Feodalizmden Kapitalizme Dinin Ekonomik İşlevi
Feodalizmin doğuşuna yol açan nedenler arasında
iki husus, önemli bir rol oynar. Bunlardan birincisi Roma İmparatorluğu’nun yıkılmasıdır.
İkincisi ise bu yıkılışa da gerekçe gösterilen, literatüre “kavimler göçü” diye
de geçen Doğu’daki çeşitli barbar Cermen kabilelerinin Batı’ya göç etmesinin ve
Batı’yı istila etmesinin yarattığı karmaşadır.
Feodalizmi nitelendiren hususların, kentli
bölgeler dışında, daha çok tarımsal alanlarda kendisini göstermesi, onu en
dikkat çekici hususlarından birisidir.
Batı Roma’da Latifundiumlar
(daha çok zeytin ve üzüm yetiştirilen köle emeğine dayalı çok büyük araziler)
yönetici sınıfın elindeydi. İmparatorluk dağıldıktan sonra bu kıymetli araziler
imtiyazlı sınıfın elinde kaldı. Merkezi otoritenin olmadığı dönemlerde kilise
de geniş araziler edindi. Zaman içinde manoryanizm
denilen bir sistem ortaya çıktı: Manoryanizmde araziler üç ayrı kategoriye
ayrılır. Demesne denen araziler imtiyazlı sınıfa
aitti. Bu arazileri köylüler/köleler işliyor ancak gelirin tamamı imtiyazlı
sınıfa kalıyordu. Diğer bir arazi türünü yine köylüler işliyor ancak imtiyazlı
sınıfa belirli bir vergi ödüyorlardı. Bunların dışında bir de serbest araziler
vardı.
Feodal
Toplumun Özellikleri
“Feodal” kelimesi, öncelikle, hukuki risalelerde
eski dönemin yönetim tarzını ifade etmek üzere ilk kez Fransızcada kullanılmıştır.
19. yüzyıla kadar “feodal” kelimesinin kullanılması, Roma hukukuyla, daha
çok da bu hukukun Roma İmparatorluğu yıkıldıktan sonra geçirdiği dönüşümlerle
alakalı tartışmalarla sınırlıdır.
19. yüzyılın ortalarından itibaren “feodalizm”
kavramı bir tarih yazımı sorunu olarak ortaya çıkmıştır. Feodalizm kavramı
altında üç ayrı unsur öne çıkar: Bunlardan ilki, toprağa dayalı bir örgütlenmenin
hiyerarşisini belirleyen kurallar, haklar ve yükümlülüklerle alakalıdır.
İkinci unsur, idarenin ademimerkezileşmesinin
neticesinde ortaya çıkan toplumsal ve ekonomik niteliklere ağırlık
verilmesidir.
Üçüncü unsur ise Orta Çağlarda ortaya çıktığı
ifade edilen bu adem-i merkeziyetçiliği kendi içinde bütünleşmiş bir yapı
olarak inşa eden anlayıştır. Soylular, derebeyleri ve köylüler arasındaki
hiyerarşik, siyasal ilişkidir burada inceleme konusu olan. Öncelikle politik
bir örgütlenmedir bu; bu politik örgütlenmenin tepesinde asalet bağlarıyla
birbirlerine bağlı bir derebeyi zümresi vardır. Hiyerarşinin ikinci ayağı ise
“vassal” adı verilen başka bir zümre bulunur. Vassalların işlevi, en altta kalan köylülerin toprağı
işlemesini sağlamak, gerektiğinde ise mülklerinin korunması için asiller zümresine
gerekli olan askeri toplamaktır. Şövalyeler ve kilise zümresi feodal yapıyı
oluşturan diğer unsurlardır.
Feodalizm konusundaki temel başvuru kaynağı
Marc Bloch’un Feodal Toplum adlı
eseridir.
Feodalizmin
Özgüllüğü
Feodalizm yoğun olarak Batı Avrupa’da
görüldü. Akdeniz kıyıları ve Doğu Avrupa farklı bir yapılanmaya sahipti. Batılı
tarih yazıcılarının kalabalık bölümü feodal yapıyı Avrupa’ya özgü bir
örgütlenme olarak değil, evrensel bir süreç olarak görmeye çalışır. Modern
dönemden önce başka toplumlardaki siyasal örgütlenmeleri zorlama bir yolla
feodalizmin türevleri olarak okumaya çalışır (bu çaba kapitalizmin
yayılmacılığına hizmet eder).
Feodal
Yapılarda Din ve Kilise’nin Rolü
Avrupa, merkezi bir otoriteden yoksunken
Hıristiyanlık yeni yeni yayılmaya başlıyordu. Kiliseler etrafında
örgütlendiler. Pavlusçu, Ariusçu ve Donatiler olmak üzere üç ayrı kola ayrıldı
bu kilise misyonları. Batı Roma’da kurumsallaşan kiliseler Katolik Kilisesi
olarak şekillendi. Konuyu dağıtmadan şunun altını çizelim: kiliseler arasında
Hıristiyanlığın yorumuna dayalı ayrılıkların yaşanması, feodal yapılanmaya
katkı sağlamıştır. Yorum farklılıklarının bir nedeni de kavimler göçü döneminde
kuzeyden ve doğudan gelen pagan kavimlerdi. Hepsinin kendine has bir kültü
vardı. Yeni geldikleri topraklarda farklı bir inanç ve kültürle karşılaştılar.
Zaman içinde birbirlerine eklemlendiler. Bulanan suyun durulması uzun zaman
aldı. Bu uzun süre, feodal yapıların görüldüğü dönemdir.
Kırsal
Kesimlerin Hristiyanlaştırılması
Feodalizm toprak ve üzerindekileri
örgütleme çabalarından oluştu. Roma Kilisesi eliyle yaygınlaşmaya başlayan
Hristiyanlık bu örgütlenmeyi kolaylaştırdı. Kiliseler
ve manastırlar, toprağa dayalı bir üretimin gerçekleştiği feodal Avrupa’da hem
sistemin bir parçası oldular, bozulan otoriteyi yeniden tesis etmek için gayret
gösterdiler hem de ortak bir ahlak anlayışından yoksun kırsal kesime Hristiyanlık
ve Latinlikle sentezlenmiş, kimi zaman da yerel pagan adetlerle kaynaşmış ortak
bir ahlak anlayışı yerleştirmeye çalıştılar.
MODERNLİK
VE DİN
İngiltere’nin tarıma dayalı ve kendine
yeten üretimden sıyrılıp sanayi devrimine koşması, Fransa’nın krallık rejimini
yıkıp cumhuriyete geçmesi, Almanya’nın düşünce alanında ortaya koyduğu “üretim”
modern döneme geçişin önemli aşamalarıdır. Avrupa’da üç ayrı dilde yaşanan
gelişmeler; ekonomik, siyasal ve düşünsel… Modernliğin belirgin iki özelliği
seküler ve kapitalist olmasıdır.
Seküler
ve Modern
Modern kelimesi ilk olarak beşinci yüzyılda
Hıristiyanlığı benimsemiş olan Roma imparatorluğunun pagan olan geçmiş dönemle
arasını ayırmak için kullanılmıştır. Hristiyanlaşmış
Roma’ya modernus denildi.
Reform hareketleri kilisenin maddi
hırslarına karşı biriken tepkiden beslenmiştir bu bakımdan seküler bir yönü
vardır. Kilisenin varlıklarına yerel yönetimlerin ve devletin el koyması bu
varlıkların daha sonra üretime entegre edilmesi korelasyonu üzerinden
kapitalizm için bir koşul öneriyor kitap fakat bu önerme, sıçanın duvarla olan
münasebetini akla getiriyor.
Kilisenin (yaptıklarının bedeli olarak)
uğradığı itibar kaybı dolayısıyla insanların manevi ufkunda da belli bir kayıp
yaşanmıştır. Bunun da etkisiyle yüzlerce yıl itiraza uğramaksızın vaaz
edilenler artık sorgulanır hale geldi. Farklı ve yeni şeyler konuşulmaya
başlandı. Yerleşik dogmaları yutmaktan vazgeçti insanlar. Bu önemli, yeni bir
dönem işte böyle oluşmaya başladı.
Akıl
ve Akılcılık
İnsan, bilginin ölçüsü olarak kendini
merkeze alabilir; bunu Protagoras’da görürüz. Bütün ortaçağ boyunca ölçü manevi
otoriteydi (kilise ne diyorsa o). Yeniçağın eşiğinde insan yeniden kendini
merkeze koymaya teşebbüs etti. Şeyleri kendi aklı çerçevesinde tanımlamaya
başladı. Akılcılık sözüyle işaret edilen budur.
Deneysel bilgiye kıymet verilmesi neticesinde
bilimsel ilerleme mümkün oldu. Batı’yı diğer medeniyetlerden ayıran
faktörlerin başında gelen unsurlar akılcılık ve bunun üzerinde yükselen
bilimdir.
Weber yeniçağda orta çıkan (yeniçağı ortaya
çıkaran) bu topluma rasyonel toplum nitelemesi
yapar. Akılcılaşmayla birlikte üretilen toplumsal değerlerin insanda varolan
duygu, arzu vb. rasyonel olmayan taleplerini baskı altına alır buna da “demir kafes” adını verir.
PROTESTAN
AHLAKI VE DİNİN EKONOMİK İŞLEVLERİ
Protestanlık siyasal ve toplumsal birliğin
hem entelektüel ve hem de pratik uygulamalarına yol açan bir gelişmeyle paralel
olarak gelişir.
Batı’da gelişen kapitalist girişim sanayileşmeyle
birlikte artık toprağa bağlı olmaktan kurtulmuş, insan emeğini belli bir
disiplin içinde örgütlemiş ve böylece ekonomik faaliyet insanın hayatını
biçimlendirme niteliğini kazanmıştır. Weber’in “kapitalist
ruh” derken kastettiği budur.
Weber’e göre, Protestan ahlakı, “öte
dünya”ya dair mükafat ya da ceza yerine “bu
dünya”lı bir mükafat ya da ceza
beklentilerine yol açmıştır. Bu ahval üzere Weber kapitalist sistemin
Protestanlıktan beslendiği tezini dillendirir. Yani ahlakî bir arka planı
vardır.
Kalvinizmin
Beş İlkesi
Protestanlığın en önemli kollarından olan
Kalvinizim, beş temel inanç üzerine bina olur. Bunlar:
1. Dünyayı yaratan ancak işlerinin insanın
akıl erdiremeyeceği mutlak bir Tanrı vardır.
2. Her bireyin kurtuluşu ve helakı Tanrı
tarafından önceden belirlenmiştir. Kişinin çabaları bu kaderi değiştirmeye
yetmez.
3. Tanrı dünyayı kendi şanı için yaratmıştır.
4. İster kurtuluşa ersin isterse de helaka
uğramış olsun, kişinin dünyadaki ödevi, Tanrı’nın şanını yüceltecek işler
yapmaktır.
5. İnsan için kurtuluş ancak Tanrı’nın
merhametiyle mümkündür.
Kalvinistlere göre insanın alacağı mükâfat
bu dünyadaki çalışmalarının karşılığı olacaktır. Weber buna “ödev” ahlakı adını
verir.
Püriten
Ahlak, İslam ve Diğer Dinler
Weber, kapitalizme zemin hazırlayan püriten
ahlakın İslam da dahil başka dinlerde ve kültürlerde neden dolayı gelişmediğini
araştırır.
Weber’e göre, İslam, dünyayı bir çile yeri
olarak görmekten ziyade dünyanın nimetlerinden olabildiğince istifade etmeyi meşru
gören bir din olarak değerlendirir.
Weber’in İslam konusundaki yaklaşımı, Doğu’da
bir “yokluklar” dizisine yaslanır: Doğu toplumları ve özelde de İslam toprakları,
sivil toplumun yokluğu; sermaye birikiminin yokluğu; ticari burjuvazinin gelişmesini
sağlayacak kentlerin yokluğu; toplumun hukuki zeminini oluşturacak ve hakları
standartlaştıracak akılcı bir hukukun yokluğu…
Durkheim dinin toplumun biraradalığı için
yüklendiği işlevlere atıf yapar. Bu çerçevedeki önermeleri soyuttur. Hülasası
din, toplumu oluşturur.
Marx’a göre toplumda hayatiyet bulan kültür,
din, hukuk ve benzeri zihniyetler ve teşekküller, toplumda üretim ilişkilerini belirleyen
maddi bir altyapının tezahürleri olarak ortaya çıkar. Dolayısıyla Marx, toplumu,
bu üretim ilişkilerinin mahiyetinin belirlediği kanısındadır. Doğu
toplumlarının ekonomik örgütlenmelerini Asya Tipi Üretim Tarzı terkibiyle
kategorize eder. ATÜT, daha feodal dönemden itibaren Batı ile Doğu’yu
birbirinden ayırır ve tıpkı Weber’deki gibi toprak üzerindeki güçlü patrimonyal
hâkimiyet (Doğu toplumlarında toprak devlete aittir, miras yoluyla sonraki
kuşaklara devredilmez, dolayısıyla sermaye birikimi olmaz) nedeniyle Doğu
toplumlarında kapitalist üretim biçimine geçilemediğini veya geç geçildiğini
varsayar.
Werner Sombart, kapitalizm ile Protestanlık
arasındaki Weberci açıklamanın aksine, kapitalizmin, şövalye ahlakının toplumda
yol açtığı yozlaşma ve lükse düşkünlük nedeniyle geliştiğini; bu düşkünlüğü karşılayabilmek
için üretimin teşvik edildiğini ileri sürer. Weber’in
Protestanlıkta bulduğu ekonomik akılcılığın Yahudilerde zaten baştan beri var
olduğunu belirterek Protestanlık ile Yahudilik arasında bir ilişki kurar.
---
Din ve Toplum
Editör: Prof. Dr. Yasin Aktay
Anadolu Üniversitesi Yayını, Yayın no: 2991
Kasım 2015, Eskişehir
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder