İsmet
Özel - Faydasız
Yazılar
İdeolojiler müşterek bir aldanış olmaksızın
ayakta durmazlar.
Züppelik düşünce ve sanat hayatıyla anlamlı
bir ilişki içindedir.
Bu yüzden “yeni olan”a bakarken derin bir
gerçeklikle mi, bir sahtelikle mi karşı karşıya olduğumuzun tedirginliğini hep
taşırız. (s. 13)
Oyuncaklar avutur ama insanlar sıkar.
Sıkıcı ilişkiyi ortadan kaldırabilmek için
(…) kendimizi öne sürmeksizin konuşmak zorundayız. (s. 21)
Başkalarında gördüğümüz eksikler, çoğu
zaman kendi eksiklerimizdir.
“hiçbir
şey bilmiyoruz, hiçbir şey anlamıyoruz,
…
İhanet
etmiyoruz,
Ve
unutmayacağız.” (Çekoslovakya’da 68 tarihli
eylemlerde açılmış bir protesto pankartından) (s. 25)
Akılsız adam ne affeder ne de unutur; saf
yürekli adam önce affeder ve sonra da unutur; bilge ise affeder ama hiçbir
zaman unutmaz. (s. 26)
Affetmiyor, çünkü mevcudiyetini affetmez
oluşuna bağlamış. Bir hatırayı ayakta tutmakla kendini ancak ayakta
tutabiliyor. (s. 27)
Yaratılmış olan her şeyin Yaratıcı’sıyla,
Allah’la bir ahdi vardır. Yaratılmış olan şeyler arasında yalnızca insanın bu
ahdi unutmak gibi bir özelliği var.
Batı medeniyeti bir unutma, bir nisyan
medeniyetidir. (s. 32)
Küfr kelimesinin aslî anlamının “örtmek”
olduğunu hatırlamak yerinde olur.
İnsanoğlu kendi aslına ait, eşyanın
yaradılışının aslına ait hakikatin üstünü örtme çabasına giriştiği zaman küfre
doğru yol almış oluyor.
Unutmak. Denilebilir ki küfre doğru
katedilen yolun en kestirmesi budur. (s. 33)
Ağaçların üzerine inen su
damlalarının rahmet olduğunu hatırlıyor musunuz? Bu
kadarını başardı iseniz ötesi gelir. (s. 34)
“Hayatım
boyunca Fransızlar, İtalyanlar, Ruslar vs. gördüm, ama insana gelince
belirteyim ki onunla hiç karşılaşmadım.” Bu sözlerin sahibi (Joseph de Maistre) anlaşılıyor ki kalkış noktası
olarak bir kavme mensup olmayı almış; insanın canlılar arasında bir tür olduğu
görüşüne yabancı. Bir bakıma insanların milli vasıflarıyla tanınabileceklerini,
bunları yok ederseniz o kişilerin insanlığını da yok etmiş olacağınızı
vurgulamak istiyor. (s. 36-37)
İnsan yapabilirliğini, bilebilirliğini
kendinden menkul zannediyor. (s. 43)
İkinci cihan harbi sonrasında
bariz bir şekilde uygulanan politika, soyulması istenilen insanların önce
soyulabilir hale getirilmesi esasına dayanıyor.
(s. 46)
Batı medeniyetinin bütün korkusu modern
entegrasyonunu tamamlanmamış ülkelerin karşılaştıkları zorlukları çözmede
batılıların usullerinden farklı bir usûl, onların gittiklerinden ayrı bir yol
bulmaları korkusudur. (s. 47)
Bütünüyle dış görünüşten ibaret kalmış bir
yaşama ortamında insanın önemini korumak için girişilecek her çaba insanın
ortadan kalkma sürecini hızlandırmaktan başka işe yaramayacaktır. (s. 53)
Ontologie / “var olan”ı onu belirleyen ne
varsa, onlardan tecrid ederek, varlığı kendisi olarak anlamak çabasıdır.
Eğer medeni yapı içinde sürdürdüğü bu hayat
gerçekten hayat ise niçin kendini devamlı olarak inanmadığı, istemediği,
doğruluğunu kabul etmediği davranışları göstermek için disipline almak ve
sıkıntıya sokmak mecburiyetini hissediyor? Demek ki kendi özündeki hususiyetler
yaşadığı hayatın şartlarıyla ahenk içinde değil. Bu durumda ya ahlaki ve zihni
değerlerini toplumun geçerli ölçülerine uyduracak veya kendi değerlerinin
yaşayabildiği bir ortam arayacak. İkisinden birini başaramadığı takdirde
ontolojik güvenliği sarsılacak ve belki parçalanacak.
Bu insana artık bir deli diyeceğiz. Çünkü
ona deli demek aklı başında olan bizlerin ikiyüzlülüğünü saklayacaktır. Biz
aklı başındayız, çünkü toplumda bütün geçerli değer hükümlerini benimsemiş gibi
yaşıyoruz. (s. 57)
Maddi olanı mecburiyet olarak
görmemeyi öğrenme başarısına ulaşan kişi yola ilk adımını atabilir. (s. 59)
İnsan olarak bizim yapabileceğimiz,
yapmamız gereken zıtlıkları ortadan kaldırmaya çalışmak değil, zıt kutuplardan
birinde aldığımız yeri bilmektir. (s. 64)
“Beşikten mezara niçin gittiğimizi bilseydik, bu yol boyunca
tıpkı mektepten azad olmuş çocuklar gibi şarkı söyleyerek giderdik.”
Maeterlinck
Şahsiyetimiz cazip bulduğumuz şeylerle
ortaya çıkar.
Her zaman dilimin kendine mahsus cazibeleri
var. (s. 70)
Bizler yolumuzu sürekli olarak kesen bu
cazibeler âlemini yıkmak, Müslümanca değerlerin hükümran olduğu bir cazibeler
dairesinde yaşamak mecburiyetindeyiz. (s. 72)
Yoksulluk başkasının elindekine özenmekten
başka bir şey değildir. Mesele böyle anlaşılır ise yoksulluktan kurtulmanın bir
şeyler kazanmak değil, sahip olduklarını kavramakla varılabileceği
anlaşılabilir. (s. 75)
Bilgi
İki yönlüdür. İnsanlar biçim bilgisi
edinebilirler veya öz bilgisi edinebilirler. Bugün bilgi adına bütün
toplumlarda geçerlilik sahibi olan sadece biçimsel bilgidir. (s. 80)
Dil aracılığıyla öz bilgisinin
mevcudiyetinden söz edebiliriz, ama dil yoluyla kendimizde bulundurduğumuz öz
bilgisini bir başkasına aktaramayız. (s. 81)
İnsan biçimde takılıp kalmasını biçimsel
bir yolla gidermeye çalışmaktadır. (s. 84)
Bir İslami tavrın bulunması için
önce bir merkezin tesbit edilmesi kaçınılmazdır. (s.
95)
Bir hayatın feda edilebilmesi için (…) o
(…) mahlûkun kendi hayatını değerli kabul etmesi gereklidir.
Batarsak güneşler olarak
batabilelim. (s. 102-103)
Toplumları hasta kılan (…) gaybe olan
inançlarını kaybetmiş olmalarıdır.
Çıdam Yayınları
Dördüncü Baskı, Eylül 1993
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder