Dinin Toplum ve Diğer Kurumlarla İlişkisi
18. yüzyılda İngiliz aydınlanma düşünürü D.
Hume, dini “korku” ile tanımlıyordu. İnsanın değişik varlıklardan korkması onu,
bunların üstesinden gelebilecek bir varlık tasarımına götürmüş ve böylece Tanrı
inancı doğmuştur.
Feuerbach’a göre din, insanın kendi sınırlılığını
ideal bir varlıkla karşılama eğiliminden doğan bir projeksiyon sistemidir.
Durkheim’a göre din toplumun ürettiği kutsallıktan
doğmuştur. Dinin tasarıları, toplumların karakterini temsil eden birer sembolden,
Tanrı veya kutsal fikirleri de topluluğun kişileşmesinden başka bir şey değildir.
Marx dini toplumsal şartlardan biri olan
ekonomiye bağladı.
Batıda Latince “Religio” kökünden
religion (din), bağlanma, korkma anlamlarına gelirken Arapçada din, yargı, yol,
ödev, borç karşılıklarında kullanılmaktadır ki İslam’ın ana kaynağı olan Kur’an’da da bu manalarda
geçmektedir.
Din ve toplum arasında etkileşim vardır. Zerdüşt
dini bir ziraat toplumuna geldiğinden, ekip biçmenin, hayvanlara iyi muamelede
bulunmanın önemi üzerinde durmuştur ama aynı dinin Hind kolu, çalışmaksızın
Ganj kıyılarında pasif bir düşünme yolunu seçmiştir.
Weber’e göre de dinlerin başlangıçtaki
pratikleri bile, dayandıkları hâkim zümreye göre şekil kazanmıştır. Mesela
hiyerokrasinin hâkim olduğu yerlerde din, bireysel ruhi tatmine; siyasi makam
sahiplerinin egemen olduğu yerlerde şekil ve kuralcılığa bürünmüştür.
Dinler farklı ilkelere göre, ilkel-gelişmiş,
evrensel-ulusal, gibi farklı şekillerde sınıflandırılagelmiştir. Bu sınıflamaların
en önemlilerinden birisi dinleri beşerî ve ilahi dinler olarak ayıran sınıflamadır.
Beşerî dinler toplumların zamanla kendi şartları içinde oluşturdukları
dinlerdir. İlahi dinler ise toplumüstü vahiy gibi bir kaynağa dayalı dinlerdir.
DİNİN
DİĞER SOSYAL OLGU VE OLUŞUMLARLA İLİŞKİSİ
Sosyal aktörler: sosyal kişiler,
gruplar/örgütler ve kurumlar/kuruluşlardır. Kültürel olması bakımından din, şüphesiz
kurumsal olgularla daha bir yakından ilgili olmuştur.
Bireysel ve sosyal davranışlarımız belli aşamalardan
geçerek gerçekleşmektedir. Sıradüzeni soyuttan
somuta, değerler, normlar, kurumlar ve nihayet eylemler zincirinden oluşmaktadır.
Ahlak, eyleme yüklenen değerlerle
ilgilidir. Dini dayanak gösterilerek önerilen eylemlerin etki gücü de fazla
olur. Hiçbir kurum dinin meşruiyet sağlayıp içselleştirme işlevini yerine
getiremez.
Dinlere dayanan, İslam hukuku (Fıkıh), Hristiyan hukuku (Credo),
Yahudi hukuku (Talmut) gibi sırf dinî hukuklar
vardır. Ahlaki ve hukuksal, normların
önemli bir kısmı bizzat dinden doğmuş veya ondan ilham almıştır.
DİNİN
KURUMLARLA GENEL İLİŞKİSİ
Günlük dilde genellikle kurumsal bir işlevi
yerine getiren “kuruluş”lara kurum denmektedir. Sosyoloji
açısından ise kurum kültürün bir kısmıdır, insanların yaşam tarzlarının
örüntüleşmiş bir parçasıdır.
Kurumlar, gurup ve örgütlerle
karıştırılabilir. Gurup her şeyden önce bir insan birlikteliğine tekabül eder
ve dolayısıyla somut bir varlığa sahiptir. Örgüt ise bir gurubun belli bir
kategorisiyle ilgili rollerinin yönetmelik, tesis, teknik, vb. gibi maddi bir
dayanağa bağlı olarak düzenlenmesidir. Kurum ise süreklilik kazanmış ilişki
sistemleri, davranış örüntüleridir.
Kurumların
başlıca işlevleri
Kurumlar insan değirmenleri gibi çalışır.
Toplumun belli bir karaktere ulaşması kurumlar yoluyla mümkündür ve bireyler,
içine doğdukları toplumda belirli davranışları bu kurumlar aracılığıyla
öğrenirler.
Her toplumda asgari bir düzey/seviye
gözlenir. Bu seviyenin artı veya eksi yönündeki davranışlar yine toplumsal
kurumlar yoluyla engellenir. Bu engelleme olumlu olabileceği gibi olumsuz da
olabilmektedir. Zira toplumsal müşterek kendi devamlılığını gözetir.
Sosyoloji, kurumları temel kurumlar ve yardımcı
kurumlar olarak ikiye ayırır. Temel kurumlar: insan soyunu sürdürme, fiziksel
varlığını sürdürme, aşkınla bağ kurma, düzen sağlama, bireyi topluma uyarlamadır.
Bu işlevleri yerine getiren kurumlar: aile, ekonomi, din, siyaset ve eğitim
kurumlarıdır.
AİLE
VE DİN
Aile ile din arasında sıkı bir ilişki var; politeist
dönemlerde aile yapısı inanışlara şekil veriyordu. Yüksek tipli dinlerde ise inanış aileyi şekillendirmektedir.
Dinin, kandaş ve çekirdek, iki aile
tipinden kandaş aileye daha yakın durduğu söylenebilir. Çünkü törenselliği,
toplulukla yapılan ritüellere daha müsaittir. Nikâh, düğün, doğum, sünnet ve
ölüm gibi pek çok olgu içerisinde dini motifler vardır hatta bazıları dini
kurallara göre yapılır.
Tek Tanrılı din mesajı ulaşmamış bu toplumlarda
aile, kendi yapısına uygun bir kült oluşturmuş, buna uygun bir din geliştirmiştir.
EKONOMİ
KURUMU VE DİN
Ekonomik olarak insanlar, üretir, tüketir
ve dağıtırlar. Dünden bugüne toplumlarda bu eylemlerin kendilerine özgü az çok
farklılık arz eden kalıpları vardır. Ekonomiyi sosyolojik kılan da bu toplumsal
bağlantıdır.
Ekonomik davranış altta belli ahlaki tasarımlara
dayanır. Weber bu konuyu çokça eşelemiş ekonomik tarz ve modelleri belirleyip
yönlendiren en önemli dinamiklerden birisinin, ahlakın ekonomi alanındaki şekli
olan “iktisat ahlakı” olduğunu göstermiştir. Dinin
ahlaki ilkeleri toplumdaki ekonomik şartlarla birleşerek bir tutum ahlakı oluşturmaktadır.
Weber’e göre modern kültürün biricik ekonomik
modeli olan kapitalizm dinin Protestan yorumu olan, Allah için çok çalışma ama
israf etmeme ilkeleri arasında toplanan servet ile doğmuştur.
Dinin ekonomik tüketim kalıpları üzerinde de
önemli bir etkisi vardır. Yiyecek diyetleri ve yasakları, bu kapsamdaki
ürünlerin ekonominin dışında kalmasını sağlayabilir. Ekonominin de din üzerinde
etkili olduğunu göz ardı etmeyelim, Weber’in önermesini tersten okumak da
mümkündür: kapitalim, Protestanlığı doğurmuştur.
SİYASET
VE DİN
Siyasetin temel işlevi yönetim işlerinin
yürütülerek kamu düzeninin sağlanmasıdır. “Siyaset”,
Arapça kökenli bir kelimedir ve sözlük karşılığı eğitmek, yetiştirmek,
düzenlemek anlamlarına gelir (Ölüm cezalarının infaz edildiği yere de siyaset
denir). Sözcüğün Batı dillerindeki karşılığı politikadır ve Grekçe şehir yönetimi,
kamu düzeni anlamlarına gelen “police”den türetilmiştir.
Dini çevreler, en azından bu dünyada daha
rahat hareket edebilme bakımından güçten bir pay almak için siyasete, siyaset
ise kendisi için mutlak ihtiyaç duyduğu meşruiyeti elde edebilmek için dine
yönelmiş ve böylece arada zorunlu bir ilişki doğmuştur. Günümüzde din, siyaset
için rant/oy kaynağı, siyaset ise dini görünümlü cemaatler için maddiyat
kaynağıdır.
EĞİTİM
KURUMU VE DİN
Eğitim gayriresmî olarak evde ve genel
kültür olarak çevrede, resmî olarak da toplumun karmaşık eğitimsel
düzenlemelerinde gerçekleştirilen sistemli bir sosyalizasyon sürecidir.
Eğitim olgusunun üç temel özelliği:
A-Eğiten ve eğitilen ayrımı.
B- Planlı ve bilinçli olması.
C- Toplumsal oluşu.
Eğitimin sosyalliğinin en belirgin
görüntülerinden birisi onun öğrenilip aktarılabilir ve değişebilir olmasıdır.
Değişme toplum bağlantılı olarak eğitimin en önemli niteliklerinden birisidir.
Eğitim dinin doğasında vardır. Özellikle
yüksek tipli dinlerin en önemli olgularından birisi olan vahy bir bilgilendirme
ve davranış kazandırma sürecidir.
---
Din ve Toplum
Editör: Prof. Dr. Yasin Aktay
Anadolu Üniversitesi Yayını, Yayın no: 2991
Kasım 2015, Eskişehir
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder