10 Nisan 2015 Cuma

İsmet Özel - Bakanlar ve Görenler

İsmet Özel - Bakanlar ve Görenler

…denizlerde yalnızca tacirler ve korsanlar var, sadece onlar rahatlıkla seyredebiliyorlar. Tüccarlaşmadan ve korsanlaşmadan zaten o denizlerde barınmanın imkânı yok.

Bütün benzetmeler eksiktir.
Zihni esnek tutmak esas olmalıdır, çünkü sonsuz bir akış içinde bulunan hayat, düşünceleri hep gerisinde bırakacaktır. Düşünceyi esnek sınırlarla korumak hayata ters düşmeyi bir ölçüde önler. (s. 11)

Hayvanların kendilerine mahsus bir güzellik duygusu taşıdıklarını gösteren örnekler az değil.

İnsanla hayvan ve hatta bütün diğer mahlûkat arasındaki fark insanın teslim olma veya isyan etme arasında bir seçim yapabilecek durumda oluşu, bu seçmesine bağlı olarak da mükâfat veya cezaya muhatap oluşudur. İnsanda bir emanet vardır, bu emanet onun kul olmayı reddetmesini mümkün kılar. (s. 13)

Hayvan için güzelliğin ahlakî bir anlamı yoktur. İnsan için her şeyin anlamı sadece ve sadece ahlakî oysa…

…artık insanların dil kullanarak en kolay anlattıkları şeyler beş duyuyla kavranabilen yani dile ihtiyaç duymadan mevcudiyetine kanaat getirdiğimiz şeylerdir. (s. 15)

Ne kadar tarif edersek edelim duygulara sahip olmadıkça duyguyu bilmemiz imkânsız. Kısacası dil bir gerçek anlamı veremez.

Bilgimizin türü o bilgiyi edinmek için başvurduğumuz kaynakla ve o bilgiye varmak için uyguladığımız yöntemle kayıtlıdır.
Hangi türden ve hangi yoldan edinmiş olursak olalım bilgi sadece kendimizde, bir bakıma ruhumuzdadır.

Ben dediğimiz şeyin yerini tesbitte karşılaştığımız zorluk anlama yaklaştığımızın bir işaretidir. (s. 17)

Doğru sözler her zaman değerli sözler değildir.

Müslümanların doğru bildikleri kendi inançlarının kaynaklarından yani Kur’an ve sünnetten öğrendikleridir.
Cebinde banka hisse senetleri olduğu halde faiz haramdır diye haykıran adamın doğru söylediğine inanalım mı? (s. 19)

…bir söz, bir yargı lafzen hiçbir değişikliğe uğramadığı halde bir kimsenin ağzında doğru, ötekinin ağzında yanlış mı olmaktadır? Kesinlikle evet. Demek ki bir sözün doğru olması, bir yargının değerli olması doğrudan doğruya o sözü söyleyenin değerli ve doğru olmasıyla bağlantılıdır. (s. 20)

Günümüzde hiçbir ciddi düşünce adamı gelecekten sözederken bir tedirginlik, bir iç burukluğu olmaksızın konuşamıyor. Bunun tek sebebi, açıkça itiraf edilse de edilmese de bilimsel denilen dünya görüşlerinin tek boyutlu dar görüşler olduğunun kabul edilmesidir.
…kentler genişledikçe daralıyor, görüşler çeşitlendikçe çıkmazlar artıyor. (s. 26)

Avrupalı
Bir yanlışı ancak başka bir yanlış adına terketmek sanki onun bir geleneği.

…bir yanlıştan başka bir yanlışa savrulmasının sebebi onun ilk hatasına duyduğu sadakat ve güvendir. (s. 28)

Marquis de Sade’ı kolaylıkla rahibin ters çevrilmişi olarak anlamak mümkündür. Aşırılıklar karşı aşırılıkları doğurmuştur. (s. 34)

Çağımızın hazırlayıcısı olan çağlardan başlayarak gelen bir ütopya hastalığı belki birçok Müslüman zihinleri bulandırıyor.

…bütün Müslümanlar bilirler ki “lâ ilahe illallah” demek, diyebilmek hiçbir zaman bir sonraki zamana bırakılamaz. (s. 40)

Eğer iyimserlik ve karamsarlık ölçülerimiz teknolojik medeniyetin hayatımızı etkilemesinin derecesine bağlı ise onmaz bir kötümserliğe mahkûm etmiş oluruz kendimizi. Eğer iyimserlik ve karamsarlık ölçülerimiz toplumun düzenlenmesi ile ilgili esaslar doğrultusunda belirlenmişse refah, kalkınma, mutluluk gibi kavramlar çerçevesinde iyimser veya karamsar oluruz. (s. 42)

Kısacası batılı hayat biçimi denilen şey teknolojinin denetiminde bir robotlaşmadan başka bir şey değildir. (s. 45)

1530 tarihli De Civilitate Morum Puerilium (adabı muaşeret kitabı)
Burnunu mendile silmeyi bir gösteriş, bir sınıf ayrıcalığı olarak alan görüş, bu olayı temizlikle bağdaştıramadığı için hep o rahatsız edici anlayışsızlığını devam ettirmiştir. (s. 46)

Batının medeniyettir diye icat ettiği şeylerin bir bakıma tekabül ettiği şey Müslümanlar için dine bağlı olmanın dikkat çekmeyen bir belirtisinden başka bir şey değildir. (s. 47)

Bütün medeniyetler insanın tabii davranışlarını, insan için temel ihtiyaç durumunda olan her şeyi bir suni kalıba, aslından uzaklaşmış bir biçimin sınırları içine dökmeye gayret göstermişlerdir. (s. 48)

…medeniyet insanın kendini sun’i unsurlarla çevirip bezemesi olayıdır. (s. 50)

İnsanın üç temel güdüsü vardır: açlık, cinsiyet ve toplu yaşama.

Çağdaş bilim (…) totaliter bir rasyonalizmdir.

İnsan hakları, insanın kaslarının güçlü ve sağlam olmasıyla aynı anlama gelmeye başladı. (s. 61)

Düşünen insanlar hayatın bir ekmek kavgası olduğuna inandıklarını ifade ettikleri için hayatın bir ziyafet olması gerektiği düşüncesini kimse önleyemedi. Doymak, daha çok doymak için kuvvet toplamak demek. Hür olmak daha çok hür olmak için bir fırsat sayıldığı gibi, ya Avrupa’nın 16. yüzyıl insanı protein kelimesini bilmediği için işin başında ağzından sehven “hürriyet” kelimesini çıkardı yahut günümüz insanı faydalı olan her şeyin adı ortaktır düşüncesinden kalkarak proteine hürriyet diyor.

İnsanoğlunun eylem ihtiyacı iki kaynaktan doğar: hürriyet ve emniyet.

…hayatın karmaşıklığı birini elde edenin ötekini elden çıkarmasını gerektirecek biçimde tanzim edilmiş. (s. 63)

Otantik toplumlarda tragedya yoktur.

Modern toplumlar ise trajiktir.

Güvenliğin kaynağı bilgidir.
Hürriyetin kaynağı ise âlet.

Aletin kendisi bir bilgi değildir, yalnızca bir imkândır. Bu imkân kendi sınırlarını kavrayamadığı sürece felaketin başlangıcı olur. (s. 65)

Hürriyeti iki türlü, biri içe, diğeri dışa doğru hürriyet olarak anlayabiliriz. İçe doğru hürriyet gücünü “mistisizme dayalı” anlayıştan alır. Dışa doğru hürriyetin ise dayandığı anlayış elde etme, tatmin olma duygusuyla beslenir. (s. 67)

…sözünü ettiğim iki tür hürriyetten yalnızca birine mutlak hâkimiyet tanıyan insan teki kendini ve kendi peşinden gelenleri mahva sürükler. (s. 68)

Eğer bir kavram zihnimizdeki bir kalıba tekabül ediyorsa, artık o kavramı gerçek muhtevasıyla kavrayamaz duruma düşeriz.

Eğer bir ahlak sistemi yasakları ön plana almışsa kendini o sistemle kayıtlı sayan insanların ruh dengeleri tehlikeye atılmış demektir. (s. 74)

Müslüman oluşuyla takdir edilmeyi bir madalya gibi göğsünde taşıyarak aramızda dolaşmak isteyen kimsenin bizlere katkısı ne olabilir?

Ölümü bile paylaşmaya yatkın olan insanoğlu bir yanlışı haydi haydi paylaşır. Ölüm ki tek başına karşı karşıya kalınması zorunlu olayların en kesinidir. Yine de ona yaklaşırken insanlar hayata dair bir unsuru işe karıştırmadan edemezler.
“Tek başına ölünmediği zaman daha kolay ölünür.” Malraux
Kendilerinde hissettiklerini kendilerinden başkasına iletmeme durumu insanda hiçlik korkusu yaratır. Hiçlik ise güvensizliğin, boşluğun hâkimiyetidir.

İşte bu güvenlik ihtiyacı sebebiyledir ki birçok insan içinde taşıdığı hakikat duygusunu bastırıp, bunun yerine “paylaşılabilir” bir batıl görüşü öne çıkarır. (s. 85)

Günümüz dünyasında bâtılın ön plana çıkışı insanların paylaşma güvencesine her şeyden çok önem vermeleri yüzündendir. Eğer doğrudan hakikate yaklaşma göze alınabilseydi, hakikat onu şüphe yok ki koruyacaktı. (s. 86)

Kelime-i şahadet anlama ulaşmak için varılacak ilk uğraktır.

Ha, hayatın anlamı yok demişsiniz, ha bu anlam benden ötürü var demişsiniz, ikisi de hakikate uzaklıkları bakımından bir.
Üstelik onların faraziyeleri bizim Kur’an’dan öğrendiğimiz anlamla çelişmese bile büyük önem taşımaz. Çünkü kâfirlerin güven duydukları nokta zihnin kendi işleyişidir. Mağrur olan inat eder ama secde etmez. (s. 92)

Paylaşılamayan hakikat kendi başına hakikat olarak kalabilir ama hakikatin insan gerçeğine ışık tutan bir anlam sahibi olabilmesi için iki insanın o hakikati birlikte tanıyabilmeleri gerekir. (s. 98)

Biz keyfiyete bakıyoruz, bakınca bozuk bir iktisadiyat, rahatsız edici bir ahlaki yapı, kargaşaya varan bir sosyal ilişkiler yumağı görüyoruz. Buna görmek diyemeyiz. Bu bakmak ve baktığın yerde kalmaktır.
Gerçekte görmek, o bozuk iktisadiyatın, çürümüş ahlakın, çarpık sosyal ilişkilerin mahiyetini kavramakla başlar. (s. 103)

Şule Yayınları

5. Baskı, 1996

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder