Dinin Örgütlü Yapıları ve Dinsel Liderlik
Kategorileri
Bugün dünyada 3000 din, 6000 mezhep ve 12000
tarikat olduğu ileri sürülmektedir.
Dinler, tarihi açıdan iki kısımda ele alınmaktadır.
Bunlar; tek tanrı inancına ve peygamber vasıtasıyla vahye dayanan semavi dinler
ile bunun dışında kalan ve insanlar tarafından ortaya çıkartılan beşeri
dinlerdir.
Din kavramına İslami terminoloji açısından
bakıldığında da hak dinler ve batıl dinler şeklinde bir tasnif yapılmaktadır.
Hak dinlerle Allah tarafından peygamberler aracılığıyla gönderilen dinler
kastedilirken batıl dinlerle de insanların kendi arzu ve hevesleri doğrultusunda
inşa ettikleri dinler kastedilmektedir.
Arapça’da din kelimesi sözlük anlamıyla “yol,
hüküm ve mükâfat” anlamlarında kullanılmaktadır. Batı’da “din” kavramı yerine
kullanılan “religion” kelimesi de şaşırtıcı bir
benzerlikle aynı vurgu ve içeriğe sahiptir (kitap birkaç sayfa önce başka
şeyler söylüyordu; religion, bağlanma/korkma anlamında kullanılan bir sözcüktü).
Rudolf Otto’ya göre din kutsalın
tecrübesidir. Modern yaşama formları içinde dinî
olan (kutsal) ve olmayan (profan) şeklindeki bir ayrımdan söz edilebilir. Kutsal,
bu çerçevede aşkın (müteal, transandantal) olanı ifade ederken; din dışı da
kutsaldan artakalan ancak onu dışarıda bırakan hakim seküler dünyayı ifade
etmektedir.
Dinin sadece bireyin iç dünyasında başlayıp
orada biten öznel bir gerçeklik olarak tasavvur edilmesi onun toplumsal
boyutlarını ihmal etme riski taşımaktadır. Dinin hem birey hem de toplum katında
gerçekleştirdiği etkisi onu sosyal bilimsel incelemelerin de temel konuları
arasına katmaktadır.
Aydınlanma’nın kurucu değerlerinin bir
sonucu olarak pozitivizm geçtiğimiz iki yüzyılın tamamında etki yaratacak
organize bir din karşıtlığının kaynağı olmuştur.
Dinin sosyolojik gerçekliği onun görünürlüğüne
yansıyan dil, söylem, simge, sembol ve kurumlarla birlikte hayat bulur. Sosyoloji
dinin toplumsal yapı, kurum ve yansımalarına ağırlık verir. Dinsel yaşamın
kendine özgü yapı ve örüntüleri öncelikli olarak din sosyolojisinin konusudur.
CEMAAT,
ÜMMET, MİLLET
Sosyoloji literatüründe cemaat, üyelerinin ortaklaşa paylaştıkları bir şeye,
genellikle de ortak bir kimlik duygusuna dayanan ve özel olarak oluşturulmuş
toplumsal ilişkiler bütünüdür.
Ferdinand Tönnies sanayileşmeyle birlikte
cemaatlerin yerini cemiyetlerin aldığını tespit eder. Ona göre cemaat birincil
ve duygusal ilişkilerin dünyasına aitken cemiyet de parçalanmış, bireyselleşmiş
ilişkilerin dünyasını yansıtmaktadır. Cemaat modern öncesi dönemin
özelliklerine sahiptir: cemaatte ilişkiler yüz yüzedir.
İslam toplumlarında cemaat kavramı din
kardeşliği esasına dayalı birlik ve beraberliğe atıf yapar. Tam da bu nedenle
din tüccarları için çok kullanışlı bir olgudur. Bir cemaate mensubiyet, kişiye
ortak geçmiş ve gelecek düşüncesini bünyesinde barındıran güçlü bir aidiyet
duygusu kazandırır.
Arapçada topluluk anlamına gelen ümmet
kavramı, zaman içinde, Müslüman olan herkesi kapsayan geniş kapsamlı bir gurup
anlamı kazanmıştır. Kavramın doğrudan vurgu yaptığı esas anlam, bir şey
üzerinde ittifak etmiş topluluktur. Millet
kavramı da aynı kavramsal şebeke içinde ele alınıp değerlendirilebilir.
Millet kavramının her şeyden önce dinin toplumsal
bağlamlarını açıkladığı söylenebilir. Tarih
boyunca Müslümanlar “İbrahim’in milleti” üzere olmuşlardır. Görüldüğü gibi, millet
kavramıyla Müslümanlar başlığı altında bir alt kategori oluşturmuş oluyoruz.
Ulus devlet modelinin tercih edildiği
modern devlet paradigmasında İbrahim’in milleti kavramının sosyal temsil dünyasındaki
ağırlığı kaybolmuş, bunun yerine Türk milleti, Arap milleti, Fars milleti gibi
terkipler kullanılmaya başlanmıştır. Soy
vurgusunun çekicilik kazandığı modern ulusçu söylemlerde Müslüman toplumları
birleştiren ümmet ve millet kavramları ya terkedilmiş ya da kavramın tarihsel
ve kültürel ağırlığı zayıflatılmaya çalışılmıştır.
KİLİSE,
KATEDRAL, SİNAGOG
Kilise Hıristiyan geleneğinde hem kutsal
mekânı yani tapınağı, hem de yerel ya da evrensel Hristiyan toplumunu veya Hıristiyanlıktaki
çeşitli akımları, mezhep ve diğer dinî hareketleri ifade eden bir kavramdır.
Sözcük olarak kilise,
birini dışarıya çağırmak, toplantıya davet etmek, toplamak anlamındaki Grekçe ekkaleo
fiilinden türetilen ve topluluk yerine kullanılan ekklesia kelimesinden
gelmektedir.
Mekânsal olarak kiliseden görece daha büyük
bir mimari yapı özelliği taşıyan Katedral ise Hıristiyanlık’ta piskoposun
resmî tahtı olarak bilinen “katedra”nın bulunduğu
mekândır.
Sinagog ise Yahudi dinî inanış ve anlayışının temerküz ettiği
geleneksel dinî yapılardır. Sinagoglar
Yahudi cemaatlerini temsil eden kohenlerin, Kudüs tapınağındaki kurban
törenlerine katıldıkları iki haftalık dönem boyunca Kudüs dışındaki cemaat
temsilcilerinin bir arada ibadet etme geleneğinden kaynaklanmıştır.
MEZHEP,
TARİKAT, MEŞREP
Mezhepler yapılarına göre heterodoksi ve
ortodoksi şeklinde iki kategoride ele alınmaktadır. Ortodoksi
içerisinde ele alınan mezhepler dinsel geleneğin temel karakteristiklerini
temsil etmeyi sürdürürler.
Heterodoksi Ortodoks tarafından temsil edilen dinin temel
karakteristiklerini terk etmek ya da onu yeniden yorumlamak suretiyle yeni
bir gelenek oluşturmuş olan “ekstrem” akımlardır.
Sözlükte “gitmek” anlamındaki zehâb kökünden
hem masdar hem de “gidecek yer ve yol” manasında mekân ismi olan mezheb
kelimesi, İslami gelenekte terim olarak “dinin asli veya feri hükümlerinin dayandığı
delilleri bulmakta ve bunlardan hüküm çıkarıp yorumlamakta otorite sayılan
âlimlerin ortaya koyduğu görüşlerin tamamı veya belirledikleri sistem” şeklinde
tanımlamaktadır. Mezhepler dinin temelinde olan
kurumlar değil, İslam’ı yaşama konusunda Müslümanlara yardımcı olan, ona yeni
birtakım modeller sunan içtihatlara dayalı yollardır.
Mezhepler siyasi, itikadi ve pratik
farklılıklardan dolayı ortaya çıkmışlardır.
İslam toplumlarında siyasal sorunlarla ilgili
olarak ortaya çıkan ilk iki mezhep ya da fırka Şia ile Hariciyedir. Bunları
izleyen başlıca itikadi mezhepler Cebriye, Mutezile ve Murcie olmuştur. Bu akımlar
karşısında, İslam toplumunun Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat adıyla anılan büyük bir
çoğunluğunun inanç ve uygulamaları Sünni bilginlerce sistemleştirilmiş, bu kol
da Selefiyye, Eş’ariyye ve Maturidiye adıyla üç itikadi mezhep biçiminde gelişmiştir.
Ehl-i Sünnet içindeki başlıca fıkıh mezhepleri ise Hanefilik, Şafiilik,
Hanbelilik ve Malikiliktir. Sünni kesimde ortaya çıkan Evzailik ve Zahirilik
gibi fıkıh mezhepleri de kendilerine taraftar bulamadıkları için günümüze kadar
ulaşamamışlardır.
Tarikat: Arapçada yol anlamında kullanılan kavram, tasavvufta
Tanrı’nın doğrudan bilgisine götürdüğüne inanılan manevi bir yol olarak
görülmektedir. İslam geleneğinde mezhep
neyse tasavvuf geleneğinde de tarikatlar aynı anlamları içerir. Bir anlamda
tarikat tasavvuftaki yol ve yordam ayrışmasını yansıtmaktadır.
Tasavvuf edebiyatında üç ayrı dönemden söz
edilir: zühd, tasavvuf ve tarikat dönemleri. Tarikatlar ve tarikat yapılanmaları
Tekke ve Zaviyeler Kanunu çerçevesinde yürürlüğe giren Devrim Kanunları gereğince
yasaklanmıştır. Bununla birlikte Türkiye’de pek çok tarikat varlığını
fonksiyonel düzeyde sürdürmeye devam etmektedir.
Yaratılış, huy, karakter, mizaç anlamlarında
kullanılan meşrep kavramı da kişinin hangi dinî inanç, mezhep ya da tarikat
içinde olursa olsun değişmeyen özelliklerini vurgulamak için kullanılmaktadır.
Tasavvuf,
Kelam, Fıkıh
İslam’da mü’minin Tanrı’nın doğrudan
bilgisine ulaşmasını amaçlayan düşünce, inanç ve yaşam biçimi olarak tasavvuf,
dinler tarihindeki genel terimle İslam’ın mistik boyutunu belirtmektedir.
Tasavvuf sözcüğünün Arapça “sûf” (yün), “safvet” (temizlik, sadelik), “ehli
suffa” ya da “saffı evvel” terimlerinden türetilmiş olabileceği düşünülmektedir.
İlk kez Ebu haşim el -Kûfi (MS 765) için
kullanıldığından hareketle terimin miladi 8. yüzyıl sonlarından itibaren kullanılmaya
başlanmış olması muhtemeldir.
Kelam, İslam’da inanç esasları etrafında ortaya çıkan tartışmaları
disipline eden bir ilim dalıdır. İlm-i kelam olarak da bilinen bu alan, İslam’da
inanç esaslarını akıl yoluyla açıklamayı, temellendirmeyi ve savunmayı
amaçlamaktadır. Kelam âlimlerine mütekellim adı verilmektedir.
8. yüzyıl başlarında temel inanç konularını sistemli bir şekilde inceleyen ilk
kelam okulu Mutezile doğmuştur. Mutezile içinde yetşen Eş’ari’nin (873-986)
10. yüzyıl başlarında kurduğu ilk sünni kelam okulu Eş’arilik, kelam alanında
Mutezile’nin birkaç asır süren egemenliğine son vermiştir. Eş’ari’nin kendi öğretisini
Basra ve Bağdat’ta yaydığı sırada Orta Asya’da Ebu Mansur Maturidi de (ö.
944) Sünni Kelamının ikinci büyük okulu Maturidiliği kurmuştur.
Başlangıç dönemlerinde kelamın başlıca
konusu Tanrı’nın zatı, sıfatları ve fiilleridir. Eş’ari’yle başlayıp
Gazzali’nin hocası Cuveyni’yle sona eren Mütekaddimin döneminde felsefe ağırlık
kazanmış ve kelam biliminin konusu bütün varlığı kapsayacak şekilde genişletilmiştir.
Gazzali’yle başlayan Müteahhirin döneminde ise kelam felsefeyle bütünüyle iç içe
geçmiştir.
Fıkıh, gündelik dilde bir şeyi bilmek, iyi ve tam anlamak,
derinlemesine kavramak anlamlarına gelmektedir. İslam âlimleri, fıkıh aracılığıyla
Şeriat’ın bireysel ve toplumsal düzlemde uygulamaya dönük yasa ve hükümlerini
delilleriyle birlikte ortaya koyarak müslümanlara dinî konularda rehberlik
yapmaktadırlar.
Hz. Muhammed sonrası dönemde yasa koyma
(teşri) değil, ana kaynaklara uygun hükmü araştırma, ortaya koyma (tefri) söz
konusudur.
Hükme
ulaşma çabası içinde başvurulan ikincil kaynaklar:
İcma: İslam âlimlerinin bir konuda görüş
birliği içinde olması,
Kıyas: bir hükmü benzerliği nedeniyle başka
bir konuya uygulama,
İstihsan: nedenin etkisini gözönüne alarak
açık kıyası bırakıp gizli kıyasa başvurmak ya da bir delil nedeniyle bir konuyu
genel kuraldan ayrı tutmak,
Mesalih-i mürsele: ilgili bir nassın
bulunmadığı konularda kişi ve toplum yararlarını gözetmek,
Sedd-i zerayi: kötülüğe giden yolları
kapatmak,
İstishab: bir şeyin değiştiğini gösterir
bir kanıt getirilene değin onun geçmişteki durumunun sürdüğünü kabul etmek
İslam hukukunda Kur’an’da ve Sünnette kesin
hüküm bulunmayan konularda kıyas, istihsan ve istishab gibi yöntemlerle yorum yapmaya
ictihad, bu tür yorumları ortaya koyanlara da müçtehit denir.
Cami
/ Mescit
Cami daha çok Türkiye Müslümanlarının
kullandığı bir kavramdır. Genel olarak İslam dünyasında kullanılan ifade
mescittir. Osmanlı Devleti’nde Cuma namazı
kılınmayan ve içinde minber bulunmayan ibadet mekânlarına mescit adı verilmiştir.
Bir kent merkezindeki ana ibadet merkezine ulu
cami, sultanlar tarafından yaptırılanlara ise selatin camii denmektedir.
İlk cami Hz. Muhammed tarafından Medine’de
yapılmıştır.
Tekke,
Zaviye, Dergâh
İslam dünyasında kurulan ilk tekke Ebu Haşim
el-Kûfi’ye (ö. 767) atfedilmektedir ve Şam yakınlarında Remle’de kurulmuştur. Tekkeye
göre daha küçük yapı özelliği taşıyan zaviyeler ise daha çok küçük yerleşim
alanlarında ve yol üzerlerinde bulunmaktaydı.
Dergâhlar da tekke ve zaviyeler gibi
tasavvuf dünyasının mekânları arasında yer almaktadır.
Cemevi
Alevi inanç dünyası içinde cemevleri
merkezî bir yer tutar. Alevilerin bir araya
geldikleri ayini cemde dede, cemaatin belli başlı sorunlarını çözer ve cemaatin
katılımıyla gerçekleşen ayine önderlik eder.
İmam
Arapça emm (öne geçmek, sevk ve idare
etmek) kökünden gelen imam, terim olarak “cemaatle kılınan namaza önderlik eden
kimse” ve “devlet başkanı” anlamlarını taşımaktadır.
Şeyh,
Seyyid
Tasavvufta pir ve mürşitle aynı anlamında
kullanılan şeyh, tarikat yolunun en yüce mertebesi, Allah’a davet konusunda
peygamber vekilliğinin en üstün derecesi olarak kabul görmektedir. Seyyid ise Hz. Muhammed’in soyundan gelenleri ifade eden bir
kavramdır.
DİYANET
İŞLERİ BAŞKANLIĞININ SOSYOLOJİK KONUMU
İslam dininin inançları, ibadet ve ahlak
esasları ile ilgili işleri yürütmek, din konusunda toplumu aydınlatmak ve
ibadet yerlerini yönetmekle görevli olan kurum, anayasal meşruiyetle görevini
yerine getirmektedir. Şeriye ve Evkaf Vekâleti’nin kaldırılmasıyla birlikte 3
Mart 1924’te Diyanet İşleri Reisliği adıyla kurulmuştur.
---
Din ve Toplum
Editör: Prof. Dr. Yasin Aktay
Anadolu Üniversitesi Yayını, Yayın no: 2991
Kasım 2015, Eskişehir
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder