5 Kasım 2015 Perşembe

Yeni Toplumsal Hareketler: Feminist Hareketler

Feminist Hareketler
Feminist hareketler, kadınların değişim için bir araya geldiği hareketler olarak nitelendirilebilir. Bu hareketler temel olarak, 20. yüzyılın başlarında bölgesel ya da ulusal düzeyde gerçekleşmiş, 20. yüzyılın ikinci yarısına gelindiğinde ise küresel bir hareketle dönüşmüştür.
Feminist aktivizm içinde kadın yürüyüşleri organize etmek; dayağa, tecavüze, şiddete karşı kampanyalar organize etmek ve yürütmek; sivil toplum kuruluşları ile gerçekleştirilen projelere katılmak sayılabilir.

Sufrajist Hareket: Kadınların oy kullanma hakkını savunan hareketin adıdır. Bu hareketin aktivistlerine de sufrajist denir.

Anglo-Amerikan Feminizmi
Kadınların eğitimi gibi toplumsal-kültürel konulara odaklanmıştır. Kadınların oy hakkı talebi vurgusuyla bilinir ve aynı zamanda Birinci Dalga Feminizm olarak adlandırılır.
Bir dokuma işçisinin kızı İngiliz yazar Mary Wollstonecraft’ın (1759-1797) 1792’de yayınladığı Kadın Haklarının Korunması (A Vindication of the Rights of Woman) ilk “feminist bildiri” olarak yorumlanmaktadır. Wollstonecraft’a göre kadınların süs bebekliğine ve ev işine mahkûm edilmesi kadın doğasının gereği değildi.

Fransız Feminizmi
Metinsel tasarımı öncelikli olarak çalışma konusu yapan Fransız feminizmi, kendisini “farklılık” kavramı etrafında organize etmiştir. 1970’lerde ve sonrasında gelişen Fransız feminizmi, İkinci Dalga Feminizm olarak da bilinir. Kadın-erkek farklılıkları konusuna edebiyat alanı dışından yaklaşan Fransız feministi Simone de Beauvoir’in (1908-1986), 1949 yılında yayınladığı İkinci Cinsiyet (Ledeuxième sexe), aynı zamanda Marksist/Sosyalist feminizmin klasiklerinden biri olarak da sayılır. Burada yazar, kadının tarih boyunca erkeğin “öteki”si olarak ikincil konuma itildiğini ve kendi öznelliğinin hiçe sayıldığını öne sürmüştür.
De Beauvoir’ın kadın doğasını reddeden ve toplumsal olarak kadın olunduğunu belirten cümlesi, “kadın doğulmaz, olunur,” bir anlamda toplumsal cinsiyet kavramının ilk formülasyonu olarak sayılabilir.
Günümüzde kadın yazını (écriture feminine) olarak da bilinen yaklaşım, daha çok Monique Wittig, Luce Irigaray ve Hélène Cixous’nun çalışmalarında görülmektedir. Bu yazarlar dil konusundan yola çıkarak, dilin politik bir savaş alanı olduğunu öne sürerler. Bu grup feministler ataerkilliğin “dil”i eril (maskülen) normlar dâhilinde sunduğunu ve kendini “rasyonel” olarak tanımladığını belirtirler. Feminist yazarlara göre fallosantrik (phallogocentric) olan erkek dili, kadın dilini marjinalize etmektedir.

Toplumsal Cinsiyet
Toplumsal cinsiyet, biyolojik cinsiyetten farklı olarak kadın ve erkekler için toplumsal olarak oluşturulmuş roller ve öğrenilmiş davranış ve beklentilere işaret etmek için kullanılır.
Simone de Beauvoir, kadın olmanın toplumsal olarak yaratıldığının altını çizmiştir. Joan Scott da toplumsal cinsiyet teriminin analitik bir kategori olarak kullanımına dikkat çekmiştir.

Toplumsal Cinsiyet Rolleri
1- Üretim ile İlgili Roller
Erkek: Piyasa için üretim (parasal karşılığı olan)
Kadın: Ev/hane içi üretim (parasal karşılığı olmayan)
2- Yeniden Üretimle ilgili Roller
Kadın: Biyolojik yeniden üretim (Çocuk doğurma ve yetiştirme)
Günlük yeniden üretim (Hanenin günlük işleri ve hane üyelerini ertesi günün üretim sürecine hazırlama)
İdeolojik yeniden üretim (Çocukları toplumsal rolleri için hazırlama)
3- Topluluk Düzeyinde, Hayatın İdamesine İlişkin Roller
Kadın: Kısıtlı ve toplu tüketime açık kaynakların kullanımı (özellikle su, sağlık ve eğitim hizmetleri)
4- Topluluk Düzeyinde Politik Roller
Erkek: Ulusal düzeyde politika ile eklemlenen topluluk politikası.

“Özcülük” ve “Toplumsal İnşaacılık”
Feminist düşüncede “özcülük” kadınların kadın, erkeklerin de erkek olduklarını biyolojik olarak temellendiğini ve bunun değiştirilemeyeceğinin belirtilmesidir.
Toplumsal inşaacı yaklaşımlar ise, doğa unsurunu tamamen dışlayarak insanların toplumsal ya da kültürel olarak yaratıldıklarını belirtir.

FEMİNİZM İÇİNDE FEMİNİZMLER
Radikal Feminizm
Kadınların başarı kazanma yollarını erkeklerinkinden farklı organizasyonlarda aramaya yönelir. Bütüncül bir kadın bağımsızlığının bireysel değişimle mümkün olabileceğini savunmaktadır. Radikal feminizm içinde iki ayrı gruptan söz edilebilir: radikal-liberal feministler ve radikal- kültürel feministler.
Radikal-liberal feministlere göre, kadınların doğurganlık özelliği onların tamamen insan olarak gelişimini engellemektedir. O yüzden kadınların bazı erkeksi özelliklere sahip olmaları gerekir.
Lezbiyen Feminizm, temel olarak radikal feminizmden beslenmektedir.
Radikal-kültürel feministler kadınlık değerlerini savunduklarından ve bunları kutladıklarından, “erkeksi” kadın olmak yerine “kadınsı” kadın olmayı daha değerli bulmakta ve kültürel olarak kadınlık değerlerini yüceltmektedirler.

Liberal (Burjuva) Feminizm
Bu yaklaşım, mevcut ekonomik ve toplumsal düzen içinde kadın erkek eşitliğinin mümkün olabileceğini ileri sürerken, daha çok orta ve üst-orta sınıf kadınların beklentilerini ve taleplerini dillendirmektedir.

Marksist (Sosyalist) Feminizm
Marksist feminizm, kadınların özgürleşmesini ekonomik sistemin yeniden organizasyonunda ararken, ataerkillik ve kapitalizm arasındaki ilişkiye odaklanır.

BATILI OLMAYAN FEMİNİZMLER
Üçüncü Dünya Feminizmi
Bu terim Batı toplumları dışında yaşayan kadınları ya da Batı’daki siyahi kadın hareketini işaret etmek için kullanılır.
Bu akımın en temel eleştirilerinden biri ırk sorunsalıdır.

Farklı Örnekler
Ortadoğulu feministler baskılanmayı sömürgeciliğin bir uzantısı olan Şarkiyatçılık bağlamında ele alırlar ve Üçüncü-Dünya kadının tek tipleştirildiğini ve feminist metinlerdeki analizlerin eşitsizlik temelinde sömürgeci bir söylem yarattığını belirtirler.
Sömürge sonrası dönemde ise kadın konusundaki çalışmalar daha çok şeriat ve fetvalarda bu meseleye eğilmiş, ancak 1980’lere gelindiğinde kadın ve eğitim gibi konular ağırlık kazanmıştır.

Osmanlı Kadın Hareketi
Serpil Çakır ve Nükhet Sirman konuyla ilgili araştırmalar yapmış.
Osmanlı kadın tarihinde Fatma Aliye, Nigâr Hanım, Makbule Leman gibi kadınların, kadın hakları konusunda çalışmaları bulunmaktadır.

Cumhuriyet Dönemi Kadın Hareketi
Bu dönemde kadınlar erkekler gibi kamusal yaşamda görünür hale getirilmeye çalışılmıştır. Şirin Tekeli, ilk başlarda elit kadınların seslerinin daha fazla duyulduğunu ve “kadın sorunu”nun ele alınmasının bir “devlet feminizmi” içinde geliştiğini belirtir.
Nezihe Muhiddin (1889-1958), Birinci Dalga Cumhuriyetçi Feminizm’in önde gelen isimlerindendir. Kadınlar Halk Fırkası’nın kurucularındandır.

1980 Sonrası (II. Dalga) Kadın Hareketi
1980 askeri darbesi siyasal hayatta bir alan yaratarak farklı feminizmlerin ortaya çıkmasına araç olmuştur.
Özellikle, aile içi şiddet konusunun tartışılmasıyla bu konu kamusal alanda daha görünür hale gelmiş; Mor Çatı da kadına karşı uygulanan şiddetin engellenmesi konusunda Türkiye’de çalışan ilk organizasyon olarak öne çıkmıştır. Mor Çatı Kadın Sığınağı Vakfı 1990’da kurulmuş ve 1995’de sığınağını açmıştır.
Marksist feminizm 1970’lerde kadın hareketini desteklemeye başlamış ve kadın örgütleri içinde yer almıştır. Aileyi feminist çalışmaların merkezine yerleştirmişlerdir.
ÇATOM (Çok Amaçlı Toplum Merkezleri), Güneydoğu Anadolu Projesi (GAP)’ın bir parçası olarak 1995 yılında kurulmuştur. ÇATOM, kadınların geleneksel aktiviteleriyle onları güçlendirmeyi amaçlamaktadır.
İslamcı feministlerin talep alanları en fazla örtünme, ya da türban konusunda görülmektedir. 1995 seçimlerinde bu görüş, Refah Partisi’nin kazandığı başarı ile daha görünür hale gelmiştir.

1990 Sonrası (III. Dalga) Kadın Hareketi
Modernite ile kadın ilişkisinin eleştirel bir biçimde ele alındığı 1990’ların uzantısında “farklı feminizmler” görülmüştür.
1980’lerin feminist hareketi içinde yer alamayan Kürt kadınlar, ayrı bir feminist hareket başlatmışlardır.

KADIN HAREKETLERİNİN KARŞILAŞTIRMALI DEĞERLENDİRİLMESİ
I. ve II. Dalga Kadın Hareketleri
Her ikisi de eğitimli, kentli ve orta sınıf kadınlardan gelmiş ve lider çıkaramamışlardır. Aralarındaki en büyük farklılık ise, I. Dalga Kadın Haretinin içinde bir devlet unsuru bulunması, II. Dalga Hareketin ise, büyük ölçüde Kemalist feminizmi eleştirmesi bulunmaktadır.

II. ve III. Dalga Kadın Hareketleri
II. Dalga hareket içinde mutlak eşitlik vurgusu bulunması, III. Dalga içinde de farklılıkların değerinin altının çizilmesi temel fark olarak belirtilebilir.
III. Dalga Feminist hareket içinde feminizm akademiye taşınmış ve kadın çalışmaları bölümleri ya da merkezleri açılmıştır.

AKADEMİDE FEMİNİZM
Kadın araştırmalarının akademide görülmesi, 1990’larda iki farklı eksen üzerinden yürümüştür: Araştırma merkezleri ve bağımsız bölümler aracılığıyla. Araştırma merkezlerinde disiplinlerarası araştırma grupları oluşturulmuş ve bölümlerde ise lisans ve yüksek lisans düzeyinde dersler verilmeye başlanmıştır.

Kadın ve Toplumsal Cinsiyet Çalışmaları
1990’larda ağırlıklı olarak toplumsal cinsiyet kavramının analitik olarak kullanıldığı ve feminist kuram ve epistemolojiye yer verildiği eserler görülmüştür.

Erkeklik Çalışmaları
Antropolog Matthew Guttman, yeni cinsiyet çalışmalarında “erkeklik” teriminin kullanımları üzerinde dururken bu kavramı dört farklı gösterge alanını belirlemektedir:
1. Erkek kimliği
2. Erkeklik
3. Erkeksi nitelikler
4. Erkeklik rolleri

Türkiye’de erkeklik konusunda ilk kuramsal çalışmalar arasında, Deniz Kandiyoti’nin Müslüman toplumlarda erkeklik paradoksları üzerine yaptığı çalışma (1994) önemli bir yer tutmaktadır.

Queer ve Queer Teori
Bu sözcüğe homofobi karşıtı buluşmalardaki bazı oturumların metinlerinde, bazen başlık olarak rastlamak mümkündür. “Queer teori” temel olarak, “normatif” olma ve “heteroseksüellik” durumunu; sosyalleşme ve cinsel kimliğin etkilerini sorgulamaktadır.

LGBTT Hareket

TÜRKİYE’DE FEMİNİST HAREKETİN ÇALIŞMA KONULARI

1990’larda akademide tartışılan konulara örnek olarak, siyaset, istihdam, eğitim, medya ve şiddet, kadın tarihinin haritalandırılması ve göç gibi konular verilebilir.
---
Yeni Toplumsal Hareketler
Editör: Prof. Dr. Bilhan Kartal & Prof. Dr. Belkıs Kümbetoğlu
Anadolu Üniversitesi Yayını, Yayın No: 2345
Eylül, 2011 Eskişehir

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder