Chuang Tzu’nun Kitabı
Derinlik yeterli değilse, su büyük bir gemiyi taşıyamaz.
Hava için de böyledir. Yeterli derinlik yoksa büyük
kanatları taşıyamaz. (s. 3)
Küçük bilgi, büyük
bilgiyi; kısa ömür uzun ömrü ölçemez.
(s. 4)
Hsu:yu; “...niye senin yerini alayım? Bunu bir ad için mi
yapacağım? Ad, gerçekliğin gölgesinden başka bir şey
olmadığına göre kendimi gölgeler uğruna sıkıntıya mı sokayım? (s. 5)
Bir tin var gibi, gelgelelim onun varlığının ipucunu
bulamıyoruz. Biçimini göremiyoruz, gene de işlevleri besbelli. Kim bilir, belki
de dış biçimi olmayan bir iç gerçekliği vardır. (s. 10)
Gövde dağılır, us da onunla gider.
Bu büyük bir keder nedeni değil mi?
…sözler bir şey taşır, bir şey söylemeyi amaçlar. Ancak
onların neyi söylemeyi amaçladığı belirlenemez. Öyle ise gerçekten söylenen bir
şey var mıdır? (s. 11)
…bilge, bütün karşıtları bir araya getirir, doğal göksel
dengede dinlenir. (s. 13)
Ben, evren ile birlikte var oldum. Bu noktada benimle her
şey Bir.
Her şey Bir ise, konuşmak yersiz.
Dil, doğası gereği saltığı dile getiremez. Ayrımlar buradan
doğar. (s. 15)
…görünen yol, yolu göstermez. Tartışmak için konuşan amacına
ulaşmaz. İnsancıllık saplantı durumuna geldiğinde yapıcı değildir. Kendini
gösteren dürüstlüğe inanılmaz. Kendini ortaya atan yüreklilik hiçbir şey
başaramaz. (s. 16)
Yetkin insan, tinsel bir varlıktır. (s. 17)
Zamana aldırma, doğruya yanlışa da;
sonsuzun dünyasına geç, en son orada dur.
İnsan yaşamı sınırlı, bilgi ise sınırsızdır. Sınırlı olanı
sınırsızın peşinde koşmaya itelemek ölümcüldür. Birinin gerçekten bildiğini
sanması da gerçekten ölümcüldür. (s. 20)
Prens Huei’nin aşçısı bir öküz kesiyordu. Elinin her vuruşu,
omzunun her yükselmesi, ayağının attığı her adım, dizinin her ileri gidişi,
yarılan etten çıkan her “fış” sesi, satırın her “çık” sesi, yetkin bir ritim
içindeydi –Dut Sürgünleri’nin dansı gibi, Ching Shou’nun uyumlu telleri gibi.
“İyi iş becerdin!” diye bağırdı Prens, “seninki gerçek bir
beceri.” Aşçı satırını bir yana bırakarak, “efendimiz” diye yanıtladı, “ben her
zaman kendimi Tao’ya adarım. İnsanın kendini Tao’ya vermesi salt beceriden daha
fazladır.
İlk kez öküz kesmeye başladığımda, önümde yalnızca bir sığır
görürdüm. Üç yıllık uygulamadan sonra artık önümde bütün bir hayvan görmez
oldum. Artık gözlerimle değil tinimle çalışıyorum; tinim, duyularımın denetimi
olmadan işliyor.
Duyusal bilgi durduğunda tin eyleme hazır oluyor. (s. 21)
Doğma zamanı olduğu için doğdu. Gitti; çünkü gitme zamanı
gelmişti. Şeylerin doğal akışını, sırasını kabul edenler, ona boyun eğerek
yaşayanlar sevincin de acının da ötesinde yaşarlar. Eskiler buna “bağlardan
kurtulma” dediler.
Parmaklarda artık ateşe koyacak yakıt kalmadığında, ateş
yanmayı sürdürür, söndüğünü bilmeden. (s. 23)
Konfüçyüs: “Dünyada iki yüce buyruk var; biri yazgı, öteki
ödev.”
Üzüntü ile sevincin egemen olamayacağı ya da onu
devindiremeyeceği biçimde usuna hizmet etmek; elinden bir şey gelmeyecek şeyin
ne olduğunu anlayıp yazgıdan hoşnut olur gibi o şeyden hoşnut olmak; bu da
erdemin yetkinliğidir.
Aşırı olan şey yapaydır.
Yapay bir şeye güvenilmez. (s. 28)
Sözler hava dalgalarıdır, onlarla
oynayan gerçekliği yitirir.
…öfke, akıllıca sözlerden birinin tek yanlı konuşmasından
başka şeyden kaynaklanmaz.
Sınırı aşmak
aşırılıktır.
Yalnızca nesnelerle birlikte ilerle, usunu özgürce dolaşmaya
bırak. Kaçınılmaz olana teslim ol, içindekini besle. En iyisi budur… (s. 29)
…Dikkatsizliğin
bedelini ödeyemezsin.
Marangoz Shih, Ch’i Eyaleti’ne yolculuk ediyordu. Gölgeli
alana ulaştığında yer tanrısının tapınağında kutsal li ağacını gördü. Öyle
büyüktü ki altında binlerce sığırlık bir sürü gölgesinden yararlanıyordu.
Çevresi yüzlerce karıştı, bir tepenin doruğunda dalları gövdesinden ayrılmadan
önce seksen fit yükseliyordu. Kesilse bir düzine tekne yapılabilirdi ondan.
Kalabalıklar durup durup ona bakıyordu. Ama marangoz hiç
aldırmadı, arkasına bile bakmadan yoluna devam etti.
Oysa geride kalan çömezi ağaca iyice bakmıştı, ustasına
yetiştiğinde: “Hizmetinizde keser salladığımdan beri böylesine görkemli bir
ağaç görmedim. Nasıl olur da siz, Usta, durup ona bakmazsınız?”
“Unut onu, konuşmaya değmez” diye yanıtladı ustası. “Bir
teknede kullansan batar, sanduka yapsan çürür, mobilyada kullansan kolayca
kırılır, kapıda erir gider, direk olsa kurt yer. Niteliksiz bir ağaç bu, yaramaz. Bu yaşa ulaşmasının nedeni de bu.” (s. 31)
Marangoz evine ulaştığında, uykuda ağacın ruhunu gördü; ağaç
şunları söyledi: “beni neyle karşılaştırmaya niyetlisin? İnce dokulu bir ağaçla
mı? Kiraza, elmaya, armuda, portakala, asmaya, öteki yemiş ağaçlarına bak.
Yemişleri olgunlaşır olgunlaşmaz bu ağaçları yağmalar, saygısızca davranırlar
onlara. Büyük dalları çatır çatır koparır, küçükleri ortalığa saçarlar.
Dolayısıyla bu ağaçlar kendi
değerleri ile kendi yaşamlarını incitir. Kendilerine bağışlanan zamanı
yaşayamazlar. Dünyanın
onları beğenmesi yüzünden kendi kendilerini yıkar, olgunlaşmadan perişan
olurlar.
Her şey böyledir. Bu yüzden ben uzun bir süre yararsız
olmaya çalıştım. Birçok kez kesilme tehlikesi atlattım ama sonunda kesilmemeyi
başardım. Böylece kendi kendime son kertede yararlı oldum. Bir işe yarasam bu yüksekliğe erişemezdim.
(s.32)
Tinsen adam da bu yararsızlık örneğini izlemeli… (s. 33)
Şeylerin yararını
herkes bilir; ama yararsızın yararını kimse bilmez. (s. 34)
Konfüçyüs:
İnsan kendini akan suda değil durgun suda görmeye çalışır.
Çünkü ancak kendisi dingin olan başkalarına dinginliği öğretebilir.” (s.35)
Annelerini seviyorlardı, sevdikleri onun gövdesi değil,
gövdeyi canlandıran şeydi. (s. 39)
…erdem ileri gittiğinde, kişilik
yetkinliğe ulaştığında, dış biçim unutulur. Gelgelelim, insanlık unutulması
gerekeni unutmaz. Bu tam bir unutkanlıktır.
Huei Tzu, “İnsanlar tutkusuz olabilirler mi?”
“Kesinlikle evet.” diye yanıtladı Chuang Tzu. (s. 41)
Doğanın ne olduğunu bilen, insanın da ne olduğunu bilen
gerçekten (bilgeliğin) yücesine ermiştir. Doğanın ne olduğunu bilen, yaşamında
doğayı örnek alır. İnsanın ne olduğunu bilen, bilinenin bilgisini, bilinmeyenin
bilgisini geliştirmek için kullanabilir… (s. 42)
…eylemlerinin zamanını hesaplayan bilge değildir… (s. 43)
…yaşamı iyi yapan, ölümü de iyi
yapar… (s. 45)
Kim hiçliği baş; yaşamı omurga; ölümü kuyruk yapabilirse;
kim yaşamla ölümün, varolma ile olmamanın bir tek gövdeye ait olduğunu
kavrarsa, bizimle arkadaşlığa kabul edilecek. (s. 47)
Yen Huei:
Kendimi gövdemden kurtardım. Anlama yetimi bir yana
bıraktım, böylece gövdemden de usumdan da kurtulup sonsuz ile Bir oldum. Ben
buna “unutuş içinde oturmak” diyorum. (s.
53)
Kuşkunun azı, insanın amaçlarını değiştirir, daha büyük
kuşkular, insanın doğasını değiştirir. (s. 56)
…iyi, insanın kendi doğasını izlemesi, ona uymasıdır. (s.
57)
Doğanın yetkin olduğu zamanlarda,
insanların devinimleri dingin, bakışları duruydu. (s. 58)
…bilgeler ölmedikçe haydutlar eksilmez.
Bir kanca çal, seni hırsız diye asarlar; bir krallığı çal,
seni kral yaparlar. (s. 62)
Kurnazlık, aldatma, bilgiçlik, sert ile beyaz, özdeşlik ile
ayrım safsatalarının sayısı, türü arttığında, bunlar dünyayı mantığa boğar.
Dünyanın sık sık kargaşaya düşmesinin sebebi de budur. Bunun dibinde her zaman
bilgi sevgisi olagelmiştir. Çünkü insanlar bilmediklerini öğrenmeye çalışır
didinirler de, zaten bildiklerini kavramaya çalışmazlar.
Bütün insanlar daha
üstün olmadıkları şeyleri değerden düşürmeye çalışırlar, oysa hiçbiri
üstün oldukları şeyi değerden düşürmeye çalışmaz. (Eskiden böyleymiş, şimdi artık insanlar kendilerinden daha zayıf olanı
ezerek mutlu olmaya çalışıyorlar.)
…tek başına tartışma bile dünyayı kargaşaya düşürmeye yeter.
(s. 64)
…onur ile onursuzluk, başkalarının bağışladığı bir şeydir.
(s. 77)
Maddi nesneler doğar ölür, onların gelişimine aldırılmaz. (bugün bunun tam tersi istikamette doğrulara
sahibiz; yeni model… son moda… gibi)
Atlar ile öküzler, dört ayaklıdır. Bu doğaldır. Atın boynuna
bir yular tak, boğanın burnundan bir zincir geçir. Bu yapaydır. Yapayın doğalı
bozmasına izin verme. İsteğin yazgıyı bozmasına izin verme. Erdemin üne kurban
edilmesine izin verme. (s. 80)
Usta şöyle dedi: “Yol on bin nesneyi kapsar, taşır, onun
yüceliği uçsuz bucaksızdır. Efendi adam usunu kökünden yolmalıdır.
…
On bin nesneye aynı nesne gibi sahip olmaya zenginlik denir.
(s. 85)
Krallara yakışan bir erdemi olan kişi, yalınlık aracılığı
ile eyler, olan bitene egemen olmaktan utanır. Özgün kaynakta yerini alır,
anlayışı tinlere ulaşır.
Yol olmasa gövdede yaşam olamaz,
erdemsiz yaşamda açıklık olamaz. (s. 86)
Birçok oğul birçok korku demektir. Çok varlık çok dert
demektir. Uzun ömür, çok utanç demektir. Bu üçü erdemi beslemeye yaramaz, bu
yüzden geri çeviriyorum onları. (s. 88)
Eskiden dünyayı Yao yönetirken kimseye ödül verilmezdi; ama
kamu sıkı sıkı çalışırdı; kimseyi cezalandırmazdı ama insanlar gene de
dikkatliydi. Şimdi siz cezalandırıyorsunuz, ödüllendiriyorsunuz, gene de
insanlar iyiyi yapamıyor. Bundan sonra erdem çürüyüp çökecek; bundan sonra
cezalar egemen olacak. Bu çağ, gelecek çağların düzensizliğinin başlangıcı
olacak. (s. 88/89)
Yüce başlangıçta, hiçlik vardı, varlık yoktu, ad yoktu.
Ondan Bir doğdu, Bir vardı ama biçimi yoktu. Nesneler Bir’e tutunup yaşama
geldiler, buna erdem dendi. Şeylerin biçimleri yokken payları vardı, bunlar türlü
türlüydü ama birbirinden kesilip ayrılmamışlardı, onlara yazgılar dendi.
Akıntıdan nesneler doğdu. Şeyler büyüdükçe ayrı ayrı biçimler gelişti. Bunlara
kalıplar dendi. Kalıplar ile cisimler, her biri kendi niteliğine, kendi
sınırlamalarına uygun olarak tinleri içlerinde tuttular. Bunlara doğuştan
getirilen yaradılışlar dendi. Yaradılışını eğiterek Erdem’e dönebilirsin. En
üst düzeye ulaşan erdem, Başlangıç ile özdeştir. Başlangıçla özdeş olarak boş
olursun, boş olarak yücelirsin. İşte o zaman cıvıldamaya, şakımaya
katılabilirsin. (s. 89)
Bir köpek fare yakalayabilir yakalamasına ama bu yüzden
sonunda boynuna tasma takarlar. Maymunu çevikliği nedeniyle dağdaki ormandan
sürükleyip getirirler. Sana bir şey söyleyeceğim Ch’iu; hiçbir zaman duyamayacağın,
kendi başına nasıl dile getireceğini hiçbir zaman bilemeyeceğin bir şey. Başı,
ayağı olup da usu olmayan insanların sürüsüne bereket. Onlar cisimli
varlıkların cisimsiz, biçimsiz varlıklarla birlikte varolabileceğini hiçbir
zaman düşünmezler.
Nesneleri unut, Gök’ü unut, kendini unut. Kendini unutan
adamın Gök’ erdiği söylenebilir. (s. 89/90)
Tzu Kung, …Tarlasını ekmeye hazırlanan yaşlı bir adam gördü.
Adam bir kuyu açmış oradan aşağıya iniyor, sonra elindeki ibriği yerde
sürükleyerek yeniden ortaya çıkıyordu. Bu ibrikle tarlasına su götürüyordu.
Ofluyor pufluyor, büyük bir güç harcıyor ama pek az iş üretiyordu.
“Bu tür işler için makine var” dedi Tzu Kung. “Bir günde
yüzlerce tarlayı sulayabilirsin, pek az çaba ister, harika sonuçlar üretir.
Bunlardan ister miydin?”
Bahçıvan başını kaldırıp Tzu Kung’a baktı, “nasıl işler bu
makine?” diye sordu. “Bir ağaç parçasının biçimlenmesinden oluşan bir
düzenektir. Arka ucu ağır, ön ucu yeğnidir, suyu kolayca kaldırır. Öyle
hızlıdır ki yukarıdan bakınca su kaynıyormuş gibi görünür. Ona kuyu çıkrığı
derler.”
Bahçıvan önce öfkeden kızardı, sonra da kahkaha atarak, “öğretmenimden
bu makinelerin nerede olduğunu duymuştum. Makinenin olduğu yerde, kesinlikle makinelerle
ilgili dertler de vardır. Bir yerde makinenin yol açtığı kaygılar varsa, mutlaka
makine yürekler de vardır. Göğsünde makineden bir yürek varsa arı, yalın olanı
bozarsın; tinin yaşamı arı, yalın olmadıkça rahata eremez. Tinin yaşamı rahata
ermeden Yol seni battığın yerden yukarı kaldıramaz. Makineni bilmesine
biliyorum ama yararlanmaya korktuğum için kullanmıyorum.”
Tzu Kung sıkıntıdan kızardı, önüne baktı, yanıt vermedi. Bir
süre sonra bahçıvan, “boşver şimdi onu, söyle bakalım kimsin sen?”
“Kung Ch’iu’nin öğrencisiyim.”
“Ooo! Demek bilgeleri taklit etmek için onların öğretilerini
genişletenlerden; saçma anlamsızlıkları kalabalığın üzerine yığanlardan; halk
içinde ün kazanma umudu ile saz çalıp hüzünlü türküler söyleyenlerden birisin
sen. Senin için en iyisi tinin soluğunu unutmak, gövdeni, kolunu bacağını
kırmak. Belki o zaman bir yere ulaşırsın. Kendi gövdene nasıl bakacağını bile
bilmiyorsun nerede kaldı dünya işlerini düşüneceksin. Haydi git yoluna, işime
karışma.” (s. 91/92)
Aptal olduğunu bilen, aptalların en büyüğü değildir;
kafasının karışık olduğunu bilen, kafası en karışık kişi değildir. En şaşkın
adamın yaşamı hiçbir düzelme olmadan sona erer; en büyük aptalın yaşamı, ışığı
bile göremeden sona erer.
Üç adam yolculuk ediyorsa, birisinin kafası karışıksa gene
de gidecekleri yere varırlar. Ama ikisinin de şaşkınsa, tükenesiye yürüseler de
bir yere varamazlar. Çünkü şaşkınlık çoğunluktadır. Günümüzde bunca şaşkınlık
varken, yolu ne kadar gösterirsem göstereyim, bir yararı yok. Üzücü değil mi?
(s. 95)
Yetkin insan usunu bir ayna gibi kullanır. Dışarı bir şey
göndermez. İçeri hiçbir şey almaz. Saklamadan, örtmeden tepki verir. Bu yüzden
nesneleri aşar ama kendini incitmez. (s. 101)
Başka şeylerle karışmadıkça temiz olmak, çalkalanmadıkça düz
olmak suyun doğasında vardır. Önüne set kurulur, akmasına izin verilmezse su
artık temiz olmaz. Bu niteliği ile “su göksel erdemin simgesidir.” denir. Bu
yüzden saf, temiz olmak, hiçbir şeyle karışmamak, dingin olup birlik içinde
değişmez olmak, duru eylemsiz olmak, Gök ile birlikte devinmek tine bakmanın,
onu korumanın yoludur. (s. 104)
Adlar, gerçekliği dile getirdiğinde susmalı. (s. 112)
Yaşamın gerçek doğasını iyice öğrenen, yapamayacağı şey için
didinip durmaz. Yazgının gerçek doğasını iyice öğrenen, bilginin
değiştiremeyeceği şey üzerinde çalışmaz. (s. 113)
Dışına çok aşırı bakan, içinde beceriksizleşir. (s. 116)
Yaptığım şeyi niçin yaptığımı bilmiyorum; bu yazgıdır. (s.
120)
İngilizceye çeviren: H.A. Giles
Çeviren: Levent Özşar
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder