Patrick
White - Voss
Johann Ulrich Voss, Avustralya’da yaşayan
bir Alman göçmen.
Edmund Bonner, Avustralya’da yaşayan
varlıklı bir girişimci (manifaturacı).
Roman, kıta boyunca yapılması planlanan bir
keşif gezisini anlatıyor.
Voss, geziyi gerçekleştirecek olan ekibin lideri;
Bonner ise finansör.
Voss, Bonner’ın evinde Laura ile
karşılaşıyor, Laura, Bayan Bonner’ın yeğenidir.
Geziye çıkmadan önce düzenlenen veda
yemeğinde, Laura ile Voss, konağın bahçesinde baş başa kalıyorlar. İlişkileri gezi
başladıktan sonra mektuplaşmalarla devam ediyor.
Olaylar 1845 yılına tarihleniyor. Kitabın son bölümü, bu tarihten muhtemelen 14-15 yıl sonrasına ait bir sahne içeriyor.
Geziye kimler katılıyor; Harry Robarts,
Voss’a hayran genç bir eleman
Palfreyman, botaniğe ve de kuşlara meraklı
bir eleman
Frank Le Mesurier girişimci/tüccar bir
eleman
Turner alkolik
Judd eski bir mahkûm, güçlü kuvvetli biri.
Angus, toprak sahibi, hırslı bir eleman,
kıtanın keşfine meraklı.
Bir de Jackie adında yerli bir çocuk var, diğerlerine rehberlik ve tercümanlık yapıyor…
Keşif gezisi günler ilerledikçe dayanılmaz
bir hal alır. Çöl, hava şartları, aksilikler ve yerlilerle yaşanan çatışmalar planlarını alt-üst eder. Ekibin bir kısmı geri dönmek ister, tartışmalar çıkar ve ekip
ikiye bölünür. Judd’un başını çektiği bir gurup yola devam etmeyip ve geri dönmeye
karar verir. Yolları ayrılsa da her iki ekibin de akıbeti aynı olur; çöl herkesi yutar.
Judd bir şekilde hayatta kalmayı başarıyor, aklı/belleği çorba olmuş bir halde romanın son bölümünde Laura ile iki laf ediyor.
Notlar
“Kapıda bir adam var; eniştenizi istiyor,”
dedi Rose.
Laura Trevelyan, “Koloniye geleli çok oluyor
mu?
Voss, “İki yıl, dört ay,” dedi.
Voss, “Bir güç beni bu ülkenin içlerine
doğru çekiyor” dedi.
Uzaklıklar gibi ölçülmez olan sessizlikte
bulurdu en büyük mutluluğu.
Toplumda belirli bir yere ulaşmış olan pek
az kişi kendi kendilerini geliştirmek amacıyla kurdukları planı rahatlıkla
uygulayabilir.
Yalnızca birkaç inatçı kişi acı çekmeyi
göze alıp kendi kendilerini aldatmanın lüksünden vazgeçerek eziyetler ve
zaferlerle dolu olan o çöllere açılabilirler. (s. 88)
Laura Travelyan işte bu guruptandı.
(Veda yemeğinde bahçede baş başa kalır
Laura ve Voss)
(Voss) Siz de biraz hava almaya çıkmış
olsanız gerek.
(Laura) Ben mi? Evet, içerisi havasızdı.
Yaşayışınızı gözümün önünde canlandırmaya
çalışıyorum.
Pasta pişirir misiniz?
Zavallı, evcil kadınların yaşayışını
gözünde canlandırmak bir erkek için böylesi güç demek…
Başka erkeklerin kafalarının içine hiç
girmediğimden kesin bir şey söyleyemem.
Bense çoğu erkeklerin kafalarının içine
girebildiğimi sanıyorum. Biz kadınların sizden üstün bir yönümüz vardır. Evin
içinde dönüp dolanırken düş kurma gücümüzü çalıştırmak için sonsuz fırsatlar
buluruz.
Peki benim konumda neler söylüyor, şu sizin
düş kurma gücünüz? (…) Biraz yürüyelim mi?
(Laura) Öyle uçsuz bucaksız ve çirkinsiniz
ki… bir çöl görür gibi oluyorum…
Herkes öyle eğleniyorlar ki, bizi
unutmuşlardır.
İçimden geçenleri anlatmaya çalışmaktan
çoktan vazgeçtim.
Newcastle’a yelken açacakları günün
sabahında (…) hatırı sayılır bir kalabalık Yuvarlak Rıhtım’a doluşmaya
başlamıştı. (s. 111)
(Palfreyman) “Söyle bana Frank, ne yaptın
bugüne dek, ne başardın?”
(Frank Le Mesurier) Güttüğü bir amaç var
var olmasına da, bulup çıkarabilsem! Gelgelelim bütün yaşamım yollar aramakla
geçmiştir. (…) sonunda anlatılmaz güzellikte bir eylem yaratacakmışım gibime
geliyor ara sıra. Bu inancıma da, istiridye avuntusu diye ad taktım.”
En alçak yerler bile yücelerde kurulu duran
o tahta doğru tırmanıyor.
İnsanın kendi kendine görüp anladığı bir
gerçeğin başka birince (hele bu birisi insanın saygı duyduğu birisi olursa)
doğrulanması hiç de hoş olmuyor.
Yazılı sözlerin buzunu çözmeye zaman ister.
Murada ermek başlı başına bir amaç
değildir.
Tartışmalar çay masalarının başına
yaraşırmış gibi geliyor ban. Oysa burada arkasına sığınabileceğim böyle bir
eşya yok. Doğruyu isterseniz burada, elimizde sonsuzluktan başka bir şey
kalmadı.
Konuşabilecek miyiz dersiniz, anlatılmaz
düşünceleri basit sözcüklerle dile getirerek…
Judd herkesin iyi insan dediği adamlardan.
Bay Palfreyman gibi bu işin profesyoneli değil.
Duygularımın kaleme alınmaya değer
nitelikte olmasını isterdim… (kaleme alabilme yeteneğini de…)
Rose (hizmetçi kız) bir çocuk dünyaya
getirdi.
Doğumdan birkaç gün sonra öldü.
Çocuğu Laura sahiplendi. Ona kendi çocuğu
gibi bakmaya devam etti.
Hiçbir ülke birkaç toprak sahibinin, birkaç
tüccarın zengin olmasıyla gelişmez; yoksulların, ezilmişlerin çektiği çileler
sayesinde gelişir.
Palfreyman yerlilere doğru yürümeye
başladı.
(yerlilerden) biri mızrağını fırlattı.
Mızrak beyaz adamın döşüne saplandı.
“Tanrım, daha güçlü olabilseydim.” (s. 421)
(Voss) kamp yerine yüz metre kala gözüne
yerde ışıldayan bir şey çarptı. Baktı, cammış; içinde de çalınan pusulanın
iğnesi.
(Judd)
Bana öyle geliyor ki Tanrı bizim bundan
öteye gitmemizi istemiyor.
Benim gibi düşünenler de benimle birlikte
gelebilirler.
Turner yerinden fırladı.
Ralph’da gelir.
Gerçek acınasılar geriye kalan birkaç atla
katırlardı, çünkü onların kendilerini kandırabilecekleri düşleri yoktu.
(Frank)
Bu deftere bakmazdı artık. Oysa yaşamı şu
birkaç sayfanın içindeydi.
Güneşten ağarmış bir ağaç iskeleti gördü.
Ağacın dibinde bir süre oturduktan sonra…
Düşünmesiyle yapması bir oldu.
Sırtını ağaca dayayarak elindeki bıçakla
boğazını kesmeye girişti.
Bu onun şiir yolundaki son çabasıydı. (s.
468)
Yaşadıkça çürüyoruz diye iç geçirdi Voss
Jackie Bay Voss’un başucunda diz çöktü.
Bıçağıyla beyaz adamın boğazın kesti.
Kelleyi gövdeden ayırdı
Kabile büyüklerinin ayaklarının dibine
fırlattı. (s. 484)
Turner kayalıklarda düşüp öldü.
Ralph bir yamaçta düştü kaldı/öldü.
Çölün içinde yalnızca Judd vardı, çöl
onundu.
Jackie fırtına sırasında bir bataklığa
saplanıp kaldı.
Voss bu ülkeye damgasını vurdu.
Bir insan bir yerde yeterince yaşayıp acı
çekerse, oradan temelli kopamaz. Ruhu oralarda oyalanıp kalır.
(Laura)
Voss ölmedi ki,
Hâlâ orada, ülkenin içlerinde dolaştığı,
sonsuzluğa dek ayrılmayacağı söyleniyor…
---
Türkçeleştire: Nihal Yeğinobalı
Cem Yayınevi
1990
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder