7 Mart 2017 Salı

Martin Heidegger - Sanat Eserinin Kökeni (02.2017)

Martin Heidegger - Sanat Eserinin Kökeni


Köken kelimesi burada, bir şeyin nereden, ne sayesinde, ne ve nasıl olduğu anlamında kullanılmaktadır.
Bir şeyin kökeni, onun varlığının kaynağıdır.
Bilinen görüşlere göre, eser sanatçının faaliyetinden ve bu faaliyeti sayesinde doğar.
Sanatçı nereden ve nasıl oluşur? Elbette eser sayesinde ortaya çıkar.
Eser ve sanatçı, üçüncü bir unsur sayesinde hem kendi içlerinde ve hem de karşılıklı ilişki içerisinde bulunurlar. Üçüncü unsur (…) sanattır. (s. 9)

Sanatın ne olduğu, eserin kendisinden hareketle açıklanmalıdır. Eserin ne olduğunu da sanatın özünden çıkarabiliriz.
Sanatın özü, var olan eserlerin özelliklerini bir araya getirerek değil, yüksek kavramlardan çıkarımlarla elde edilebilir. (s. 10)

Sözgelimi bir çiftçinin ayakkabılarını gösteren van Gogh’un resmi, bir sergiden öbür sergiye taşınıp durur, tıpkı Ruhr bölgesinden gönderilen kömür veya Kara Orman bölgesinden gönderilen ağaç kütükler gibi.

Bütün eserlerin nesnesel bir yönü vardır.
Ama sanat eserindeki doğal nesnesellik nedir?

Sanat eseri, yapılmış bir nesnedir, fakat bu salt nesneden hariç başka şeyler de söyler…
Eser, bizi diğeri ile karşılaştırır, başkayı ifşa eder. Bu bir “alegoridir.” Yapılmış bir nesne bizi eserde başka olanla bir araya getirir. Bir araya getirme Yunanca “ανμβάλλειν” demektir. Eser simgedir. (s. 11)

NESNE VE ESER
Kendinde nesneler, gözüken nesneler, var olan bütün var-olanlar felsefe dilinde bir şeydir.

Bizim için genellikle çekiç, ayakkabı, balta, saat nesnedir. Onlar salt nesne değildir. Yalnızca taş, toprak, odun böyle bir nesnedir. Doğadaki ve kullandığımız cansız şeyler. Doğal ve kullanımlık nesnelere bu tür nesneler deriz.

Kullanımlık nesnelerin dışındaki diğer salt nesneler gerçek nesneler sayılırlar. Bu nesnelerin nesneselliği nereden kaynaklanır? Nesnelerin nesneselliği bunların yardımıyla belirlenmelidir. (s. 16)

Herkesin bildiğini sandığı gibi nesne niteliklerin çevresinde toplandığı şeydir. O zaman da nesnenin çekirdeğinden bahsedilir. Yunanlılar buna herhalde “τό ΰποχίμενον” demiştirler.
Nesnenin bu çekirdek yönü temel alınmış ve bunu ön planda tutmuşlar. Özellikler “τά συμβεβηχότα” anlamında yani hazır bulunanın tamamlanması ve var olması anlamındadır.

Bu belirlemeler aracılığıyla nesnenin nesneliğinin asıl yorumu kurulmuştur ve var-olanın varlığının Batıya ait yorumu sağlanmıştır.
O, Yunanca kelimenin Roma-Latin düşüncesine alınmasıyla başlar. “ύποχίμενον” “subiectum” (tabi olma) oldu, “ύπόστασις” ise “substantio”(öz) ve “συμβεβηχός” “accidens” (nitelik) oldu.
Batı düşüncesinin temelsizliği bu aktarımla başlamıştır. (s. 17)

Nesnenin nesneselliğine öteden beri güç kullanıldığına, bu zorbalıkta ise sanki düşüncenin rol oynadığına, bu yüzden de düşüncenin daha düşünülür olmasına uğraşmak yerine düşünceden vazgeçildiğine ilişkin duyguya ara sıra kapılırız.

Bizimle nesne arasında nesneye ilişkin düşünce ve bildirimler konusunda ortaya çıkacak olanlar yok edilmelidir. Ancak bu şekilde nesnelerle aracısız karşılaşırız. (s. 19)

…işitmek için önce nesneden uzaklaşmamız, kulağımızı uzaklaştırmamız, başka bir ifadeyle soyut olarak dinlememiz gerekir.

Bahsedilen nesne kavramında nesneye bir yoğunlaşma değil, mümkün olabildiğince dolaysız olarak, nesneyi kendimize yakınlaştırma denemesi yatar. Nesnesellik olarak duyularımızda algıladıklarımızı ona taşıdığımız sürece, nesne böyle bir konuma asla ulaşmayacaktır.

Nesneye öz veya dayanıklılık veren (…) nesnedeki malzemesel olandır.
Nesne biçimlenmiş malzemedir. (s. 20)

Biçim ve malzeme kavramıyla, özne nesne ilişkisi bir araya getirilirse, tasarım hiçbir şeyin karşı koyamayacağı kavram mekaniğine sahip olacaktır. (s. 21)

Düşüncenin bu çabası, nesnenin nesneselliğini belirlemede büyük bir karşı koyuşla karşılaşır.

Nesne yorumunda malzeme biçim temelinde yaşananların özel bir öneme sahip olması rastlantı mı? Bu nesne belirlenimi aracın araçsal varlığının bir yorumundan doğar. Kendi üretimimiz sayesinde varlığa dönüştüğü için bu var-olan yani araç, insanın zihnine daha yakındır. (s. 25-26)

Aracın araçsal varlığı kendi hizmetselliğinde yatar.

Bir çift ayakkabıyı göz önüne getirerek veya resimde salt duran, boş, kullanılmamış ayakkabılara bakarak, aracın araçsal varlığının ne olduğunu asla öğrenemeyiz.

Yunanlılar var-olanın mahremiyetine “άληϋια” derler. Biz buna hakikat deriz ve bu kelimede yeterince kafa yormayız.

Var-olanın hakikati sanat eserinde kendini esere koyar. “Koyma” durdurmak anlamındadır.

Şimdiye kadar sanat güzel ve güzellikle uğraştı, hakikatle değil. Bu tür eser yaratan sanatlara, el zanaatlarına dayanan sanatın aksine güzel sanatlar deriz. Güzel sanatlarda güzel olan sanat değildir, bilakis sanat güzeli yaratır. Hakikat mantığa, güzellik ise estetiğe aittir. (s. 29-30)

Mevcut olanın aktarımı var-olanla bir uyumu arzular, buna uymayı ister. Ortaçağ “adaequatio” (benzeri) derdi, Aristoteles ise “όμοίωσις” derdi. Var-olanla uyuşma öteden beri hakikatin özü olarak geçerlidir.

…Mimari eserde tapınak idesinin anlatıldığını kim iddia edebilir? (...)

ESER VE HAKİKAT
Sanat eserinin kökeni sanattır.

Eserin kendini koyduğu yere, bu kendini koyuşta ortaya çıkmasına biz yeryüzü deriz.

Eser yeryüzünü yeryüzü kılar.

Dünya ve yeryüzü, varlık açısından birbirinde farklı ama asla birbirlerinden ayrılmazlar. Dünya kendini yeryüzüne kurar, yeryüzü de dünyada yükselir.

Hakikatin varlığına ilişkin bilgimizin ne kadar az ve yetersiz olduğu bu kelimenin kullanımına ilişkin özensizliğimiz gösterir.

Hakikat, hakiki olanın varlığıdır. Bununla Yunanca “αληύεια” kelimesini kast ederiz ve var-olanın açıklığı anlaşılır.

Bilgi kendi kendini yönlendirecek şekilde açık olmamalı, bilakis “bir şeye yönlenmenin” hareket ettiği bütün alana açık olmalıdır.

Var-olan varlıkta durur. Tanrısal olan ile olmayan arasında asılı duran örtük yazgı varlık sayesindedir.

HAKİKAT VE SANAT
Sanat eseri ve sanatçının kökeni sanattır.

Hakikatin gerçekleşmesi eserde işbaşındadır.
Eserin eser yönü, onun sanatçı aracılığıyla yaratılmak varlığında yatar.

Eserin yaratılmışlık varlığı, yalnızca yaratma sürecinden kavranabilir. (s. 55)

Dilin tuhaf bir oyunu olsa da, el emeği eser yaratmaz…
Sanattan anlayan Yunanlılar, sanat ve el sanatı için aynı “τέυη” kelimesini kullandıkları ve zanaatçı ve sanatkârı aynı isimle “τεχυίτης” adlandırdıklarına sık sık gönderim yapılır.
“τέυη” kelimesi bilginin bir tarzını adlandırır.
Yunan düşüncesine göre bilginin varlığı “άλήϋεια” yani var-olanın açığa çıkarılmasına dayanır.
“τέυη” asla yapabilme faaliyeti değildir.

Eserin yaratılmış olma varlığı şudur: Hakikatin biçim içerisinde belirlenmiş varlığıdır. (s. 61)

Hakikat hiçlikten mi doğar? Evet, ancak hiçbir şey ile var-olanın salt olmayışı kast edilir…

Dil, var-olan var-olanın kendisini insan için açtığı gerçekleşim olduğu için, şiir dar anlamda edebiyat, asıl olarak ise edebiyatın kökenidir. Dil, şiirin ilk hali olduğu edebiyat değildir, bilakis, dil edebiyatın asli varlığını sakladığı için, şiir dilde gerçekleşir…

Sanatın varlığı edebiyattır. Edebiyatın varlığı ise hakikati kurmaktır.
Kurma yalnızca korumada gerçektir.

Sanat hakikatin işe koyulmasıdır.
Sanat tarihseldir ve tarihsel olarak eserdeki hakikatin yaratıcı korunumudur.

Sanat, hakikati ortaya çıkarır. Sanat kurucu koruma olarak, eserde var-olan hakikati çıkarır. Bir şeyi doğdurmak demek varlık kökeninden varlığa doğru kurucu atılma anlamındadır yani köken anlamındadır.

Sanat eserinin kökeni yani yaratanların ve koru yanların kökenleri yani bir halkın tarihsel orada oluşunun kökeni sanattır.

“Ağır ağır terk eder
Köke yakın oturan, mekânı”
(Hölderlin)

SONSÖZ
İnsanın sanatı yaşama tarzı, onun varlığı hakkında aydınlatmadır. Yaşantı sadece sanat zevki için değildir, bilakis sanatı yaratmak için de önemli bir kaynaktır. Her şey yaşantıdır.

Hakikat var-olan olarak var-olanın bir açıklığıdır. Hakikat oluşun hakikatidir, güzellik bu hakikatin yanında bulunmaz. Hakikat kendini korsa, o zaman gözükür. Gözükmek -hakikatin eserdeki olması ve eser olarak- güzelliktir. Güzel, böylece hakikatin gerçekleşmesine ait olur.

EKLER

Giriş
Hans-Ceorg Gadamer
Varlık nedir?
Heidegger, o zamana kadar ki metafizikte olduğu gibi, sonsuz ve her zaman varolansal olan varlıktan hareketle yalnızca sonlu olanı anlamak yerine, insanın orada-oluşunun varlığını bizzat kendi içinde ontolojik olarak belirlemek yolunu seçti.
Sonlu insanın orada oluşunun ontolojik belirlenimine, Heidegger, var-oluş (Existenz, Existenzialen) belirlenimi der.

“Holzwege”
Burada dünya ve yeryüzünden bahsedilir.
Orada-oluş taslağının ilişki bütünlüğü olarak dünya, insanın orada-oluş endişesinin bütün taslaklarını temel alan bir ufuk oluşturur.
…dünya kavramı yeryüzü kavramında zıt bir kavrama sahip oldu. İnsanın kendisini yorumlamasının gerçekleştiği bütün olarak dünya kavramı, insanın orada oluşu anlayışından açık bir görünüme yükselmesine rağmen, yeryüzü kavramı, en azından edebiyat dünyasında yurt bulma hakkına sahip olabilecek mistik ve gnostik bir ilk-ses gibi çınlar.

Bulunmuşluk ve duygunun hermeneutik sınır kavramından hareketle yeryüzü gibi bir kavrama ulaşılamaz. Bu kavramın hakkı nedir? O yolunu nasıl bulur? Heidegger’in sanat eserinin kökenine ilişkin getirdiği en önemli yenilik, yeryüzü kavramının sanat eserinin gerekli bir oluş belirlenimi olmasıdır.

Heidegger’in makalesindeki konunun çıkış noktası sanat eserinin nesneden ayrımı sorusudur.
O, gelenekte geliştirilmiş üç nesne anlayışını birbirlerinden ayırır: Bunlardan birincisi özelliklerin taşıyıcısıdır, İkincisi duygu zenginliğinin birliğidir, üçüncüsü biçimlenmiş malzemedir.
Özellikle biçim ve malzemeye dayanan üçüncü anlayış aydınlatıcı bir yöne sahip. Bu bizim amaçlarımıza hizmet etmesi gereken, bir nesnenin hazır hale getirildiği üretim modeline uyar. Heidegger bu tür nesnelere araç der.
O, aracın araçsallığını görmek için çiftçi ayakkabılarını anlatan van Gogh’un bir resminden hareket eder.
Çiftçi yaşamının bütün dünyası bu ayakkabılardadır. Hakikati var-olanın üzerine getiren sanat eseri budur.
Sanat eseri kendine ait bir dünya açar.
Eğer bir sanat eseri ticaretin konusu olursa o zaman bir nesnedir. Çünkü eser dünyasız ve yurtsuzdur.

Kendisini açmanın aksine kendi içinde gizleme ve kapanma ile nitelendiği sürece, yeryüzü dünyaya karşıt bir kavramdır.

Bir eserde ortaya çıkan onun kapalı oluşu ve kendisini kapamasıdır. Heidegger buna yeryüzü oluş diyor.

Sanat eserinin kapalılığı ve bütünlüğü, varlık kendini mevcut olanın açıklığına koyarak, kendini geride tutması şeklindeki Heidegger felsefesinin beynelminel tezi için bir özellik ve teminattır. Eserin kendi içinde duruşu varlığın kendi içinde duruşunu garantiler.

Heidegger'e Göre Sanat ve Sanat Eserinin Kökeni
Fatih Tepebaşılı
…sanat eseri üretilmiş bir nesnedir, fakat o nesneden başka bir şeydir. Eser bizi başka olan ile karşı karşıya getirir, o “allegori”yi açığa çıkarır.

Sanat eseri herhangi bir şeyin simgesi ve gönderimi olmayıp, yalnızca kendi kendisidir, kurduğu dünyadır.

Sanat eserinin önemli yönü, onun bir dünya kurması ve yeryüzü üretmesidir.
Eser demek dünya kurmak demektir.

Heidegger’e göre dünya ile yeryüzünün karşı karşıyalığı bir çatışmadır. Sanat eseri dünya ile yeryüzü arasındaki çatışmadan doğar. Yeryüzü gizleyen, dünya açığa çıkarandır.

---

Der Ursprung des Kunstwerkes
Türkçeleştiren: Fatih Tepebaşlı
De Ki Yayınevi
İkinci Baskı, Şubat 2010, Ankara


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder