1 Mayıs 2021 Cumartesi

İhsan Eryavuz - Kara Defter (Milli Mücadele ve Lozan)

İhsan Eryavuz - Kara Defter (Milli Mücadele ve Lozan)

 

Türkiye Cumhuriyeti'nin ilk ve son Denizcilik Bakanı, Teşkilat-ı Mahsusa ve İttihat ve Terakki'nin önemli isimleri arasında yer almış İhsan Eryavuz, yazdığı notlarda, Osmanlı Devleti'nin son dönemi ile Cumhuriyet' in kuruluşunun ilk dönemlerine ait ciddi meselelerden bahsediyordu. Defterler, 1914 yılında Birinci Dünya Savaşı'ndaki Doğu Cephesi ve devletin son durumu ile ilgili önemli bilgilerle birlikte, 1923 yılına kadar geçen sürede tartışılan birçok konuyu da çarpıcı iddialarla tekrar gündeme getiriyor.

 

İHSAN ERYAVUZ KİMDİR?

1877 yılında İstanbul, Üsküdar'da doğdu

Mühendishane-i Berri-i Hümayun'u (Topçu Harbiyesi) bitirdikten sonra topçu subayı oldu.

Edirne'de İttihat ve Terakki Cemiyeti'ni kurdu

Osmanlı'nın son döneminde Sıkıyönetim Askeri Mahkemelerinde üyelik yaptı.

Birinci Dünya Savaşı'nda Onuncu Kolordu Topçu Kumandanı olarak Erzurum ve civarında Ruslara karşı savaştı.

Teşkilat-ı Mahsusa ve Karakol Cemiyeti'nin önemli isimleri arasında yer aldı. Kurtuluş Savaşı'na katıldı. 1920 yılında Ankara'da kurulan Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde 1. 2. ve 3. dönemlerde Cebelibereket (Osmaniye) milletvekili olarak mecliste görev aldı. 1920 yılında ilk kez kurulan İstiklal Mahkemelerinin kurucu başkanı oldu 1924'ten 1928'e kadar Fethi Okyar ve İsmet İnönü hükümetlerinde Bahriye Vekili (Denizcilik Bakanı) olarak görev yaptı.

İhsan Eryavuz, Yavuz Zırhlısı'nın onarımı için havuz alımı sırasında bir Fransız şirketinden rüşvet aldığı iddiasıyla Yüce Divan'da yargılandı ve 1928 yılında hüküm giydi. Olay tarihe "Yavuz-Havuz Yolsuzluğu" olarak geçti; verilen karar ise, Yüce Divan'ın Cumhuriyet tarihinde verdiği ilk mahkumiyet kararı oldu. 26 Ocak 1928 tarihinde milletvekilliği düştü. Soyadı Kanunu ile aldığı "Eryavuz" soyadım Yavuz-Havuz Yolsuzluğu Davası'ndan sonra "Topçu" olarak değiştirmiştir. 1930'dan sonra balıkçılık yaparak hayatını sürdürdüğü sırada 6 Mart 1947'de İstanbul'da hayatını kaybetti.

 

Birinci Dünya Savaşı sonrasındaki ateşkes antlaşmalarının imzalanmasının hemen arkasından Sadrazam Damat Ferit Paşa'ya suikast hazırladığı iddiasıyla idama mahkûm oldu.

Anadolu'ya kaçtı.

 

Mustafa Kemal eski İttihat ve Terakki Fırkası'nın ileri gelenlerini inkılapların sürekli uygulanmasında kullanmıştır. Bu isimler arasında hiç şüphesiz İhsan Bey de bulunuyordu.

 

Gazetecilerin beraat etmiş olmalarının ilk reaksiyonunu İhsan Eryavuz İzmir'de gördü.

 

Milli Şefle yıldızları bir türlü barışmamıştı.

Bursa'nın Yunanlılar tarafından alınmasına sebep olan İsmet Paşa'nın askeri hatalarını her tarafta şiddetle tenkit etmişti

 

Yavuz'un tamirine ait şerefi elinden kaçırmak istemedi. Bir çocuk toyluğu ile Başvekil İsmet Paşa'nın verdiği muvafakate de güvenerek vazifesinin bitmesine birkaç gün kala mukaveleyi imzaladı.

 

Meclis tahkikatı uzun sürmedi. Fakat Cumhuriyet tarihinin en dikkate şayan hadiselerinden biri oldu. Eski binbaşı, sabık vekil bu tahkikat esnasında, tamir işinin ihale edildiği firmaya Başvekil İsmet Paşa'nın muvafakat ettiğini, teklif ettiği iki müesseseden birinin ismini çizerek diğerini kabul ettiğini ispat eden vesikayı hatırlattığı zaman Başvekil, "Çizgi benim, mesuliyet onundur. Kim bilir bana ne yalanlar söyledi ki kabul ettim” diye siyasi mesuliyet müessesesini kökünden yıkan bir cevabı vermekte tereddüt etmedi.

 

…tam iki sene hapishanede hiçbir farklı muameleye tabi tutulmadan kaldı.

 

…soyadını Topçu olarak değiştirdi.

 

1. BÖLÜM

I. DÜNYA SAVAŞI VE KAFKAS CEPHESİ [1. DEFTER]

(s. 25 vd.)

(s. 32 vd. Türklük bilincine dair bilgiler veriyor)

 

İnsanları şahsi, ferdi bencilliği tersine, toplumun kurtuluşu namına vazifeperverliğe, fedakarlığa sevk edecek ancak idealidir. Ortak idealdir ki, milletleri kurar, orduları zafere sevk eder, bazen "i'la-yı kelimetullah'', bazen "i'tila-yı millet" şeklinde ortaya çıkan ortak idealden mahrum kimseler vazifeyi ancak şahsi menfaat karşılığı olarak kabul etmişlerdir ki ümit ve bekledikleri menfaati göremeyince ruhları bu yoksunluktan doğan ıztıraplara tahammül edemez ve kendilerini icabı halinde ihanete bile sevk edebilir[ler]. / s. 48

 

YAKUP CEMİL'İ ELİMİZLE ÖLDÜRDÜK

Yakub Cemil'i İstanbul'da kurşuna dizdiler.

Ben Yakub Cemil hadisesini duymamıştım. Bu fedakâr ve Meşrutiyet inkılabında büyük emekleri geçmiş olan arkadaşa reva görülen muamele beni çok üzdü. "Yazık!" dedim.

 

…Osmanlı hükümdarlarının saltanatlarının devamlı emrinde sürekli ve sadece Türk'ten kanca, malca vd. fedakârlık talep eden ve buna karşılık vatanın refah, saadet ve servetinden Türk çocuğunu mahrum bırakan hasta, milli olmayan siyasetleri (…) Anadolu'yu yalnız hükumetten değil, canından ve dünyasından bıktırmış idi (s. 56).

 

Hükumet kanunlarıyla, icraatıyla halkı ne kadar düşünür, onun haysiyet, şeref, mal ve canını aziz ve muhterem tutarsa, halk da o hükumeti o derecede sever, kendisinden addeder ve emrine her türlü fedakârlığı yapmaya hazır bulunur. Hükumete bu karakteri, halka bu necib hissi telkin edecek kuvvet ise milli bir şuur ve bu şuura dayanan ortak, ahenkdar bir terbiyedir (s. 57).

 

İTTİHATÇILAR VE İSTANBUL'UN İŞGALİ

Bir sabah baktık ki, memlekette saadet ve selamet müjdeleyen bir şayia havası esiyor; Rusya'da büyük ihtilal çıkmış, çarlık ve onun emperyalist ve istilacı hükumeti yıkılmış. İdareyi ele alan ihtilalciler harp istemiyorlar. Tek taraflı sulh yapacaklarmış! Rus askeri daha şimdiden silahlarını terkederek işgal ettikleri arazimizden hatta 93 Harbi sonunda bizden tazminat karşılığı aldıkları Kars, Ardahan, Livane, Batum ve kazalarından da çekiliyorlarmış! / s. 68

 

Müjdeli haberler birbirini takip ediyordu. Ordumuz ileri harekete geçmiş, Erzurum civarında Ermenilerin direnişini kırdıktan sonra Batum'u işgal ederek Gürcistan hududuna, Tifüs kenarlarına dayanmış. Keza diğer bir ordumuz da müttefikimiz Almanların muhalefetlerine rağmen Azerbaycan'a girmiş, Gence'yi Bakü'yü işgal etmiş imiş! Demek hasret çeken iki öz kardeş, Oğuz'un evlatları, Anadolu ve Azerbaycan Türkleri birleşmişler; birbirlerine sarılmışlar (s. 69).

 

Gence Eskişehir gibi, Konya gibi tamamıyla bir Anadolu şehrine benziyordu. Yalnız sakinleri değil, binaları, taş ve toprağı, havası her şeyi Türk idi.

 

“Almanya, Avusturya ve Macaristan ve Türkiye'nin Amerika Reisicumhuru Wilson'un aleme ilan ettiği on dört maddelik prensipler üzerine adı geçen devlete sulh teklif ettiklerini" öğrendik.

 

Gelecek ve Türklüğün istikbali hakkında beslediğimiz bütün ümitler mahvolmuştu.

 

İngilizler, Fransızların da yardımıyla dünyanın dört bucağından toplayıp getirdikleri çeşit çeşit insan yığınları ile aylarca zorladıkları, milyarlarla servet, yüzbinlerle insan telef ettikleri halde bir türlü geçemeyip nihayet mağlup ve kahrolarak çekildikleri boğazlardan ancak bizim müsaademizle geçmiş bulunuyorlardı.

 

Ruslar / Ya! Bunlar ne için bu kadar seviniyorlar?

 

Onlar asıl ahali arasında belki de bir tane Rus bulunmadığı halde Batum'un Türkiye'de kalmayacağını gördükleri, nihayet İngilizlerin Türklere yani Haç'ın Hilal'e galebesini gösterdiği için Allahlarına hamd ü sena ediyorlar, sevinçlerinden ağlıyorlardı. Bu generaller ekser Avrupa Hıristiyanları gibi garbın kültür ve medeniyetiyle beraber ruhlarında Hıristiyanların İslam düşmanlığı, Elizabet devrinden kalma Türk husumeti taşıyan, yazık ki Türklüğe ve İslamlığa

hissen hasım kimseler idi. Biz Türklere isnad olunan dini bağnazlık esefle onlarda yaşıyordu (s. 78).

 

Doktor Rıza Nur'un Türk Tarihi namındaki eserinin birinci cildinde Mondros Mütarekenamesi bahsinde, "Mütarekeyi imza eden Rauf Bey, İngiliz Amirali (Kaltrop )'un baskısıyla hükumetten talimat gelmeden müttefiklerin verdikleri sözlü teminata inanarak imza etmişti. Bu konuda Anadolu Milli Mücadelesi zamanında Rauf Bey'den bizzat, "Bizi aldattılar!" sözünü birkaç defa işitmişimdir.

Yakub Cemilleri kurşuna dizen vatanperver arkadaşlar: Talatlar, Enverler, Cemal Paşalar felaketle yüzyüze gelindiği bir zamanda herhangi adi politikacılar gibi vatanı da milleti de terk ederek sevgili hayatlarını kurtarmak kaygısıyla bavullarını alıp İstanbul'dan kaçmışlardı (s. 84).

 

"BU İTTİHATÇILAR BİR MİLYON MASUM ERMENİYİ KESTİLER"

Damad Ferid Paşa mahza sadarete geçmek ve İttihatçılardan intikam almak hırsı ile… yaranı Mustafa Sabri, Vasfi, Mustafa Asım, Zeynel Abidin Hocalar, kendilerini mağdur gören bazı emekli paşalar ve Ali Kemal ve daha buna benzer birtakım beylerle Serkil Doryan'da toplantılar düzenleyerek Hürriyet ve İtilaf'ı yeniden ihya ediyor.

 

İngilizler İttihatçılardan mı kuşkulanıyor? Padişah onlara savaş ilan etmiş, Ferid Hükumeti bütün İttihat reislerini toplayıp hapseylemişti. İngilizler Ermeni vakasının bütün günah ve mesuliyetini Türklere mi yükletmeye taraftar? Padişah, haktan hakikatten haya etmeden Ferid'e söylettiriyor, "Evet! Bu İttihatçılar bir milyon masum Ermeni'yi kestiler!" Düşman devletleri Kilikya'da Türk çoğunluğu olmadığını mı söyletmek istiyor? Ferid Paşa itirafa(!) hazır! "Evet Toros Dağları'ndan ötede Türk yoktur!"

 

Doğrusunu söylemek lazım gelirse Türk tarihinde Vahideddin gibi bir padişah, Ferid ayarında uğursuz, kötü bir sadrazam görülemez. Ferid Paşa memlekete hizmeti dokunmuş ne kadar milli kurum var ise yıkıyordu. Bu cümleden Donanma Cemiyeti'ni de, "Bir İttihat ve Terakki ocağıdır" vehmiyle kaldırdı (s. 89).

 

TEŞKİLAT-I MAHSUSA'NIN GİZLİ TOPLANTILARI VE MUSTAFA KEMAL'İN GÖREVLENDİRİLMESİ

Mustafa Kemal Paşa öteden beri gerçi fazlaca işrete ve sefahete meyyilli ve ahlaki kayıtlara o kadar riayetkar olmamakla beraber hudutsuz bir ihtirasa da sahiptir, diye tenkit olunurdu. Fakat çok zeki idi. Zekası, azim ve iradesindeki kuvvet ile bu işi en iyi o idare edebilirdi. Bu zat Çanakkale Harbi'nde kendini göstermiş, Enver ve Cemal Paşalara aleyhtarlığı ile meşhur olmakla beraber Anafartalar'daki başarısı üzerine Başkumandanlık Vekaleti, O'nu paşalığa terfi ettirmeye mecbur kalmıştı.

 

Mustafa Sabri Efendi Anadolu'nun hassasiyetiyle pervasızca eğleniyor; Mustafa Kemal Paşa ve taraftarlarıyla ağır surette alay ediyordu. Onun fikrince bu bir "İttihat ve Terakki" oyunu idi. İşin başında bulunanlar "Memleketi müdafaa edecek ve kurtaracağız" bahanesiyle zaten elinde avucunda bir şeyleri kalmamış olan milleti son bir defa daha soyacaklar (s. 99).

 

Ferid Paşa memleketteki bu heyecandan ancak niyet ve öfkesini tatmin için istifade etmeyi bildi, İngilizlere müracaat ederek bir, "Görüyorsunuz ki memlekette büyük bir heyecan var. Hükumetin istihbaratına göre İttihatçılar Bekir Ağa Bölüğü Hapisahanesi'ne hücum ederek oradaki tutukluları kurtaracaklardır. Bunları alın! Nereye götürekseniz, götürün!" diyor (s. 102).

Bunlar koyun sürüleri gibi kamyonlara doldurularak rıhtıma, oradan da bir torpido ile Malta'ya gönderiliyorlar (s. 103).

 

KARAKOL CEMİYETİ'NİN ANADOLU'YA SİLAH SEVKİYATI VE DAMAD FERİD PAŞA'YA SUİKAST

s. 117 vd.

 

Ankara’ya geldikten birkaç gün sonra o zaman dahiliye vekili bulunan Adnan Bey beni meselenin araştırılması için Kastamonu' ya göndermişti.

10 Ağustos [13]36'da Bereket Dağı milletvekili olarak Büyük Millet Meclisi'ne katıldım.

 

Halife ve Damad Ferid Hükümeti'nin İngilizlerin maddi yardımlarıyla "polis kuvveti" namı altında oluşturduğu kuvvetler İzmit mıntıkasını işgal etmiş, Geyve Boğazı'na kadar ilerlemiş, Anzavur Ahmed namında Mabeyn görevlisi bir Çerkes'in kumandasındaki bir şirzime (önemsiz küçük cemaat) de İngiliz Muhipleri ve ya Nigehban Cemiyetleri üyeleri, Hürriyet ve İtilaf mensupları ve daha bunlar gibi birtakım vatansızlardan oluşturulmuş kuvvetler de Bandırma, Kirmastı taraflarında devamlı olarak melunluk yapmakta... / s. 139

 

Batı Cephesi'nde binbeşyüz-ikibin mevcudunda bir Edhem Bey halk kuvveti vardı ki, gah cephede Yunan akınını durdurmaya çalışıyor; gah içeride ortaya çıkan isyan mıntıkalarına sevk edilerek orada ateş ve ihtilali söndürmeye uğraşıyor idi.

 

Yozgat İsyanı'nın yatıştırılmasından sonra Edhem Bey kuvvetleri Ankara'da Büyük Millet Meclisi önünden bir resmi geçit yapıyordu.

 

Batı Cephesi'nin cesur komutanı Ali Fuad Paşa ile Eskişehir'den İngiliz kuvvetlerini kovduktan sonra kadro halinde zayıf kuvvetle Geyve Boğazı'nı tutmuş, İzmit'i işgal etmiş ve kendine üs alarak Sapanca ve Adapazarı üzerine yürümüş olan önemli Halife kuvvetlerine (Kuva-yı İnzibatiye) karşı Eskişehir ve Ankara yolunu kapamaya çalışıyordu.

Bir gün Ali Fuad Paşa'nın Moskova'ya "sefir-i kebir" gönderileceğini duymuştum. O ana kadar aralıksız askeri üstünlüklerinden bahsedilen bu generalin ordunun düzenlenmesiyle Batı Cephesi'nin takviyesi zaruri görüldüğü bir zamanda cepheden ayrılmasının doğru olup olmayacağını Mustafa Kemal Paşa'dan sormuştum. Reis Paşa, ''Ali Fuad Paşa da (Halk Ordusu) cereyana kapılmış, cephede apoletlerini çıkarmış, eline bir tüf ek alarak halk kumandanları gibi gezdiğini söylüyorlar... Batı Cephesi'ne İsmet Bey gelecek. O daha esaslı olarak bu düzenleme işini yapar" dedi. / s. 149

 

İSTİKLAL MAHKEMELERİ NASIL KURULDU?

s. 150 vd.

 

İstanbul'dan düşman propagandasının Anadolu'ya gelmesine engel tedbirler almak, Dürrizade fetvasını çürütecek Anadolu ulemasından karşı fetvalar almak, harekatımızın yasallığına dair ulemadan, ağzı söz yapan kimselerden "heyet-i irşadiye"ler oluşturup köylere göndermek... Bunların hemen hepsine girişilmiş, fakat beklenilen fayda sağlanamamıştı. Konuşmalar, fikir alışverişleri, nihayet bizi cephe gerisinde meclis üyesinden fevkalade salahiyeti haiz fevkalade mahkemeler teşkili zaruretini kabule sevk etti (s. 150).

 

Bu mahkemeler siyasi, askeri bilumum mevzu kanunlara bağlı değildiler.

 

İstiklal Mahkemelerinin emir ve kararlarını uygulamada bahane uyduranlar aynı mahkeme tarafından yargılanacaktı.

 

Birinci Büyük Millet Meclisi ilk olarak, "Birinci İstiklal" Mahkemesi'ni oluşturdu ve üye olarak beni, Gaziantep Milletvekili Kılıç Ali, Kütahya Milletvekili Cevdet ve Elazığ Milletvekili Hüseyin Beyleri tayin etmişti. Bu arkadaşlar da kendilerine başkan olarak beni seçtiler.

 

Birinci Dünya Harbi sonunda Anadolu yer yer eşkıyalarla dolmuştu. Kafkas ve Suriye cephelerinden kaçanlar haydutluğa başlamışlardı. Hayata, mala, ırza, namusa ve memleketin başına bela olmuşlardı (s. 154).

 

…pişmanlıkla kendi kendine teslim olacak asker kaçakları hakkında da on günlük bir af müddeti ilan ettik. İcraatimiz akabinde etkisini gösterdi. Asker kaçakları akın akın teslim olmaya ve taburlar halinde cepheye, kıtalarına sevk edilmeye başlanmıştı.

 

ÇERKES EDHEM OLAYI

Edhem Bey'in en büyük kardeşi Reşid Bey milletvekili idi ve Ankara'da bulunuyordu. Yapılan uyarılar ve emir tersine Edhem Bey müfrezesine ait bir memurun Adapazarı çevresinde müfrezesi için asker topladığı görülmüş, cephe tarafından bu memur yakalanmış ve tutuklanmıştı. Reşid Bey tarafından şikayetler hatta tehditler başladı.

 

Reşid Bey: "Memleketin kurtuluşu namına silaha sarıldığımız zaman İsmet Bey, İstanbul'da Ferit Paşa'yı Sevr için hazırlıkla, Babıali'de askeri layiha yazmakla meşguldü. Arkadaşları kendisine Ankara'ya geçmesini tavsiye ettikleri vakit ailesini, çocuğunu gösteriyor; mazeret diliyordu. Edhem Bey şimdi onun emrine mi girecek? Eğer emir ve baskı altında çalışacak insanlar olsaydık, huzurumuz mutluluk derecesinde idi. Çiftliğimizde oturur, Yunan ile diz dize yaşar idik!" diyordu.

 

2. BÖLÜM

MİLLİ MÜCADELE VE BİRİNCİ İNÖNÜ MUHAREBESİ (2. DEFTER]

…cephe karargahı hakiki vaziyetten haberdar olmadığı için kıtalara (Beşkardeş Dağı - Zemzemiye - Otlu Yalı) hattına çekilmek emrini veriyor. Bereket versin, bu geri çekilme tamamıyla bitmeden ve bazı kıtaların henüz mevzilerinde veya mevzileri civarında bulundukları bir sırada düşmanın da geri çekilmekte bulunduğu görülüyor...

Harbin ne garip cilveleri var! Mahza kıtaların hakiki vaziyetine karşı bilgisizliği ve gafleti yüzünden karargah haksız olarak mağlubiyeti kabul ediyor. Bütün kıtalara geri çekilme emri de veriyor. Buna rağmen gene o muharebede kendisi galip ve muzaffer sayılıyor (s. 165).

 

MUSTAFA KEMAL: MECLİSTE CASUSLAR VAR!

Bugüne kadar aradan seneler geçti, bu mesele aydınlanmadı. Filhakika, mecliste azalar arasında casus var mıydı? Kimlerdi? Reis Paşa neden onların ajanlıklarına ait delilleri ve malumatı kesin olarak söz vermesi hilafına meclise getiremedi? Niçin bu meselenin artık kapanmasını istiyordu? Kanaat getirmiştim ki ortada ne casus var, ne casusluk! Mahza vaziyeti kurtarmak için o gün, o söz orada söylemişti. Demek maksada varmak için söylemek, isnat, iftira, ret ve inkar her vasıta mübah idi. Gerçi bu manevra başarılı olmuş, belli takrir okutturulmamış, mecburen hükumete güven olunmakla hükumetin hareket tarzı uygun görülmüştü (s. 179).

 

Londra Konferansı tabii bir İngiliz manevrası idi. İngilizler bu daveti dünya efkar-ı umumiyesine, bilhassa İslam Alemi'ne Türklerle Yunanlılar arasında olan son harpte güya kendilerinin tarafsız bulunduklarını yaymak için bir vesile düşüncesiyle yapıyorlardı (s. 182).

 

MUSTAFA KEMAL'İN BAŞKOMUTANLIK ISRARI

Şimdi ne olacaktı? Eskişehir ve Afyon hattında birikmiş ordu bütün yoksulluklar içerisinde bin müşkilat ve zorlukla ancak oluşturulabilmiş bir ordu idi.

 

Cephe karargahına giden Mustafa Kemal Paşa dönmüş idi, bizzat anlatıyordu, "İsmet'i pek kederli buldum. Beni görünce 'Ah Paşam! Her şey bitti; davayı kaybettik!' diyordu. Kendisine, 'Kendine gel! Sen istikbalin muzaffer bir kumandanısın! Biz Eskişehir veya bilmem ne hattı için harp etmiyoruz. Şimdi tümenlere emir ver. Her tümen emir alır almaz, doğru Sakarya'nın gerisine çekilsin! Düşmanla teması kaybetmeye çalışsınlar! Bir yandan da Eskişehir'in tahliyesi hazırlığı yapılsın!" dedim (s. 189).

 

Mustafa Kemal Paşa teklifini mecliste Heyet-i Umumiye karşısında serd ve nokta-i nazarının Meclis-i Ali'ce uygun görülürse Başkumandanlığı kabule hazır olduğunu açıkladı. Meclis bu teklif karşısında irkilmedi değil; fakat büyük tehlikenin yaklaştığını görerek memleketi ve istikbali kurtarmak endişesiyle ve verdiği yetkiyi suiistimali halinde istediği anda kaldırabileceğini de düşünerek Paşa'nın teklifini kabul eyledi (s. 191).

 

Mustafa Kemal Paşa başkumandan olmuş, daha o akşamdan işin rengi değişmiş, merkezi hükumette ve bütün vilayetlere çok canlı ve takdire şayan bir faaliyet başlamıştı. Ertesi günü Antalya, Kastamonu, Samsun ve Sivas taraflarında birer İstiklal Mahkemesi şekillendirildi ve harekete geçildi (s. 196).

 

İNÖNÜ, ALİ İHSAN SABİS PAŞA'YI İSTİKLAL MAHKEMESİ'NE ŞİKAYET EDİYOR

Sakarya Harbi'nde alınan esirler içerisinde İzmir'den, Manisa'dan bilhassa Beyoğlu ve Tatavla yönlerinde Yunan davasını kendi davası addederek, devlete ihanet ve isyan etmiş, bağlı oldukları aleyhine silah çekmiş bir hayli yerli Rumlar vardı. Bunlar Türk köylerini yakmış, Türk kız ve kadınlarını kirletmekte Yunanlılardan çok daha ileri, daha taşkın idiler (s. 201).

 

Ali İhsan Paşa, "Düşman karşısında ordusunu ve cephe ve dolayısıyla Ankara aleyhine hazırlamak" töhmetiyle hakkında takibat yapılmak üzere mahkememize verilmişti. Mesele çok mühim; mevzubahis olan fiil bir ihanet idi (s. 205).

 

Doğuda Kazım Karabekir Paşa birtakım İngilizleri ve bu arada İngiliz Hariciye Vekili'nin biraderi "Sir Robinson''u esir edip tutuklamıştı. Ve sonradan İngilizler bunların tahliyesini istemiş biz de karşılığında Malta'ya sürülen vatanperverlerin iadelerini talep eylemiştik. Nihayet bu mübadele olmuş ve bu arada Ali İhsan Paşa da hürriyetine kavuşarak Anadolu'ya gelmişti.

 

Ordu kumandanlarından oluşan bir askeri Divan-ı Harb-i Ali tarafından bu davanın görülüp ve neticesi daha uygun ve adaletin gereği olacaktır:' görüşüyle red ve iade eylemişti. Zaten mahkememiz başka türlü de hareket edemezdi.

 

İstiklal Mahkemeleri –ki olağanüstü yetkilere sahip idi salonundan içeri girenler, karşısında siyah matemi renkte bir kumaş ile örtülmüş yüksek bir kürsü; onun üstünde başlarında büyük, siyah birer kalpak, ortada reis olmak üzere ciddi ve sert bakışlı üç kişiden oluşan bir heyet görür; başını kaldırınca reisin başının üstünde duvara asılmış çerçeveli bir levhada kalın yazı ile yazılmış "İstiklal Mahkemesi mücahedesinde yalnız Allah'tan korkar" ibaresini okur; korku ve dehşet içerisinde kalırdı (s. 209).

 

Yalnız hükümlerimizde bir hata ve adaletsizliğe yer bırakmamak için kararlarımızı başlangıçta ancak birlikte alıyor; azadan biri muhalif rey ve kararda bulunursa hüküm ve karar müzakeresi bir gün sonra bir daha tekrar ediliyordu.

Ancak muhalif reyde bulunan aza ikinci müzakerede görüşünü çoğunluğa kabul ettiremez, kendisi de önceki reyinde ısrar ederse; hükmün gerçekleşmesi çaresiz çoğunlukla olurdu (s. 209-210).

 

Osmancık Asker Alma Şubesi Reisi asker alma işlerine fesat karıştırmış; bazı kimseleri askere göndermemekle halktan binlerce aşırmıştı. Kendisini içki müptelası ve eğlence düşkün biri olarak bulmuştuk. Ceza ile ıslahı imkansız idi. Rütbesinin kaldırılması, askerlikten kovulma ve ağır hapis ile beraber halka teşhir cezasına mahkum ettik. Binbaşı bey askerlikten kovulduktan sonra işlediği hırsızlık suçunu ve mahkum olduğu cezayı ilan eden bir levha boynuna takılı olduğu halde, süngülü jandarma nezaretinde şehir sokaklarında gezdirilerek; halka teşhir ve bu cezalandırmanın türü ve tarzı tüm asker alım daire ve şubelerine rapor edilmişti (s. 210).

 

Hürriyet ancak, onu güzel ve faydalı şekilde kullanmayı bilmeyenler elinde kayda ve şarta bağlanıyorsa faydalı olabilir.

 

Birinci Büyük Millet Meclisi'nin varlık sebebi milli sınırlar içerisinde memlekette tek bir düşman neferi bırakmamak idi. Anadolu'nun bir kısmını işgal etmiş bir düşman ile diz dize oturarak hükumet sürmek değil! Sakarya'da düşman mağlup edilip geriye atılalı aylar geçmiş, Yunanlılar Eskişehir-Afyon Hattı'na yerleşmiş, biz de karşısında bekliyorduk.

 

HİNTLİ CASUS MUSTAFA SAGİR NASIL YAKALANDI? NEDEN İDAM EDİLDİ?

On yaşından beri hususi bir surette yetiştirilmiş, Oxford Üniversitesi'nden mezun ve "İngiliz Entelijans Servisi" Doğu işleri şubesinde kullanılarak Afganistan hadisesinde büyük yararlılıkları, Dünya Savaşı'nda büyük muvaffakiyetleri görülmüş Hintli Mustafa Sagir.

Türkler dini hislerden mülhem bir görüş ile Alem-i İslam'ın kendilerine arka çıkan ve kendileriyle beraber olacağı kanaatindedirler. "Hint Hilafet Komitesi'nin bir azası sıfatıyla ve Alem-i İslam namına kendileriyle temasa geçmek vazifesiyle kılık değiştirerek bu Mustafa Sagir'i Ankara'ya göndeririz" demişler (s. 230).

 

Muhakeme başlamış, zanlı poliste verdiği ifadesini mahkeme önünde de aynen tekrarlamıştı. Fransızlarla Ankara İtilafnamesi'ni yaptığımız için Ankara'ya o sırada bir Fransız kadın yazar gelmişti. Mahkemenin bir celsesinde dinleyici sıfatıyla o da bulunmuş; medeni müttefiklerinin haydutluklarını, kendi adamları ağzından ayrıntısıyla o da dinlemişti.

 

ALİ ŞÜKRÜ BEY MUSTAFA KEMAL'İN REİSİCUMHUR OLMASINI İSTEMİYOR

24 Ağustos 1922

Ağaoğlu Ahmed Bey: Ertesi günü Hakimiyet-i Milliye "Nereye gidiyoruz?" başlıklı bir başmakale neşretti.

Rauf Bey, Ahmed Bey'i çağırıyor ve, "Hocam vaziyet böyledir. Matbuat Umum Müdürlüğü'nden istifa et!" diyor. Ahmed Bey de bu emre boyun eğiyor.

 

Bütün Türklüğü ve İslam Alemi'ni zehirlemek, öldürmek kabiliyetinde olan cehaletin şahlanmasına sessiz kalmayacağız.

 

Bana gelince ben bu teceddütperverlerin hem de ön safında bulunuyordum. "Batı Medeniyeti'ni kabul edersek milliyetimizi kaybederiz, dinimiz elden gider" bu söz manasız bir korku; bir saf sata mahsulü idi. Batı Medeniyeti milliyetleri yok etse Batı'da bu gün olgunlaşmış bir Almanlık, onun yanı başında bir Fransız, biri de İngiliz vd. milliyetleri yaşar mıydı? / s. 240-241

 

3. BÖLÜM

BÜYÜK TAARRUZ VE LOZAN (3. DEFTER)

Cemal Paşa'nın vurulması: Rusya Devleti'nin hüküm ve nüfuzu altındaki bir memlekette bu cinayet yapılsın ve katiller tutulamasın, bu çok dikkat çekicidir.

 

Bir aralık Mustafa Kemal Paşa'ya, "Paşam! Yunanlılar muharebeye başladıktan sonra Trakya’daki bölüklerini ne kadar zamanda Anadolu'ya geçirebilirler?" diye sormuştum. Bana şöyle cevap verdi, "Endişeni anladım. Düşman Trakya’daki bölüğünü on günde Mudanya'ya getirebilir; fakat beş altı günde cephesini parçalayacak ve onu mağlup edeceğim:' Mustafa Kemal Paşa, nefsine fevkalade itimadı olan bir kumandan idi. Onun bu itimadı, öyle cesaret nev'inden kuru bir itimat değil; bilakis hesap ve bilgiye dayanan bir yiğitlik idi. Anafarta Muharebesi'nde de ordu için fevkalade zor ve tehlikeli bir vaziyet orta ya çıkınca rütbesinin miralay lığına bakmayarak ve her türlü sorumluluğu kabul ederek büyük bir kuvvetin emir ve kumandasını bizzat istemiş ve başarılı olmuştu. Sakarya Muharebesi ise, bunun en yeni ve en parlak bir eseri idi... Fakat bir senedir tahkim edilmiş bir mevziye sahip, her türlü donanım ve araçları mükemmel, eşit ateş kuvveti olan bir orduya taarruz edilecekti (s. 255).

 

Artık ordularımız için İstanbul ve Çanakkale üzerinden geçerek milli hududumuzun en batısına erişmek, Rumeli'yi de istila vahşet ve tecavüzden kurtarmak kalıyordu. Bu sırada İttifak Devletleri Fransa, İngiltere ve İtalya devletleri 23 Eylül 1922 tarihli notalarıyla müracaat ve Yunan orduları tarafından Trakya'nın tahliyesine mukabil taarruz hareketimizin durdurulmasını, ordularımızın tarafsız addedilen mıntıkaya tecavüz etmemesini, Marmara'dan ileri geçilmemesini, boğazların serbestisinin teminini bizden rica ediyorlar ve Yunan ordusunun çekileceği hattı ve zamanı kararlaştırmak üzere İzmit'te yahut Mudanya'da bir askeri konferans akdini teklif ediyorlardı (s. 261).

 

Hakimiyet-i Milliye'nin esası ve gayesi halkın hükumeti teftiş edebilmesidir.

 

LOZAN ANTLAŞMASI'NIN PERDE ARKASI

s. 298 vd.

İsmet Bey fikir ve kararlarının isabetine kani olduğu üstlerinin verdiği direktife bağlı kalır ve yalnız o direktif dahilinde çalışmasını bilir ve başarılı olur...

 

Son zamanlarda Fikriye Hanım'ın intiharı, bir mektepli kızın gece mektepten aldırılarak Çankaya'ya getirtilmesi söylentisi, mebus Ali Şükrü Bey'in boğdurulması vd. meseleleri mecliste zaten bulanık olan havayı büsbütün karartmış; mevcut endişe ve itimatsızlığı daha ziyade artırmıştı (s. 303).

 

Bu anlaşmanın tespit ettiği hudut ilk evvel dikkatleri çekiyordu: Rumeli'de Yunanlılarla aramızda kararlaştırılan hudut Bulgaristan'la olan hududumuzun bitiminde başlıyor

Bu hudut, Yunanistan'ın muteriz ve aynı zamanda mağlup olduğunu hiç dikkate almıyor; l9l4'te Almanların sıkıştırması ile Bulgarlara istemeyerek bıraktığımız memleket toprağını bu kere suçlu ve mağlup Yunanistan'a terk ediyordu. Bu hudut milliyet prensiplerine de tamamıyla uymuyordu (s. 311).

 

Kendi kendime demiştim, "Mudanya Mütarekesi'nin aleyhinde bulunan arkadaşların hakkı varmış; muzaffer Türk orduları yoluna devam ve zaferini itmam etmeseydi, bu akıbetle karşılaşmazdık.

 

Aleyhte söz alanlar bilhassa hudutlar üzerinde durarak Edirne minarelerinin gölgesi altından geçen sakat bir hududun Edirne'nin bize iadesi mahiyetini göstermediğini, Akdeniz'de esasen Anadolu'dan kopmuş ve Türk sahilleri ilerisinde Türk'ün birer sabit donanması demek olan adaların sahibine verilmemesi, sahillerinin bir gün işgali emelinin söndüğüne işaret eder bir vaziyet olmadığını; batıda Batı Trakya, güneyde Antakya gibi sakinleri öz Türk ve kendisi milli Türkiye'nin asli unsurundan olan yerlerin anavatandan ayrılması Türkleri ilelebet yaralı ve muztarip bırakacak zalimce bir karar olduğunu ve bunlardan başka anlaşmanın umumi hükümlerinde ve bilhassa adli ve sıhhi hükümlerinde kapitülasyonlara benzer bazı sakat kayıtların da kabul edilmiş bulunduğunu iddia ettiler (s. 319).

 

Bu niçin böyle oluyor; Batılılar elinde muntazam işleyen ve iyi randıman veren demokrasi makinesi bizim elimizde neden böyle aksıyordu? Bunun sebebi aşikardı. Biz bu rejimi ancak şeklen almış, onu alırken -bilhassa ve bizzat kendimiz- o rejim için yetişmediğimizden ruhunu almakta ihmal göstermiştik. Demokrasinin esası serbest seçime dayanır. Kuvveti ancak biricik seçmenlerinde gören vekiller onun maksatlarına, menfaatlerine göre çalışırlar; kanunları o şekilde çıkartılır ve yürütme o noktadan kontrol eder... Biz de inkılabın liderleri iyi niyetlerine dayanarak, gelen mebuslar yalnız bize ve icraatımıza yardımcı olsun, bizi öyle suallerle, sorgulamalar la muhalefetler le rahatsız etmesin istiyoruz (s. 322)…

 

Bize öyle şiir ve şairler lazımdı ki bir an için Türk'ün mazisine dönsün, tarihini yaşasın. Orada gördüğü menkıbeleri, faziletleri, güzide özellikleri terennüm etsin. Sonra Türk'ün kalbini de dinlesin. Orada bulduğu hicranları, aşkları, elemleri, hazları hakka, doğruluğa ve fazilete karşı duyulan taraftarlık ve muhabbette zulme, düşmanlığa, hürriyetsizliğe olan kin ve nefreti acizlerimize, hastalarımıza, yardıma muhtaç olan dullarımıza, yetimlerimize, çocuklarımıza karşı duyulan şefkat ve merhametimizi nazmetsin. Bu biçarelerin ıztıraplarını bağırsın. Bize öyle bir musiki lazım idi ki ne dilenci sesi, dilenci ilahisi gibi hüznümüzü artırsın; ruhumuzu uyuştursun; ne de fahişe avazı gibi iffetimizi hırpalasın; ne de sarhoş narası gibi huzurumuzu kaçırsın, vakarımızı rencide etsin. Yalnız güzelliğe, güzelliğe karşı meyi ve cezbemizi artıracak bir musiki (s. 326).

 

Yayına Hazırlayan: Kamil Maman

Timaş Yayınları, 2014

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder