7 Mart 2017 Salı

Din ve Toplum: Feodalizmden Kapitalizme Dinin Ekonomik İşlevi

Feodalizmden Kapitalizme Dinin Ekonomik İşlevi
Feodalizmin doğuşuna yol açan nedenler arasında iki husus, önemli bir rol oynar. Bunlardan birincisi Roma İmparatorluğu’nun yıkılmasıdır. İkincisi ise bu yıkılışa da gerekçe gösterilen, literatüre “kavimler göçü” diye de geçen Doğu’daki çeşitli barbar Cermen kabilelerinin Batı’ya göç etmesinin ve Batı’yı istila etmesinin yarattığı karmaşadır.
Feodalizmi nitelendiren hususların, kentli bölgeler dışında, daha çok tarımsal alanlarda kendisini göstermesi, onu en dikkat çekici hususlarından birisidir.
Batı Roma’da Latifundiumlar (daha çok zeytin ve üzüm yetiştirilen köle emeğine dayalı çok büyük araziler) yönetici sınıfın elindeydi. İmparatorluk dağıldıktan sonra bu kıymetli araziler imtiyazlı sınıfın elinde kaldı. Merkezi otoritenin olmadığı dönemlerde kilise de geniş araziler edindi. Zaman içinde manoryanizm denilen bir sistem ortaya çıktı: Manoryanizmde araziler üç ayrı kategoriye ayrılır. Demesne denen araziler imtiyazlı sınıfa aitti. Bu arazileri köylüler/köleler işliyor ancak gelirin tamamı imtiyazlı sınıfa kalıyordu. Diğer bir arazi türünü yine köylüler işliyor ancak imtiyazlı sınıfa belirli bir vergi ödüyorlardı. Bunların dışında bir de serbest araziler vardı.

Feodal Toplumun Özellikleri
“Feodal” kelimesi, öncelikle, hukuki risalelerde eski dönemin yönetim tarzını ifade etmek üzere ilk kez Fransızcada kullanılmıştır. 19. yüzyıla kadar “feodal” kelimesinin kullanılması, Roma hukukuyla, daha çok da bu hukukun Roma İmparatorluğu yıkıldıktan sonra geçirdiği dönüşümlerle alakalı tartışmalarla sınırlıdır.
19. yüzyılın ortalarından itibaren “feodalizm” kavramı bir tarih yazımı sorunu olarak ortaya çıkmıştır. Feodalizm kavramı altında üç ayrı unsur öne çıkar: Bunlardan ilki, toprağa dayalı bir örgütlenmenin hiyerarşisini belirleyen kurallar, haklar ve yükümlülüklerle alakalıdır.
İkinci unsur, idarenin ademimerkezileşmesinin neticesinde ortaya çıkan toplumsal ve ekonomik niteliklere ağırlık verilmesidir.
Üçüncü unsur ise Orta Çağlarda ortaya çıktığı ifade edilen bu adem-i merkeziyetçiliği kendi içinde bütünleşmiş bir yapı olarak inşa eden anlayıştır. Soylular, derebeyleri ve köylüler arasındaki hiyerarşik, siyasal ilişkidir burada inceleme konusu olan. Öncelikle politik bir örgütlenmedir bu; bu politik örgütlenmenin tepesinde asalet bağlarıyla birbirlerine bağlı bir derebeyi zümresi vardır. Hiyerarşinin ikinci ayağı ise “vassal” adı verilen başka bir zümre bulunur. Vassalların işlevi, en altta kalan köylülerin toprağı işlemesini sağlamak, gerektiğinde ise mülklerinin korunması için asiller zümresine gerekli olan askeri toplamaktır. Şövalyeler ve kilise zümresi feodal yapıyı oluşturan diğer unsurlardır.

Feodalizm konusundaki temel başvuru kaynağı Marc Bloch’un Feodal Toplum adlı eseridir.

Feodalizmin Özgüllüğü
Feodalizm yoğun olarak Batı Avrupa’da görüldü. Akdeniz kıyıları ve Doğu Avrupa farklı bir yapılanmaya sahipti. Batılı tarih yazıcılarının kalabalık bölümü feodal yapıyı Avrupa’ya özgü bir örgütlenme olarak değil, evrensel bir süreç olarak görmeye çalışır. Modern dönemden önce başka toplumlardaki siyasal örgütlenmeleri zorlama bir yolla feodalizmin türevleri olarak okumaya çalışır (bu çaba kapitalizmin yayılmacılığına hizmet eder).

Feodal Yapılarda Din ve Kilise’nin Rolü
Avrupa, merkezi bir otoriteden yoksunken Hıristiyanlık yeni yeni yayılmaya başlıyordu. Kiliseler etrafında örgütlendiler. Pavlusçu, Ariusçu ve Donatiler olmak üzere üç ayrı kola ayrıldı bu kilise misyonları. Batı Roma’da kurumsallaşan kiliseler Katolik Kilisesi olarak şekillendi. Konuyu dağıtmadan şunun altını çizelim: kiliseler arasında Hıristiyanlığın yorumuna dayalı ayrılıkların yaşanması, feodal yapılanmaya katkı sağlamıştır. Yorum farklılıklarının bir nedeni de kavimler göçü döneminde kuzeyden ve doğudan gelen pagan kavimlerdi. Hepsinin kendine has bir kültü vardı. Yeni geldikleri topraklarda farklı bir inanç ve kültürle karşılaştılar. Zaman içinde birbirlerine eklemlendiler. Bulanan suyun durulması uzun zaman aldı. Bu uzun süre, feodal yapıların görüldüğü dönemdir.

Kırsal Kesimlerin Hristiyanlaştırılması
Feodalizm toprak ve üzerindekileri örgütleme çabalarından oluştu. Roma Kilisesi eliyle yaygınlaşmaya başlayan Hristiyanlık bu örgütlenmeyi kolaylaştırdı. Kiliseler ve manastırlar, toprağa dayalı bir üretimin gerçekleştiği feodal Avrupa’da hem sistemin bir parçası oldular, bozulan otoriteyi yeniden tesis etmek için gayret gösterdiler hem de ortak bir ahlak anlayışından yoksun kırsal kesime Hristiyanlık ve Latinlikle sentezlenmiş, kimi zaman da yerel pagan adetlerle kaynaşmış ortak bir ahlak anlayışı yerleştirmeye çalıştılar.

MODERNLİK VE DİN
İngiltere’nin tarıma dayalı ve kendine yeten üretimden sıyrılıp sanayi devrimine koşması, Fransa’nın krallık rejimini yıkıp cumhuriyete geçmesi, Almanya’nın düşünce alanında ortaya koyduğu “üretim” modern döneme geçişin önemli aşamalarıdır. Avrupa’da üç ayrı dilde yaşanan gelişmeler; ekonomik, siyasal ve düşünsel… Modernliğin belirgin iki özelliği seküler ve kapitalist olmasıdır.

Seküler ve Modern
Modern kelimesi ilk olarak beşinci yüzyılda Hıristiyanlığı benimsemiş olan Roma imparatorluğunun pagan olan geçmiş dönemle arasını ayırmak için kullanılmıştır. Hristiyanlaşmış Roma’ya modernus denildi.

Reform hareketleri kilisenin maddi hırslarına karşı biriken tepkiden beslenmiştir bu bakımdan seküler bir yönü vardır. Kilisenin varlıklarına yerel yönetimlerin ve devletin el koyması bu varlıkların daha sonra üretime entegre edilmesi korelasyonu üzerinden kapitalizm için bir koşul öneriyor kitap fakat bu önerme, sıçanın duvarla olan münasebetini akla getiriyor.
Kilisenin (yaptıklarının bedeli olarak) uğradığı itibar kaybı dolayısıyla insanların manevi ufkunda da belli bir kayıp yaşanmıştır. Bunun da etkisiyle yüzlerce yıl itiraza uğramaksızın vaaz edilenler artık sorgulanır hale geldi. Farklı ve yeni şeyler konuşulmaya başlandı. Yerleşik dogmaları yutmaktan vazgeçti insanlar. Bu önemli, yeni bir dönem işte böyle oluşmaya başladı.

Akıl ve Akılcılık
İnsan, bilginin ölçüsü olarak kendini merkeze alabilir; bunu Protagoras’da görürüz. Bütün ortaçağ boyunca ölçü manevi otoriteydi (kilise ne diyorsa o). Yeniçağın eşiğinde insan yeniden kendini merkeze koymaya teşebbüs etti. Şeyleri kendi aklı çerçevesinde tanımlamaya başladı. Akılcılık sözüyle işaret edilen budur.
Deneysel bilgiye kıymet verilmesi neticesinde bilimsel ilerleme mümkün oldu. Batı’yı diğer medeniyetlerden ayıran faktörlerin başında gelen unsurlar akılcılık ve bunun üzerinde yükselen bilimdir.
Weber yeniçağda orta çıkan (yeniçağı ortaya çıkaran) bu topluma rasyonel toplum nitelemesi yapar. Akılcılaşmayla birlikte üretilen toplumsal değerlerin insanda varolan duygu, arzu vb. rasyonel olmayan taleplerini baskı altına alır buna da “demir kafes” adını verir.

PROTESTAN AHLAKI VE DİNİN EKONOMİK İŞLEVLERİ
Protestanlık siyasal ve toplumsal birliğin hem entelektüel ve hem de pratik uygulamalarına yol açan bir gelişmeyle paralel olarak gelişir.
Batı’da gelişen kapitalist girişim sanayileşmeyle birlikte artık toprağa bağlı olmaktan kurtulmuş, insan emeğini belli bir disiplin içinde örgütlemiş ve böylece ekonomik faaliyet insanın hayatını biçimlendirme niteliğini kazanmıştır. Weber’in “kapitalist ruh” derken kastettiği budur.
Weber’e göre, Protestan ahlakı, “öte dünya”ya dair mükafat ya da ceza yerine “bu
dünya”lı bir mükafat ya da ceza beklentilerine yol açmıştır. Bu ahval üzere Weber kapitalist sistemin Protestanlıktan beslendiği tezini dillendirir. Yani ahlakî bir arka planı vardır.

Kalvinizmin Beş İlkesi
Protestanlığın en önemli kollarından olan Kalvinizim, beş temel inanç üzerine bina olur. Bunlar:
1. Dünyayı yaratan ancak işlerinin insanın akıl erdiremeyeceği mutlak bir Tanrı vardır.
2. Her bireyin kurtuluşu ve helakı Tanrı tarafından önceden belirlenmiştir. Kişinin çabaları bu kaderi değiştirmeye yetmez.
3. Tanrı dünyayı kendi şanı için yaratmıştır.
4. İster kurtuluşa ersin isterse de helaka uğramış olsun, kişinin dünyadaki ödevi, Tanrı’nın şanını yüceltecek işler yapmaktır.
5. İnsan için kurtuluş ancak Tanrı’nın merhametiyle mümkündür.

Kalvinistlere göre insanın alacağı mükâfat bu dünyadaki çalışmalarının karşılığı olacaktır. Weber buna “ödev” ahlakı adını verir.

Püriten Ahlak, İslam ve Diğer Dinler
Weber, kapitalizme zemin hazırlayan püriten ahlakın İslam da dahil başka dinlerde ve kültürlerde neden dolayı gelişmediğini araştırır.
Weber’e göre, İslam, dünyayı bir çile yeri olarak görmekten ziyade dünyanın nimetlerinden olabildiğince istifade etmeyi meşru gören bir din olarak değerlendirir.
Weber’in İslam konusundaki yaklaşımı, Doğu’da bir “yokluklar” dizisine yaslanır: Doğu toplumları ve özelde de İslam toprakları, sivil toplumun yokluğu; sermaye birikiminin yokluğu; ticari burjuvazinin gelişmesini sağlayacak kentlerin yokluğu; toplumun hukuki zeminini oluşturacak ve hakları standartlaştıracak akılcı bir hukukun yokluğu…

Durkheim dinin toplumun biraradalığı için yüklendiği işlevlere atıf yapar. Bu çerçevedeki önermeleri soyuttur. Hülasası din, toplumu oluşturur.
Marx’a göre toplumda hayatiyet bulan kültür, din, hukuk ve benzeri zihniyetler ve teşekküller, toplumda üretim ilişkilerini belirleyen maddi bir altyapının tezahürleri olarak ortaya çıkar. Dolayısıyla Marx, toplumu, bu üretim ilişkilerinin mahiyetinin belirlediği kanısındadır. Doğu toplumlarının ekonomik örgütlenmelerini Asya Tipi Üretim Tarzı terkibiyle kategorize eder. ATÜT, daha feodal dönemden itibaren Batı ile Doğu’yu birbirinden ayırır ve tıpkı Weber’deki gibi toprak üzerindeki güçlü patrimonyal hâkimiyet (Doğu toplumlarında toprak devlete aittir, miras yoluyla sonraki kuşaklara devredilmez, dolayısıyla sermaye birikimi olmaz) nedeniyle Doğu toplumlarında kapitalist üretim biçimine geçilemediğini veya geç geçildiğini varsayar.

Werner Sombart, kapitalizm ile Protestanlık arasındaki Weberci açıklamanın aksine, kapitalizmin, şövalye ahlakının toplumda yol açtığı yozlaşma ve lükse düşkünlük nedeniyle geliştiğini; bu düşkünlüğü karşılayabilmek için üretimin teşvik edildiğini ileri sürer. Weber’in Protestanlıkta bulduğu ekonomik akılcılığın Yahudilerde zaten baştan beri var olduğunu belirterek Protestanlık ile Yahudilik arasında bir ilişki kurar.
---
Din ve Toplum
Editör: Prof. Dr. Yasin Aktay
Anadolu Üniversitesi Yayını, Yayın no: 2991
Kasım 2015, Eskişehir

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder