmalarda bulunmak,
2. Üniversite de dâhil olmak üzere bütün eğitim kademeleri için eğitim elemanı yetiştirmek.
3. Kaliteli yönetici ve iş adamı yetiştirmek.
Gerçek bir üniversitenin yokluğu bir ülkenin kalkınmasına, ilerlemesine mani olabilir, fakat seviyesi düşük bir üniversite memleketi muhakkak mahva götürür.

Mümtaz Turhan’a göre Türkiye’nin ana ve hayati davası millet olma ve millî bir kültüre ulaşma davasıdır. İktisadi kalkınma bu ana davanın küçük bir parçasıdır.
Türkiyenin tarihi ve toplumsal süreci takip edildiği zaman Atatürk inkılâplarının gayesinin çağdaş medeniyet seviyesinde bir millet olma ve millî kültüre kavuşmadan başka bir şey olmadığı da anlaşılır.

Mümtaz Turhan’a göre ülkemizde iki kültür bulunmaktadır: şehir kültürü ve halk kültürü. Bu iki kültür arasındaki derin farklara rağmen her iki topluluğun temsil ettiği kültürler arasında ortak bağlar vardır. Millet bünyesine ve millî bir kültüre kavuşamamış bir toplumda demokrasiyi gerçekleştirmek güçtür.

Mümtaz Turhan bilimin bir yöntemden ziyade bir zihniyet meselesi olduğu düşüncesindedir. Bilimin olmadığı yerde bilgi kırıntıları, kanaatler, batıl itikatlar, hurafeler bilim sayılmakta, bu yüzden insanlar itham ve hatta mahkûm edilmektedir.

Cemil Meriç
1912 yılında Balkan Savaşı esnasında ailesi Yunanistan Dimetoka’dan Hatay’a göç eden Cemil Meriç 1916’da doğdu. 1936’ya kadar Hatay Fransa’nın mandası altında olan Suriye sınırlarının içerisindeydi. Ortaöğretimini tamamladığı Reyhanlı Rüştiyesi ve Antakya Sultani’sinde eğitim Fransız kültürü ağırlıklıydı. İstanbul’da Yabancı Diller okulunda 2 yıl eğitim aldı. Öğrenimini tamamladıktan sonra Elazığ Lisesi Fransızca öğretmenliğine atandı.
1946 yılında İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nde Fransızca okutmanı oldu. 1954 yılında uzun zamandır şikâyetçi olduğu gözlerindeki rahatsızlıktan dolayı birkaç başarısız ameliyat geçirdi. 1955 yılında Paris’te bir hastanede gerçekleşen ameliyattan sonra gözlerinin iyileşemeyeceği anlaşıldı ve görme yeteneğini tamamen kaybetti. 13 Haziran 1987 tarihinde vefat etti.

Cemil Meriç cumhuriyet tarihimizin en büyük fikir adamlarından biridir. Batı ve Doğu toplumlarının özellikleri, sosyolojinin Batı Avrupa’da doğuşu, gelişmesi, önemli sosyolog ve düşünürler, ideolojiler, toplumsal tabaka ve sınıfar gibi konular üzerinde değerlendirmelerde bulunulur.
Akademisyen olmadığı halde 1965- 1969 yılları arasında İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sosyoloji Bölümü öğrencilerine ders vermiştir.
Cemil Meriç, tenkitçi (eleştirel) sosyologlar çizgisine mensuptur. Eleştiri tutumunu benimseyenler ise Batı sosyolojisini hem kendi içinde hem de Türk toplumuna uygulanabilirliği açısından sorgulamışlardır.
Cemil Meriç tabu ve kalıpları yıkar, her türlü düşünce, kurum ve kişileri insafsızca eleştirir.

Cemil Meriç’e Göre Sosyoloji
Cemil Meriç, sosyolojiyi “İçtimai fizik” veya “fizyoloji” adları ile temelini Saint Simon’un attığı bir bilgi dalı olarak kabul eder.
Sosyoloji Cemil Meriç’e göre sosyoloji bilimi “yeni bir ideoloji” ve “buhranların çocuğu”dur. Comte, Fransız ihtilalinin ölüme mahkûm ettiği Katoikliği, “insanlık dini” ismi altında hortlatan bir yarı delidir. Le Play kiliseyi temsil eder. Durkheim, sarsılan düzeni rasyonalizm rayına oturtmak isteyen bir haham torunudur. Sosyoloji aynı zamanda mevcut düzenin savunmasını üzerine alan yeni bir “teoloji”dir.
Cemil Meriç Amerikan sosyolojisi hakkında da şu kanaate sahiptir. Bu bilimsel sosyolojinin ilk amacı, Amerikan iş çevrelerinin mutlak egemenliğini sağlamaktır. Cemil Meriç’e göre o günün Sovyet sosyolojisi ise sosyolojinin sadece bir karikatürüdür.
Taraf tutmayan insan şahsiyeti felce uğramış insandır. Kimse tarafsız değildir ve tarafsız sosyoloji de yoktur. Sosyal bilimler kadar yalanın cirit oynayabileceği saha yoktur. Bütün sosyal bilimler insanın suç ortaklığını yapmaktır.

Bilgi Sosyolojisi
Bilgi sosyolojisinin II. Dünya Savaşı’ndan sonra Amerika’da itibar kazanması Cemil Meriç şu şekilde açıklıyordu: “Bir parça beyin göçüyle izah edilebilir; ama asıl sebep insanların birbirine güvenmemesi, reklamın ve propagandanın insan şuurunu bulandırmasıdır. Müselsel (art arda sıralanan) yalanlardan şuuru bulunan Amerikalı karşısındakinin niçin böyle söylediğini araştırmak ihtiyacını duymuştur. Oysa bilimsel bir terbiyeden geçenler düşüncelerini bir altyapıya bağlamak ihtiyacını duyarlar. Ancak cemiyetin içinde birçok sınıfar doğduğu, yani birçok bilgi doğduğu zaman, bilgi sosyolojisi kurulur.”

Türkiye’de Sosyoloji
Cemil Meriç Türkiye’deki ilk sosyolojik yaklaşımlar hakkında çok olumsuz kanaate sahiptir. Fransa’da liselere alınmayan sosyolojinin bizde kürsüsünün bulunmasını çok sert ifadelerle eleştirir. Ziya Gökalp’ın, Mehmet İzzet’in, Necmeddin Sadak’ın temsil ettiği sosyolojinin hedefinin Türk zekâsını kendisini zerre kadar ilgilendirmeyen konularla meşgul etmek, gelecek nesillerin uyanmasını engellemek olduğunu iddia eder.

İdeoloji
Ona göre, hiçbir bilim hakikatin bütününü sunmaz. İnsan bilimlerinin hepsi de bir yanıyla ideolojidir. İdeoloji, yani belli bir medeniyetin, belli bir inancın, belli bir cemaatin müdafaa silahıdır. İlkel toplumlar dış dünyayı açıklamak için mitlere başvururlar, gelişmiş toplumların sosyal ve politik dünyada pusulası ise ideolojilerdir.

Sosyolojinin ve Tarihin Kâşifi: İbn Haldun
Çağdaş düşünce Batı’da Machiavelli ile Doğu’da İbn Haldun’la başlar. Ortak yönleri o zamana kadar teoloji ve ahlakın emrindeki sosyal bilimleri onların emrinden çıkarmaları, totem ve tabuları yıkmalarıdır.
İbn Haldun içinde yaşadığı çalkantılı devirleri anlamaya çalışmıştır. Buhranı ne Tanrı’nın iradesiyle izaha kalkışmıştır, ne dış güçlerle. Çöküşün sebebi toplumun iç yapısıdır.
İbn Haldun tarihi teolojiden temizler, ölçüsü akıldır. Toplumsal olaylarda tesadüf yoktur. Darwin’in, Marks’ın, Adam Smith’in birçok görüşleri çekirdek halinde onda mevcuttur. Toplumsal olayların kanunlarını ele alır ve bilimde değer yargılarına yer vermez. İnsanı belirli bir coğrafya içinde değerlendirir ve her olayın kendi akışı içerisinde incelenmesi gerektiğini savunur.
İbn Haldun yeni bir bilim kurduğunun farkındadır. Umran’la asabiyet, yeni bir bilimin iki anahtarı. Ümran, geniş manasıyla medeniyet, yani: bir kavmin yaptıklarının ve yarattıklarının bütünü, toplumsal ve dini düzen, adetler ve inançlar.

Çağdaş Toplumsal Bilimin Kurucusu Olarak Gördüğü Machiavelli
Gündelik ahlak çok mukaddestir, ama politikada sökmez. Tabiatta tek kanun var: en kuvvetlinin hakkı. Bütün diğer kanunlar zayışarın ezilmemek için yarattıkları suni kanunlardır. Machiavelli Prens adlı kitabıyla politikacıya yalan öğretirken, yalanı, riyayı ortadan kaldırmıştır.

Saint Simon İlk Sosyolog İlk Sosyalist
Saint Simon’un çıkardığı “Organisateur” adlı dergide işlenen başlıca konular endüstriyel rejimin nasıl kurulacağıdır. Saint Simon’a göre, Avrupa’nın iktisadi hayatı beylerin, fikir hayatı rahiplerin elindeydi. Birinciler üretimi düzenliyordu, ikinciler imanı. Saint Simon’dan sonra toplum ikiye ayrıldı: Çalışanlar aylaklar. Tembellik bir imtiyazdı eskiden, bir asillik belgesiydi. Saint Simon için aylak yani eşek arısı, çalışmadan yiyendir: Rahip, asker, toprağa alın terini katmayan mülk sahibi.

Cemil Meriç’e Göre Karl Marks ve Max Weber
Marx da politikadan ahlakı kovmuş, ahlakı bir burjuva yalanı olarak vasışandırmıştır. Marx bir bakıma Machiavelli’nin devamıdır.
Avrupalıya göre, Marksla Weber, sosyolojinin iki düşman kardeşidir. Ama Doğu söz konusu oldu mu, rakipler anlaşmazlıklarını unuturlar, coğrafi kaderciliği “bilimsel” bir hakikat gibi sergiler Marks; “Ülkedaş”larının Doğuyu sömürürken vicdan Azabı duymamaları için bir kurt masalı uydurur: ATÜT.
Temel kabul ve varsayımları birer dogma olarak benimsenen her doktrin bilim olmaktan çıkar, mitoloji olur. Weber, gerçeğin topyekûn yorumunu yapmak iddiasını güden tarih felsefelerine düşmandır. Sosyolojinin görevi ne toplumu ıslah etmektir, ne de ihtilalciler yetiştirmek. O da bütün bilimler gibi, realite hakkında ancak kısmi açıklamalar sunabilir.

Toplumsal Sınıflar
Burjuvazinin özelliklerini Cemil Meriç şu şekilde sıralar: a. Rasyoneldir. b. Evrenseldir. Bütün insanlık adına hareket ettiğini söyler. c. Hürriyeti savunur, çünkü fikirlerini yaymak için hürriyete ihtiyacı vardır. Burjuvazi kendi sınıfının aristokrasiyle mücadelesinde mutlak hürriyete taraftardır, halk sınıfları söz konusu olunca susar.
Sınıfsız bir hürriyet yani havada hürriyet sadece cemiyetin çöküşünü gösterir. Cehaletin hürriyeti. Söylenecek sözü olan her zaman ve her yerde hürdür. Var oldukça hürdür.
Entelektüel, toplumsal bir sınıfın parçasıdır. Düşman sınıfla dövüşerek gelişir ve olgunlaşır. Türkiye’de toplumsal sınıflar mevcut olmadığından entelektüel de yoktur.

Belli sınıf ilişkileri, belli bir içtimai yapı, belli edebiyat türlerini yaratır.

---
Türk Sosyologları
Editör: Prof. Dr. M. Çağatay Özdemir
Anadolu Üniversitesi Yayını, Yayın No: 2915
2. Baskı, Ağustos 2015

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder