23 Nisan 2012 Pazartesi

Atilla Dorsay - Hepsi Senin İçin, Tuhaf Aşk Öyküleri


Aşkın tuhaf biçimleri

Başta sinema olmak üzere farklı konularda çok sayıda kitaplar yazmış olan Atilla Dorsay, edebiyat alanında da eserler veriyor; yazdığı şiirleri geçtiğimiz yıllarda kitaplaştırdıktan sonra şimdi de öyküleriyle okurlarının karşısına çıkıyor. “Tuhaf Aşk Öyküleri” alt başlığıyla çıkacak olan Hepsi Senin İçin adlı kitap, Altın Kitaplar tarafından yayınlandı

Geçtiğimiz Şubat ayında, Dünyanın Öyküsü adlı derginin ilk sayısıda yayınlanan “Müze Memuru Mithat’la Şişman Ayten” adlı öyküsünün de içinde yer aldığı Hepsi Senin İçin’de Atilla Dorsay’ın altı öykü ve bir deneme yazısı yer alıyor. Ortak noktaları aşk olan öykülerde tutkulu, takıntılı, hastalıklı, saf ve fedakâr ama mutlaka aşık olan tiplerle karşılaşıyoruz. Atilla Dorsay’ın sinema birikimi ve günlük hayata dair gözlemlerini kullanarak renklendirdiği öykülerinin dikkat çeken diğer bir özelliği de, alışkın olmadığımız veya dikkatimizi bile çekmeyecek tiplemelere yer verdiği öykülerde dikkatle ördüğü kurgusu ve şaşırtıcı finalleri.

Kitaptaki ilk öykünün ismi, Aşk Filmlerinin Unutulmaz Çifti. Atilla Dorsay bu öyküde; Türk sinemasının 70 yılların hemen başında yakaladığı o parıltılı döneminde, birçok aşk filminde baş rolleri paylaşmış olan Emir ve Bahar adlı oyuncu çiftten söz ediyor. Konuları aşk olan ama her birinde farklı temaların işlendiği çok sayıda aşk filmlerinde birlikte rol almış olan ikili, 1974 yılından sonra yaşanan siyasi sıkıntılar ve hemen arkasından sinemamızı adeta yok eden seks filmleri furyasıyla birlikte eski popülaritelerini kaybediyorlar. Yıllar sonra artık yaşlanmaya başlamış olan Bahar evine kapanıp, Emir’le birlikte rol aldığı filmleri seyrederek zaman geçirmeye başlıyor. Filmlerin büyüsüne kendini iyiden iyiye kaptıran Bahar, yıllar önce içten içe ilgi duyduğu Emir’e karşı tutkulu bir aşk hissetmeye başlıyor. Rol aldıkları filmlerin her birini, destansı aşklarının belgeleri olarak görmeye başlıyor.
Öykünün arka planında Yeşilçam’ın 70’li yıllardan sonra yaşadığı iniş çıkışları ustalıkla özetleyen Atilla Dorsay, Bahar ve Emir çifti etrafında ördüğü tutkulu aşk öyküsünü kitabın alt başlığına uygun şekilde tuhaf bir sonla noktalıyor.

Öykülerinde zaman ve mekân unsurlarına da dikkat eden Atilla Dorsay, mekân olarak bir öyküsünde Samatya’yı bir öyküsünde de Kurtuluş’u seçiyor. Hikâyeyi anlatırken bu yerlerin tarihini, havasını ve dokusunu da okuruna hissettirmeyi ihmal etmiyor.
60’lı yılların sonlarında Türk sinemasının yaşadığı ilerlemeyi fark edip gözlemlediği gelişmeleri okurlarıya paylaşmak üzere eleştiri yazılara yazmaya başlayan Atilla Dorsay’ın sinema yazarlığı serüveni o günden bu yana aralıksız devam etti.

Sadece Yeşilçam’la sınırlı kalmayıp dünya sinemasını da yakından takip eden Atilla Dorsay’ın sinema hakkındaki yazılarından oluşan yaklaşık 40 kitabı yayınlanmıştır.
İsmi sinemayla adeta özdeşleşmiş olan yazarın şehircilik, fotoğraf ve yemek kültürü konularında da yayınlanmış kitapları vardır.


(Özet gibi bir şey)

 1.      Aşk Filmlerinin Unutulmaz Çifti
Öyküde tanıtılan kişilerden asıl adı Erkan Elibol olan Emir Ersoy, yoksul bir ailenin yedi çocuğundan biridir. Yoksulluktan kurtulmak için hırsla çalışmış, kendini geliştirmiş ve nihayetinde sinema filmlerinde rol almaya başlamıştır.
Öykünün kadın karakteri Bahar Erköse, Emir’in rol arkadaşıdır. İkisi birlikte, Yeşilçam’ın 60 ve 70’li yıllarda herbiri diğerinden çok da farklı olmayan, genellikle mutlu sonla biten aşk filmlerinde rol alıyorlar. Emir genç yaşta evlenmiş olduğu için, aralarında duygusal bir yakınlaşma olmuyor. Bahar’da daha sonra yapımcısıyla bir evlilik yaşıyor ancak bu da uzun sürmüyor.
Yeşilçam’ın güç kaybetmeye başladığı 80 yıllardan itibaren Emir ve Bahar’da yavaş yavaş gözden düşüyorlar. Yaşlanmaya başlayan Bahar, evinde eski Türk filmlerini seyrederek zaman tüketiyor. Rol aldığı filmlerdeki aşk hikâyeleriyle birlikte hayaller kurmaya başlıyor. Birçok aşk filminde Emir’le birlikte oynadıkları için, aşka ve geçmiş güzel günlere duyduğu özlemi, Emir’e karşı olan platonik duygularıyla tatmin etmeye çalışıyor. Emir’le birlikte başrolleri paylaştıkları filmlerin bütününü, destansı bir aşk hikâyesi olarak algılamaya başlayan Bahar, seyrettiği her bir filmde, aşklarının farklı bir hikâyesini görmeye başlıyor.
Kurduğu hayallere kendini iyice kaptıran Bahar, Emir’le görüşebilmek için fırsat ararken, Emir’in eşinin ölüm haberini alıyor. Uzun zamandır görüşemediği Emir’i cenazede görür. Emir’in karısı da artık hayatta olmadığına göre aşklarının önünde hiçbir kalmadığını düşünmeye başlar. Yıllardır, içine Emir’i de dahil ettiği hayalleriyle yaşayan Bahar, bir süre sonra eşyalarını toplayıp Emir’in evine gider. “Sevgilim” diyerek kapıdan içeriye girer. Yaşadığı heyecandan dolayı Bahar’ın farkedemedeği, Emir’in yüzünde oluşan dehşet ifadesiyle öykü sona erer.
Aşk Filmlerinin Unutulmaz Çifti adlı bu öyküde, Bahar’ın takıntıya dönüşen platonik aşk hikâyesinin arka planında Türk sinemasının 1960 ve 1980 yılları arasında yaşadığı iniş ve çıkışlardan da söz ediliyor. Bahar’ın, sinema dünyasının unutulmaz aşk hikâyelerinden beslenen platonik aşknına esin veren çiftler öyküye ayrıca derinlik katıyor.

2.      Hepsi Senin İçin
Kitaptaki ikinci öyküde de takıntılı bir kadın tipiyle karşılaşıyoruz. Teşvikiye’de doğup büyümüş olan Nazlı, kendisinden on yaş büyük olan Faruk’la evlidir.
Nazlı daha çok genç bir kızken modayı takip etmeye, giyimine özen göstermeye başlamıştır. Dış görünümü onun için her zaman çok önemli olmuş.
Faruk’la mutlu bir evlilik yaşamış. Aytaç ve Emel adında iki çocuğu olmuş. Yıllar geçer ve kızı Emel’de Fırat isimli biriyle evlenir. Nazlı artık yaşlanmaya başlamıştır.
Bir sabah, aynanın karşısında gördüklerine inanamaz bir halde kalakalır. Gördüğü yaşlanmış yüzün kendisine ait olduğuna inanmak istemez. Yaşlandığı için kocasının artık onu sevmediğini düşünmeye başlar. Kurtulmak ister bu yaşlı yüzden. Bu yüzden estetik ameliyatla kurtulmaya karar verir yüzündeki çizgilerden. Bu durumu kocasıyla paylaşmaz. 
İsviçre’de yaşayan kızını ziyarete gittiğini söyleyerek kocasıyla vedalaşır. Kızının yanında kalacağı süre zarfında ameliyatını olacak ve gençleşmiş haliyle geri dönecektir.
Nazlı’nın ameliyatı başarıyla tamamlanır. İyice iyileşene kadar İsviçre’de kalan Nazlı, yeni yüzüne alışıp yurda döner. Havaalanında onu bekleyen kocasını görür. Ama kocası Nazlı’yı göremez! Öykü, Nazlı’nın havaalanında yaşadığı bu kısa süreli şokla sona erer.

  1. Evin-ü Mirin
Aşk ve ölüm adlı bu öyküde Şırnak’ta doğup büyümüş olan Delal’in çalışmak için geldiği Bodrum’da yaşadıkları anlatılıyor (Delal = sevgili, aziz anlamında bir isim). Birbirinden çok farklı kültürlerin karmaşasını içinde yaşayan Delal, çalıştığı otele gelen yerli ve yabancı turistlerin davranışlarını hayranlıkla seyreder. İsimleri Gül ve Metin olan çiftle sohbet etme imkânı bulur. Kendisine yakınlık eden bu ikiliyi çok sever. Hatta bu sevgiyi abartarak, içinde hem Gül hem de Metin’in yer bulabildiği cinsel fantaziler kurgulamaya başlar.
Delal’in Bodrum’a gelmesine ön ayak olan, haylaz arkadaşı Ciwan, otelden kovulur. Bunu içine sindiremeyen Ciwan elinde silahla otele gelir. Otelin sahibinden intikam almak niyetindedir. Otel sahibi Nadir Bey ile aynı masada oturmakta olan Gül ve Metin çiftine Ciwan’ın zarar verme ihtimalinden dolayı Delal’de olaya karışır. Nadir Bey’e silah doğrultmuş olan Ciwan, Delal üzerine atılınca kazayla tetiğe dokunur. Silah ateş alır ve Delal ölümüne sebep olur. Öykü bu şekilde sona erer.
Güneydoğu’da terör ve benzeri şiddet olaylarının içinde yetişmiş bir gencin Bodrum’a gelmesinde sonra, yaşadığı hayata ve dünyaya karşı olan algısı çok hızlı bir şekilde değişmeye başlıyor. Bu hızlı değişimin sarsıcı etkisi, son derece insani kalıplar içerisinde kendisini tanımak isteyen bir çiftle ilgili kurduğu cinsel fantazilerden anlaşılıyor. Ölümle her an iç içe geçen bir hayattan kaçıp Bodrum’a gelen Delal, kısa süre içinde platonik de olsa aşık oluyor. Başlangıçta Delal için umut ışığı olarak parıldayan aşk, onu ölüme götüren sürece dönüşüyor.

  1. Sevda Sevdiklerine Nasıl Kavuştu?
Şöhret olmak hayaliyle büyüyen Sevda’nın hırsla ve hızla ilerlediği kariyeri bu öykünün konusunu oluşturuyor. İlkokuldayken sahnelenecek bir tiyatro oyununa seçilmeyi başaran Sevda, şöhret olma hayallerini ilk defa bu başarısıyla beslemeye başlar.
Şarkıcı mı yoksa oyuncu mu olması gerektiğine net olarak karar verememiştir ama mutlaka herkesin tanıdığı ve hayran olduğu bir yıldız olmak istemektedir.
Katıldığı bir yetenek yarışmasıyla bütün ülkenin tanıdığı bir isim haline gelir. Sonrasında bir konser teklifi alır. Hayalleri bir bir gerçek olmaktadır. Konser salonunda elektrik kesintisiyle birlikte çıkan arbade birçok insanın yaralanmasına neden olur. Kendini hayranlarının alkış ve ilgisine teslim etmiş olan Sevda, yaşanan kargaşada yere düşer, ezilir ve bütün kemikleri kırılmış bir şekilde can verir. Hayatına malolmasına rağmen, hedefine ulaşmış olmanın verdiği sevinç ve mutlulukla yüzü tebessümle kasılıp kalmıştır.
Bu öyküde de yine bir takıntılı kadın tiplemesiyle karşımıza çıkan yazar, aşırı hırsı yüzünden adeta aklını yitirmiş olan Sevda karakterinin sarsıcı bir şekilde sona eren kariyer hikâyesiyle okurlarını şaşırtmaya devam ediyor.

  1. Bir Kurtuluş Hikâyesi
Üykü, Kurtuluş semtinde geçiyor. Nihat’ın anne va babası Osmanbey’de İnci sinemasında tanışmışlar. Kardeşi Selim, doğup büyüdüğü bu semte bağlı biri değildi. Eline geçen ilk fırsatta Almanya’ya gidip, orada tanıştığı biriyle evlenerek Bochum’da yaşamaya başlamış. Nihat, anne ve babası gibi Kurtuluş’u çok seviyor.
Nihat, sahibi olduğu dükkânın camından, liseli bir kızın yolunu gözlüyor her gün. Uzun süre yolunu gözleyerek iyiden iyiye alıştığı kızı araştıran, nerede yaşadığını ve ailesinin kimler olduğunu öğrenen Nihat, daha kızla(ismi Başak) tanışmadan anne ve babasını kızı istemeye gönderir. Kurtuluş’ta tanınan bilinen bir aileden gelen Nihat, kızın ailesi için geri çevrilemeyecek bir kısmettir. Hemen düğün tarihi belirlenir. Nihat muradına ermiştir. Yıllarca uzaktan uzağa seyrettiği liseli genç kız, yıllar sonra karısı olmuştu.
Başak, Nihat’a adeta şans getirmişti. Müşterileri artmış çoğalmaya başlar, kısa zamanda dükkânı genişletir, işleri büyütür. Evliliklerinde de son derece uyumlu ve huzurludur Nihat ve Başak çifti.
Bu mutlu tablo, çocuk sahibi olamadıkları için bir nebze bozulmuştur. Ancak Nihat’ın Başak’a olan aşkı, bunun da üstesinden gelebilecek kadar güçlüdür.
Öykünün son bölümünde, Başak hastalanıp evde yatmaktadır. Nihat, karısıyla ilgilenebilmek için iş yerine gitmez, evde kalıp eşinin ihtiyaçlarına cevap vermeye gayret eder. Komşuların şikâyeti üzerine eve giren polisler evdeki ağır kokunun kaynağına, Nihat’la Başak’ın odasına girerler. Kimbilir ne kadar zaman önce ölmüş olduğu için iyiden iyiye çürümüş olan Başak’ın cesedinin yanında, ona sarılmış halde bulurlar Nihat’ı. Polisleri gören Nihat eliyle sessiz olmalarını işaret eder, bütün gece uyuyamamış olan karısı biraz uyuyabilsin diye!

  1. Müze Memuru Mithat’la Şişman Ayten
Doğup büyüdüğü Samatya’da küçük ve güzel bir hayata sahip olan Mithat, mahallenin haylaz oğlanı Ayhan’la birlikte ilk defa kerhaneye gider. İsmi Cahide olan iri bir kadınla yaşar ilk cinsel deneyimini. Cahide’yle birlikteyken kendini devler ülkesindeki Gülliver’e benzetmişti.
Zaman geçer, belediyenin memur kadrosunda yer bulan Mithat, Yerebatan Sarnıcı’nda çalışmaya başlar. Samatya’gibi küçük bir kasabada doğup büyümüş olan Mithat’a müzeye girip çıkan insanları gözlemlemek çok şey öğretir. İnsanları kiloları ve kokularıyla kategorize etmek gibi bir zevki vardır Mithat’ın. Bu merakı nedeniyle koklamaya çalıştığı birkaç turistin tepkisiyle de karşılaşmıştı.  
Mahalleden bir arkadaşının düğünüe giden Mithat, eski arkadaşlarıyla karşılaşır. Çocukluk arkadaşı Ayhan ve nişanlısı Müjgân’la tanışır. Müjgân’ın ablası Ayten’le de o zaman tanışır. Mithat’ın  o güne kadar karşılaştığı en şişman kadın belki de Ayten’di. En az Cahide kadar şişmandı. Ayten’e bakınca içinde, acıma ve korumayla karışık duygular hisseden Mithat, Ayten’i dansa kaldırır. Dans ederken kızın gözlerinin çok güzel olduğunu fark eden Mithat o geceden sonra Ayten’i aklından çıkaramaz. Rüyalarına bile giren bu kızla bir yolunu bulup görüşmeye başlar. Birkaç kez buluşurlar ve sonunda karar verir; bu kızla yatacak, başka yolu yok. Acaba ilk cinsel deneyimler insanın cinsel tercihlerini böylesine belirliyor olabilir miydi? Evlenmeden önce kızla yatamayacağını anlayan Mithat, ısrarından vazgeçmez. Evlenmeye karar verir. Mithat’ın Ayten tutkusu, evlilikleriyle birlikte aşka dönüşür. Mutlu bir şekilde devam ederler hayatlarına. Birliktelikleri dört çocukla renklenir.

  1. Ünlü Okulun Gayrı Resmi Tarihinden
Ülkeler gibi kurumların da gayrı resmi tarihleri vardır diyerek söze başlayan Dorsay, ülkenin tanınmış, prestijli okulundan birinde yaşanmış, tatsız bir olayı anlatılıyor.
Hikâyeye konu olan öğrencileri K ve B diye isimlendiriyor.
K. Anadolu’dan gelmiş bu okula. Güreşte gelecek vaat eden bir öğrenci. Kendisinden daha zayıf bir başka öğrenciye (B) yoruma açık bir ilgisi var; belki kardeşi gibi seviyor belki cinsel bir heyecandır hissettiği. K, güncesinde söz ediyor bu ilgiden. Muzır bir öğrenci günlüğü ele geçirip sonrasında okul idaresine teslim ediyor. K. derhal okuldan kovuluyor. Öğrencinin derslerindeki başarısı, güreş sporundaki başarısı ve benzeri diğer niteliklerinin göz ardı edilmesine sebep olan o çok katı önyargılarımız, hikâyenin sonunda samimi bir dille eleştiriliyor.

İnsan bir muammadır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder