Behice Boran ve İbrahim
Yasa
Behice Boran
Behice Boran, Türk sosyolojisinde ‘ilm-i
içtima’ ekolünün bir üyesidir. ‘İlm-i içtima’ ekolünün kurucusu ise Prens
Sabahattin’dir.
Behice Boran 1 Mayıs 1910 yılında Bursa’da
doğdu. Kazanlı bir Tatar aileye mensuptur.
İstanbul Amerikan Kız Koleji’nden 1931 yılında
mezun olmuştur. Aynı yıl Darülfünun Felsefe bölümüne girer ancak buradan mezun
olmadan ayrılarak 1933 yılında öğretmenlik yapmaya başlar. Kolej hocalarının
desteği ile Michigan Üniversitesi’nden burs alarak Amerika’ya doktora eğitimi
için gider. 1938 yılında doktor unvanını alır. Yurda döndükten sonra 1939 yılında
yeni kurulan Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi’ne sosyoloji öğretim üyesi olarak
atanır. 1942 yılında Manisa’ya bağlı Tepecik köyü üzerine yaptığı bir alan çalışmasını
doçentlik tezi olarak sunar. Ders sunumunun ardından Doçentlik ünvanını alır.
36 yaşında iken çevirmen Nevzat Hatko ile evlenir. 1948 yılında fakülteden ilişiği
kesilir. 1950’de Barışseverler Cemiyeti’nin kurucuları arasında yer alır.
Cemiyetin faaliyetleri nedeniyle tutuklanarak hapse girer. 1962’de TİP’e girer.
1965’te TİP Urfa milletvekili olur. 1980’ne kadar siyasi faaliyetleri nedeniyle
dönem dönem tutuklanarak hapis hayatı yaşar. 1980’de yurt dışına çıkar, 1981’de
yurda dön çağrısına uymadığı için vatandaşlıktan çıkarılır. 1987 yılında Brüksel’de
vefat eder ve cenaze töreni eski milletvekili olduğu için TBMM’nde yapılarak
Zincirlikuyu mezarlığına defnedilir.
Toplumsal
Tabakalaşma Çalışması
Behice Boran’ın doktora tezi mesleki
hareketlilik ile ilgilidir. Meslek
gruplarını sosyal tabakalar olarak ele alıp, bu toplumdaki tabakalar arası geçişliliğin
nasıl olduğunu istatistiki veri ve grafikler ile ortaya koymuştur.
Durkheimcı bir tavır ile meslekleri
toplumsal iş bölümü içinde fonksiyonel birlikler olarak tanımlar. Mesleki ücretin yaşam tarzları arasındaki
farklılığın da belirlendiğini ifade eder. Marks,
üretim araçlarına sahip olanların daha üst bir sınıf oluşturduğundan bahsederken,
Boran ise üretim ve dağıtım sürecinde kontrol sahibi olanları toplumsal hiyerarşinin
başına koyar. Modern sanayileşmiş toplumlarda artık, üretim araçları üzerindeki
mülkiyetten ziyade üretim üzerindeki kontrol toplumsal tabakalar ya da sınıfar
olarak ele alınan meslek grupları için sosyal hiyerarşinin kriteridir.
Endüstriyel sektör içinde mal sahibi olan
grubun yaş kompozisyonu ‘orta yaşlı’, mal sahibi olmayan grubun yaş
kompozisyonu ise ‘genç’ tir. Bu da mal sahibi olan grubun daha kapalı olmayanın
ise daha açık olduğunun bir göstergesi olarak ele alınır. Bundan çıkan sonuç, ABD’de 1910-1930 periyodunda,
üretim üzerinde kontrol sahibi olan üst sınıfarda sosyal hareketlilik daha az
görülmektedir. Bu gruplar, sosyal hiyerarşinin altından gelecek olan dikey
sosyal hareketliliğe karşı kapalıdır. Yani üst sınıfar hiyerarşik
üstünlüklerini koruma eğilimindedirler.
Toplumsal
Yapı Çalışması
Temel eseri ‘Toplumsal Yapı Araştırmaları’dır. Boran bu kitabında yer alan çalışmasını, öğrencisi Fatma Taşkıngöl
Başaran ile birlikte, 1941-1942 yılları arasında, Manisa’ya bağlı sekiz ova
köyü (Adiloba, Tepecik, Sarıçam, Kepenekli, Yılmaz, Saruhanlı, Hacı Rahmanlı,
Paşa) ve beş dağ köyü (Siyetli, Kuruköy, Dazyurt, Yayla, Kışla) üzerine yapmıştır.
Çalışmasının merkezi problemi; bir topluluğun
toplumsal yapısının farklılaştığı fonksiyonel kısımlar arasındaki, özellikle iki
kısım (alt yapı ve üst yapı) arasındaki ilişkileri aydınlatmaktır. Boran, toplumun kurumları arasında
fonksiyonel bir ilişki görür ve aynı zamanda bu ilişkinin iki temel yapı arasında
olduğunu söyler. Boran’a göre toplum, bir kurumlar topluluğudur. Sosyal değişme
sürecinde kurumlar çözülme ve yeniden birleşme yaşarlar.
Boran öncelikle ele aldığı iki köy tipinin
ekolojisini verir. Buna göre ova köyleri (açık köy tipi) şehir ile yakındır.
Ulaşım ve haberleşme vasıtalarına sahiptir. Oysa dağ köyleri (kapalı köy tipi) şehre
uzak ve ulaşım ve haberleşme vasıtalarından görece mahrumdur. Ova köyleri
piyasaya dönük üretim yapan açık köylerdir. Dağ köyleri ise, geçimlik üretim
yapan kapalı köylerdir.
Kasabalar ve şehirler eski ve yeni arasında
bir ikilik yaşamaktadır. Boran, bir öngörüde bulunarak bu ikiliğin zaman içinde
daha da keskinleşeceğini ifade etmektedir.
Boran, köylerin şehirleşmesini bir kültürel
yayılım süreci olarak değerlendirir. Ona göre, eğer bir toplum kendisinden daha
üstün bir toplum ile karşılaşırsa çekingen ve korkak davranır. İncelediği
köylerde halkın şehirliye karşı tutumu bu mihverdedir.
Şehir
Çalışmaları
Boran, toplumsal değişmeyi, Marksist bir şekilde,
üretim araçlarının ve kullanılan enerji türünün değişmesi ile birlikte yaşanan
evrensel bir toplum hadisesi olarak kavramlaştırır. Toplumlar, sanayileştikçe
kapalılıklarını yitirmekte ve daha geniş bir bütüne ait iş bölümünün bir parçası
olmaktadırlar.
Boran, toplumsal değişmeyi üretim araçlarının
birikerek değişmesi bağlamında, bir evrimsel süreç olarak kavramlaştırmaktadır.
Evrimi birikerek değişme olarak tanımlayan
Boran, insan doğa ilişkilerinin aracı teknolojide birikerek değişmenin görüldüğünü
bu itibarla da evrimin bu alanda varlığının söz konusu olduğunu ifade eder.
Boran, toplumlar arası ilişkilerde toplumların
gördüğü fonksiyona göre farklılaşarak kimilerinin merkezde kimilerinin çevrede
yer aldığını söylerken.
Edebiyat
Sosyolojisi
Boran, edebiyat ve sanat sosyolojisine dair
ilk yazılarını Yurt ve Dünya dergisinde yayınlamıştır. Boran’ın sanatı ve edebiyatı ele alışı,
Marksist sosyoloji itibariyledir. Edebiyat
sosyolojisinde en çok bilinen yazısı, Halide Edib’in romanlarını tahlil ettiği
makalesidir. Boran’a göre, romancılar karakterlerini iki şekilde kahramanlaştırmaktadırlar;
ilk biçim, romanda karakterin kendi sosyal muhitinin bir tiplemesi, ikinci şekilde
ise tam tersi kendi sosyal çevresinden kopararak kahramanlaştırma gerçekleştirilmektedir.
Halide Edib, ikinci şekli benimsemektedir.
Boran’a göre, Halide Edib’in yeni ve eski
romanlarının ilk ortak özelliği güçlü kadın karakterleri ise ikinci özelliği aşk
temasının işlenmesi; üçüncü özelliği ise, yazarın dünya görüşünün değişmemesidir.
Onun dünya görüşünü ele veren romanı, Yeni Turan’dır. Bu romanda batılılaşmış
Müslüman bir Türk toplumu tasvir edilmektedir.
Bir diğer Türk romanı ile ilgili yazısında,
1940’lı yılların popüler kadın romancılarını eleştirir. Boran’a göre, bu
romanlar masalların modernleştirilmiş şeklidir.
İbrahim Yasa
1911 Selanik doğumludur. Balkan Savaşı sırasında
ailesi ile birlikte Balıkesir’e göç etmiştir. 1925’de muallim mektebine girmeye
hak kazanan Yasa, mezuniyetinden sonra İstanbul’da görev yaparken İstanbul
Üniversitesi Felsefe şubesine 1933’de kayıt yaptırır. 1934’de Sosyoloji eğitimi
için ABD’ye gider, köy sosyolojisi alanında uzmanlaşır. 1940 yılında doktorasını
verir ve 1942’de ülkeye döner. 1953 yılında
Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesinde Sosyal Siyaset kürsüsünü
kurdu. 1977 yılında emekli olmuştur. 1982-1986 yıllarında ODTÜ sosyoloji
bölümünde hocalığa devam etmiştir. 1993 yılında ise Ankara’da vefat etmiştir
Eserlerini iki ana başlıkta toplamak
mümkündür: Toplumsal yapı ve değişme ve aile yapısı. Yasa, toplumsal yapının
gündelik işleyişini sayı ile belirlerken bu sayıların kültürel anlamını da
ortaya çıkarmaya çalışmıştır.
“İlm-i içtima” denilen sosyoloji anlayışı
Türk toplumunun yapısal işleyiş ve değişimini mikro çalışmalar ile yakalamaya
çalışır. Bu konuda ilk eseri, Ankara yakınlarındaki ve ilk köy enstitüsünün
kurulduğu, Hasanoğlan köyü üzerindedir. Alan araştırması, Hasanoğlan Köyü’nde 1944-45
yıllarında yapılmıştır.
Yasa’ya göre, ulaşımın geliştiği yerler Türk
devriminin etkisinin en fazla olduğu yerlerdir. Tren yolunun geçmesi ile söz konusu köy kapalı köyden, açık köy
haline geçmiştir. Köye iletişim
araçlarının girmesi de bu ulaşım aracı sayesinde olmuştur. Bu şekilde köylünün
zaman ve mesafe kavramları artık değişmiştir. Zamanı daha fazla planlamak
durumunda kalmaktadırlar. Tren yolu
ile yeni ve modern meslekler köye girmiştir. Köy halkı gündelik ve sosyal
davranışları konusunda modernleşmiştir. Köylüler arasında bireyselleşme artmıştır.
Sosyal dayanışma zayışamıştır.
Yasa’nın diğer bir köy monografisi Sindel
Köyü çalışmasıdır (1969). Sindel Köyü bir Batı Anadolu köyüdür. Sindel, Yörük
göçebe halkın yerleştirilmesi ile oluşmuş bir köydür. Yasa, demokrasiye geçildikten sonra köyde
gericiliğin ve particiliğin arttığını belirtir. Çobanlıktan tarıma geçme, sosyal hayatı ve manevi alanları değiştirmiştir.
Toprağa yerleşmeden önce, rastlanan ağaların yerini yerleşimden sonra kasaba
zenginleri almıştır.
Yasa’ya göre, bir köyün toplumsal ve
ekonomik yapısını ortaya çıkarmak için ilk önce iş-güç tarzı ile ekolojiye bakılmalıdır.
Yasa’ya göre, Türkiye az gelişmiş bir Doğu
ülkesidir. Kırsal alanlar dâhil ülkede kanaatkâr bir dünya görüşünden
vazgeçilmektedir. Tüm az gelişmiş ülkelerde olduğu gibi bizde de ekonomik
sömürü düzeni devam ettiği için demokratik bir rejim de kurulamamaktadır.
İlkel toplumlarda yerel değerler çağdaş
toplumlarda evrensel değerler kültürü belirlemektedir. Türk toplumu üzerinde
merkeziyetçi mutlak monarşinin etkisi halen devam etmektedir. Bu hal halk
içinde “adam sendecilik” davranışına yol açmaktadır.
Yasa, toplumsal yapımızın temel unsurlarını
analiz ettikten sonra toplumsal yapının özelliklerini şu şekilde saymaktadır:
otoriteye ve birincil gruplara bağlılık, toprağa bağlılık, sihirsel ve dinsel
inançlara bağlılık. Bu özelliklerin inşa ettiği kişiliklerin özellikleri ise;
içe dönüklük, kuşkuculuk ve güvensizlik, bencilliktir.
Aile
Yapısı Üzerine Çalışmaları
1966 yılında yayımlanan çalışmada; gecekondu
ailesinin doğuşu, oluşumu, gelişimi ele alınmaktadır. Yasa, Türkiye’de
gecekondulaşmanın altında yatan köyden şehre göçün nüfus ve ekonomik
nedenlerini irdeler.
Gecekondu ailesi için şehirli ev eşyaları
kullanım değil toplumsal saygınlık kazanmak için birer gösteri malzemesidir.
Gecekondu ailelerinde çocuklarının ilerdeki mesleklerinin
memur olmasını istemelerinin nedeni olarak Türk toplumunda görülen “efendilik
kompleksi”ne bağlar.
Yasa’nın aile ve toplumsal değişmeye
odaklandığı bir diğer önemli çalışması Almanya’dan yurda dönen işçi aileleri
üzerine yaptığı araştırmadır.
Dış göçün en önemli toplumsal etkisi yeni iş-güç
alanlarının açılması ve arkada kalanları tüketici hale sokmasıdır. Dış göçlerin tinsel etkisi, özellikle aile
içinde kadının saygınlığının artması ve aile üyelerinin geleneksel kalıplardan
uzaklaşmalarıdır. “Alamancı” olarak nitelenen işçi aileleri artık çocuklarının
memur değil serbest girişimci olmalarını arzu etmektedirler.
---
Türk Sosyologları
Editör: Prof. Dr. M. Çağatay Özdemir
Anadolu Üniversitesi Yayını, Yayın No: 2915
2. Baskı, Ağustos 2015
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder