Jennifer M. Groh - Mekan Yaratmak - Notlar
Beyin Neyin Nerede
Olduğunu Nasıl Biliyor?
Making Space, How the Brain Knows Where Things Are
Mütercim: Gürol Koca, Metis Yayınları, 2016
Mekan Hakkında Düşünmek
Beyin gücünüzün onda dokuzu nesnelerin yerini belirlemeye
harcanır. (Aslında bu sayıyı kafadan attım. Ama doğru olabilir. Sabrınızı rica
ediyorum.)
Bu kitapta aynı zamanda şu sorular da ele alınıyor: Nerede
olduğumuzu nasıl biliriz? Bir yerden bir yere nasıl gider ve geri dönüşte neden
genelde kısa yolu seçeriz? Neden yolcu olarak gittiğimiz yerleri araba
kullanırken gittiğimiz yerler kadar rahat bulamayız?
Bu kitapta duyularımızın fiziksel enerjiyi (ışık, ses ve ten
üzerindeki baskı gibi) nasıl ölçtüğünü ve beynin çevremizdeki nesnelerin
konumları ile çevremizde olup bitenler hakkında çıkarımlarda bulunmak için bu
ölçümleri nasıl değerlendirdiğini anlatacağım.
Tekil nöronların nasıl çalıştığını ve nöron popülasyonlarının
ortamdaki duyusal olaylara nasıl yanıt verdiğini büyük oranda anlıyoruz.
Bana göre bil imdeki en ilgi çekici sorun, nöral ateşleme
örüntülerinin düşünceyi nasıl oluşturduğu sorunudur.
Işığın Yolları
Kepler'in çalışmalarına kadar gözün görsel sahnenin bir
imgesini oluşturma sürecinin optik temeli tam olarak anlaşılamadı.
Antik Yunan'dan Orta Çağ'a kadar, görmenin gözden yayılan
ışınlarla gerçekleştiği (göz-ışın teorisi) düşünülüyordu.
İbn-i Heysem, maddi bir emanasyonu içeren tartışmayı ışığı
içeren bir olaya doğru kaydırarak görme bilimini doğru yola sokmuştur.
Günümüzde ışığın bir madde değil, elektromanyetik radyasyon
biçiminde bir enerji olduğunu biliyoruz. Gözün arkasındaki retinada bulunan
fotoreseptörler, bu enerjiyi "fotopigment" adı verilen moleküller
sayesinde algılar. İnsan gözü, bu geniş spektrumun sadece 400 ile 700 nanometre
arasındaki dar bir aralığını görebilir.
Işık bir fotopigment molekülüne çarptığında, moleküldeki
karbon bağlarını geçici olarak bozar ve molekülün şeklini değiştirir. Bu şekil
değişikliği, "opsin" adı verilen bir proteini tetikler ve hücre
içinde devasa bir kimyasal zincirleme tepki başlatır. Bu süreç, dış dünyadaki
ışık sinyalini beynin anlayabileceği elektriksel bir sinyale dönüştürür.
Görmenin biyokimyasal doğası, onun işitme veya dokunma gibi
duyulardan daha yavaş çalışmasına neden olur. Bir ışık uyarısının elektriksel
sinyale dönüşmesi onlarca milisaniye sürer. Bu yavaşlık nedeniyle saniyede
60-70 kez titreyen ekranlardaki hızlı değişimleri fark edemeyiz.
Mekansal görüş için farklı yerlerden gelen ışık ışınlarını
organize edecek bir yol gereklidir... Işığın kaynak konumunun ışık sensörleri
üzerindeki konumuyla bire bir uyuşması gerekir.
Gözün bir görüntüyü nasıl oluşturduğu, antik dönemden beri
bilinen Camera Obscura prensibiyle açıklanır. Küçük bir delikten geçen ışık
ışınları, dış dünyadaki sahnenin ters ama net bir görüntüsünü karşı duvara
(retinaya) yansıtır. Bu düzenek, ışık ışınlarının birbirine karışmasını
engelleyerek görüntünün oluşmasını sağlar.
Göz, ışığın içeri girmesini sağlayan gözbebeği aracılığıyla
bir görüntü oluşturur. Ancak bu yöntemde bir ikilem vardır: Delik çok küçükse
görüntü keskin ama soluk; delik büyükse görüntü parlak ama bulanıktır.
Kepler, gökcisimlerini ölçerken yaşadığı sapmaları çözmeye
çalışırken gözün optik yapısını keşfetmiştir. Kepler, gözün farklı maddelerinin
(kornea, mercek, sıvılar) ışığı bükerek (kırılma) retina üzerinde tek bir
noktada topladığını ortaya koymuştur.
Göz; kornea, gözbebeği, mercek ve retinadan oluşan karmaşık
bir sistemdir. Mercek, kirpiksi kaslar yardımıyla şekil değiştirerek görüntüyü
odaklamamızı sağlar. Retinadaki her bir fotoreseptörün, dış dünyada sadece
belirli bir noktaya tepki verdiği bir "alıcı alanı" vardır.
Gözün optik yapısı nedeniyle retinaya düşen görüntü baş
aşağı ve terstir. George Stratton'ın ters çeviren gözlüklerle yaptığı deneyler,
beynin bu ters görüntüyü otomatik olarak yorumladığını ve yeni durumlara uyum
sağlama yeteneğinin (sınırlı da olsa) olduğunu kanıtlamıştır.
İki göze sahip olmamız, dünyayı derinlikli görmemizi sağlar.
İki göz arasındaki mesafe nedeniyle her göz sahneyi hafif farklı açılardan
görür. Beyin bu iki farklı imgeyi birleştirerek (stereovizyon) nesnelerin
uzaklığını hesaplar.
Stereoskoplar, 3D filmler ve polarize gözlükler, beynin bu
derinlik algılama mekanizmasını taklit ederek çalışır. İki göze farklı ışık
dalgaları (renk, perdeleme veya polarizasyon yoluyla) gönderilerek iki boyutlu
bir ekranda derinlik hissi yaratılır.
Işığın belirli bir yönde salınması olan polarizasyon, insan
gözü tarafından doğrudan algılanamaz. Film yapımcıları, renk kaybı yaşamadan
derinlik hissi yaratmak için bu "polarizasyon körlüğünden"
yararlanarak her göze farklı yönde kutuplanmış ışık gönderirler.
Stereovizyon sadece yakın mesafelerde (yaklaşık 90 metre)
etkilidir. Çok uzak mesafelerde en güçlü derinlik ipucu oklüzyondur; yani bir
nesnenin diğerinin önünü kapatmasıdır. Beyin, iki gözden gelen veriler ile
oklüzyon çeliştiğinde genellikle oklüzyonu (önünde-arkasında bilgisini) tercih
eder.
Uzaklık algısında havadaki pusun yarattığı
"mavi-bulanık" görüntü (atmosferik perspektif) ve nesnelerin
retinadaki boyutu (göreli büyüklük) kritik rol oynar. Beynimiz, nesnenin gerçek
boyutuna dair beklentileri ile retina görüntüsünü kıyaslayarak mesafe tahmini
yapar.
Paralel çizgilerin ufukta birleşiyormuş gibi görünmesi (doğrusal
perspektif), beynin derinlik algılamak için kullandığı bir diğer kuraldır.
Magritte ve Escher gibi sanatçılar, bu kuralları (oklüzyon ve perspektif)
birbirleriyle çeliştirerek "imkansız figürler" ve görsel paradokslar
yaratmışlardır.
Beynimiz, evrimsel bir alışkanlıkla ışığın her zaman
"yukarıdan" geldiğini varsayar. Bu varsayım, gölgelerin konumuna
bakarak bir şeklin tümsek (dışbükey) mi yoksa çukur (içbükey) mu olduğunu
anlamamızı sağlar. Bu sürece "tonlamadan şekil üretme" denir.
Kendi Şeklimizi Hissetmek
Vücudumuzun boşluktaki konumunu bilmemizi sağlayan şey,
sadece deri üzerindeki dokunma hissi değil, kas ve tendonlarımıza yerleşmiş
özel sensörlerdir.
Beyin, iskeletin konumunu belirlemek için iki ana
reseptörden gelen verileri harmanlar:
Kas İğciği Reseptörleri: Kasın içine yerleşmişlerdir ve
kasın uzunluğunu ölçerler. Örneğin, kolunuzu büktüğünüzde biseps kasındaki
iğcikler gevşerken, arka koldaki triseps iğcikleri gerilir.
Golgi Tendon Organları: Kas ile kemiği birbirine bağlayan
tendonlarda bulunurlar. Kasın ne kadar kuvvet uyguladığını ölçerler.
Kritik Fark: Elinizde ağır bir valiz varken kolunuzun açısı
aynı kalsa bile, kas iğcikleri ve Golgi tendon organları farklı sinyaller
gönderir. Beyin, bu iki sinyali karşılaştırarak hem kolun açısını hem de
taşınan ağırlığı anlar.
Reseptörler, mekanik bir gerilmeyi elektriksel bir sinyale
dönüştürür. Bu süreçte iyon kanalları (sodyum ve potasyum kapıları) rol oynar.
Mekanik Tetikleme: Bir kas gerildiğinde, nöron zarı
üzerindeki gözenekler fiziksel olarak açılır ve içeri sodyum iyonları akar.
Eylem Potansiyeli: Bu elektriksel atımlar "ya hep ya
hiç" prensibiyle çalışır. Sinyalin şiddeti atımın büyüklüğüyle değil,
frekansıyla (saniyedeki atım sayısı) kodlanır.
Negatif Sayı Sorunu: Nöronlar "negatif" ateşleme
yapamazlar. Beyin bu sorunu, birbirine zıt çalışan kas gruplarını
(biseps-triseps gibi) kıyaslayarak (halat çekme oyunu gibi) çözer.
Beyin, sensörlerden gelen hatalı verilerle kandırılabilir.
Biseps kasına vibratörle titreşim verildiğinde beyin kolun
uzandığını sanır. Eğer o sırada burnunuza dokunuyorsanız, beyin bu çelişkiyi
"burnun uzadığı" şeklinde yorumlayabilir.
Görsel dünyayı yana kaydıran gözlükler takıldığında, beyin
başta sakarlık yapar ancak bir süre sonra görsel konum ile kolun hareketini
yeniden senkronize eder.
Dokunma, sadece deriye temas eden nesneleri değil, bu
nesnelerin mekan içindeki konumunu da belirlememizi sağlar.
Derideki her reseptörün belirli bir alanı vardır. Beyin,
hangi reseptörün ateşlendiğine bakarak temasın yerini belirler.
Kollar çaprazlandığında ve bir çubuk titreştiğinde, beyin
başlangıçta titreşimi yanlış tarafa atfeder. Göz hareketleri (sekme/saccade)
önce yanlış yöne yönelir, sonra orta yolda rotasını düzeltir.
Beyin değişime odaklıdır. Bu yüzden üzerimizdeki çorapları
veya giysileri bir süre sonra hissetmeyiz (duyusal kaybolma), ancak yeni bir
temas (sivrisinek ısırığı gibi) hemen fark edilir.
Beynimiz; kas uzunluğu, tendon gerilimi ve deri üzerindeki
baskı gibi farklı veri akışlarını sürekli olarak görsel bilgilerle
birleştirerek "nerede olduğumuza" dair dinamik bir harita oluşturur.
Beyin Haritaları ve Benekler
Nöronlar, biyolojik işlemciler gibidir. Bilgi akışı şu yolu
izler:
Dendritler: Diğer nöronlardan gelen sinyalleri toplayan
alıcı tellerdir.
Hücre Gövdesi: Gelen tüm sinyalleri birleştirir ve bir çıktı
üretilip üretilmeyeceğine "karar" verir.
Akson: Sinyali diğer nöronlara taşıyan uzun iletken teldir.
Sinaps ve Nörotransmitterler: Akson ile bir sonraki nöronun
dendriti arasındaki boşluktur. Mesajlar burada kimyasal moleküllerle iletilir.
Beyin, bir nesnenin nerede bitip diğerinin nerede
başladığını anlamak için kontrastı (karşıtlığı) kullanır.
Uyarıcı ve Ketleyici Sinapslar: Bazı sinapslar hedef nöronu
ateşlemeye teşvik ederken (pozitif), bazıları engeller (negatif).
Merkez-Çevre Düzenlemesi: Retinadaki bazı nöronlar,
çevreleri karanlıkken merkezleri aydınlandığında en yüksek tepkiyi verirler. Bu
düzenleme, beynin sahnedeki küçük benekleri ve keskin kenarları algılamasını
sağlayan bir "benek sensörü" gibi çalışır.
Retinadaki komşuluk ilişkileri beyinde de korunur. Retinada
yan yana olan iki hücrenin aksonları, beyindeki talamus ve görsel kortekste de
yan yana olan hücrelere bağlanır.
Yön Seçici Nöronlar: Primer görsel korteksteki nöronlar
sadece beneklere değil, belirli açılardaki (yatay, dikey veya çapraz) çubuklara
tepki verirler. Bu, beynin nesne konturlarını oluşturmak için kullandığı temel
yapı taşıdır.
Beyin, görsel verideki boşlukları doldurma ve "neyin ön
planda" olduğunu belirleme konusunda uzmandır:
Rubin Vazosu: Aynı görsel veri, beynin "sınırın hangi
tarafa ait olduğu" kararına göre ya iki yüz ya da bir vazo olarak
algılanır. buna "sınır sahipliği hassasiyeti" denir.
Kanizsa Üçgeni: Beyin, gerçekte çizilmemiş olan çizgileri
(hayali konturlar) komşu nöronlardan gelen bilgileri birleştirerek
"uydurur" ve boşlukları doldurur.
Dokunma duyusu da benzer bir haritalama sistemine sahiptir.
Vücut yüzeyi, beyinde somatosensori korteks üzerinde temsil edilir.
Homonculus (Küçük İnsan): Beyinde her vücut parçasına
ayrılan alan, o parçanın gerçek boyutuyla değil, barındırdığı reseptör
yoğunluğuyla orantılıdır. Bu yüzden eller ve dudaklar beyinde devasa bir yer
kaplarken, sırt veya bacaklar çok küçük bir alanla temsil edilir.
İki Nokta Eşiği: Parmak uçlarınızdaki yüksek reseptör
yoğunluğu, birbirine çok yakın iki noktayı ayrı ayrı hissetmenizi sağlarken,
kolunuzda bu iki noktayı tek bir temas gibi algılarsınız.
Beyin, vücudun her yerine eşit kaynak ayırmaz. İhtiyaca göre
bazı bölgeleri "yakınlaştırır"
Dokunmada: Eller ve dil, sırt bölgesine göre çok daha fazla
beyin alanı kaplar.
Görmede (Fovea): Retinanın merkezindeki fovea bölgesi,
fotoreseptörlerin en yoğun olduğu yerdir. Gözlerinizi oynatmadan bu yazının iki
satır altını okuyamamanızın sebebi, fovea dışındaki bölgelerin düşük
çözünürlüklü olmasıdır.
Zihin-beyin bağlantısının en gizemli kanıtlarından biridir.
Bir kol kesilse bile, beyindeki o kola karşılık gelen harita (somatosensori
korteks) hala oradadır. Bu bölgedeki nöronlar "kendiliğinden"
ateşlendiğinde, kişi artık var olmayan kolunun kaşındığını veya acıdığını
hissedebilir. Beyin, sinyalin kaynağının artık fiziksel olarak var olmadığını
ayırt edemez.
Gözümüzün yapısı gereği, görme sinirinin retinadan çıktığı
yerde hiç reseptör yoktur. Burası bizim doğal kör noktamızdır.
Doldurma Mekanizması: Beyin, kör noktaya düşen boşluğu
"en yakın veriyle" tahmin ederek doldurur. Kedi-fare deneyinde
farenin yok olup kafes tellerinin devam etmesi, beynin "burada muhtemelen
tel vardır" diyerek uydurmasıdır.
Glokom: Bu hastalıkta kör noktalar çoğalır. Ancak hasta bunu
uzun süre fark etmez; çünkü beyin, mevcut haritalardaki verileri kullanarak bu
kör bölgeleri yamamaya devam eder.
Hareket algısı, beynin en uzmanlaşmış sistemlerinden
biridir. Bir şeyin hareket ettiğini anlamak için beyin, görüntüyü zaman içinde
kıyaslar.
Hızlı ve Yavaş Yollar: Beyin, görsel sinyali ikiye ayırır.
Bir kopya "hızlı otoyoldan" (miyelinli lifler), diğeri "yavaş
köy yolundan" ilerler. İki sinyal karşılaştığında beyin; "Şimdi"
ile "birkaç milisaniye öncesi" arasındaki farkı görerek hareketi
tespit eder.
MT Bölgesi (Orta Temporal Alan): Beyindeki bu özel bölge
"hareket dedektörü"dür. Buradaki nöronlar sabit nesnelere tepki
vermez, sadece belirli yön ve hızdaki hareketlere ateşlenir.
Akineptopsia (Hareket Körlüğü): MT bölgesi hasar gören bir
hasta (örneğin LM), dünyayı donmuş kareler (stroboskopik bir ışık altındaymış
gibi) görür. Bardağa su dolduramaz çünkü suyun yükseldiğini değil, bir an az
sonra ise taşmış olduğunu görür.
Nöronların algıyla doğrudan bağını kanıtlayan en önemli
çalışma, Wilder Penfield’ın epilepsi ameliyatlarıdır. Beyinde ağrı reseptörü
olmadığı için hastalar uyanıkken beyne elektrik verilmiş:
Görsel korteks uyarıldığında hasta ışık çakmaları görmüştür.
Somatosensori korteks uyarıldığında hasta vücudunun belirli
yerlerine dokunuluyormuş gibi hissetmiştir.
Wilder Penfield'ın haritalama çalışmalarını bir adım öteye
taşıyan bu deney, MT bölgesindeki nöronların sadece hareket
"izleyicisi" olmadığını, aynı zamanda hareket algısının
"yaratıcısı" olduğunu kanıtlıyor.
Çevremiz radyasyonla kuşatılmıştır ancak biz sadece çok dar
bir aralığı (400-700 nm) "ışık" olarak görürüz.
Sherlock Kulaklar
Beyin, sesin iki kulağa ulaşması arasındaki zaman ve şiddet
farklarını (milisaniyelik hassasiyetle) ölçerek sesin yönünü bulur.
Ses dalgaları saniyede yaklaşık 344 metre yol alır: hızlı
ama bir yandan da yavaş, zira belli bir sesin her bir kulağa ulaşma zamanında
küçük ama anlamlı bir fark söz konusudur
Dış kulağınızın (kulak kepçesi) o kıvrımlı yapısı sadece
estetik değildir. Ses dalgaları bu kıvrımlara çarptığında, geldikleri yöne göre
bazı frekanslar güçlenir, bazıları zayıflar.
Spektral İpuçları: Beynimiz, bu filtreleme desenini
yorumlayarak sesin yukarıdan mı aşağıdan mı geldiğini anlar.
Kişisellik: Herkesin kulak kıvrımı farklıdır; bu yüzden
başkasının kulak kanalından kaydedilen bir sesi dinlediğinizde mekan algınız
bozulur.
Kapalı bir odada ses her yerden (duvar, tavan, zemin) seker.
Beyin, bir ses duyduğunda ve aynı anda hareket eden bir nesne
gördüğünde, sesi o nesneye "yapıştırma" eğilimindedir.
Sinemada ses hoparlörden gelir ama biz ekrandaki oyuncunun
ağzından çıktığına yemin edebiliriz.
Gözde (retina) yan yana olan hücreler dünyadaki yan yana
noktaları görür. Ancak kulakta (koklea) hücreler yan yana dizilmiştir ama
mekanla ilgili değil, frekansla (perde) ilgilidirler.
Tonotopik Harita: Kokleanın tabanı yüksek (tiz), tepe
noktası düşük (bas) frekanslara titrer.
Koklear İmplant: Bu harita o kadar düzenlidir ki, işitme
engelli bireylere takılan implantlar doğrudan bu frekans haritasını elektriksel
olarak uyararak ses algısı yaratabilir.
Harita ve Sayaçlar Eşliğinde Hareket
Beyin bilgiyi hangi "dilde" yazar?
Beyindeki iki temel kodlama biçimi / Haritalar (yer kodu) ve
Sayaçlar (miktar kodu).
Beyin, verinin doğasına ve donanımın (kaslar veya duyu
organları) ihtiyacına göre iki farklı strateji izler:
Haritalar (Nöral Dijital Kod): Bilgi, "hangi
nöronun" ateşlendiğiyle taşınır. Görsel sistemde retinanın bir haritası
vardır; belirli bir nöronun aktif olması, dünyadaki belirli bir noktada bir
nesne olduğu anlamına gelir.
Sayaçlar (Nöral Analog Kod): Bilgi, "ne kadar"
ateşleme yapıldığıyla (ateşleme hızı) taşınır. Kasların kasılma gücü veya
ışığın parlaklığı gibi niceliksel değerler genellikle bu "sayaç" mantığıyla
kodlanır.
Gözünüzün kenarıyla bir kuş gördüğünüzde (Harita dili), göz
kaslarınızın o yöne dönmesi için belirli bir miktar kasılması gerekir (Sayaç
dili).
Beyin sapındaki Superior Colliculus, görsel haritayı motor
bir sayaca dönüştüren bir "ara birim" gibi çalışır.
Güneş Gözlükleriniz Samanyolunda
Gözleriniz, başınız ve elleriniz sürekli hareket halindedir.
Eğer beyin bu hareketleri hesaba katmasaydı, her göz kırpışınızda veya başınızı
her çevirişinizde dünya lunaparktaki bir hız treni gibi sarsılıyor görünürdü.
(Helmholtz'un Deneyi) Kendi gözünüzü parmağınızla
dürttüğünüzde dünya hareket ediyor gibi görünür; çünkü beyin bu hareketi
"emretmemiştir."
Sadece işitme sırasında bile gözlerimizin nerede olduğu
işitme sistemimizi etkiler.
Superior Colliculus: Hem görsel hem işitsel sinyallerin
birleştiği bu bölgede, nöronlar sese tepki verirken gözün o anki konumunu
hesaba katar.
Matematiksel olarak, sesin başa göre konumundan gözün
konumunu çıkarmak, sesin gözlere göre nerede olduğunu bulmayı sağlar. Beyin
bunu uyarılma ve ketleme (engelleme) sinyalleriyle, adeta bir hesap makinesi
gibi yapar.
Görsel ve işitsel dünyalar arasındaki bu koordinasyon,
iletişim kurmamız için hayatidir. Dudak hareketlerini görmek (görsel),
duyduğumuz sesle (işitsel) mekansal olarak çakışmalıdır. Eğer bu sistem
bozulursa, "referans çerçevesi uyuşmazlığı" yaşanır ve beynimiz sesin
kaynağını belirlemekte zorlanır.
Bir Yerlere Gelmek
Başınızı çevirdiğinizde içindeki sıvı (endolenf) geride
kalır ve tüy hücrelerini büker. Bu, üç boyutlu düzlemdeki tüm dönüş
hareketlerini algılamamızı sağlar.
İç kulaktaki yarım daire kanalları ve "kulak
taşları" (otokoniya) başın dönüşünü ve ivmesini algılar.
Optik Akış (Optical Flow): Hareket ettiğinizde görsel
dünyanın sistemli bir şekilde kaymasıdır. Örneğin bir tren camından bakarken
ağaçların hızla geriye gitmesi, beyninize hareket ettiğinizi söyler.
Nerede olduğumuzu bilmek, sadece çevreyi görmek değil, oraya
ulaşana kadar kaç adım attığımızı ve hangi yöne döndüğümüzü hesaplamaktır.
Karıncalar yuvalarını bulmak için adımlarını sayarlar. Deneylerde
bacaklarına "egrat" takılan karıncalar yuvalarını geçerken, bacakları
kısaltılanlar yuvaya varmadan durmuştur. Bu, beynin içsel bir "kilometre
sayacı" kullandığını kanıtlar.
Alkol, denge organlarındaki sıvıların ve tüy hücrelerini
örten jelatinsi yapının (kupula) yoğunluğunu değiştirir.
Alkol kupulaya girer, onu hafifletir ve yukarı yüzmesine
neden olarak baş dönmesi yaratır.
Alkol kupuladan temizlenip çevredeki sıvıda kaldığında,
kupula bu sefer daha ağır hale gelir ve dibe çöker. Bu, uykudan uyandığınızda
hissettiğiniz o meşhur "tersine dönme" hissinin sebebidir.
Mekan ve Bellek
VOR: Başınızı çevirdiğinizde gözlerinizin otomatik olarak
ters yöne dönüp görüntüyü sabitlemesidir.
Yeni bir gözlük aldığınızda dünya başlangıçta tuhaf görünür,
ancak birkaç saat içinde beyin bu refleksi yeniden "kalibre eder." Bu
"mekansal bellek," ayrı bir arşivde değil, doğrudan hareketin icra
edildiği nöral yolların (sinapsların) içinde depolanır.
Pariyetal korteks, mekanın bir arşivcisi gibidir.
Sağ pariyetal hasarlı hastalar, zihinlerinde bir meydanı
canlandırırken sadece sağdaki binaları sayabilirler. Ancak kendilerini meydanın
karşı ucunda hayal ettiklerinde, az önce "unuttukları" binaları
saymaya başlarlar.
Hipokampus, hem anıların kapısıdır hem de mekanın
haritasıdır. 1950'lerde H.M. (Henry Molaison) vakasıyla bu bölgenin yeni anılar
oluşturmak için vazgeçilmez olduğu anlaşıldı.
İnsan beyni, bilgileri mekansal bir bağlama yerleştirdiğinde
çok daha iyi hatırlar. Antik Yunan'dan beri kullanılan Mekan Yöntemi (Loci
Metodu), listeleri ezberlemek için zihinsel bir evde (Bellek Sarayı) dolaşmayı
kullanır.
Neden? Çünkü evrimsel olarak yiyecek bulmak (mekan) ve o
yiyeceğin yerini hatırlamak (bellek) hayatta kalmak için birdir. Hipokampus bu
yüzden hem bir harita hem de bir günlük gibi çalışır.
Düşünmek Üzerine Düşünmek
Beyin haritalarını incelediğimizde, korteksin neredeyse
tamamının duyusal ve motor işlevlere ayrıldığını görürüz. "Sadece
düşünmek" için ayrılmış boş bir alan yoktur.
Dikkat, bellek ve akıl yürütme gibi yüksek bilişsel
işlevler, duyu ve motor nöronların aktivite örüntüleri üzerine "biner."
Soyut kavramları anlamak için her zaman somut ve çoğu zaman
mekansal metaforlar kullanırız.
Zaman:
"Önümüzdeki" günler, "geçmişte" kalanlar (Zamanı bir yol
gibi hayal ederiz).
Sosyal İlişkiler:
"Yakın" arkadaşlar, "üst" düzey yetkililer (Sosyal statüyü
fiziksel mesafe veya yükseklik olarak kodlarız).
Deney: Pormpuraaw
Aborjinleri zamanı "soldan sağa" değil, coğrafi "doğudan
batıya" göre dizerler. Bu, dilin ve mekan algısının düşünce yapısını nasıl
kökten değiştirdiğini kanıtlar.
Düşünürken beynimiz sanki o eylemi yapıyormuşuz gibi tepki
verir: "Tekmele" kelimesini okuduğunuzda motor korteksinizin ayak
bölgesi; "yala" dediğinizde ağız bölgesi hafifçe hareketlenir.
Pariyetal korteks hem mekansal referans çerçevelerini
(neredeyim?) hem de sayısal nicelikleri (kaç tane?) yönetir.
Bu bölgedeki hasar (akalkuli), hem yön bulma yeteneğini hem
de matematik yeteneğini aynı anda bozabilir. Çünkü beyin için "3 adım
ileri gitmek" ile "3 sayısını toplamak" benzer nöral donanımları
kullanır.
Hipokampusta bulunan ve sadece belirli kişilere tepki veren
nöronlar, mekansal "yer hücreleri" ile aynı mantıkla çalışır.
Beynimiz, bir kişiyi veya fikri tıpkı bir coğrafi konum gibi
haritalandırır. Düşünmek, bu zihinsel harita üzerinde bir noktadan diğerine
"yürümektir."
Eğer düşünmek duyu ve motor yollarını kullanıyorsa,
dışarıdan gelen yoğun uyaranlar (gürültü, hareket) bu kanalları meşgul eder.
Sessiz bir ortamda "kapanmamızın" sebebi, beynin bu kıymetli
"mekansal işlemciyi" sadece soyut düşünceye odaklayabilmesi içindir.
…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder