Din ve Siyaset
DİNLERİN
SİYASİ YORUMU
Dinler genel olarak bir ahlak öğretisi
vazederler. Bu durum Yahudilik, Hristiyanlık ve İslam gibi üç din için de
geçerlidir. Ahlaki içerik zamanla iktidarı ele geçirmek üzere siyasal olarak
yorumlanır.
Hristiyanlıkta
Tanrı Devleti Anlayışı
İncil metinleri yönetime mutlak olarak
itaat edilmesini vaaz eder. Aziz Augustine İncil’de yer alan ve ilk kuşak
Hristiyanlar tarafından kabul edilen yönetime mutlak itaat düşüncesini tersine
çevirmiştir. Augustine, Tanrı Devleti adlı eserinde geliştirdiği kilise
otoritesi ile devlet otoritesi ayrılığını ifade eden iki kılıç tezini insandaki
ruh-beden ayrımına dayandırmıştır. Ruh iyiliklerin, bedense kötülüklerin alanıdır.
Beden, şeytani otoritenin, ruhsa ilahi otoritenin kaynağıdır. Buradan hareketle
Augustine, insanın aynı anda iki otoriteye bağlı olduğunu ileri sürmüştür. Bunlardan
biri seküler devlet otoritesi, diğeri ise Tanrı devleti otoritesidir. Kilise Augustine’a göre, Tanrı’nın yeryüzündeki yürüyüşüdür.
İnananlar, kilise üzerinden Tanrı’yla
irtibata geçerler. İnsanların kurtuluşu kilise otoritesine teslim olmaktan geçer.
Kiliseye itaat birey için olduğu kadar devlet
için de bağlayıcıdır. Seküler devletin meşruiyeti kiliseye itaat etmesinden ve
bağlı kalmasından geçer. Bu düşünce, Orta Çağ
boyunca kilise-devlet ilişkisini düzenleyen ana çerçeve olmuştur. Papa,
böylece tüm Hristiyanların ortak siyasi otoritesi haline gelmiştir.
İslam’da
Yönetim ve Hilafet Sistemi
Kur’an’da belli bir yönetim biçimi gösterilmemiştir.
Bunun yerine yönetime ilişkin prensiplere işaret edilmiştir. Bu prensipler ana
hatlarıyla adalet, istişare, liyakat, hakkaniyet gibi ilkelerdir. Yönetici kendilerinden biri olarak Kur’an’da zikredilen
prensiplere uymakla yükümlü iken yönetilenler de ona itaat etmekle
yükümlüdürler.
Hz. Muhammed’in Medine’ye göçünden sonra
Müslümanlar burada yaşayan diğer topluluklarla birlikte ortak bir yönetim oluşturma
yoluna gitmiş ve ortak bir sözleşme imzalamışlardır. Medine
Vesikası olarak bilinen bu sözleşme Medine’deki yönetimin anayasası
niteliğinde olup anayasacılık tarihinde önemli bir belge niteliğindedir.
Hz. Muhammed’in vefatından sonra
Müslümanlar arasında Dört Halife dönemi başlamıştır. Halifelerin seçiminde
kabileler arasındaki denge dikkate alınmış, halifelerin seçiminde inananların
rızası esas alınmıştır. Dört Halife döneminden sonra fiilî olarak
saltanat yönetimi baş göstermiştir. Emevi
İmparatorluğu’ndan başlamak üzeri sultanlar kendilerini Emirullah veya
Zilullah, yani Allah’ın gölgesi veya onun adına yöneten hükümdar şeklinde tanımlamışlardır.
Hükümdar öldükten sonra yöneticilik sultanın soyundan birine devredilmiş ve
seçim, rıza gibi değerler unutulmuştur.
ULUS
DEVLET DÜŞÜNCESİ VE DİN
Feodal sistem güç merkezini dağıttığı için
Orta Çağ Avrupa’sında irili ufaklı dört yüz kadar devlet bulunmuştur. Devletlerin otoritesi bir yandan dini aristokrasi, bir
yandan da feodal sistemin toprak aristokrasisi tarafından sınırlandırılmıştı. On
beş ve on altıncı yüzyıllarda filizlenen ulus devlet düşüncesi bu bakımdan her şeyden
önce güçlü bir siyasi otorite düşüncesi etrafında gelişmiştir.
Machiavelli, Prens adlı eserinde kiliseye karşı
bağımsız ve toplumuna mutlak anlamda hükmeden bir hükümdar düşüncesini geliştirmiştir.
Machiavelli’ye göre çok sayıda küçük devletçiklere bölünmüş olan İtalyan
topraklarında İtalyan halkının tek bir otorite etrafında birleşmesinin önündeki
en önemli engel Katolik Kilisesi’dir.
Rönesans, Reform ve aydınlanma hareketinin
yanı sıra, yeni gelişen ticaret burjuvazisi de güçlü merkezî bir yönetime
ihtiyaç hissetmiştir.
Protestanlık
ve Ulus Devlet
Ortaçağ boyunca papalar ile krallar
arasında iktidar kavgası artarak devam etti. Kilisenin sahip olduğu servet ve
şatafatlı hayatı halkın tepkisini çekiyordu. Almanya başta olmak üzere pek çok
ülkede kiliseye ödenen vergi tartışılır oldu.
Tepkilerin öncüsü olan gurup, dinde reformun gerekli olduğunda ısrar ediyordu.
Daha sonraları bunlara protestan adı verildi. Öncüleri de 1517’de protest
hareketi başlatan Martin Luther oldu. Luther’in tepkisi sadece ruhban
sınıfınaydı, yöneticilerine karşı olumsuz bir tavrı olmadı. Bir başka Protestan
lider olan Calvin de Luther gibi sadece kiliseyi hedef aldı.
Protestanların Katolik kilisesinin
otoritesine karşı kralın otoritesini savunması, Avrupa’da ulus devletlerin
güçlenmesine katkı yaptı. Aynı dönemde çeşitli Avrupa ulusları kendi kilisesini
kurmaya başladılar; İngilizler 1558’de Anglikan Kilisesi’ni ilan ederek Katolik
kilisesinden tamamen ayrıldılar.
İslam
Dünyasında Din ve Ulus Devlet
Avrupa’da ulusal bilinç uyanmaya başlarken
İslam âlemindeki güç merkezi Osmanlı Devleti’ydi. Hilafet Osmanlı hanedanında
olmasına rağmen, Devlet çok uluslu yapıya sahip olduğu için padişahlar bu
unvanı öne çıkarmamıştır. Osmanlı Devleti bünyesindeki milletler kendi din ve
kültürlerine uygun olarak yaşamaya devam etmişlerdir. Hıristiyan milletlerin
milliyetçilik akımının rüzgârıyla imparatorluktan ayrılmasından sonra İslam
birliği düşüncesi gelişme gösterdi. Osmanlı Devleti hilafet makamını kullanarak
İslam birliği kurmaya çalışırken imparatorluk içindeki İslam milletlerinin de
bağımsızlık istemelerine engel olamadı. Nihayetinde Osmanlı Devleti, ulus
devlet bilicinin farkına varamayarak tarihe karıştı.
DÜNYADA
DİN VE DEVLET İLİŞKİLERİ
Ayrılık İlkesine Dayalı Laik Modeller
Kilise ile devlet arasındaki ayrılık
modelinin tipik örneği Amerika’da görülmektedir. Amerika’da devletin dinler
arasında tümüyle tarafsız olduğunu ifade eden “pasif” bir laiklik anlayışı gelişmiştir.
Amerikan laiklik modeli devleti kiliseye
karşı bağımsız kılarken kiliseleri de devlete karşı bağımsız kılmıştır.
Amerika sisteminin belli başlı üç değeri
özgürlük, eşitlik ve çeşitliliktir.
Tarihte Hristiyanlığı topluca kabul eden
ilk millet Fransız kimliğinin ana unsuru olan Franklar olmuştur. Fransız Devrimi’nden önce Roma Katolik Kilisesi tarafından
atanan kardinaller Fransız kralının başbakanı statüsüne sahipti. Halk, Fransız
Devrimi’ne kadarki süreçte kilisenin baskısı altındaydı. Bu nedenle Fransa’daki
laiklik anlayışı katı ve keskindir.
Fransa’da din ile devlet arasındaki ilişki
1801 yılından başlayarak yüz yıl boyunca Fransa ile Roma Katolik Kilisesi arasında
imzalanan Konkordata göre işlemiştir.
Bu konkordat Ayrılık Yasası’nın devreye
girdiği 1905 yılına kadar yürürlükte kalmıştır. 1905 yılında çıkarılan Ayrılık
Yasası ile dinle devlet birbirinden ayrılmıştır. Yasa, başta Katolizm olmak üzere,
tüm dinleri, “din” olarak değil “kült” olarak kabul etmiştir. Ayrılık Yasası’na
göre devlet okullarında dinî eğitim verilmez. Ancak özel okullar istedikleri
müfredatı uygulamakta serbesttirler.
Karma
Modeller
İngiltere’de yazılı bir anayasa bulunmamasına
rağmen resmî bir din (established reiligion) vardır ve dinin tanıdığı kilise
resmî ve hukuki bir statüye sahiptir. 1558 yılında Roma Katolik Kilisesi’nden
koparak ulusal bir kilise haline gelen İngiliz Anglikan Kilisesi’nin başı kral
veya kraliçedir. Anglikan kilisesi üst düzey görev
atamaları bakımdan kraliçeye bağımlı olmakla birlikte ibadet ve doktrinde özerk
bir konuma sahiptir.
Yunanistan’da da benzer bir yapı vardır. Yunan
Anayasası’nda Ortodoks Hristiyan inancı devletin resmî dini olarak tanımlanmıştır.
Yunanistan’da Kilise kanunlarına aykırı bir yasa
doğal olarak Anayasaya aykırı olarak kabul edilir. Ortodoks Kilisesi
piskoposlardan oluşan Kutsal Kilise Meclisi tarafından yönetilmektedir.
Bir
Karma Model Olarak Türkiye’de Laik Sistem
Türkiye’deki karma model Osmanlı’daki din
devlet ilişkisine dayanmaktadır. Osmanlı’da din Şeyhülislamlık kurumu üzerinden
devletin altında örgütlenmişti. Cumhuriyet Dönemi’nde Şeyhülislamlık yerine
Diyanet İşleri Başkanlığı kurularak din işleri devlete bağımlı hale getirilmiştir.
Teokratik
ve Yarı Teokratik Modeller
Teokratik model ile yönetilen iki ülke örneğini
Vatikan ve İran oluşturmaktadır. Vatikan 1929 yılında gerçekleştirilen Lateran
Paktı ile birlikte bağımsız bir kent devleti haline gelmiştir. 44 hektarlık bir arazi üzerinde yer alan ve 930 vatandaşı
bulunan Vatikan Birleşmiş Milletlere üye, bağımsız bir devlet hüviyetindedir.
Vatikan devletinin başı Papa’dır. Tüm
Katolikler adına egemenlik Papa’ya aittir. Papa, Kardinaller tarafından seçilerek
görev başına gelir.
Vatikan vatandaşlığı Papalığın takdiriyle
elde edilen bir statüdür.
İran’da tarih boyunca devlet ile din farklı
otoriteler tarafından yönetilmiştir. Devlet mutlak monarşik yapıya sahip olan şahlık
tarafından yönetilirken din Hüseyniye Medresesi yapısı içinde ruhani otoriteye
sahip olan ulema tarafından yönetilmiştir.
Şah Muhammed Rıza Pehlevi ile babası tarafından
başlatılan İran toplumunu batılı değerler üzerinden modernleştirme çabası dinî
liderler tarafından tepkiyle karşılanmış, bu tepki zamanla iki otorite arasında
kanlı biçimde süren bir çatışmaya dönüşmüştür. Bu mücadelenin sonucunda 11 Şubat
1979’da İran’da İslam Devrimi meydana geldi.
İran İslam Cumhuriyeti’nin yönetim yapısı İran’daki
Devrim Anayasası’na dayanmaktadır. Anayasa’ya göre sistemin en tepe noktasında İran’ın
dinî lideri bulunmaktadır.
İran’da dinsel otoritenin altında seçimler
yoluyla gelen yöneticiler yer alırlar. Bunların başında da Devlet Başkanı
gelir. Devlet Başkanı dört yıllığına
halk tarafından seçilir.
İran’da çifte yargı sistemi bulunmaktadır.
Bir taraftan sulh ve ceza konularıyla ilgilenen mahkemeler vardır. Öte yandan
ulusal güvenlik konularına bakan devrim mahkemeleri bulunmaktadır. İki yargı
sisteminin de başları dinî lider tarafından atanır.
İslam dünyasında İran benzeri saf teokratik
bir yapıyla yönetilen bir ülke daha yoktur. Şeriat hukukunun uygulandığı Suudi
Arabistan, Yemen, Malezya ve Pakistan gibi ülkelerde yöneticilerin ruhani bir
kimliği yoktur. Bu bakımdan bu tür ülkeler yarı teokratik ülkeler olarak
nitelendirilebilir. Suudi Arabistan da İran
gibi Şeriat kurullarıyla yönetilmektedir. Ancak yönetimin başı mutlak otoriteye
sahip olan kraldır. Yönetimle ilgili tüm kararları verme yetkisi krala aittir.
Suudi Arabistan’da herhangi bir siyasi
parti veya seçim yoktur. Tüm yetkiler kralda toplanmıştır. Suudi Arabistan
kralları saltanat yoluyla Suudi ailesinden seçilirler. Kral, devleti büyük
ölçüde kendi ailesinden kişilerle birlikte yönetir.
Yarı teokratik modelle yönetilen ülkelerden
biri de İsrail’dir. Demokrasiyle yönetilen bir ülke olmasına rağmen ulusal
kimliğin inşasında, kamusal alandaki değerlerin belirlenmesinde ve çıkarılan yasalarda
dine dayanan bir sisteme sahiptir. İsrail’de
yazılı bir anayasa yoktur. Bütün kararlar İsrail Meclisi olan Knesset tarafından
alınır. Fakat Knesset hiçbir şekilde Yahudi Ortodoks inancına aykırı bir karar
alamaz.
KÜRESEL
DÜNYADA DİNİN SİYASAL BOYUTLARI
1920’lerden sonra İslam dünyasında
sömürgeciliğe karşı başlatılan mücadele sürecinde İslami kaynaklara dönüş
önemli bir siyasi proje haline geldi. Müslümanların yaşadığı topraklarda İsrail
devletinin kurulması radikal hareketlerin filizlenmesine neden oldu.
Radikal dinî gruplar dinin bir ibadet ve
ahlak biçimi olmasıyla yetinmezler; aynı zamanda dinin siyasi yorumunu geliştirerek
onu bir siyasal rejime dönüştürmek isterler.
Amerika’da faaliyet gösteren Evanjelik
gruplar Amerikan siyasetini kendi inançları doğrultusunda şekillendirmeye çalışmaktadırlar.
Yahudiler arasından çıkan Siyonist gruplar
Nil nehrinden Fırat nehrine kadar uzayan toprakların Yahudiler için vaat edilmiş
topraklar olduğunu ileri sürmekte ve bu geniş coğrafyaya hükmeden bir devlet
kurmak için mücadele etmektedirler.
Din
Temelli Şiddet ve Terörizm Sorunu
Tüm radikal guruplar mutlak ve tek bir
hakikate inanırlar. Kendi karşıtlarını şeytanlaştıran
bir dil ve inanç geliştirirler.
Sömürge karşıtı din temelli hareketlerin İslam
dünyasında değişik suretleri gelişmiştir. İslam âlemi, siyasi ve askeri gücünü
kaybettikten sonra (Osmanlı Devleti’ydi bu güç) emperyalistlerin av sahası
haline gelmiştir. Emperyalistler Yahudi ve Hıristiyan oldukları için onlara
karşı mücadelede İslam kendine yer bulmaktadır. İslam coğrafyasındaki
milliyetçilik akımlarının beslendiği ana damar yine emperyalistlerdir.
Libya ve Sudan’da gelişen Senusilik,
Fransızlara ve İtalyanlara karşı direniş göstermiştir.
Hasan El Benna’nın başlattığı İhvanı
Müslimin (Müslüman Kardeşler) İngilizlerin Mısır’ı işgaline tepki olarak
gelişti. Müslüman Kardeşler bugün hemen tüm İslam ülkelerinde taban bulmuş bir
harekettir.
Filistin’de İsrail’e karşı silahlı mücadele
yürüten Hamas, radikal guruplara bir başka örnektir.
Radikal guruplar iktidara yaklaştığı zaman
bulundukları ülkelerde, ne hikmetse, kanlı olaylar yaşanmaktadır. Müslüman
Kardeşler Mısır’da siyasal bir güç olarak fark edildiğinde, hareketin öncü
isimleri idam edildi (Seyyit Kutup bu isimlerdendir). Cezayir’de İslami Selamet
Cephesi 1991’deki genel seçimlerin ilk turunu kazandıktan sonra ülkede askeri
darbe oldu ve hemen ardından yüz bin kadar insanın ölümüyle sonuçlanan bir iç savaş
yaşandı.
---
Din ve Toplum
Editör: Prof. Dr. Yasin Aktay
Anadolu Üniversitesi Yayını, Yayın no: 2991
Kasım 2015, Eskişehir
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder