17 Mart 2015 Salı

Teoman Duralı - Gılgamış Destanı

Teoman Duralı - Gılgamış Destanı
Giriş
Fransız din adamı ve arkeologu Andre Parrot (1901-1980) Fırat kenarındaki Mari'de giriştiği kazıda "okul" anlamına gelen "levhalar evi"nde tuğladan yapılmış okul sıraları ile hayvan, çiçek, taş, şehir adları ile dilbilgisi kurallarını içeren levhaları l 935de toprak altından çıkardı.

(Gılgamış Destanı) Sümerlilerin en önemli edebi başarısı… (s. 5-11)
Teoman Duralı, 1992

Mesopotamya, Yunancada "ara" demek olan "mesos" ile "ırmak" anlamına gelen "potamos" sözlerinden kurulu bölge adıdır. Öyleyse Türkçedeki tam karşılığı, "ırmaklar arasındaki ülke"dir. İki büyük ırmak arasında kalmış adayı andırdığından, Mesopotamyaya Arapçada "ada" anlamına gelen "el-Cezire" denmiştir.

Adlar Sözlüğü
ADAD: Fırtına, yağmur ve hava tanrısı.
ANTUM: Anu'nun karısı.
ANU: Sümerlilerin An'ı; "yukarıdaki büyük", tanrıların atası, gökkubenin tanrısı.
ANUNNAKİ: Genellikle Anu'nun soyundan gelen ölüm yargıçları; yeraltı evreninin tanrıları.
ARURU: Anu'nun tasavvurunu göz önünde tutarak Enkidu'yu kilden oluşturan yaratıcı tanrıça.
BELİT-ŞERİ: Yeraltı evrenindeki tanrıların yazıcısı.
DİLMUN: “Güneşin Doğduğu Yer” Basra Körfezinde bulunduğu sanılan Sümerlilerin cenneti.
DUMUZİ: Tammuz'un Sümercesi; "Ağılın efendisi ve çobanı" diye de tanınır; bitkilerin ve verimliliğin tanrısıdır.
Gılgamış, "Çoban Dumuzi"nin soyundandır.
EA: Sümerlilerde Enki adıyla anılırdı. Ea, tatlı sular ile bilgeliğin tanrısı.
ENDUKUGGA: Nindukugga'yla birlikte yeraltı evreninde yaşayan Sümer tanrıları; Enlil'in anne-babası.
ENKİDU: Gılgamış'ın, yoldaşı.
ENLİL: Yerin, yelin, evrensel havanın tanrısı.
ENNUGİ: Sulama tanrısı ve kanalların denetleyicisi.
ENUMA ELİŞ: İnsanın yaratılmasını anlatan Samî yaradılış destanı.
GILGAMIŞ: Tanrıça Ninsun ile Kullab'lı bir rahibin oğludur.
HUMBABA: Sedir bekçisi.
İGİGİ: Yüce gök tanrılarının ortak adı.
İNSAN-AKREP: Güneşin battığı dağın girişinde nöbetçidir.
İRKALLA: Yeraltı evreninin ecesi Ereşkigal'in bir başka adı.
İŞTAR: (Sümerlilerde İnanna diye geçer): Göğün Kraliçesi. Aş, bereket ve savaş tanrıçasıdır. Anu’nun kızıdır.
İŞULLANA: Anu'nun bahçıvanı.
Kİ: Yeryüzü.
MAŞU: Bu söz Akat dilinde "ikiz" anlamına gelir. Gece bastırınca güneşin indiği, tanla birlikte de yeniden doğduğu ikiz doruklu dağın adı.
NAMTAR: Kötü talih, kötü alınyazısı, uğursuzluk; yeraltı evreninin şeytanı.
NİNGAL: Ay tanrısının karısı; güneşin annesi.
NİNGİRSU: Sulama ile verimliliğin tanrısı Ninurta'nın eski adı.
NİNGİZZİDA: (yahut Gizzida): "Hayat Ağacının Efendisi" diye de tanınan bereket tanrısı.
NİNHURSAG: Sümerlilerin anatanrıçası.
NİNKİ: Enlil'in annesidir.
NİNSUN: Gılgamış'ın annesi.
NİNURTA: Savaş tanrısı. Aynı zamanda sulama ve su kuyularının da tanrısıdır.
SİN: Sümerlilerin en önde gelen gök tanrısı. Babası Enlil, annesi de Ninlil'dir.
ŞAMAŞ: Güneş
ŞULLAT: Fırtına ile kötü havanın habercisi.
ŞULPAY: Şölenler ile eğlentileri yöneten tanrı.
TAMMUZ: (Temmuz) Sümerlilerin Dumuzi'si; bitkilerin ölen tanrısı.
URŞANABİ: Cenneti güneşin bahçesinden ayıran ölümcül suları her gün geçen Utnapiştim'in kayıkçısıdır. Gılgamış'ı yolcu olarak yanına almakla bu geçiş hakkını yitirir.
URUK: Bugün adı Yarka olan yerde kurulmuş bulunan kent.
UTNAPİŞTİM: Sümer şiirlerinde bilge hükümdar ve Şurrupak'ın rahibi olarak geçer. Ea'nın hoşgörüsüne sığınarak Tufandan kurtulur. Daha sonra, tanrılar ona sonsuz hayatı bağışlar. Güneşin doğduğu Dilmun'da yaşar.

Gılgamış Destanı
KRAL GILGAMIŞ URUK'TA
Gılgamış'ın yapıp ettiklerini yeryüzünün her yanına duyuracağım.
O, her şeyi bilen kişiydi.
Bize tufandan önceki günleri hikâye eden oydu.
Uzun bir yolculuğa çıktı.

Tanrılar, Gılgamış'a kusursuz bir vücut ihsan ettiler.
…üçte ikisini tanrı, üçte birini insan kıldılar.

O, Uruk'un çevresine (…)Eanna tapınağını kurdu. (s. 15)

ENKİDU'NUN ORTAYA ÇIKIŞI
Gılgamış (…)Uruk'a gelinceye dek, silahlarına karşı koyabilecek kimseye rastlamadı.
Takındığı kibirli tavrın sonu sınırı kalmadı artık.

Tanrılar, Uruk ahalisinin bu yakınmasını işittiler.

Ey Aruru.
Şimdi de öyle birini yarat ki, ona denk düşsün. Onun yansısı, öbür yarısı olsun…
Varsın birbirleriyle çekişip dursunlar. Yeter ki, Uruk'a huzur versinler.

Böylelikle, Tanrıça, zihninde, gökyüzü olan Anu'nun maddesinden bir şekil oluşturdu. Elini suya daldırıp bir tutam çamur çıkardı. Çamuru da çöle düşürdü. Soylu Enkidu böylece yaratıldı.
Enkidu (…)Av hayvanı sürülerinin toplandığı su başlarından hoşlanırdı (…) bir tuzakçı, Enkidu'yla su başında yüz yüze geldi. (s. 17-18)

Babası ağzını açıp avcıya şöyle dedi: (…)Gılgamış'ı bul. Ona, bu yabani adamın gücünü mübalağa ederek anlat. Sana aşk tapınağından bir yosma vermesini iste.
…kadının dişiliği, buradaki bu yanabî adamı pes ettirir.
…ondan sonra da yabani hayvanlar, onu reddedecekler.

Böylece tuzakçı, yosmayı da yanına alıp döndü. (s. 19)

Yosma, yabani adamı koynuna almaktan utanmadı.
Altı gün, yedi gece birlikte yattılar.
Aşka doyduktan sonra, yeniden yabani hayvanların yolunu tuttu. Ceylanlar, onu görür görmez fırlayıp kaçıverdiler.

Enkidu güçsüz düşmüştü. Çünkü kafasında bilgeliği, gönlünde de insana mahsus duyguları taşıyordu. İşte bu nedenle, gitti, kadının ayakları dibine oturdu. Onun söylediklerini dikkatle dinledi.

“Gel, benimle! Gel seni, yıkılmaz duvarlı Uruk kentine, aşkın ve göğün, Anu'nun ve İştar'ın kutsanmış tapınağına götüreyim.” (s. 20)

Gılgamış (…) senden güçlüdür.
Sen daha yabani ortamından çıkmadan, gelişinin haberini Gılgamış, düşlerinde alacaktır.

Gılgamış (…) annesine düşünü anlatmak üzere, yatağından kalktı.
Genç yiğitler çevremi almışlar, ben de gökyüzünü dolduran yıldızların altında gecenin içerisine doğru yol alıyordum. İşte o sırada, Anu'nun maddesinden olmuş bir göktaşı, gökten aşağıya kaydı. Yerden kaldırmağı denedim, ama pek ağır çıktı.
Halk, itişip kakışırken, soylular, onun ayaklarını öpmek için üşüştüler. Beni de bir kadının aşkı gibi kendine çekti. (s. 21)

Kadın, Enkidu'ya (…) Niçin yabani hayvanlarla yabanlaşıp yine dağların yolunu tutmak için yanıp tutuşuyorsun? Kalk yerden. Orası bir çobanın yatağıdır.

Enkidu'yu, çocuk gibi elinden tutarak çobanların çadırına götürdü. (s. 22)

(Enkidu) insanlar gibi giyinince, güveye benzedi.
Rakipsiz güçlü erkek Enkidu, onların koruyucusuydu artık.

Gılgamış (…) Uruk'ta garip birtakım şeyler yapıyor (…) gelinle önce kendisinin kalmasını istiyor.

Enkidu'nun beti benzi attı: Gılgamış'ı hiç çekinmeden vuruşmaya çağıracağım.

“Gılgamış dengini buldu,” diye sevinenler çoktu.

Gelin, güveyi bekliyordu.
Enkidu, onu kapıda karşıladı. Ayağını uzatarak, Gılgamışın, eve girmesini önledi. Onun üzerine boğalar gibi birbirlerine girip göğüs göğüse dövüştüler.

Gılgamış, ayağını yere sıkı sıkı bastırıp dizini büktü. Ansızın yaptığı dönüşle Enkidu'yu alaşağı etti. İşte bu durumdayken öfkesi birdenbire geçti.

O zaman, Enkidu ile Gılgamış, birbirlerine sarıldılar. Böylece arkadaşlıkları onanmış oldu. (s. 24)

ORMAN YOLCULUĞU
Gılgamış, düş gördü, Enkidu da düşü yorumladı: Tanrıların atası, sana krallık verdi. Alınyazın budur. Buna karşılık, ölümsüzlük, alınyazın değildir. (s. 25)

(Gılgamış) Ünlü kişilerin adlarının yazılı bulunduğu yerde adımı anıtlaştıracağım.

…ormana gidip kötülüğü ortadan kaldıracağız. Çünkü ormanda, 'İrilik' adı altında tanınan canavar ruhlu bir dev, Humbaba yaşıyor. (s. 26)

Ninsun, sözünün yerine getirilmesini sağlayacak muskayı Enkidu'nun boynuna asıp "oğlumu sana emanet ediyorum; onu bana sapasağlam geri getir" dedi. (s. 30)

Günde elli fersah yürüdüler.

İki kişi bir arada gitti mi, her biri hem kendini hem de yoldaşını savunur. Ölürlerse, o zaman da arkalarında kalıcı pir ad bırakırlar. (s. 32)

İlkin tavuğu boğazladık mı, ondan sonra civcivler nereye sığınabilir?

Arkadaşının sözünü dinleyen Gılgamış, baltayı eline aldı; kılıcını çekip Humbaba'nın boynuna çaldı.
Üçüncü vuruşta Humbaba yere yıkıldı.
Gılgamış ile Enkidu, sedirlere saldırdılar. Bunun sonucunda, Humbaba'nın yedi büyülü silahı işlemez oldu.

Enlil, Humbaba'nın kesik başını görünce onlara öfkelenip köpürdü: "Bunu neden yaptınız? Bundan böyle ateş, yüzünüzü kaplasın; yediğiniz ekmeği yesin; içtiğiniz yerden içsin," dedi. (s. 38)

ENKİDU'NUN ÖLÜMÜ
İŞTAR İLE GILGAMIŞ
Gılgamış (…) kral elbisesiyle kuşandı.
…tanrıça İştar (…) Bana gel, Gılgamış, erkeğim ol…

(Gılgamış) Tut ki, sevişen bir çift olduk; bu durumda ben de, senin bir vakitler sevdiklerinin akıbetine uğramayacak mıyım?
İştar, bunları işitince öfkeye kapılıp yüce göğe yükseldi. Babası Anu ile annesi Antum'un önünde gözyaşı döktü.
Babacığım, Gılgamış'ı yok etmek için bana Gökyüzü Boğasını ver.

Anu da İştar'a şöyle dedi: "İsteğini yerine getirirsem, Uruk'ta buğdayı tohumsuz kabuk haline sokan yedi yıllık bir kuraklık baş gösterecek. (s. 41)

Boğa, ırmağa yöneldi. Onun ilk homurtusuyla toprağın üzerinde yarıklar açıldı, yüz kişi de düşüp öldü.
Enkidu tökezlediyse de anında yeniden toparlanıp yana sıçradı; ardından, boğanın üzerine atlayarak onu boynuzlarından kavradı.
Gılgamış'a (…) “boğanın leşini yere ser,” dedi.
Gökyüzü Boğasını cansız- yere serdikten sonra, yüreğini çıkarıp Şamaş'a sundular. (s. 42)

Gün ağarırken Enkidu doğrulup Gılgamış'a seslendi: "Ey kardeşim, dün gece öyle bir düş gördüm ki, sorma.
Anu, Enlil'e 'Gökyüzü Boğasının canını aldıkları ve Sedir Dağının bekçiliğini yapan Humbaba'yı öldürdükleri için ikisinden biri ölecektir,' dedi.
Ölümün eşiğine oturmaktan başka yolum kalmadı. (s. 43)

Enkidu tek başına hasta yatar…

…hastalık yüzünden, yerinden kıpırdayamadı.

On gün yattı. Acılarıysa, durmadan artıyordu.

Yüreğini yokladı. Atmıyordu. Gözlerini de açmadı bir daha.
Enkidu için yedi gün, yedi gece ağlayıp sızladı. (s. 50)

ÖLÜMSÜZLÜGÜ ARAYIŞ
Gılgamış arkadaşı için acı acı ağladı.
Nasıl durup dinlenebilirim, gönlüm nasıl rahat edebilir?

Tufanın ardından, tanrıların, kendisini aralarına aldıkları Utnapiştim'i bulmak amacıyla yollara düştü. (s. 51)

…doğan ile batan güneşin koruyucusu yüce dağlara, Maşu'ya ulaştı.
Giriş kapılarında yarı insan, yarı ejder Akrepler nöbet tutuyordu.
İnsan-Akrep, eşine seslendi: “İşte, bize doğru gelen tanrıların tenidir.”

Ölümlü hiçbir insan dağa girmemiştir. Dağın uzunluğu on iki fersah karanlıktır, ışık diye bir şeye rastlanmaz; yürek bunalır. (s. 52-53)

…git Gılgamış. Maşu dağını geçmene, sarp yamaçlarını aşmana izin veriyorum. (s. 53)

On ikinci fersahın sonunda da güneşin ışıkları sel gibi aktı.

Değerli taşlarla dolu çalıların ortasındaydı. Tanrıların bahçesi de oradaydı.

Gılgamış'ı gören Şamaş (…)şunları söyledi: “Aradığın hayatı hiçbir zaman bulamayacaksın.”

Denizin hemen kıyısında üzümlerin yetiştiricisi, şarabın imalatçısı Siduri yaşıyordu.

(Siduri) Gılgamış, Okyanus geçit vermez.
Ama koruluğa doğru yollanırsan, orada Utnapiştim'in kayıkçısı Urşanabi'ye rastlayacaksın.
Belki de onunla birlikte geçebilirsin azgın suları. (s. 56)

Urşanabi, Gılgamış’ı dağın doğusundaki Dilmun'da kurulmuş güneşin geçtiği sarayda yaşayan ve Uzaktaki adıyla tanınan Utnapiştim'in yanına ulaştırdı. Tanrılar, insanlar arasında sadece ona ölümsüzlüğü armağan etmişlerdi. (s. 58)

Aradığım hayatı nasıl bulacağım?
Utnapiştim şöyle dedi: Süreklilik yoktur.

Sana bir sır vereceğim, tanrıların bilinmeyen bir yanını anlatacağım.

TUFAN HİKÂYESİ
Fırat'ın kıyısına kurulmuş Şurrupak kentini biliyor musun? İşte o kent zamanla eskidi.
…insanlar durmadan arttı, yeryüzü, dolup taştı.
İnsanoğlunun çıkardığı bu kargaşa çekilmez hale geldi.

Bunun üzerine, tanrılar, insanoğlunu yok etmek konusunda anlaştılar.
…bu kararı Enlil uyguladı. Buna karşılık Ea, önceden verdiği sözü tutarak, beni bir düş aracılığıyla bu karardan haberdar etti. (s. 61)

…evini yık, kendine tekne yap.

Yapıp bitirdikten sonra, gemiye bütün canlı yaratıkların tohumunu al!

…zaman gelip çatmıştı; bütün yaratıkları ve nesneleri tekneye yükledim.

Gemiye binip her tarafı sımsıkı kapattım. (s. 63)

Altı gün, altı gece boyunca yeller esti…

Yedinci gün ağardığında güneyden esen· fırtına dinmeğe yüz tuttu…

Denizin yüzeyi, bir damın üstü gibi, dümdüz uzayıp gidiyordu.

…ötede bir dağ görünüverdi. Gemi, o dağa oturdu.

Yedinci gün, tan yeri ağarırken bir güvercin salıverdim; uçup gitti. Ama konacak yer bulamayınca geri döndü. (s. 64)

O zaman Enlil, gemiye yöneldi. Karımı da beni de elimizden tutarak gemiye soktu. İkimize de önünde diz çöktürdü. Alnımıza dokunup şu sözleri söyleyerek kutsadı bizi: 'Geçmiş günlerde, Utnapiştim bir ölümlü kişiydi. Bundan böyle kendisi ile karısı uzaklarda ırmakların ağzında yaşayacaklar.' İşte böylece tanrıları beni alıp burada; ırmakların ağzında ve uzakta yaşamak üzere yerleştirdi. (s. 66)

DÖNÜŞ
Sana gelince Gılgamış, aradığın hayatı bulabilmen amacıyla senin için tanrıları kim toplantıya çağıracak? Bunu diliyorsan, dileğini sına: Altı gün, yedi gece boyunca uykuya direnmen gerek." Ne var ki, olduğu yerde otururken, yapağıdan taranmış yumuşacık yünü andıran uyku Gılgamış'ın üzerine çöktü.

Utnapiştim, Gılgamış'ı dürterek uyandırdı. (s. 67)

Gılgamış ile Urşanabi suya indirdikleri tekneye binip açılmağa hazırlandılar.

Utnapiştim söz aldı: Gılgamış, buraya yorgun argın vardın; bitkin düştün. Yurduna ulaşmanı sağlayacak ne vereyim sana? Gılgamış, gizli bir şeyi, · tanrıların bir gizlisini açıklayacağım. Suyun altında biten bir bitki vardır. Bu bitkinin dikeni; gül dikenini andıran iğnesi var. Bu iğne ellerini yaralayacak. Ama onu koparmayı başarırsan, ellerin, yitirmiş olduğun gençliğini sana geri veren şeyi tutmuş olacak.

Bunu işiten Gılgamış, savakları açtı; akıp gelen tatlı su akıntısına kendisini kaptırıp en derin sulara ulaştı; ayaklarına ağır taşlar bağlayıp dibe indi. Orada suyun derinlerinde biten bitkiyi gördü. Bitkinin dikenleri, ellerine battı. Fakat,
Gılgamış, bitkiyi koparmağı başardı; ayaklarına bağlı duran taşların iplerini kesti; sular da onu kıyıya attı.

Gılgamış, suyu buz gibi olan bir kuyu gördü. İnip suya girdi ve yıkandı. Su birikintisinin derininde yatmakta olan bir yılan ise, çiçeğin yaydığı tatlı kokuyu aldı. Sudan çıkıp bitkiyi kaptı. Kapar kapmaz da derisini değiştirdi ve kuyuya daldı. Bunun üzerine, Gılgamış, oturup ağladı.

Geri dönünce de bir taşın üzerine hikâyesinin tümünü kazıdı. (s. 69-70)

GILGAMIŞ'IN ÖLÜMÜ
Sana hükümdarlık verildi; alınyazın işte buydu; yoksa ölümsüzlük kaderin değildi. Bu yüzden ruhunu keder kaplamasın…

Hükümdar uzandı kalkmamak üzere bir daha…

Bütün övgüler sanadır, Kullab'ın efendisi, ey Gılgamış! (s. 73)
---

Çantay Kitabevi


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder