9 Temmuz 2016 Cumartesi

Edward L. Murray - Muhayyileye Dayalı Düşünmek

Edward L. Murray - Muhayyileye Dayalı Düşünmek


Bu kitap (…) psikolojik yardım alma ihtiyacı duyan kişilerle ilgilenen psikologlar, psikiyatrlar ve terapistler için kaleme alınmıştır.

Hayatın bütünleştirilmesi…

Birinci bölümde felsefe alanında, muhayyileye dayalı düşünce konusunda (…) ağırlıkla Paul Ricoeur’un önermeleri eşeleniyor.

Son bölümde insan kişiliğinin bütünleştirilmesinde dinin önemine dikkat çekiliyor.

Freud, din yanılsamasının kendi amacına hizmet ettiğini ve insanlığa artık ne türden olursa olsun bir katkı yaptığını hissetmişti.

Wallace Stevens, insanoğlunun, aklın onların hayatlarını tesis etmelerinden çok önceleri, muhayyileye dayalı kavramlarla yaşadıklarını ifade ediyordu.

(Bu araştırma) İnsanların, gidip-gelen, salınıp duran varoluş tecrübelerinde hayatlarını nasıl bütünleştirdiklerini (…) mercek altına alarak incelemeyi hedefliyor. (s. 16)

Tahayyül etmeyi, düşünce bağlamından soyutlayamayız.

(zamansallık)
Olan
İnsan Varlık’ının (Dasein) insanın içinde yaşadığı dünyayla bir olduğu doğruysa (…) insanın (…) düşünmeye başlayabilmesi için belli bir zaman geçmiş olması gerektiği de doğrudur. Varlık’ın takdir edildiği düşünmeyi mümkün kılan şey işte bu mesafe… (s. 20)

Ortaçağlar döneminde üniversitelerin müfredatı üçlü ya da dörtlü sacayağı üzerine tesis edilmeye izin veriyordu.
Üçlü sacayağı dil meseleleriyle meşgul olurken (gramer, retorik, mantık); dörtlü sacayağı bilim ve matematikle ilgileniyordu (müzik, aritmetik, astronomi ve geometri).

Muhayyileye dayalı düşüncenin göz ardı edilmesi insanın insani bütünlüğüyle ve bütünlüğü içinde kavrayabilme ya da insanın münferit olarak kendi şahsi bütünlüğünü gerçekleştirme çabalarına büyük hasar ve zarar vermiştir.

Roman, oyun, oratoryo eserleri biricik içtenlikli şekillerde çizdikleri karakterlerin hayatlarına girmemize izin verirler.
Bu sanatçıların hepsi de insanları, kendilerinin bize takdim ettikleri alanlara ve zevklere dahil olmaya davet eden sanatçılardır. Onların hitapları misafirlerinin muhayyileye dayalı düşünme biçimleridir
Şarkı söyleme (…) şiirsel ifşa edişi doruklara ulaştırır.

Eflatun, muhayyileye dayalı bilgi ve düşünmeyi algıya benzer ama algıdan da düşük, daha zayıf bir bilgi formu olarak değerlendiriyordu.
Aristoteles, muhayyilede algı ile akıl arasında hafızayla biricik bir ilişkiye sahip olan bir meleke görüyordu.

Descartes’ı izleyen zamanlarda ise muhayyileye daha düşük bir rol biçildi.

Zamanla egzotik ve beyhude şeylerle ilişkilendirilmeye başlandı.

“Rüya görmek isteyen kişiye, işe mutlu olmakla başlaması gerektiğini söyleyin. İşte o zaman her şey güzelleşir.” Bachelard

İnsan, bilincinin bilincinde değildir.
İnsan algıyı algılayamaz.

Bir kimse için bir anlam ifade edilmediği sürece, anlam ya da önem diye bir şey mevcut değildir.

Kişi ile dünya birbirlerinin parçasıdırlar. Ancak bu yalnızca başlangıçtır.

Kişi, hem anlamlı hem de anlamlandırıcıdır.

Algı, anlam verir/sunar ama bunu algıladığı şeyin ışığında yapar.

Kişinin varolabilmesi için, mutlaka algılayabilmesi gerekir.

Algı karanlıkta oluşmaz, insan ışığının ışığında oluşur.


İnsanoğlu, bir Dasein’dır / orada olmadır.
İnsanoğlunun her zaman orada olan varlığı sürekli olarak bir ifşa olunmayı/açığa çıkmayı gerektirir.

Tahayyül edilen şey, tahayyül edilen şeydir ve nesnesinin gerçekliği bununla ilişkili değildir.

Ötekiler
Onlar, insanın kendisinin çoklukla kendilerinden ayırmadığı, kendisinin de aralarında olan biri olduğu öznelerdir.
Eğer kişi, ötekinin varoluş biçimini reddederse (…) kendi yokoluşunu garanti edecektir.
Ötekinden gelen her şeyi reddetmek, kişinin, hiç eleştirilmeden, tartışılmadan kabul edilen şeyi kullandığını varsaymak demektir.

Bütün dillerde, cansız varlıklarla ilintili ifadelerin büyük bir kısmının, insan bedeni, insani duygular ve tutkular üzerinden üretilen metaforlardan teşekkül etmiş olması, şayan-ı dikkat bir olgudur.

Bir varlık hakkında bir şey söylemek…
Bir kimlik/özdeşlik yüklemektir.


Bu anlam, Grekçede, konuşmak, söylemek, bir şeyi gün ışığına çıkarmak ve ifşa etmek fiillerinde yakalanmıştır.

“Sözcüğün bittiği yerde hiçbir şey bitmez” Stefan George

Dil Varlık ve bütün varlıkların iskân etmesine izin verilen yerdir.

Hiçbir teori insanı bir bütün olarak kavrayamaz.

Sözcüklerin de anlamları ve sınırları vardır.
Öte yandan sözcüklerin bir de yan-anlamları vardır.
Yananlamlar, karmaşık bir meseledir.

Bilim düzanlamsal basitlikle varlığını sürdürmeye çalışabilir.

Ancak hiçbir münferit kişi ya da kültür, kendi sözcüklerini kendi tek anlamlıklarıyla sınırlı tutmaya çalışmaz…

Metaforun sunduğu imajinatif düşünme biçimleri, çokanlamlılığın çoğul anlamlandırmalarını doğurdu…

Geleneksel olarak metafora retorik nokta-i nazarından yaklaşılmıştır.
Bu yaklaşım biçimi metaforu (…) bir sanatsal vasıta olarak görüyordu.
Bu retorik yaklaşım açısından bakıldığında (…) metafor hiçbir şey öğretmez.

I.A. Richards metafora büsbütün farklı açılardan yaklaşan çalışmalar yapmıştır.
Geleneksel teori, yer değiştirme teorisi olarak adlandırılıyordu. Çağdaş yaklaşım ise en uygun şekilde gerilim teorisi olarak adlandırılabilir. Bu yaklaşım (…) bir sözcük üzerinde değil, bütün cümle üzerinde odaklanır. (s. 165-166)

Vardığım sonuç şu: Metaforik dilde ima edilen/gizli olan söylemin stratejisi (…) dilimizi çökerterek ve artırarak gerçeklik duygumuzu çökertmek ve artırmaktır.
Metaforun stratejisi, gerçekliği yeniden tasvir etmek adına sezgisel bir kurmaca inşa etmektir.

Ricoeur, metaforun paradoksunun üç düzlemde gerçekleştiğini gözlemler: Psikolojik, semantik ve mantıksal düzlemler.
Psikolojik düzlemde eski yapının çökmesinden teşekkül eden yeni bir yapı vücuda gelir.
Semantik düzlemde, özne aynı zamanda reddettiği bir hükme kucak açar.
Mantıksal düzlemde ise, metaforda mündemiç/gizli olan aynılık ve farklılıklar, benzerliklerinde buluşurlarken yine de birbirlerine karşı konumlanırlar.

Metaforik düşünme de kişi yalnızca sözcükler üzerinde odaklanmaz, sözcüklerin mümkün kıldığı mevcudiyetler üzerinde odaklanır.

Metaforlar ürettiğimiz sürece yaşarız, hayatımız bir anlam ve derinlik kazanır.

Metafor, bir kişinin deyim yerindeyse daha yola koyulmadan önce, varış noktasına ulaşmasını sağlayan imajinatif bir sıçramadır. Metafor, kişinin önündeki çakıl taşlarını temizler ve böylelikle yolunu açar.

Sözcükler, şeylerin hatırlatıcılarıdır.
İşaretler/göstergeler, şeylerin semptomları/belirtileri değil sembolleridir.

Cassirer sembolizmi, zihin ile gerçeklik arasında aracılık işlevi gören bir olgu olarak görür.

Wheelwright / Metaphor end Reality
Sembolün belirginleştirebileceği çeşitli düzeylerden söz eder.
1) Birinci mertebede sembol, tek bir şiirin ana imgesi olarak işlev görür.
2) İkinci mertebede sembol, yazarın/şairin kişisel değer atfettiği kişisel atıfını gün ışığına çıkarır.
3) Üçüncü mertebede atalara gönderme yapan semboller yer alır.
4) Dördüncü mertebede yer alan semboller kültürel niteliklidir. Bunlar kültüre, topluma ya da halka nüfuz eden imgelerdir.
5) Beşinci mertebedeki semboller ise arketiplere dayalı semboller ya da bizzat arketiplerdir.

“Düşünce, dil olmaksızın büyük ölçüde imkânsızdır.
Metaforik bir etkinlik olmaksızın dil mümkün olmaz.
Sembollerin büsbütün reddedilmesi, son kertede, dilin ve düşüncenin reddedilmesiyle sonuçlanacaktır.” Wheelwright (s. 197)

Hâkim olan sembolleştirmeye dâhil olmakla kişi, tecrübeye dayalı olarak ve şimdi ile sınırları içinde ve şimdinin girişim ve atılımlarıyla belirginleşir, vücuda gelir.
Sembolün senkronik etkisi budur.

Birlikte (sym)
Diabolic (parçalanma/dağıtma)

Sembolik, diabolikin karşıtıdır.

Sembolik olan, bütünleştirici iken, diyabolik olan, tahrip edicidir.

Her sembolik inşa, bize, kişilerarası geçmişi vücuda getirir.

“o olmasa yola hiç çıkmayacaktır.
Ama sana verecek bir şeyi yok bundan başka.” Kavafis

İnsan türü, her zaman mitlere sahip olagelmiştir ve sahip olmaya da devam edecektir; mitleştirmekten arındırma çabası, mitteki hakikati korumayı ve bu hakikati diğer insanlarla paylaşmayı amaçlar ve mümkün kılar.

Muhayyileye dayalı düşünce, mitin özünü oluşturur.

İçsel psişik çevreyi gevşeyerek ve hatta parçalayarak, içsel çevre ile dışsal çevre arasında çatışmalar yaşayarak oluşan parçalanma süreci, daha yüksek bir psişik yapının geliştirilmesinin temelini teşkil eder.

Heidegger, insani varoluş her zaman dünyada varolan, dünyaya yakalanan bir varoluştur.
Bu varoluş bana aitlik tarafından karakterize edilir.
Bütün aşma çabalarımız dünyayı aşma çabalarımızdır. Özü itibariyle dünya, bizim bütün varoluşumuza iskân etmiştir.
İnsan olmak, dünyalı olmaktır; biz hiçbir zaman dünyalı değiliz.
Ve bizi şaşırtacak şekilde, biz, halihazırda dünyadayızdır.
Gördüğüm şey, benim görmemle görülür.
İşte tam bu noktada benlik sorunu ortaya çıkar.
İnsanoğlu, bir sürgün halindedir,

Dasein sürekli olarak gerçekliğin perdesini kaldırır (dil bunun içindir).

Dil ve söylem, daha fazlasını da yaparlar: Bir gerçeklik olayını, diğer kişiye iletmeye yardımcı olurlar.

Anlam, insan varoluşu için zaruridir.

İnsanlar, kendilerini, varoluşa fırlatılmış olarak tecrübe ederler.
Ve ayrıca insanlar kendilerini, mevcudiyetlerle meşgul olabilecekleri (…) bir proje olarak tecrübe ederler.
Geçmişle ve kendisine doğru yol aldığı gelecekle sürgit irtibat halindedir.

Dasein, gerçekte olduğundan daha fazla bir şey değildir.
Varlık için potansiyelliği gerçekte olduğu şeye aittir.
Ne iseniz olursunuz ve bu da anlam yoluyla söylenir.

Çok perspektiflilik birleştirmeyi, zor, içinden çıkılmaz hale getirebilir.
Bu tür durumlarda, nesnenin isimlendirilmesi ve perspektifin tasviri, ön şarttır.
Nesne isimlendirilinceye ve perspektif tasvir edilinceye kadar, hiçbir birleştirme mümkün olmaz.

Aynı şey, kişinin hayatının bütünleştirilmesi bahsinde de geçerlidir.

(ancak oluş halindeki sürekliliği içindeki benlikten söz edebiliriz)
Benlik, olmakta olduğumuz şeydir.

Çalışmamız muhayyileye dayalı düşünce ile ilgili olmasına rağmen, kişinin gerçek dünyadaki hayatı üzerinde odaklanmaya özel önem sarfettik.
İdrak/algılama alanı üzerinde odaklandık.

Hayatın ve düşünmenin yalnızca mantıksal ve rasyonel olması kâfi değildir; aynı zamanda imajinatif de olmak zorundadır.
Dil
Hayat, sürekli olarak değişir ve oluş halindedir.
Hayatı tasvir eden (…) dil, aynı değişim ve oluşa imkân tanımalıdır.
Muhayyileye dayalı düşünmenin yaptığı şey tam da budur.
(Rasyonel düşüncede) anlam mantıksal düşünme tarzıyla özdeşleştirilmiştir.

Grek düşüncesi ilk zamanlarında (…) logos’u, söze dökme, düşünme, akıl yürütme, tahayyül etme, anlama ve anlam verme olarak anlıyordu.
İşte bütün boyutlarıyla yeniden bir bütün olarak anlaşılması gereken kavram bu logos kavramıdır. (s. 347)

The Future of an Illusion / Bir Yanılsamanın Geleceği
(kitabın) meselesi, tabiatın artık daha fazla ev olmadığı, insanların varlıklarının kaynağıyla irtibata geçebilecekleri daha fazla kutsal alanların olmadığı bir zamanda kişinin hayatına nasıl bir prensip kazandırabileceği meselesidir.

İmajinatif düşünme çağrısı yapmakla din, kişinin hayatta daha ötelere bakmasını, daha öteleri görebilmesini ve daha öteleri düşünmesini mümkün kılar.
(koskoca çalışmayı buradaki gibi kolaycılığa kaçan cümlelerle bitirmeye çalışmasaydı elbette daha iyi olacaktı)
---
Imaginative Thinking and Human Existence
Türkçeleştiren: Yusuf Kaplan
Açılım Kitap

2008

1 yorum:

  1. Metaforlar ürettiğimiz sürece yaşarız, hayatımız bir ALAM ve derinlik kazanır.

    YanıtlaSil