Mehmet
Sancaktutar – Ölü Beyazı
Ben bir yalancıyım, çünkü ben bir yazarım.
Tamamen yazarak geçirilen bir hayat
gerçekte yaşanmış bir hayat sayılabilir mi?
Toplum, güzel yalan söyleyebilen bu
insanları ödüllendirmede gerçeği söyleyenlere davrandığından daha cömert
davranır.
Ezberlenmiş bir hayatı yaşamak kadar can
sıkıcı bir şey yoktur.
“Şemsiye” kelimesini durmadan tekrar
edelim. Belli bir süre sonra hem “şemsiye” kelimesini doğru telaffuz
edemediğimizi, üstelik “şemsiye” kelimesinin en azından o anda zihnimizde
anlamını külliyen yitirdiğini rahatlıkla görebiliriz. Uzun süre aynı şeyleri
yaşayan insan şemsiyenin durumuna düşer. (s. 11)
(Rüya)
Sokakta (…) çukurlar açılıyor.
Topraktan ölüler kalkıyor.
Hepsinin yüzünde korkutan bir beyazlık var.
Belirtisi olmayan bir hastalık,
İnsanlar bu hastalıktan ölüyor.
Gömme işi uzun sürüyor, ölüleri buzdolabına
koyalım.
Bu dayanılacak gibi değil,
Ölmek istedim,
(Rüya)
Sokağa çıktığımda herkesin yüzünde rüyamda
gördüğüm o korkutucu ölü beyazlığı vardı.
Köpekler, denizle kara arasında bir barikat
oluşturmuştu. Hepsi de inanılması güç yüksek bir perdeden denize doğru
havlamaya başladı.
Her gelen dalga sahile daha çok ölü
bırakıyordu.
Kan ter içinde yataktan fırladım.
Güneş gözlüğü taktım ama bu da çare olmadı.
Bütün yüzler yine ölü beyazı.
Caddenin karşı tarafında yüzünde ölü
beyazlığı olmayan bir adam bana bakıyordu.
“Yüzündeki ölü beyazlığından kurtulmak
istiyor musun?” dedi.
Cehennem azabından tüm dünyayı fidye olarak
verse bile kimse kendini kurtaramaz.
Adı Basri olan bu adam deniz seviyesinden
oldukça yüksek bir yerde bir göl kenarını mesken tutmuş kendine.
Burası bir süre benim de evim sayılır…
Elektrik yok.
Burası vahşi bir orman!
Burada zaman öldürme yok, zamanda yenilenme
var.
Topluma, topluca gelen zararı toplum
bireyleri neredeyse bayrama çevirmeyi başarabilir.
Yaptığım tek iş, sigara üstüne sigara
içmekti.
Herhangi bir meşguliyeti bitirip zamanın
boşluğuna düştüğünde zihnim, hemen yüzümdeki ölü beyazıyla doluyordu.
…dünyanın gelmiş geçmiş en zengin insanı
Hz. Âdem’dir. Çünkü dünyanın hepsi onun malıydı. Buna rağmen o dünyadan
kendisine düşen nasibin boğazından geçenler kadar olduğunu gayet iyi biliyordu.
Delilerin sevgisi âşıkların sevgisinden
daha üstündür. Çünkü âşıklar, gösterdikleri sevginin karşılığında aynı türden
bir sevgi beklentisi içindedirler.
Tıp / o kadar ilerlemiş ki artık insan
isterse huzur içinde bile ölemiyor.
Yüreğin alfabesi cümle kurmaya başladığında
dilin alfabesine düşen görev sadece susmaktır.
Lokman Hekim
“Lokmanlık” “hekimlikten” öncedir. Yani
Lokman Hekim önce insandır sonra hekim.
Dr. Hüsamettin ile Kaportacı Kazım Usta
gibi veya lastikçi Vedat gibi kavramlar aynı mantığın ürünüdür. Yani ortada
mekanizmaya benzetilen bir insan vardır. (s. 73)
Kendimi dünyada yalnız, terk edilmiş ve çok
gariban hissediyordum.
Artık Aynalıgöl benim kaderim.
Bundan sonra önüme gelen her ne olursa
olsun bir ödev duygusuyla üstelik coşkuyla yerine getirecektim. (s. 76)
Kalabalıklara, insanlara alışan bir kişiye
ceza vermek istiyorsanız onu yalnız bırakmalısınız.
Ahıra gidip bir koyun kapar kapmaz
kurtların önüne salıverdim.
Bir canlı ne yiyorsa odur.
Soyluluğu zedelenmiş kurt nesli olmaktansa
biz burada huzur içinde ölümü beklemeye kararlıyız… (s. 91)
Yazı zamana direnebildiği ölçüde
kalitelidir.
Popülist kitaplar kâğıt havlulara benzer.
Sadece bir kez kullanabilirsin.
Akademik kitapların yazılmasını elmaların
çuvaldan alınıp sepete, sepetten alınıp poşete konulmasına benzetirim hep.
Yapılan bu işlemde elma sayısı hiç artmaz ama daima üretim yapılıyormuş gibi
görünür. (s. 104/105)
Bir insan konuşurken yalan söyleyebilir
veya yalan söylemeyi düşünebilir ama düşünürken asla yalan söyleyemez. Bunun
için düşüncenin bizzat kendisi soyluluğu ifade eder.
…insan sadece tabiatla bütünleşince bu
hastalığı unutuyor.
Ölü beyazına yakalanan insanlar için yegâne
terapi tabiatın müşfik kucağıdır.
(pekmez olayı, s. 117)
Doğa bir ağaca yılda sadece bir kez meyve
vermesi için müsaade ediyor.
Eğer insan bundan iki veya daha fazla kez
ürün alırsa bir seferde alacağı faydayı ikiye, üçe bölmüş belki de tamamen yok
etmiş olur.
Bunun anlamı topraktan intikam almaktır.
Toprağa küsenler aslında toprağı
küstürenlerdir. (s. 119)
Gerçek bir kurt olsaydı eğer, aynen Beyaz
gibi istediği verilene kadar gerekirse ölümüne bekler eğer verilmezse
sağlığıyla anlatamadığı şeyi ölümüyle söylemiş olurdu.
Âdem’e göre değiştiğimiz savunulabilir ama
geliştiğimiz asla.
Ben ne yapmışım bu güne kadar.
Bakırı döverken çıkan ses, ona göre aslında
ustanın yüreğinden çıkan sestir. (s. 150)
Gözler, fark edemeyeceğimiz kadar geç
yaşlanıyor.
Bilmediğin şeyin ardına düşme.
Ölü beyazına yakalanmak tanrısal bir
lütuftur.
Ölü beyazı sayesinde bir avuç insan tüm
insanların acılarını sırtında taşır.
Kutsal olanla irtibatı kesilmiş bir
edebiyat olur mu?
Kelime mühendisliği / s. 199
Çok uzaklardan Beyaz’ın uluması duyuldu.
Beyaz ulumaya başladığında Kara hemen havlamayı kesti. Öğrenilmiş bir korkunun
doğası bu; ölümün kıyısında bile insanı terk etmiyor. (s. 206)
Baş olanlar sevinmesin,
Ne gelirse başa gelir,
Diz toprağa yaslanır da,
Baş düşerse taşa gelir,
Yazarlık; bir desise ve dedikodu mahzeninde
ömür tüketmek…
Yazdıklarım sayesinde kimsenin bana
bakışını değiştirmemiştim ama ben tamamen değişmiştim.
…incitmenin sonuçlarını hiçbirimiz tahmin
edemeyiz.
---
Ötüken Yayınları
Ocak 2011
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder