26 Nisan 2012 Perşembe

Friedrich Nietzsche – Putların Batışı


Friedrich Nietzsche – Putların Batışı – Ya da Çekiçle Nasıl Felsefe Yapılır

Önsöz
neşeden payını almamış hiçbir şey başarıya ulaşamaz.
Tüm değerlerin bir yeniden değerlendirilişi, bu soru işareti öyle kara öyle devasadır ki, gölge salar, onu koyanın üstüne.
Savaş her zaman büyük akıllılığıydı, çok manevileşmiş, çok derinleşmiş tinlerin; yaralanmada bile iyileştirici bir güç vardır hâlâ. (s. 7)

Özdeyişler ve Oklar

3
Yalnız yaşamak için bir hayvan ya da bir tanrı olunmalı – diyor Aristoteles. Üçüncü durum eksik: ikisi birden olunmalı – filozof… (s. 9)

7
Nasıl? İnsan yalnızca tanrının bir hatası mı? Yoksa tanrı yalnızca bir hatası mı insanın?

8
Yaşamın Savaş Okulu’ndan. – Beni öldürmeyen, beni güçlü kılar. (s. 10)

12
Kişi yaşama ilişkin kendi neden?ine sahipse, hemen hemen her nasıl?la uyum gösterebilir. –İnsan mutlu olmaya çalışmaz; yalnızca bir İngiliz yapar bunu. (s. 11)

26
Tüm sistematikçilerden kuşku duyuyorum ve onları görünce yolumu değiştiriyorum. Sistem istemi, dürüstlük yokluğudur. (s. 13)

32
Yalana ve aldatmaya yönelik, aşırı duyarlı bir namus anlayışından kaynaklanan bir nefret vardır; yalan tanrısal bir buyrukta yasaklandığı sürece, korkaklıktan kaynaklanan benzer bir nefret de vardır yalana yönelik. Yalan söyleyemeyecek kadar korkak…

35
…Bir psikoloğun herhangi bir şeyi görebilmesi için, kendini görmezden gelmesi gerekir. (s. 15)

38
Sahici misin? Yoksa yalnızca bir oyuncu mu? Bir temsilci mi? Yoksa temsil edilenin kendisi mi? – Yoksa nihayetinde taklit edilen bir oyuncu musun sadece… İkinci vicdan sorusu. (s. 16)

Sokrates’in Sorunu

1
Yaşam hakkında, tüm zamanlarda en bilgeler hep aynı yargıya varmışlardır: değmez… (s. 18)

2
Yaşam hakkında, yaşamdan yana ya da ona karşı yargılar, değer yargıları, nihayetinde asla doğru olamazlar, - Bu tür yargılar kendi başlarına birer budalalıktırlar. (s. 19)

5
…Otoriterin henüz iyi ahlaka dahil olduğu, “gerekçelendirme”nin değil, emretmenin geçerli olduğu her yerde, diyalektikçi bir tür soytarıdır: gülünür ona, ciddiye alınmaz. –Sokrates kendisini ciddiye aldırtan soytarıdır: ne olmuştu anlında orada?- (s. 21)

10
Yunan düşünmesinin, kendini akılcılığın üstüne atışındaki fanatizm, bir acil durumu ele veriyor: tehlikedeydiler, tek bir seçenekleri vardı. Ya yok olmak ya da –abes – akılcı olmak. (s. 23)

Felsefede “Akıl”

1
…Filozofların binlerce yıldan beri kullandıkları her şey, kavram-mumyalarından ibaretti; gerçek olan hiçbir şey ellerinden canlı kurtulamadı. Tapındıklarını öldürürler, içini boşaltıp doldururlar, kavram putlarına-tapan bu beyler, her şey için yaşamsala bir tehlike oluştururlar, tapındıklarında. (s. 25)

2
…Başka filozof, duyuların tanıklığını, çeşitlilik ve değişim gösterdikleri için reddederken; Herakleitos şeyleri kalıcı ve birlikliymişler gibi gösterdikleri için reddetti duyuların tanıklığını.
Biricik dünya “görünür” dünyadır: “hakiki dünya” onun üstüne eklenmiş bir yalandır yalnızca. (s. 26)

5
…Dil oluşumu gereği, psikolojinin en tortulaşmış biçimidir: dil metafiziğinin, açıkçası: aklın, temel varsayımlarını bilince çıkardığımızda, kaba bir fetişin içine gireriz. (s. 28)

…Korkarım ki, kurtulamayacağız tanrıdan, hâlâ gramere inandığımız için… (s. 29)

Hakiki Dünya’nın Sonunda Bir Masal Oluşu
Bir Yanılgının Öyküsü

2
(Fikrin gelişmesi: daha incelmiştir, daha kuşkulu, daha akıl almaz, -kadınlaşmıştır, Hıristiyanlaşmıştır…) (s. 31)

4
Bilinmeyen bir şey bizi neye yüklemleyebilir ki?

6
Hakiki dünyayı ortadan kaldırdık: hangi dünya kaldı geriye? Belki görünüş dünyası?... (s. 32)

Karşı Doğa Olarak Ahlak

1
Kilise tutkuya karşı, her anlamda kesip atma yöntemiyle savaşıyor
Ne ki, tutkuların köküne vurmak, yaşamın köküne vurmaktır: kilisenin pratiği yaşam düşmanıdır. (s. 34)

3
Putların batışı: Kim bilir? Belki bu da yalnızca bir tür “ruh barışı”…
4
Tanrının hoşuna giden aziz, ideal hadımdır… “Tanrının krallığı”nın başladığı yerde, yaşam sona erer… (s. 36)

5
(Ahlak) Schopenhauer tarafından tanımlandığı gibi “yaşama istencinin olumsuzlanması” olarak –dekadans-içgüdüsünün ta kendisidir, kendini bir buyruk haline getirir: ve der ki: “yok ol!” –yargılanmışların yargısıdır bu… (s. 37)

Dört Büyük Yanılgı

1
Neden ile sonucu karıştırma yanılgısı – Sonucu neden ile karıştırmaktan daha tehlikeli bir yanılgı yoktur.
…bizim aramızda bile kutsanmıştır. Dinin ve ahlakın kurduğu her cümle, bu yanılgıyı içerir. (s. 39)

3
Neden olarak tin yanılgısı gerçeklikle karıştırıldı! Ve gerçekliğin ölçütü yapıldı! Ve adına tanrı denildi! (s. 42) (Bu sözler önemli; burada işaret edilen, Hegel’in sinsice metafizik düşünceyi tarumar edişidir, Tin’in yükselişi [abartılması] tanrı düşüncesiyle özdeşleşmesine ve hemen sonra da tanrı düşüncesinin yok olmasına neden oldu, Hegel’in modern dünyaya armağanı tam olarak budur)

İnsanlığı İyileştirenler

1
…ahlaksal gerçekler diye bir şey yoktur.
…Ahlak belirli fenomenlerin yalnızca bir yorumlanışıdır, daha doğrusu bir yanlış yorumlanışıdır. (s. 49)

Almanlarda Eksik Olan Ne?

1
…tin sahibi olmak yetmiyor
Tin sahibi olmayı üstüne almak gerekiyor. (s. 54)

Zamana Aykırı Birinin Göz Gezdirmeleri

1
Benim olanaksızlarım
Seneca: ya da erdemin boğa güreşçisi
Rousseau: ya da impuris naturalibus’ta doğaya geri dönüş (impuris naturalibus / örtülü, örtünmüş)
Schiller: ya da Säckingen’in ahlak trompetçisi
Dante: ya da mezarlarda şiir yazan sırtlan
Kant: ya da düşünülür karakter olarak boş laf (boş laf / “cant”)
Victor Hugo: ya da saçmalık denizindeki Pharus (Pharus / İskenderiye Feneri’nin olduğu yer)
Liszt: ya da akıcılık okulu
Kadınlara
George Sand: ya da lactea ubertes, Türkçesi: “güzel biçimli” sağmal inek (lactea ubertes / verimli, süt gibi verimlilik)
Michelet: ya da ceketini çıkartan coşku
Carlyle: ya da geri tepmiş öğlen yemeği olarak kötümserlik
John Stuart Mill: ya da inciten berraklık
Les frères de Concourt: ya da Homeros’la savaşan iki Aias
Offenbach’ın müziği
Zola: ya da “pis kokma sevinci” (s. 62)

3
(Sainte-Beuve, için) …hiç kimse daha iyi beceremez, bir övgüye zehir katmayı. (s. 63)

10
Apolloncu coşku her şeyden önce gözü, vizyon gücüne sahip olacak kadar uyarılmış tutuyor. Ressam, heykeltraş, destancı kusursuz vizyonerlerdir. Buna karşılık, Dionysosçu durumda duygulanım sistemi tamamen uyarılmış ve yükseltilmiştir. (s. 69)

18
Bugün nasıl rezil olunur? Tutarlı olunduğunda. Düz bir çizgide yüründüğünde. Beş anlamlı olunmadığında. Sahici olunduğunda. Modern insanın bazı günahları işlemeyecek kadar rahat olduğundan korkuyorum. (s. 74)

22
Güzelliği açığa çıkartan nedir? (s. 77/78)
Tanrısal Platon (Schopenhauer böyle adlandırıyor onu) başka bir cümle kuruyor: tüm güzellik döllemeye kışkırtır, diyor. (s. 78) (şiddet?)

23
Platon
Atina’da böyle güzel oğlanlar olmasaydı, Platon felsefesi diye bir şeyin de olamayacağını söylüyor.
…Platon’un tarzınca felsefe, daha çok erotik bir rekabet olarak tanımlanabilirdi. (s. 78)

26
Bir şeyi anlatacak sözcükleri bulabiliyorsak, onun dışına da çıkmışızdır çoktan. (s. 80)

29
Tüm yüksekokul sisteminin görevi nedir? Bir insandan makine yapmak.
…kimdir mükemmel insan? Devlet-memuru. Devlet memuru için en üstün formülü hangi felsefe verir? Kant’ınki: kendinde şey olarak devlet memuru, görünüş olarak devlet memurlarının üzerinde hakim kılınmıştır. (s. 82)

32
Ne kadar değerlidir gerçek insan, herhangi bir salt arzulanmış, düşlenmiş, yapmacık ve uydurma bir insanla kıyaslandığında? (s. 83)

33
Bencilliğin değeri, ona sahip olanın fizyolojik değeri kadardır.
… Hastalıklar, genel olarak çöküşün sonuçlarıdırlar, nedenleri değil.

34
“Ben bir pisliğim, sen de öyle olmalısın”: bu mantıkla yapılır devrim.
“ahiret günü” bile intikamın tatlı avuntusudur.
“Öteki dünya”nın kendisi de bu dünyaya çamur atmanın bir aracı değilse, ne gerek var ki bir öteki dünyaya? (s. 85)

35
İnsan diğerkam olduğunda, işi bitmiş demektir. Naif bir biçimde “ben artık beş para etmem” demek yerine, der ki, dekadansın ağzındaki ahlak yalanı: “hiçbir şeyin değeri yok, yaşam beş para etmez”… (s. 86)

37
“iyinin ve kötünün ötesinde” kavramıma karşı, beklenileceği üzere, bilindiği gibi Almanya’da ahlakın kendisi olarak kabul edilen, modern aptallaşmanın tüm vahşeti harekete geçirildi. (s. 88)
…mesafe pathosu dediğim şey, her güçlü çağın o ayırt edici özelliğidir. Aşırı uçlar arasındaki enerji, açıklık günümüzde gitgide küçülüyor – aşırı uçlar da sonunda birbirlerine benzeyerek ortadan kalkıyor… (s. 90)

38
Benim özgürlük kavramım. Bazen, bir şeyin değeri, onunla neye ulaşıldığına değil, onun için ne ödendiğine – bize neye mâl olduğuna dayanır. (s. 91)

39
Modernliğin Eleştirisi
Demokratizm, örgütleyici gücün çöküş-biçimi olmuştur.
modern demokrasiyi, “Alman İmparatorluğu” gibi yarım biçimleriyle birlikte, devletin çöküş biçimi olarak tanımlamıştım. (s. 93)

42
Ahlakçılar ve azizler arasında, en az rastlanan şey dürüstlüktür; belki tam tersini söylüyorlardır, belki de inanıyorlardır bu söylediklerine. Bir inanç, bilinçli ikiyüzlülükten daha yararlı, daha etkili, daha ikna ediciyse, çok geçmeden içgüdüsel olarak ikiyüzlülük masumluk olur. (s. 96)

45
Dostoyevski kendisinde öğrenecek bir şeyler bulduğum biricik psikologdur: yaşamımın en güzel şanslarından biridir, Stendhal’i keşfedişimden de güzel. (s. 99)

46
Seven kadın, onurunu feda eder; bilen biri “sevince” belki insanlığını feda eder; seven bir tanrı, oldu bir Yahudi… (s. 101)

51
Almanların arasında ilk ustası olduğum aforizma, özdeyiş, “benliğin” biçimleridir; benim hırsım, başkalarının bir kitapta söylediğini on cümlede söylemektir – başka herkesin bir kitapta söylemediğini… (s. 105)

Eskilere Ne Borçluyum

2
Bana öyle geliyor ki, Platon, tüm biçem biçimlerini harmanlıyor, böylece ilk biçem dekadanı oluyor.
Platon can sıkıcıdır. Ne de olsa, Platon’a beslediğim güvensizliğin kökü derinlerde yatıyor:
…vaktinden önce-hıristiyan… (s. 107)
Bu Atinalıların, eğitimini Mısırlılardan alması, pahalıya mâl oldu (ya da Mısırdaki Yahudilerden?...)
Thukydides’le sofistler-kültürü, yani gerçekçiler-kültürü, en yetkin anlamını bulur.
Platon gerçeklik karşısında bir ödlektir, -bunun sonucunda sığınır ideale, Thukydides kendine egemendir, bunun sonucunda şeylere de egemen olur… (s. 108)

3
Filozoflar Yunanlılığın dekadanlarıdırlar. (s. 109)

4
…Gizemler öğretisinde acı kutsaldır: doğuran kadının sancıları genel olarak acıyı kutsallaştırır, -Oluş ve büyüme adına ne varsa, geleceği güvenceleyen ne varsa, acıyı gerektirir… Yaratma zevki olması için, yaşama istencinin kendini sonsuza dek olumlaması için, doğuran kadının çektiği sancının da sonsuza dek var olması gerekir… Tüm bu anlamlara gelir Dionysos sözcüğü… (s. 111)

5
Tragedya, Helenlerde Schopenhauer’in anladığı gibi bir kötümserliği kanıtlamaktan çok uzaktır.
En tuhaf ve en sert sorunlar karşısında bile yaşama evet demek; yaşamın en üstün tiplerinin kurban oluşunda, kendi tükenmezliğinden sevinç duyan yaşama istenci –buna Dionysosça dedim ben, bunu keşfettim, trajik ozanın psikolojisine giden köprü olarak. (s. 112)

Çekiç Konuşuyor

Neden bu kadar sertsin? –demişti bir zamanlar, alelade kömür, elmasa; Oysa biz yakın-akraba değil miyiz?
Neden bu kadar yumuşaksınız? –diye soruyorum ben size, ah kardeşlerim; yoksa benim kardeşlerim değil misiniz? (s. 113)

En asil olandır yalnızca, bütünüyle sert olan. (s. 114)


Türkçeleştiren: Mustafa Tüzel
İthaki Yayınları, Haziran 2005

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder