4 Şubat 2020 Salı

Bitmeyecek Öykü


Michael Ende - Bitmeyecek Öykü


Bu yazı küçük bir dükkânın camlı kapısının üstündeydi; ama kuşkusuz, yalnızca loş mekânın içinden, kapının arkasından sokağa bakarken böyle görünüyordu.

"Hayranlığınızı ya içerde, ya dışarda sürdürün, ama kapıyı örtün. Soğuk geliyor."
Çocuk söz dinleyip kapıyı yavaşça kapattı.

"Dinle oğlum, ben çocuklardan hoşlanmam. Gerçi bugünlerde moda ki bütün dünya ölesiye pohpohluyor sizi- ama ben değil!

"Adım Bastian," dedi çocuk, "Bastian Balthasar Bux."
Benim adım Kari Konrad Koreander.

...kitaba dokundu - aynı anda da içinde bir şey "klik!" etti, bir kilit kapanmıştı sanki. Bu dokunuşla geri dönülmez bir şey başlamış da, artık kendi yolunu izleye-çekmiş gibi bir duygu uyandı içinde.

İnsan tutkuları bilmecemsi şeylerdir ve bu, çocuklarda da yetişkinlerdekinden daha farklı değildir. Buna yakalananlar ne olduğunu açıklayamazlar; benzeri bir şeyi hiç yaşamamış olanlarsa kavrayamazlar. Bir dağ doruğuna ulaşmak uğruna hayatlarını tehlikeye atan insanlar vardır. Nedendir; hiç kimse, kendileri bile açıklayamaz. Kimisi, onun adını bile duymak istemeyen birinin gönlünü fethetmek için kendini harap eder. Bir başkası, damak zevklerine -ya da şişeninkine-karşı duramadığı için kendini mahveder. Bazısı, şans oyunlarında kazanmak uğruna bütün varını yoğun verir ya da her şeyini asla gerçek olmayacak bir saplantıya feda eder. Kimisi, ancak olduğundan başka türlü olursa mutlu olabileceğine inanır ve hayatı boyunca dünyayı dolaşır. Bazısı da güç sahibi olmadan huzur bulamaz. Kısacası, ne kadar değişik insan varsa, o kadar da değişik tutku vardır.
Bastian Balthasar Bux için bu, kitaplardı.

Bu kitap mutlaka onun olmalıydı, neye mal olursa olsun!
Bir anda hiç farkında olmadan kitabı çarçabuk paltosunun altına sokmuştu

Bastian kitaba baktı.
"Bilmek isterdim," dedi kendi kendine, "kapalı olduğu sürece bir kitabın içinde ne olur aslında? Doğal olarak yalnızca kâğıdın üstüne basılmış harfler var içinde, ama buna karşın - bir şey oluyordur mutlaka, çünkü ben kitabı açınca birden ortaya koskoca bir öykü çıkı-veriyor. Önceden tanımadığım kişiler oluyor, her tür serüven, olaylar, kavgalar oluyor - kimi zaman da deniz fırtınaları çıkıyor ya da yabancı ülkelere, yabancı kentlere gidiliyor. Yine de bunların hepsi bir biçimde kitabın içinde. Okunmalı ki yaşansın, bu belli. Ama bunlar kitabın içinde önceden oluyor. Bilmek isterdim, nasıl oluyor bu?"

Doğrulup düzgünce oturdu, kitabı kavradı, ilk sayfayı açtı
Ve bitmeyecek okumaya başladı.

Aşka Çağrı Ormanı'ndaki tüm hayvanlar kovuklarına, yuvalarına ve sığınaklarına sinmişlerdi.

Gece kâbusları çeşitli biçim ve boylarda, Fantazya'nın her yerinde bulunurdu,

Çocuk İmparatoriçe -unvanının da gösterdiği gibi— sınırsız Fantazya İmparatorluğu'nun sayılara sığmaz ülkelerinin hepsinde hükümdar biliniyorduysa da, gerçekte bir hükümdardan çok daha ileriydi o; daha doğrusu bambaşka bir şeydi.

“Bizler hepimiz Çocuk İmparatoriçe'nin hastalığı karşısında çaresiz kaldık. Bir tek, Fantazya'nın yokoluşunun bu hastalıkla aynı zamana denk geldiğini biliyoruz. Daha fazlasını bilmiyoruz…”

Kurtuluş umudu nerede bulunacak olursa olsun, bir şey açık seçik ortada: Bunun aranması, ulaşılamazdaki yolları keşfetmeyi başaracak ve hiçbir tehlike, hiçbir zorluk karşısında gerilemeyecek bir izbulucuyu gerektirmektedir, tek kelimeyle: Bir kahramanı. Ve Çocuk İmparatoriçe, kendisinin ve hepimizin yazgısını emanet ettiği bu kahramanın adını bana açıkladı: Ona Atreju diyorlar,

…aşağı yukarı on yaşlarında bir erkek çocuğu içeri girdi.
Atreju benim, başkası yok.

Cairon ağır ağır başını salladı, sonra da altın tılsımlı zinciri boynundan çıkarıp Atreju'ya taktı.
"AURYN sana büyük güç verir," dedi törensel bir tavırla, "ama onu kullanmamalısın. Çünkü Çocuk İmparatoriçe de onun gücünden asla yararlanmaz. AURYN seni koruyacak, sana kılavuzluk edecektir, ama ne görürsen gör, ona asla el atmamalısın, yoksa o andan sonra kendine ait görüşün kalmaz. Onun için de silahsız çıkmalısın yola. Olanı biteni oluruna bırakmak zorundasın.
Kötü ve iyi, güzel ve çirkin, budala ve bilge herkesi, Çocuk İmparatoriçe'nin önünde oldukları gibi eşit tutmak zorundasın. Yalnızca arayıp sorabilirsin, ama kendi yargılarına göre asla karar vermemelisin. Bunu hiç unutma Atreju!"

Kabuk cinleri
…Yoluna buradan devam edemezsin, yoksa kaybolursun."
"Sonra bize olanların aynısı senin başına gelir," diyerek iç geçirdi yarım olanı. "Bak bize! Bunu ister misin?"
"Size ne oldu peki?" diye sordu Atreju.
"Yokoluş yayılıyor," diye inledi birincisi. "Büyüyor, büyüyor, her gün biraz daha genişliyor - eğer hiçlikten genişliyor diye söz edilebilirse tabii. Ötekilerin hepsi tam zamanında kaçtılar ormandan. Ama biz yurdumuzu terk etmek istemedik. Hiçlik de bizi uykuda yakalayıp karşında gördüğün duruma getirdi."
"Çok acıyor mu?" diye sordu Atreju.
"Yoo," dedi ikinci kabuk cini, göğsü delik olan, "hiçbir şey hissedilmiyor. Yalnızca bir tarafın eksiliyor işte. Buna bir kez yakalanınca da her gün biraz daha eksiliyorsun. Yakında hiç kalmayacağız."

…bir sabah, donuk loşlukta tüm zaman durmuş gibi görünürken, bir tepenin üstünden Keder Bataklıklarını gördü.

Boynuz Dağı’nda Kadim Morla:
Yeteri kadar yaşadık. Çok şey gördük. Bizim kadar çok bilenler için hiçbir şey önemli değildir artık. Her şey durmadan yinelenir, gece gündüz, yaz kış. Dünya boş ve anlamsızdır. Her şey bir çemberde döner durur. Gelen gitmek, doğan ölmek zorundadır. İyilikle kötülük, aptallıkla bilgelik, güzellikle çirkinlik, hepsi birbirini yok eder. Her şey boştur. Hiçbir şey gerçek değildir. Hiçbir şey önemli değildir.
Sen gençsin ufaklık. Biz yaşlıyız. Sen de bizim kadar yaşlı olsan, kederden başka bir şey olmadığını bilirdin.
Baksana. Hepimiz, sen, ben, Çocuk İmparatoriçe, hepimiz neden ölmeyelim? Her şey yalnızca bir görüntüdür zaten, hiçlikte bir oyun yalnızca. Hepsi bir. Bizi rahat bırak ufaklık, çek git!

Yalnızca yeni bir ada ihtiyacı var onun. Çocuk İmparatoriçe'nin; iyileşir o zaman.
Kim ona ad verebilir? Adı nerede bulurum?
Belki Güney Kehanet'teki Uyulâla. O bilir belki.

Derin Uçurum'un karanlığının üstünde, bir uçtan bir uca gerilmiş muazzam bir örümcek ağı asılıydı. Bu ağın halat gibi kalın, çok vıcık vıcık yapışkan iplerinin içinde de, büyük, beyaz bir uğur ejderhası…
"Ygramul zehiri..." diye sürdürdü ses, "bir saat içinde öldürür, ama aynı zamanda onu içinde taşıyana, Fantazya'nın dilediği yerinde olma gücünü verir…”
Ama tek bir saat içinde ne başarabilirim ki?

Ygramul'un zehirini her an daha çok hissediyorum."
"Her zehrin bir panzehri vardır," diye karşılık verdi beyaz ejderha.

Uyulâla. Sessizliğin Sesi:
"Ah, her şey bir kez olur yalnızca, ama her şey bir kez olmak zorundadır yine de.
Dağda ve vadide, tarlada, kırda, eriyip gideceğim, dağılıp gideceğim ben de ..."

Hiçlik benim bulunduğum yere dek sokulacak, birazdan aynı şey, bana da olacak.
Yitip gideceğiz hepimiz hiçliğin içinde, sanki hiç olmadık biz, ne bir günde ne bir yerde. Yeni bir ad gerek ona, bununla şifa bulur yalnızca...

Fantazya hiçliğe karıştıkça insan dünyasındaki yalan seli de büyüyordu, işte böylelikle de, bir insanoğlunun gelmesi olasılığı her an biraz daha azalıyordu. Çıkış yolu olmayan bir kısır döngüydü bu. Atreju bunu biliyordu artık.

"Neden bu kadar kötüsün?" diye sordu Atreju.
"Sizin bir dünyanız var," diye hüzünle yanıtladı Gmork. “Benim yok."



…en uzun, en karanlık gece de bir an gelir biter. Soluk sabah ağarırken ikisi de uzaklarda, ufukta Fildişi Kule'yi gördüler.

Olsa olsa on yaşında, anlatılmaz güzellikte küçük bir kız çocuğu gibi görünüyordu.
O anda daha önce hiç yaşamadığı bir şey oldu ona. Şimdiye dek Bitmeyecek Öykü'de anlatılan her şeyi kalasında tam belirgin olarak canlandırabilmişti. Bu kitabı okurken birkaç tuhaf şey olmuştu kuşkusuz, yadsınamazdı bu; ama mutlaka bir biçimde açıklanabilirdi bunlar. Atreju'nun uğur ejderhasının sırtında gidişini, Labirent'i ve Fildişi Kale'yi olabildiğince belirgin olarak gözünün önüne getirmişti. Ama şu ana kadar bunlar, yalnızca kendi hayalinin ürünüydü yine de.
Çocuk İmparatoriçe'nin söz konusu edildiği yere geldiğindeyse, bir saniyeden çok daha kısa bir süne için yalnızca bir şimşeğin çakışı kadar bir süre- onun yüzünü karşısında gördü. Ve bu da yalnızca düşüncesinde değildi, gözleriyle görmüştü! Bir kuruntu değildi bu, bundan kesinlikle emindi Bastian.

Çocuk İmparatoriçe:
"Sen görevini yerine getirdin. Yaptığın ve yürüttüğün her şey için teşekkür ederim."
"Az önce, sen içeri girdiğinde. Onu yanında getirdin."
Henüz bizim dünyamızda değil o. Ama dünyalarımız birbirine o kadar yakın ki, birbirimizi görebildik, çünkü bir şimşek çakması kadar bir süre için bizi hâlâ ayıran ince duvar saydamlaştı. Yakında tümüyle yanımızda olacak ve beni, bana yalnız kendisinin verebileceği yeni adımla çağıracak. O zaman sağlığıma kavuşacağım, benimle birlikte Fantazya da.

"Tüm varlıklar ve şeylere gerçekliklerini ancak doğru bir ad verir. Yanlış ad her şeyi gerçekdışı yapar. Yalanın yaptığı budur."

"Belki de gelmek istiyor da yalnızca bunu nasıl yapacağım bilmiyor."
"Hiçbir şey yapması gerekmez," dedi Çocuk imparatoriçe, "beni yalnız kendisinin bildiği yeni adımla çağırmaktan başka. Bu yeterli olur."

Çocuk İmparatoriçe: "…Sen Fantazya'nın belleğisin ve şu ana kadar olan her şeyi biliyorsun. Ama kitabın sonraki sayfalarını çevirip daha neler olacağına bakamaz mısın?"
"Boş sayfalar," oldu yanıt. "Yalnızca geriye, olmuş olana bakabilirim ben. Yazarken okuyabiliyorum onu. Okuduğum için de onu biliyorum. Ve onu, olduğu için yazdım. Böylece Bitmeyecek Öykü benim ellerimle kendi kendini yazıyor."

İnsan, dileğinin yerine gelmeyeceğini bildiği sürece -belki de yıllar boyu- bir şeyi dilediğine inanmış olabilir. Ama dilediği düşün gerçekleşme olasılığı ansızın karşısında durunca, o zaman bir tek şey diler: Onu hiç dilememiş olmayı.
En azından Bastian'a böyle oldu.

"Perelin," dedi, "Gece Ormanı."
Çocuk İmparatoriçe'nin gözlerinin içine baktı - ve o zaman ilk göz göze gelişlerinde başına gelen şey bir kez daha oldu. Büyülenmiş gibi oracıkta oturuyor, ona bakıyordu Bastian; gözlerini ondan ayıramıyordu. İlk seferinde ölümcül hastayken görmüştü onu, ama şimdi çok çok daha güzeldi.
Bastian'ın dileği yerine gelmişti.

Goab, Renkler Çölü!
Karşıma, çılgınca cesaret isteyen gerçek bir serüven çıksın isterdim, insan bu çölde kimseyle karşılaşamaz ki. Ama tehlikeli bir yaratıkla karşılaşmak olağanüstü bir şey olurdu.
Ateş kırmızısı kumulun tepesinde dev bir aslan duruyordu.

"Çöl benim imparatorluğumdur - aynı zamanda benim eserimdir o. Ben nereye dönsem çevremdeki her şey çölleşir. Onu kendimle birlikte taşıyorum. Öldürücü ateştenim ben. Bu durumda benim için sonsuz yalnızlıktan başka ne olabilir?"

"Buna bir ad verebilir misin?" diye sordu Graögramân. Bastian kılıca düşünceli düşünceli baktı, "Sikanda!" dedi. Aynı anda kılıç kınından sıyrıldı ve Bastian'ın elinin tam içine uçtu.

Bastian: "Her şey ancak ben isteyince mi var oluyor, yoksa önceden var da ben onları bir biçimde ortaya mı çıkarıyorum yalnızca?"
"Her ikisi de," dedi Graögramân.

"Burada yalnız hayatla ölüm var, yalnızca Perelin'le Goab; ama bir öykü yok. Sen öykünü yaşamak zorundasın. Burada kalamazsın."
"Ama bir yere gidemem ki," diye fikir yürüttü Bastian, "çöl her hangi birinin aşıp çıkamayacağı kadar büyük. Sen de çölü kendinle birlikte taşıdığın için beni götüremezsin."
"Fantazya'nın yollarını," dedi Graögramân, "yalnızca dileklerinle bulabilirsin. Ve ancak bir dilekten ötekine gidebilirsin. Dilemediğin şey senin için erişilmezdir. 'Yakın' ve 'uzak' sözcükleri bu anlama gelir burada. Hem yalnızca bir yerden gitmeyi istemek de yetmez. Bir başkasına ulaşmayı amaçlaman gerekir.

Bastian Renkli Ölüm'ün bütün bu söyledikleri üzerinde çok düşündü. Ne var ki, bazı şeylerin temeline düşünmekle varılamaz, bunları yaşayarak öğrenmek gerekir.
Bu süre içinde Bastian'da kendi kendine bir değişiklik olmuştu yine. Ayçocuk'la karşılaşmasından bu yana edinmiş olduğu bütün yeteneklerin üzerine bir de cesaret eklenmişti şimdi. Her seferinde olduğu gibi bu sefer de buna karşılık bir şeyi alınmıştı; yani eski korkaklığına ait tüm anıları.

"Bilindiği gibi..." dedi Prenses, Bastian'a gülümseyerek, "kahramanların anlattıklarına güvenilmez. Hepsinde süsleme eğilimi vardır."

Murhu ya da Gözyaşı Gölü
Bastian: "Gözyaşı Gölü'nde yüzme yarışı öneriyorum. Karşı kıyıya ilk ulaşan kazanmış olur."

Prenses Oglamâr birkaç dakika önce saldırıya uğrayıp kaçırıldı.
"Kim kaçırdı?"
"Fantazya'da varolan canavarların en korkuncu. Ejderha Smârg…
"Buradan çok uzakta," diye başladı Bastian, "bir ülke vardır, adı Morgul ya da Soğuk Ateş Ülkesi'dir, çünkü orada alevler buzdan daha soğuk olur.

"Sen artık ilerlemek istemiyorsun sahip. Bir şey istemekten vazgeçtin."

Bugünden başlayarak yolculuğumuzun hedefi Fildişi Kule'dir.
Fuchur: "Bundan vazgeç, Bastian Balthasar Bux! İstediğin şey olanaksız. Bir kimsenin Dileklerin Altın Gözlü Hâkimiyle bir kez karşılaşacağını bilmiyor musun yoksa? Onu bir daha görmeyeceksin."

"Bilgelik, her şeyin üstünde olmak, kimseden nefret etmemek, kimseyi sevmemektir. Oysa senin için efendim, arkadaşlık çok önemli hâlâ. Yüreğin karlı bir dağ tepesi gibi soğuk ve duygusuz değil senin. Böyle olunca da biri sana kötülük yapabilir."
"Kim olabilir ki bu?"
"Tüm küstahlığına karşın senin hâlâ yürekten bağlı olduğun kişi."

Fantazya nedir?
Bastian bir süre sustu, sonra yanıtladı:
"Fantazya bitmeyecek bir öyküdür."

Atreju: "Bastian," dedi, "seni kurtarmak için neden yenmeye zorluyorsun beni?"
Atreju'nun göğsünde derin bir yara açıldı ve kan fışkırdı. Atreju geriye doğru sendeledi, kocaman kapı mazgalından aşağıya düştü. O anda da gecenin içinde dumanların arasından beyaz bir alev dili çıktı, Alreju'yu daha düşerken yakalayıp onunla birlikte uzaklaşıp gitti. Fuchur'du bu, beyaz uğur ejderhası.

"Ah, dünyalarının yolunu bulamayan insanlar tüm çağlarda oldu," diye açıkladı Argax. "Önceleri gitmek istemiyorlardı. Şimdiyse -şöyle diyeyim- artık gidemezler."
Bastian, dört köşe tekerlekleri olan bir bebek arabasını büyük bir çabayla iten küçük bir kıza baktı.
"Neden artık gidemezler?" diye sordu.
"Bunu istemeleri gerek. Oysa onlar kendileri için hiçbir şey istemiyorlar artık. Son dileklerini başka bir şeye kullandılar."

"Dilek dilemeyi, ancak dünyanı hatırladığın sürece yapabilirsin. Buradakiler bütün anılarını tükettiler. Geçmişi olmayanın geleceği de yoktur. Onun için artık yaşlanmıyorlar da…

"Yani buradakilerin hepsi bir zamanlar Fantazya'nın imparatoru muydu, yoksa öyle mi olmak istiyorlardı?"
"Açık ki," dedi Argax, "dönüş yolunu bulamayan herkes er ya da geç imparator olmak ister. Hiç kimse başaramadı bunu, ama hepsi istedi…”

Düşünecek olursan, dünyadaki tüm öykülerin temelde yalnızca yirmi altı harften oluştuğuna sen de hak verirsin. Harfler hep aynıdır, bir araya gelişleri değişir yalnız.

Yskal Kenti'nde
"ben" sözcüğünü bilmiyora benziyorlardı
Birey onların gözünde hiçti. Birbirlerinden hiç farkları olmadığı için de, hiç kimse yeri doldurulmaz değildi.
Oysa Bastian, yalnızca tüm ötekiler gibi biri değil, birey olmak, biri olmak istiyordu. Olduğu gibi olması yüzünden sevilmek istiyordu. Yskalnari toplumunda uyum vardı, ama sevgi yoktu.
Artık en büyük, en güçlü ya da en akıllı olmak değildi istediği. Tüm bunları geride bırakmıştı, iyi ya da kötü, güzel ya da çirkin, akıllı ya da aptal, olduğu haliyle, tüm yanlışlarıyla, hatta doğrudan onların yüzünden sevilmeyi özlüyordu.

…ben de sana öykümü anlatayım," dedi kadın. "
"Çok, çok uzun zaman önce," diye başladı çiçekli kadın, "Çocuk İmparatoriçe'miz ölümcül hastaydı, çünkü yeni bir ada ihtiyacı vardı ve bunu da ona ancak bir insanoğlu verebilirdi. Oysa kimse nedenini bilmiyordu ama, insanlar Fantazya'ya gelmez olmuşlardı artık. Eğer Çocuk İmparatoriçe ölecek olursa, Fantazya'nın da sonu olurdu bu. Derken bir gün, daha doğrusu bir gece, bir insan geldi yine de. Küçük bir oğlandı bu ve Çocuk İmparatoriçe'ye Ayçocuk adını verdi. Çocuk İmparatoriçe yeniden sağlığına kavuştu ve teşekkür olarak da oğlana imparatorluğunda bütün isteklerin gerçek olacağını vaat etti -gerçek isteğini buluncaya kadar. O andan başlayarak küçük oğlan bir dilekten ötekine giden uzun bir yolculuk yaptı ve dileklerin hepsi yerine geldi. Her yerine geliş onu yeni bir dileğe götürüyordu. Hem bunlar yalnız iyi dilekler de değildi, kötüleri de vardı, ama Çocuk İmparatoriçe ayırım yapmaz, onun gözünde imparatorluğundaki her şey eşit sayılır ve her şey eşit önemdedir. Bu yüzden en sonunda Fildişi Kule yakıldığında da bunu engellemek için hiçbir şey yapmadı. Ama küçük oğlan her dileğin yerine gelmesiyle birlikte, geldiği dünyaya ait anılarının bir kısmını unutmaktaydı. Buna pek aldırdığı yoktu, çünkü aslında oraya dönmek niyetinde değildi. Böylece de diledikçe diledi, ama neredeyse tüm anılarını harcamıştı artık, oysa insan anıları olmadan hiçbir şey dileyemez. Artık neredeyse insanlıktan çıkmış, hemen hemen bir Fantazya varlığı olmuştu. Gerçek dileğini de hâlâ bilmiyordu. Gizi keşfedemeden son anılarını da tüketmesi tehlikesi doğmuştu şimdi. Bu da dünyasına bir daha asla dönmemesi demek olurdu. Derken sonunda yolu onu, gerçek isteğini buluncaya kadar kalabilsin diye Değişim Evi'ne getirdi. Çünkü Değişim Evi bu adı, yalnız kendisi değiştiği için değil, içinde oturanı da değiştirdiği için almıştır. Buysa küçük oğlan için çok önemliydi, çünkü şimdiye dek başka biri olmayı hep istemişti ama, değişmeyi istememişti."

"Her şeyi yitirmem böyle mi olmak zorunda?"
"Hiçbir şey yitip gitmez," dedi Aiuola, "her şey dönüşür."

Sen Hayat Suyu'nu arıyorsun. Dünyana giden yolu bulmak için sevebilmeyi istiyorsun. Sevmek – böyle söylenir! Ama Hayat Suyu sana soracak: Kimi? Yani insan öyle herhangi bir biçimde genel olarak sevemez yalnızca. Oysa sen kendi adının dışında her şeyi unutmuşsun. Eğer ona yanıt veremezsen suyu içemezsin.

Adlarımızı soruyorlar," diye açıkladı Fuchur.
"Ben Atreju!" diye bağırdı Atreju.
"Ben de Fuchur!" dedi Fuchur.
Adsız çocuk susup kaldı.
Atreju ona baktı, sonra elini tutarak bağırdı:
"Bu da Bastian Balthasar Bux."
Fuchur suların söylediklerini aktardı:
"Neden kendisi söylemiyor, diye soruyorlar."
"Artık söyleyemez," dedi Atreju, "her şeyi unuttu o."

Oraya doğru yürürlerken Bastian'ın olağanüstü Fantazya güçleri her adımda bir bir düşüyordu üstünden. Güçlü, güzel, korkusuz kahraman, küçük, tombul, ürkek çocuk oluyordu yine.

…artık biliyordu; dünyada sevincin binlerce, binlerce biçimi vardı, ama temelde hepsi bir tanesinde birleşiyordu, sevebilme sevincinde. Hepsi bir ve aynıydı.

Çabucak iki avucuna hayat suyundan doldurup bu kapıya koştu. Kapının arkası karanlıktı.
Bastian kendini içeri attı - ve boşlukta düşmeye başladı.
"Baba!" diye haykırıyordu. "Baba! Benim - Bastian - Balthasar -Bux!" "Baba! Benim - Bastian - Balthasar - Bux!" Böyle bağırıp dururken kendini yine okulun çatı arasında buldu…

"He? Ne var? Gene ne arıyorsun burada?"
"Ben -," diye kekeleyerek başladı Bastian, "ben sizden bir kitap çaldım. Geri getirmek istiyordum olmadı. Onu kaybettim - daha doğrusu kitap ortada yok."
"Benim böyle bir kitabım hiç olmadı. Bu durumda da onu benden çalmış olamazsın. Belki başka bir yerden yürütmüşsündür."

Türkçeleştiren: Saffet Günersel
Kabalcı Yayınevi, 1996

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder