16 Mayıs 2021 Pazar

Salahi Sonyel - Gizli Belgelerle Lozan

 S. Sonyel - Gizli Belgelerle Lozan

 

BÖLÜM I

LOZAN KONFERANSI'NDAN ÖNCEKİ GELİŞMELER

26 Ağustos 1922 günü Mustafa Kemal'in Yunan ordusuna karşı tüm savaş kesimlerinde genel saldırıya geçilmesi buyruğunu vermesi üzerine (…) İngiltere Dışişleri Bakanı Lord Nathaniel Curzon, daha çok kan dökülmesini önlemek amacıyla bir bırakışma sağlamak için Fransa ve İtalya yönetimlerinden yardım diliyor; Papa da Vatikan'da bu çabalara katılıyordu (s. 1).

 

Türk zaferinden kıvanç duyanlar arasında Müslüman olmayanlar da vardı. Örneğin Saray Bosna'da yayımlanan Hırvat Köylü Partisi'nin organı Hrvatska Sloga adlı gazete, 12 Eylül 1922 tarihli sayısında şöyle diyordu:

“Tüm dünya, Mustafa Kemal'i, varlık savaşımı veren bir ulusun öncüsü [kahraman] olarak görür. Türklerin çekmiş olduğu zulüm, baskı altındaki halklar arasında sempati uyandırmıştı. Kemal'in zaferini kıvançla selamlarız, çünkü bu utku, gerçeğin kötülüğe karşı, yasanın yasasızlığa karşı, ulusal ruhun emperyalizm ve zulme karşı zaferidir. Yunan yenilgisi, self determinasyon ilkesini çiğnemiş olan bir ulusun [Yunanistan] cezasını çekmek zorunda kalacağım bir kez daha kanıtlamıştır.” / s. 2

 

Sırbistan'da Dr. Maglajic'in Hükümet yanlısı Türk gazetesi' olarak tanımlanan İşad [İrşad?], 14 Eylül tarihli sayısında şöyle diyordu:

“Kahraman Türk ordusu Anadolu'da macera düşkünü İngilizlerle Yunanlıları utanç verici biçim de yenilgiye uğratmıştır. Anadolu serüveninin alçakça sona ermiş olması, Yunanistan ve onun gizli müttefiği İngiltere için aşağılayıcı bir darbedir.” / s. 3

 

15 Eylül tarihli Rote Fahne gazetesinde Cari Radek, 'Doğu Bunalımı' başlıklı yazısında şöyle diyordu:

“Şu anda, Yakın Doğu'da Versay Antlaşması'nın arıtılması yer alıyordu. İngiltere, Anadolu'nun önemli bir bölümünü Yunanistan'a peşkeş çekmişti. Lloyd George'un, Yunan savının öncülüğünü yapmış olması, Yunan klasiklerine olan sevgisinden ötürü değil, dostlarından biri olan Yunanlı Basil Zaharof'a karşı beslediği sevgiden dolayı idi.” / s. 4

 

İngiliz Kabinesi, durumu görüşmek üzere 7 Eylül'de toplanıyor; İstanbul ve Boğazlan bırakmamak ve Gelibolu yarımadasını 'korumak' amacıyla, gerekirse tek başına oraya takviye gönderme kararını alıyordu

 

Bu sırada İngiltere Başbakanı David Lloyd George'la Sömürgeler Bakam Winston Churchill'in 16/17 Eylül'de İngiliz Dominyonlarını Boğazların savunmasına katılmaya çağırmış olması, Müttefikler arasındaki dayanışmaya şok etkisi yapıyor; Türkiye ile yeniden savaşa girmeyi göze alamayan İtalya ile Fransa'yı birbirine yaklaştırarak İngiltere'den uzaklaştırıyordu / s. 5

 

Fransız basım, İngiltere'nin İstanbul'da ikinci bir Cebelitarık yaratmak için girişeceği yeni savaşa Fransa'nın da katılmasına karşı çıkıyor ve İngiltere'ye askeri ve bahri destek verilmesini onaylamıyordu.

 

Çanakkale ve İzmit'teki Fransız ve İtalyan askeri birliklerinin çekilmeleriyle Müttefikler arasındaki dayanışmanın bozulması üzerine, İngiltere, Boğazlar bölgesine ve İstanbul'a ivedilikle takviye güçleri sevk ediyor; Sırbistan ve Romanya'dan yardım diliyor, ama bu iki devlet, Boğazlardaki anlaşmazlığa karışmak istemiyordu (s. 6-7).

 

Türkler savaş gürültüleri çıkarmakla birlikte, sorunu yine de diplomasi yoluyla çözümlemeyi yeğ tutuyorlardı. Mustafa Kemal, Daily Mail adlı İngiliz gazetesinin muhabiri Ward Price'a verdiği demeçte, zafer arımda bile Türk emellerinin Misak-ı Milli'nin çizmiş olduğu hudutları aşmadığını; Amerika'nın Chicago Tribüne gazetesine verdiği demeçte ise, Türk topraklan üzerinde yapılacak herhangi bir konferansa kişisel olarak katılmaya hazır olduğunu bildiriyordu.

 

Rumbold'un bu önerisi üzerine ve İngiliz Kabinesi'nin kararıyla, 19 Eylül'de Paris'e giden Curzon, Fransız Başbakanı Raymond Poincare ve İtalya'nın Paris Büyükelçisi Carlo Sforza ile yaptığı görüşmelerden sonra (…) Türklerin Avrupa'ya dönmeleri prensip olarak kabul ediliyor ve Yunan ordusunun Meriç hattının gerisine çekilmesiyle ilgili işlemler konusunda Mustafa Kemal'le Müttefik Generaller arasında Mudanya'da bir konferans yapılması öneriliyordu (s. 8).

 

İngiliz Kabinesi, istihbarat kaynaklarından Türklerin Çanakkale'ye doğru ilerledikleri yolunda kaygı verici haberler alıyordu

İstanbul'daki İngiliz işgal gücü Başkomutanı General Harington Türklerle Mudanya'da görüşme yapılmasını öneriyordu.

Yunanistan'da, Nikolas Plastiras ile Stilyanos Gonatas adlı Albayların önderliğinde yapılan askeri bir darbeyle Kral Konstantin tahttan çekilmeye zorlanıyor ve Krokidas başkanlığında yeni bir yönetim kuruluyordu.

 

Mussolini: Bir askeri güç Boğazlara egemen olmalıdır; ama, bu güç İtalya olmayacağına ve Boğazlar İngiltere'nin eline geçeceğine göre, iyisi mi Türklerde kalsın, çünkü İngiltere, Boğazları şantaj yapmak için kullanacaktır (s. 12).

 

3 Ekim-11 Ekim / Mudanya Konferansı

Harington: İzmit yarımadası ve Boğazların doğu kesimindeki bölgeleri güvence altına aldım / s. 13

 

Mustafa Kemal: 'Misak-ı Milli’nin geriye kalanı da askeri harekâta başvurmadan gerçekleşecektir

 

Çiçerin: Rusya, Misak-ı Milli'ce saptanmış olan Türkiye hudutlarıyla ilgili tüm hak istemlerini destekler. Boğazların kıyıları üzerindeki Türk egemenliğine destek verir ve hudutlarını küçültülmesine karşı çıkar. Var olan veya yeniden kurulması önerilecek yansız veya uluslar-arası bir bölgenin kurulmasını desteklemez. Boğazların Cemiyet-i Akvam tarafından denetlenmesini kabullenmez (s. 19).

 

27 Ekim'de Müttefikler, 13 Kasım'da başlaması kararlaştırılan konferansa aynı zamanda hem Ankara hem de İstanbul yönetimlerini çağırdılar.

(Bunun üzerine saltanat kaldırıldı)

Son ana kadar İngilizlerden yardım umarak tahtına adeta yapışıp kalmış olan son Osmanlı padişahı Vahdettin, İstanbul hükümetinin çekilmesinden kısa bir süre sonra, İngiliz yönetiminin koruyuculuğuna sığınıyordu (s. 24).

 

İngiltere Dışişleri Bakanlığı yetkililerden Reginald W. A. Leeper, 31 Ekim 'de kaleme aldığı bir yorumda:

…Rusya, gelecekte İstanbul'a sahip olmak amacından vazgeçmemiştir ve vazgeçmeyecektir.

1. Rusya'nın Karadeniz'deki filosu zayıfken Boğazlar kapalı kalmalıdır. 2. Filo güçlenince Boğazlar açılmalıdır. Dolayısıyla, şimdiki siyasası, Boğazların savaş gemilerine kapalı kalmasına dayanır.

Şu anda Batı'da bize düşman iki güçle karşı karşıyayız: Rusya ve Türkiye. Rusya üzerinde herhangi bir etkili denetim kuramayız; Türkiye üzerinde ise bunu kurabiliriz…

Türk ulusal coşkusunun Doğu'da bizi ve Avrupa'da Balkan ülkelerini hedef almasını önlemeliyiz.

Dost bir Rusya'yı düşman bir Türkiye'ye karşı kullanmak bize yardımcı olmayacaktır, çünkü Rusya'yı etkileyemez ve onun politikasını denetleyemeyiz. Türkiye'yi Rusya'ya karşı kullanma siyasası ise henüz denenmemiştir. Bu da olayların gelişimine dayanır; ama, gerekirse, bu deney, bizi şimdi tehdit eden birçok komplikasyonlardan kurtarabilir / s. 25-26

 

İngiltere'de 15 Kasım'da yapılan genel seçimde Liberal Partili David Lloyd George, Bonar Law tarafından yenilgiye uğratılmış; Muhafazakârlardan oluşan bir Kabine işbaşına geçmiş; Lord Curzon Dışişleri Bakanı olarak aynı görevde kalmıştı.

İtalya'da da hükümet değişikliği olmuş; 30 Ekim'de iktidara Benito Mussolini gelmişti (s. 29).

 

Fener ve Galata kesimlerindeki Rum ve Ermeni ayak-takımı, Müslüman yönetimi altına girmekten veya ülke dışına kovulmak olasılığından kaygılanarak olaylar çıkarmaya başlıyor; yerel polis merkezlerine saldırıyor; yaşlı Müslümanları ve Yahudileri tartaklıyordu (s. 31).

 

Sonuçta, konferansın kesinlikle 20 Kasım'da başlayacağı ilgililere duyuruluyordu

İsmet Paşa, orada belki kimseyi bulamayacağı yolunda

Rumbold'un yapmış olduğu uyarıya karşın, konferansın ertelenmiş olduğunun BMM yönetimine resmen bildirilmemiş olduğu (için) 9 Kasım'da, öteki delegelerle birlikte İstanbul'dan Lozan'a hareket ediyordu (s. 32-33).

 

Rumbold'a göre, amacı, Lozan'a ulaşınca, Müttefiklerin delegelerinin saptanmış olan tarihte orada hazır bulunmamalarını protesto etmek ve onları güç bir durumda bırakmaktı

 

8 Kasım tarihli (Sırp) Vreme gazetesi ise, 'silahlanalım' başlıklı yazıda, Balkanlarda barışı korumanın tek yolunun, Sırbistan'ın 'dişlerine kadar silahlanması' olduğunu vurguluyor; Sırbistan'daki Müslümanların Kemalist başarılarından kıvanç duyduklarını; Saray Bosna'da İslam bayrağının açılmış olduğunu; Türklerin Avrupa'ya dönmelerinin, yaşamlarından memnun olmayanlara ve mağlûplara bir umud sembolü oluşturduğunu kaydediyordu (s. 33)

 

İtalyan basım, Ankara yönetiminin ağır basmasına karşı cephe alıyor ve İtalyan yönetimini Türk tehditlerine karşı sert direnişte bulunması için destekliyordu.

Roma'daki İngiliz Büyükelçisi Ronald Graham'a göre, o sırada İtalyan basınında yayımlanan yazılarda Mussolini'nin parmağı vardı (s. 34)

 

Lord Curzon / konferansa gitmeden önce İngiltere ile Fransa ve olabilirse İtalya arasında bir anlaşmaya varılmasının önemi üzerinde duruyordu.

 

Mussolini, yeni Başbakan ve Dışişleri Bakanı sıfatıyla 16 Kasım'da İtalyan parlâmentosunda ilk konuşmasını yaparken, 'Lozan'da Türklerin zaferini tanımanın bir ödev olduğunu' söyledi…

 

İsmet Paşa, delegasyonuyla birlikte 12 Kasım da Lozan’a ulaşıyor ve konferansın ertelenmiş olmasını sertçe protesto ediyordu. Fransa ile İtalya ondan özür diliyor, ama İngiltere özür dilemek inceliğini göstermiyordu.

Poincare, konferansın ertelenmesinden meydana gelmiş olan güç durumdan Müttefikleri kurtarmak amacıyla, ismet Paşa'yı Paris'e çağırıyor

 

19 ile 20 Kasım'da Müttefik delegeler arasında yapılan toplantıdan Curzon kaygılı olarak çıkıyor; Fransızların, görüşlerini değiştireceklerini seziyordu

 

İngiltere, bir Kemalist saldırısına karşı koyabilecek ve konferansta hem kendi ve hem de Yunanistan tarafından koz olarak kullanılmak üzere, Batı Trakya'daki Yunan ordusunun yeniden örgütlenmesi için Atina'daki ihtilâl yönetimini sürekli uyarıyordu (s. 43).

 

BÖLÜM II

KONFERANSIN BİRİNCİ DÖNEMİ

Horace Rumbold'un deyimiyle, Türkler, 'bir elde Misak-ı Milli, bir elde kılıç' olmak üzere konferansa giriyorlardı

Konferansta en güçlü rakip olarak İngiltere'yi karşılarında bulacaklarını biliyorlardı

Osmanlı Devleti'nin sorunlarım çözümlemeye çalışacaklarını; bunu yapmanın güç ve tehlikeli olacağım kavrıyorlardı. Avrupa diplomasisinin deneyiminden yoksun olan Türk delegasyonu, bu görevi gereğince yerine getirecek bir durumda değildi (s. 44).

Andrew Ryan, Lozan Konferansı'na katılan Türk delegelerinin bazılarıyla ilgili olarak şu gizli notları hazırlamıştı:

'İsmet Paşa - Aşırı eğilimli; görüşmelerde inatçı; Mustafa Kemal'in sadık yardımcısı;

Dr. Rıza Nur - Belirli görüşleri olmayan, macerasever, aşırı eğilimli, en çok para ödeyenlere bağlılıkla hizmet eder; Bolşeviklerden ödenek alır;

Hasan Bey - Maliye uzmanı ama mali konularda pek az bilgisi var;

Muhtar Bey - Eskiden İstanbul'un Bayındırlık Bakanlığının tanınmış ve saygın yetenekli yetkilisi; kendi özel sahasında yetenekli; teknik uzman; güçlü bir ulusçu [nasyonalist]; oldukça zeki ve dürüst;

Hamit Bey - Fransız mali çevreleriyle sıkı ilişki içinde; çalışkan ve çabuk anlayışlı, ama genellikle etkili olmaktan çok bir araç [alet], yağcı [dalkavuk], kendisiyle kolay ilişki kurulur, tavrı biraz kaba; kişisel görüşlerinde uzlaşmaz;

Ruşen Eşref - Tanınmış ve çalışkan bir propagandacı; her açıdan katı;

Cevat Bey - Eskiden İngilizlerle ilişkisi olmasına karşın güvenmediğim bir kişi;

Haim Nahum Efendi - Zeki, varlıklı ve daha da zengin olma hevesinde; Siyonistlere karşıt; Paris ve ABD'de ilişkileri var; ılımlı duygular gösterir ve görüşlerinde görünürde Mustafa Kemal'e karşı İttihat ve Terakki'nin davranışlarına benzer biçimde bir muhalefet kurmaya çalışanlardan biri; Türkiye'de kendi kişisel tutkularım sağlamaya yardımcı olacak herhangi bir yöntemi destekleyebilir;

Cahit Bey - Burada [Lozan'da] en tanınmış gazetecilerden biri; İttihat ve Terakki'nin 1908'den bu yana en iyi bilinen politika yazarı; daha sonra kamu borçları komisyonunda Türk üye olarak görev yaptı; Cavit’le sıkı işbirliği yapar ve şimdi onunla birlikte Mustafa Kemal'e karşı İttihat ve Terakki'yi diriltmeye çalışıyor; ikinci derecede önemli konularda Ankara'yı açıkça eleştirmeye başlamıştır;

Cevdet Bey - İkdam gazetesi sahibi, ama bu gazeteyi dış ülkelerden yönetmeyi yeğ tutar;

Reşit Safvet - Alınanlara ve Ermenilere karşıt; Fransız mali çevreleriyle ilişkileri var; İstanbul'da kısmen yabancı kuruluşlarda semiz [bol] paralı görev peşinde;

Münir Bey - Yetenekli;

Celal Bey - Eski Ekonomi Bakanı

Celâlettin Arif - Roma'daki Kemalist temsilcisi; gerçekten 'domuz' gibi bir hukukçu; İtalyanlara özveride bulunulmasını destekler ve herhalde bundan çıkar bekler' / s. 49-51

 

İngiliz delegasyonu üyesi Sir William Tyrrell'in 28 Kasım'da kaleme aldığı bir rapora göre, bizzat kendisi, İsmet Paşa'nın isteği üzerine 27 Kasım akşamı onunla Lozan Palas otelinde iki saat süren bir görüşme yapmıştı.

“İsmet'in değindiği ilk konu petrol olmuştur. Türkiye yönetiminin Musul petrol kaynaklarında bir payı olup olmayacağını sordu…” / s. 57

 

Bu şuada, İngiltere Başbakanı Bonar Law, Irak'tan büsbütün çekilmek niyetindeydi ve Irak hudutlarının güvenliğine karşılık olarak Türklere Musul petrollerinde bir pay verilmesini öneriyordu

Ancak, İngiliz Sömürgeler Bakanlığı, 'Musul elden giderse, Irak da gider' kaygısıyla buna karşı çıkmış ve Curzon da Türklere olumsuz yanıt vermişti / s. 58

 

Boğazlar sorunu konferansta görüşülmeye başlandıktan sonra, Rus ve Türk delegasyonları arasındaki ilişkiler oldukça gerginleşmiş; ilişkilerin kopması büyük güçlüklerle önlenmiştir

(Çiçerin Türklerin İngilizlere yakınlaşmasından dolayı) Lozan'daki Hintli ve öteki Doğululara, Türklerin, yalnız Rusların 'çıkarlarım satmakla kalmadıklarım', aynı zamanda, İngiltere'nin eline düşerek ona yardımcı olduklarım açıkça söylüyor; tüm Doğululara ve özellikle zulüm altındaki İslam uluslarına, Lozan'daki Türk delegasyonunun uyguladığı siyasete karşı Ankara yönetimine karşı protestolar göndermelerini öneriyordu (s. 69).

 

BÖLÜM III

KONFERANSIN BUNALIM DÖNEMİ

Türk delegeler, en çok yabancıları Türk adliyesinin yetkisinden muaf tutan adli kapitülasyonlara karşıydılar.

Curzon, İngiliz askeri makamlarım, her türlü önlemin alınması ve olağanüstü bir durum ortaya çıkarsa, uygulanabilecek bir harekât planı hazırlanması yolunda uyarıyordu. Dışişleri Bakanlığı Müsteşarı Sir Eyre Crowe'a 22 Aralık'ta gönderdiği gizli telyazısında, Türklerin inadı yüzünden Noel ve yılbaşı tatillerini İngiltere'de geçiremeyeceği için yakmıyordu (s. 82).

 

6 Ocak'ta Ermeni konusu, ABD temsilcisi Child, İtalyanlar ve kimi İngiliz Protestanların kışkırtmalarıyla, İngiliz delegesi Sir Horace Rumbold tarafından alt komiteye getirilince, Türk delegesi Dr. Rıza Nur, protesto olarak toplantıyı terk ediyordu:

'Bağlaşıklar, Ermenileri siyasi aletleri olarak kullandılar ve onları yangına [ateşe] sürdüler. Bunun sonucu olarak Ermeniler cezalandırıldılar. Büyük cezalara, hastalıklara, açlığa ve göçe maruz kaldılar. Ermenileri ödüllendirmek gerekiyorsa, onları siz ödüllendiriniz...

Mısır, özgürlüğü için kana boğulmuştur; Hindistan, Tunus, Cezayir ve Fas kendi yurtlarını istiyorlar. İrlandalılar bile, kendi ülkeleri ve bağımsızlıkları için yüzyıllarca kanlarını dökmüşlerdir. Onlara bağımsızlıklarını ve ülkelerini veriniz... Bu koşullar içinde burada kalamayız. Toplantıyı terk ediyorum'. / s. 91-92

 

Dr. Rıza Nur, bu sözlerinin tutanaklardan çıkarıldığım daha sonra öğreniyordu.

 

Ocak ayının ikinci haftasında, Fransızların Ruhr bölgesini işgal etmeleri üzerine, Lord Curzon, konferansı ivedilikle sona erdirmeye çalışıyordu

 

Musul sorunu / İsmet Paşa, Lord Curzon'la bu konuda anlaşamayacağını anlayınca, sorunu doğrudan doğruya İngiliz yönetimiyle görüşme yoluna gidiyor;

İngiltere Başbakanı Bonar Law'u etkilemek amacıyla, Muhtar, Şeref ve Rüstem Beyleri Londra'ya gönderiyordu

(Law’ın değerlendirmesi) amaçları, Musul'daki petrol kaynaklarım Türkler yararına çalıştıracak bir İngiliz şirketi kurmakmış

 

Musul'la ilgili entrikaların sonu gelmiyordu.

 

Curzon, 13.1.1923

…Gelecek hafta, İsmet'e antlaşma tasarısını vererek konferansı sonuçlandıracağım. Ankara'ya danışmak isterse, Ankara'nın yanıt vereceği güne dek konferansı erteleyeceğim; bu da konferansı kesintiye uğratmaktan daha iyi olacaktır. Bu arada Ankara aklını başına toplayabilir

 

Tahran'da yayımlanan İttihad adlı gazete,

Öteki konferanslar gibi, Lozan Konferansı'nın da amacı, Türkiye'yi haklarından yoksun bırakmak ve başarılarım geçersiz kılmaktır. Konferansta görüşülen konular doğrudan doğruya İran'ı da ilgilendirdiği halde, Bağlaşıklar, İran ve öteki İslam ülkelerini konferansa kabul etmemişler, ama hırsız Kürdistanlıları Ermenilerin yalancı temsilcilerim ve Süryani maceracı Ağa Petros'u, Türk delegelerinin protestolarına karşın, dinlemişlerdir. İyilik bilmez ve zalim Avrupa'yı protesto ederiz.

 

Atina'daki yetkililer izin verirse, Yunam Generali Pangalos'un süratle İstanbul'a yürümesi olasılığı olduğuna değiniyor; onun, hükümetinin buyruklarım dinlemeyerek böyle bir harekâta başlaması olasılığından Fransızların kaygılandıklarını bildiriyor / s. 109

 

Curzon, 24 Ocak

'Bu arada, aynı otelde konaklayan Fransızlarla Türkler dostluklarını sürdürüyorlar. Aramızda geçen şeyler ve yapılan planlar Türklere duyuruluyor. Geceleri birlikte şampanya içilerek dostluklar sürdürülüyor. Fransız ve İtalyan delegelerinin birkaç saat önce konferans salonunda açıkça hakaretlerine uğradıkları adamlarla şakalaşarak kadeh kaldırdıkları görülüyor. Ben böyle bir davranıştan kaçındım, çünkü bu, halkımızı tiksindirir ve Türklere, Müttefiklerin iki yüzlü oldukları izlenimi verir' / s. 111

 

Gerçekte, Lozan'daki anlaşmazlıkların başlıca nedeni, Lord Curzon'un, hiçbir uzlaşma kabul etmeden, hemen her konuda Türklere dikte etmeye çalışması ve kendisine karşı koyanları, özellikle İsmet Paşa ve Türk delegasyonunun öteki üyelerini aşağılamasıydı.

 

Curzon, 24.1.1923

“Konferans kesintiye uğrarsa, Musul sorunu yüzünden olmayacaktır. İsmet'in geciktirmek için yaptığı tüm taktikleri önleyeceğim... Diledikleri zaman antlaşmayı imzalamak üzere Türklerle yeniden toplanabileceğimizi onlara bildireceğim. Bu arada Türkler, tehdit edici askeri harekâtta bulunabilirler ve bu da husumete yol açabilir. Göstergeler bunun olmayacağını işaret ediyor, Çünkü Fransa, Doğu'da İngiltere ile olan ilişkileri kesilir kaygısıyla ve bizim de, Ruhr'daki Fransız davranışlarına olan toleransımızın yitirilmiş olacağını bilerek,

Türkleri suskun tutmak için çok çaba harcayacaktır. Ayrıca, Türkler, yeniden örgütlenmiş olan Yunan ordusunun ileri hamlelerde bulunmasından korkuyorlar.” / s. 113

 

İngiliz işgal gücü Başkomutanı General Harington, 28 Ocak'ta Savaş Bakanlığı'na gönderdiği gizli telyazısında:

“Askeri açıdan oldukça kötü bir durumdayız... Bu açıdan, İstanbul'u hâlâ işgal ettiğimizi sanmak bir komedidir.

(…)

Türklerle ilişkilerimizi kesinlikle kesecek ve onlara karşı savaşacaksak, askeri gücümüz, İstanbul ve İzmit'ten Gelibolu yarımadasına çekilmeli ve Çanakkale, Gelibolu'daki askeri yığınağımızı desteklemek için bir dış mevzi olarak kullanılmalıdır. Oradan, Türkleri Avrupa'dan çıkarabiliriz ve gerçekte onların da korktuğu budur...” / s. 119

 

Poincare, 29.1.1923.

Türklerin (…) Fransızları ilgilendiren kapitülasyonlarla genel borç ve İngiltere'yi ilgilendiren Musul konularında en küçük ödünü bile vereceklerini sanmadığını; Yunanistan'a karşı kazanmış oldukları zaferin, dana önceki yenilgilerini sildiğine inandıklarını; husumet yeniden başlarsa, bunun İstanbul, Suriye ve Mezopotamya [Irak]'da sonucunun felâket olacağım söylüyor, şunları ekliyordu: 'Arapların çoğunluğu Türkleri Fransa ve İngiltere'ye yeğ tutuyor. Araplar, bu sırada, Hicaz'la Mezopotamya'da ve Ankara yönetimiyle entrikalar çeviriyorlar. / s. 122-123

 

Türk delegeler 4 Şubat'ta kendi tasarılarım sunuyorlar

İngiliz delegasyonu 5 Şubat'ta Lozan'dan ayrılıyor

İsmet Paşa, bu durumda, Mudanya Mütarekesinin yürürlükte kalacağını ve Müttefiklerden yazılı bir belge alıncaya dek, konferansın ancak kesintiye uğramış sayılacağı umudunu dile getiriyor

 

BÖLÜM IV

KONFERANSIN KESİNTİYE UĞRAMASINDAN SONRAKİ GELİŞMELER

Konferans, İngiltere'den çok Fransa ve İtalya'yı ilgilendiren adli rejim, kapitülasyonlar ve Türk-Yunan savaş tazminatı konularında kesintiye uğramıştı

 

Lord Curzon da, 7 Şubat tarihli Daily Telegraph gazetesine verdiği demeçte, Türkiye ile İngiltere arasındaki tüm sorunların Lozan'da sona erdiğini söylüyor,

“Fransızlarla İtalyanları ilgilendiren konularda Türklerin anlayış göstermesi için çalışıldı... Türklere, muzaffer bir devletler grubunun yenilmiş bir devlete hiçbir zaman göstermediği cömertlik gösterildi. Türkler, son dakikanın son anına dek çarşı taktikleri kullandılar ve yüz defa, Türkiye'nin egemen bağımsızlığından ve mahkûm olacakları kölelikten söz ettiler. Türklerin bu tutumu inanılmaz bir şey. Onlar, barışın gerçek yıkıcılarıdır. Ülkeme yenilgiyle değil zaferle dönmüş bulunuyorum. Kişisel çıkar ve ulusal yarar kazanmak yerine Müttefiklerimizin safında yer aldım ve onlara, düşünceleri için verdikleri savaşımda yardımcı olmayı yeğ tuttum.” / s. 139-140

 

Türk basını İtalyanlarla Fransızlara saldırıyordu.

 

Türk yönetimi, İzmir'deki Bağlaşık savaş gemilerinin üç güne kadar geri çekilmelerini istiyor; aksı durumda, mütarekenin sona ermiş sayılacak uyarısında bulunuyordu. İngilizler, Türklerin niyetini saptamak amacıyla, İngiliz savaş gemisi 'Curaçoa’yı, İzmir Umanına gönderiyor, fakat Türk kıyı bataryaları hiçbir karşılıkta bulunmuyordu (s. 143).

 

Lord Curzon, 9 Şubat ta, Henderson aracılığıyla, Ankara'yı, antlaşmayı imzalamaya yemden çağırıyor, ama Ankara bunu derhal reddediyordu

Ankara, İngilizlerden, İzmir'deki savaş gemilerinin bir kısmını, iyi niyet belirtisi olarak ve Ankara'da Ulusçulara yardımcı olur umuduyla, geri çekmelerini rica ediyor; bunun üzerine, İngiliz savaş gemilerinin birçoğu 27 Şubat'ta İzmir'den ayrılıyordu (s. 144).

 

16 Şubat'ta Lozan'dan İstanbul'a dönen İsmet Paşa, ertesi günü İngiliz Yüksek Komiseri vekili Nevile Henderson'la görüşüyor; ne yapması gerektiği konusunda onun görüşünü soruyor, Henderson da ona, antlaşmayı imzalamasını öneriyordu (s. 151).

 

Horace Rumbold, 27.2.1923

“Ankara fanatiklerinin ve vahşilerinin ne yapacaklarını söylemek olanaksızdır. Kendilerine şahane [harika] bir anlaşma önerilmiştir; akıllı olsalar onu hemen kabul ederler; ama Türk, olağanüstü bir budaladır ve çoğu kez, ekmeğinin hangi yanma tereyağı sürülmüş olduğunu göremeyecek kadar zavallı görünür.” / s. 155

 

21 Mart tarihli İngiliz gizli istihbarat raporuna göre, BMM'deki gizli görüşmelerinde (…) İsmet Paşa, ansızın ayağa kalkarak, duygulu ve dramatik bir edayla şunları söylüyordu:

“…Kişisel olarak bana ve davranışlarıma güveniniz yoksa Dışişleri Bakam ve Batı Cephesi komutanlığından hemen çekileceğim. Ordunun yorgun düştüğünü ve savaşın çılgınlık olduğunu anlayamıyorsunuz.”

 

İngiliz İstihbarat Servisi'nin 'aktörlük' olarak nitelediği bu olaydan sonra (…) Mustafa Kemal hemen ayağa kalkıyor, hükümete güvenoyu ve barış konusunu çözümleme yetkisi verilmesini öneriyor; 120 milletvekilinin desteklediği hükümet, bu kez askeri şahsiyetlerden oluşan bağımsızların da desteğini sağlıyor ve böylece yönetim, herkesi şaşırtacak biçimde ve Meclis durumu anlamadan güvenoyu sağlıyordu (s. 163).

 

Mustafa Kemal, barışın neden henüz sağlanamadığını halka anlatmak amacıyla 12 Mart'ta Ankara'dan ayrılarak Anadolu gezisine çıkıyor; Osmaniye, Adana, Mersin, Konya ve Kütahya'da konuşarak, 25 Mart'ta Ankara'ya dönüyor

 

Sovyet Rusya diplomatik temsilcisi J. Zilkind, 14 Mart'ta Moskova'ya ve Almanya'daki Rus Büyükelçiliğine gönderdiği gizli yazıda:

Müttefiklerin Lozan'da uygulamış oldukları taktik, ancak onların zayıflığını ve çaresizliklerini göstermiştir; bunu da, Türklerce önemli görülen konularda İsmet Paşa'ya vermiş oldukları ödünler kanıtlamaktadır.

Bu taktiğe göre, kesin yanıtlar verilmekten kaçınmalı; kimi konularda anlamsız ve belirsiz olmalıdır, çünkü Müttefik delegelerin zayıf noktalarını ortaya çıka muş ve Türklere, görüşlerinde direnirlerse, Türk ulusunun çıkarlarına uygun koşullar sağlayacağı yolunda güvence vermişti.

1922 yılı Kasım ve Aralık aylarında, daha az kabul edilebilen bir antlaşmayı Türk delegasyonu ve BMM onaylayacaktı. O sıralarda Türkiye, Müttefiklerce hipnotize edilmiş gibiydi ve kendi gücünün farkında değildi, ama o zamandan sonra gücünü anlamıştır. Şimdi, Lozan Antlaşmasını imzalamaya artık gerek yoktur. İsmet Paşa bile onu imzalamaya karar verse, Ankara'daki Ulusal Meclis, antlaşmayı asla kabul etmeyecek; kabul etse bile, yeni kurulmuş olan hükümete hiç de yardımcı olmayacak bir seri protestolar yer alacaktır.

Türkiye'nin her yanında ve basında, Fransa'nın, konferansın son aşamasında uygulamış olduğu tutuma karşı, bir değişiklik oluşmuştur. Poincare'in, tüm Müttefik politikasını parçalamış olan şaşırtıcı telyazısı, tüm Türk basınında Fransa'ya karşı bir kampanya başlatmış ve o güne dek yapmamış olduğunu yaparak, onun Avrupa politikasını sertçe eleştirmiştir.

Poincare’nin 1 Şubat tarihli telyazısıyla kışkırtılmış olan bu uyarı, Pelle ile yapılmış olan görüşmeyi sona erdirmiş ve Pelle, Paris'e gönderdiği telyazısında, kendisine verilmiş olan görevi yerine getiremediğini bildirmiştir (s. 167-169).

 

Mustafa Kemal, Fransızlar üzerinde baskı kullanmak için Suriye hududuna asker yığıyordu

 

BMM yönetimi, Amerikalı sermayedarlardan oluşan, Osmanlı Amerikan Kalkınma Şirketi [Ottoman-American Developnıent Company]'yi temsil eden Deniz Yarbayı Arthur Chester ve Albay Kennedy'ye, 9 Nisan 1923'te, BMM'nin onayıyla bir ayrıcalık hakkı [imtiyaz] tanıyordu

BMM yönetimi, bu imtiyazla, Lozan'ın ikinci döneminden önce ve konferans sırasında, Amerikalıları Müttefiklere karşı kullanmak amacını güdüyordu.

 

BÖLÜM V

LOZAN KONFERANSI'NIN İKİNCİ DÖNEMİ

3 Nisan 1923'te Lozan Konferansının ikinci dönemi başlıyordu. Bu dönemde İngiliz delegasyonu başkanlığına Sır Horace Rumbold getirilmişti. Onun yanında yardımcı olarak, İstanbul'daki İngiliz Yüksek Komiserliği siyasi işgüzarlarından [Türk düşmanlığıyla tanınmış] Andrew Ryan vardı.

 

İstanbul'daki İngiliz Yüksek Komiseri vekili Nevile Henderson, 24.4.1923

“[Türkler] Chester projesinde haşarılık yaptıklarım biliyorlar ve bu haşarılıklarının getireceği sonuçtan kaygılanıyorlar. General Weygand'ın Suriye'ye atanmış olması iyi bir izlenim yaratmıştır. Bu, Fransa'nın, Türklerin blöfüne karşı ilk deneyimidir ve Türkler, Fransız korkaklığının bir sınırı olduğunu anlamaya başlamışlardır.”

 

Atina yönetimi, Yunan ordusunun Anadolu'da yapmış olduğu yıkıma karşılık olarak Türkiye'ye tazminat ödemeye yanaşmıyordu.

Venizelos, Türkler Yunanistan'dan tazminat istemekten vazgeçerse, Karaağaç'ı ve kuzeyde, Meriç'le Arda ırmakları arasında bulunan üçgen biçimindeki küçük bölgeyi onlara önermeyi tasarlıyordu / s. 179

 

14 Mayıs'ta Venizelos İsmet Paşa'yla görüşüyor; Yunanistan'ın savaş tazminatı ödeyemeyeceğini, ama Türk yönetimini manevi açıdan tatmin etmeye hazır olduğunu bildiriyordu. Venizelos'un planına göre, Yunanistan, kendi ordusunun Anadolu'da savaş kurallarına aykırı olarak girişmiş olduğu davranışlardan ötürü tazminat ödemek sorumluluğunu bir deklerasyonla üstlenmeli; buna karşılık, Türkiye, Yunanistan'ın mali durumunun böyle bir tazminat ödemesine izin vermediğini kabullenerek isteminden vazgeçmeli / s. 180

 

Lozan'daki Yunan delegesi Aleksandris, tazminat konusunda anlaşmaya varılmazsa, iki güne dek konferansı terk edeceğini açıklıyor, 22 Mayıs'ta Atina'ya şunu bildiriyordu: kendisi 26 Mayıs'a kadar Lozan'da kalacak; o güne kadar anlaşma olmazsa, Mudanya Mütarekesi iptal edilecek ve 27 Mayıs'ta Yunan harekâtı başlayacaktı.

İki gün geçmeden, İtalyanlarla Fransızlar, Türkiye'den savaş tazminatı istemekten vazgeçtiklerini bildiriyor, böylece, İsmet Paşa'ya, Yunan tazminatı konusunda Ankara'nın talimatı dışında uzlaşma fırsatı veriyor; o da Ankara'ya danışmadan Yunan önerisini kabul ediyor… / s. 182

 

…tazminat konusunda İsmet'le Rauf'un arası açılıyordu. Rauf, Yunan önerisinin kabulünden yana değildi. İsmet ise, öneri kabul edilmezse Ankara'ya döneceğini bildiriyordu

 

Montagna formülüne göre, Türkiye'de adli yönetimin geliştirilmesi için zamana gereksinildiği kabul ediliyor; hiç olmazsa beş yıl süreyle Türkiye'de hukukçulardan oluşacak bir danışma kurul unun bulunması isteniyordu. Bu hukukçuların da katılacağı bir komisyon, Türkiye'de adli yönetimin ve hapishanelerin gelişimine ait projeler hazırlayacaktı. Yabancıların davalarında sürekli yabancı danışman bulunacak; yabancılar hakkında celp, tutuklama ve arama emirleri ancak yabancı hukuk danışmanlarının onayı alındıktan soma verilebilecekti. Bu yabancı danışmanları uluslararası adalet konseyi seçecekti. Türk mahkemeleri bunların adeta denetinde olacaktı. Haksız gördükleri mahkeme kararlarını geçersiz saydırmak için Adalet Bakanı'na itirazda bulunabileceklerdi. Konferansın kesildiği 4 Şubat'ta, İsmet Paşa, geçici bir süre için yabana hukukçulardan danışman olarak yararlanabileceklerini ve onların Türk görevlisi olarak çalışmalarını istemişti / s. 185

 

Mayıs ortalarında, daha çok Fransızları ilgilendiren Osmanlı genel borcunun ödenmesiyle ilgili yeni bir kriz başlıyor

Ödeme, borç senetlerinde belirtildiği gibi, sterlin üzerinden yapılırsa, Türklerin her yıl yaklaşık olarak beş milyon, frank üzerinden yapılırsa, 1,7 milyon sterim ödemeleri gerekecekti. Doğal olarak Türkler, frank üzerinden ödemeyi yeğ tutuyorlardı. Fransızlar ise, borcun, ya altın ya da sterlin olarak ödenmesini istiyorlardı (s. 188).

 

Türkler, Müttefiklerin bu konuda savaşa girmeyeceklerini anlıyorlardı

 

İstanbul'daki İngiliz işgal gücü Başkomutanı General Harington, 10 Haziran'da Savaş Bakanlığı'na gönderdiği gizli telyazısında şöyle diyordu:

“Size daha önce göndermiş olduğum bilgiye göre, Ankara, geriye kalan sorunlarda, görüşmelerin kesintiye uğraması pahasına da olsa, hiçbir ödün vermemesini İsmet Paşa'ya tembihlemiştir... Türk, şimdi dört ay önce olduğu kadar askeri açıdan heybetli değildir. Askeri durumu kötüye gitmiştir. On veya on beş gün içerisinde ancak küçük bir askeri güç toplayabilir ve yedekleri yoktur. Doğu Trakya'da büyük bir güç kurmada başarısızlıkla karşılaşmıştır. Bugün, deniz gücü yoktur; ordusu kötüleşmektedir; hava gücü, parası ve geleceği yoktur. Ankara'nın İsmet'e gönderdiği emirlerde küstahlık gösterilmektedir... İstanbul'da yetkimiz kasten hiçe sayılarak bize karşı meydan okunuyor... Şu anda askeri açıdan güçlüyüz ve isteklerimizi kabul ettirebiliriz. Türk, görevimizde ciddi olduğumuzu görürse, bize karşılık veremeyecektir.” / s. 189-190

 

Türklerin genel borç konusundaki direnişine karşılık olarak, Fransızlar da boyun eğmemeye kararlı idiler.

 

(Rumbold) Türklere boyun eğmeyi onur kırıcı bulmakla birlikte, Müttefikler bu konuda güce baş vurmayacaklarına göre, en uygun anlaşmaya varmaları gerektiğine inanıyor (s. 193).

 

…protokole göre, Türkiye'deki tüm Müttefik kara ve deniz güçleri, antlaşmanın onaylanması üzerine Türk karasularından çekilecek; ancak, Boğazlarla ilgili konvansiyon yürürlüğe girinceye dek, Boğazlardan bağımsız geçişi sağlamak amacıyla Müttefiklere ait bir kruvazörle iki destroyer Boğazlarda kalacaktı (s. 199).

 

Türklerden, İngiliz Vickers Armstrong ve Fransız Regie Generale firmalarının imtiyazlarını onaylamaları, yerlerine yenilerini koymaları, ya da onlara on yıl süre ile tercih hakkı tanıyarak tazminat ödemeleri; İngiliz sermayesiyle çalışan Türk Petrol Şirketi [Turkish Petroleum Company]'nin haklarını tanımaları isteniyordu. Ancak, bu imtiyazlar, Amerika'nın ticari çıkarlarına, özellikle Chester imtiyazına ters düşüyordu. Lozan'daki Amerikalı temsilci Grew, Müttefiklere imtiyaz tanıyan maddelerin antlaşmadan çıkarılmasını istiyor; Amerika'nın Türklerle ayrı bir ticaret anlaşması imzalayacağını söylüyordu (s. 200-201).

 

17 Temmuz'da, Müttefikler, imtiyazlar konusunda ödün veriyor ve Regie Generale ile Vickers Armstrong şirketleri için ödenecek tazminatın beş yıl süre ile eşit rekabet esasına dayanmasını kabullenerek, Amerikalıların 'açık kapı' siyasetine teslim oluyorlardı (s. 201).

 

20 Mayıs tarihli Irak gazetesi, Tafan [Tufan ?]'ın bildirdiğine göre:

“Maalesef BMM, konferansta yapılan görüşmelerde, Irak'taki İngiliz etkisini sona erdirmek için hiçbir çabada bulunmamıştır. Bu, İslam’ın onuruna sürülmüş bir lekedir; Müslümanların kalplerini yaralamıştır ve onları üzmüştür. Irak halkı, İngilizlerce, Irak'taki egemenliklerini sürdürmek için Faysal gibi bir ajan kullansalar bile, onlara asla boyun eğmeyeceklerdir.” / s. 204

 

(13 Mayıs) General Pelle, Ermenilerin Lozan'da İsmet Paşa'yı öldürmek için komplo kurdukları konusunda Türk delegasyonunu uyarmış. Bu haber, İstanbul ve Ankara basınında kaygı ve kızgınlık yaratmıştı.

 

Lozan Antlaşması'nın Yankıları

18 Temmuz tarihli L'Temps gazetesinde Herbette, Türkiye'nin büyük bir diplomatik zafer kazandığını ve en tehlikeli düşmanları olan İngiltere ile Yunanistan'ın, Mudanya Mütarekesinden çekilmeleri durumunda karşılaşılması olası tehlikeyi atlatmış olduğunu; Türkiye'nin ulusal bir devlet haline geldiğini; Fransa'nın, Ankara Antlaşmasında sağlamış olduğu yararlan yitirdiğini ve antlaşmadan zararlı olarak çıktığını; ABD'nin, haklarım koruduğunu; ancak İngiltere'nin de zarara uğradığım, çünkü Asya Türkiyesi'nin İngiliz egemenliğinden kurtulmuş olduğunu kaydediyordu.

 

24 Temmuz tarihli Echo National'de, Andre Tardieu, 'Boğazların Hanımı İngiltere' başlıklı bir başyazıda, İngilizlerin, Çanakkale'de kalarak Akdeniz'in tüm kapılarına sahip olacaklarım; İngiltere'nin o sırada Boğazlarda yeni bir Cebelitarık'a sahip olduğunu ve birkaç hafta içerisinde bu durumunu değiştireceğine inanmadığını; Fransa'nın Türk dostluğunun İngiltere'ye Doğu'da saygınlık kazandırdığını ve onu Boğazların hanımı yaptığını öne sürüyordu (s. 207-208).

 

25 Temmuz tarihli Fransız Eclair, çılgınca bir politikanın feci sonuçlarından söz ediyor; şöyle diyordu:

“Hilâl, Haç'a böylesine bir yenilgi darbesi indirmemiştir. Batı'nın saygınlığı toprak olmuştur ve uygarlık, barbarlığın önünde eğilmektedir-... Fransa'yı bu aşağılayıcı duruma getirmiş olan Franklin-Bouillon, parlamentoya üye seçilmiştir.”

 

Echo de National'da Pertinax, antlaşmayı bir yenilgi sembolü olarak niteliyor; Türk Ulusçuların Anadolu'da geniş topraklar yitirmiş olmalarına karşın, muzaffer olarak Balkan yarımadasına döndüklerini yazıyor; Müttefiklerin teslim oldukları sorunları sayarak, Türk rövanşının bir oldu-bitti olduğunu öne sürüyordu.

 

Figaro'da Henri Bidou, Türkiye'nin ilk kez Batılı bir devlet olarak kabul gördüğünü; savaş Türkiye'yi Avrupa'dan çıkarmaya yolu açmışken şimdi Avrupalılaşmış olduğunu kaydediyordu. Victoire'da M. Herbette, Yunanlılarla Ermenilerin matem tuttuğunu; ancak antlaşmanın, İngiliz açısından da çok parlak olmadığım; sayısız askere ve toplara sahip Türkiye'nin, Boğazların efendisi olarak kaldığını vurguluyordu (s. 208).

 

18 Temmuz tarihli Times adlı İngiliz gazetesi, “Türk barışı çözümlendi, 'Müttefiklerin son ödünleri” başlığı altındaki yazılarında şöyle diyordu:

“Güç bir hamilelikten sonra başarılı sonuç elde edilmiştir. Bebek tatmin edici olmamakla birlikte... Türklerden başka hiç kimse o yavrunun onur verici olduğunu benimseyemeyecektir.” / s. 208

 

Aynı gazete, 28 Temmuz tarihli sayısında Ağa Han'ın Müslümanlara gönderdiği şu mesajı yayımlıyordu:

“Tarihte, ilk kez, bir İslam ulusu tarafından, kesin eşitlik esasına dayanarak, Batı'nın büyük devletleriyle bir antlaşma imzalanmıştır. Bu antlaşma, Gazi Mustafa Kemal'in sarsılmaz önderliğine ve İsmet Paşa'nın sabırlı diplomasisine verilen krediyi yansıtır. Türk ulusunun sağlamış olduğu özgürlük bir bütündür.” / s. 208-209

 

Daily Telegraph adlı İngilizce gazete, 28 Temmuz tarihli sayısında, İngiltere'nin eski Başbakanı David Lloyd George'un şu demecini yayımlıyordu:

“Uygarlığın başarısızlığı... Her şey sona erince, İsmet'in gülümsemesine şaşmamalıdır. Ankara'dan alman haberlere göre, barış, orada büyük bir Türk zaferi olarak karşılanmıştır ve gerçekten de öyledir... Mudanya Paktı Sevr değildi, ama kesinlikle Lozan'dan daha iyiydi. Sevr'den Mudanya'ya bir gerileme idi; ancak, Mudanya'dan Lozan'a bir bozgundur [hezimettir].” / s. 210

 

Yunan basım, Müttefiklerin, barış yolunda birçok ödün verdiğini öne sürerek acılarını belirtiyor

Yunan ihtilâlcilerinin organı Eleftheros Loğos, “Fransa şimdi başka devlet adamlarına ve yüce geleneklerine uygun bir siyasaya dönmeye gereksinim duyuyor” yorumunda bulunuyordu. Yunan ihtilâlinin destekleyicilerinden Patris gazetesi, acı bir tutumla şöyle diyordu:

“Lozan'ın manzarasının Avrupa diplomasisinde eşi yoktur. Türkiye, Müttefikleri yenilgiye uğratarak onları moral açısında aşağılamıştır... Lozan barışı Avrupa'nın moral çöküntüsünün yazılı bir belgesi olacaktır. Anıtlaşma, Helen ulusunun yüce düşünün mersiyesidir; ama, umutsuzluğa kapılmayalım. Son on ay zarfında ülke, Helenizm'in evrensel olduğunu kanıtlamıştır. Bir gün İyonya'nın güneşi Yunan savaşçılarının süngülerinde parlayacaktır. Helen ideali ağır bir yara almıştır, ama ölmemiştir. Yunanistan, öteki Balkan ülkeleriyle olan dostça ilişkilerini pekiştirmektedir.” / s. 209-210

 

Venizelos tarafları Vima gazetesi şunları yazıyordu: “Yunan halkı barış haberini üzüntüyle karşılamıştır... Ancak, barış, ülkeye sükûn getirecek ve halka, kendi iç sorunlarını çözümleme fırsatı verecektir. Yunan tarihi, ikinci bir Lozan kaydetmemelidir.”

 

Venizelosçu Eleftheros Tipos gazetesi şöyle diyordu:

“Müttefiklerin hakaret oluşturan durumu tehlike yaratabilir.”

 

Venizelosçu Estia [İngiliz yandaşı] gazetesi şöyle diyordu:

“Barış, Yunanistan'dan çok Müttefikler için büyük bir yenilgidir.”

 

Venizelos ve General Metaksas'a muhalif, 'ılımlı' Yunan gazetesi Politia şunları yazıyordu:

“Lozan Konferansı, tüm konferansların en üzücüsü olarak tarihe geçecektir... Yunanistan, Türkiye ile olan anlaşmazlıklarını çözümledikten sonra ortaya çıkan anlaşmazlıklar kendisine pahalıya mal olmuştur. Buna karşın, Balkan ülkeleri arasında dayanışma kurulmuştur ve bu, konferans sonunda kaybolmayacaktır. Aksine, Balkan işbirliğine daha yakın ortam hazırlamıştır ve bu da Doğu'da barışı güçlendirecektir. Sevr'den hemen sonra, Yunanistan, küçük halkları koruma sözü vermiş olanlar tarafından terk edilmişti... Ancak, bu küçük halklar, Müttefik devletlerin çıkarları için satranç taşı gibi oynatmışlardır.”

 

Embros gazetesi, Yunan halkını, ne pahasına okusa olsun, birliğe çağırıyor; General İoannis Metaksas yanlısı Kathimerini, Lozan Konferansı'nın dört savaşa son vermiş olduğunu; Yunanistan'ın, 12 yıldan fazla süren savaşlardan sonra barış için ağır ödemede bulunduğunu öne sürüyor / s. 210

 

Metaksas yanlısı Hronos gazetesi ise şöyle diyordu: “Lozan'da yenilmiş olan yalnız Yunanistan değil, Müttefiklerdir.”

 

Hollanda basını da Lozan Antlaşması'na ilgi gösteriyor; “Türkiye, Müttefikler arasındaki ayrılıklardan tümüyle yararlanarak konferans salonundan zaferle çıkmıştır” diyordu.

 

Haagsche Post adlı gazete, Türkiye'de Ulusçuların her yana nasıl yayıldıklarını ve Türkiye'yi Batı hegemonyasından kurtardıklarını anlatıyor; şöyle diyordu: “Bugün yeni bir yaşam kazanmış olan Türkiye, eskiye oranla, şimdi Boğazlarda daha güçlü bir duruma gelecektir.”

 

Niuwe Rotterdamsche Currant şöyle diyordu: “Türkiye, yeni bir deniz ve kara gücü olarak ve Sovyet Rusya ile birlikte, Levant'ta ve İngiltere'nin Hindistan yolu üzerinde güçlü bir duruma gelecektir.”

 

Het Volk şunları ekliyordu: “Lozan'ın elastiki antlaşması, Avrupalı diplomatlara uykusuz geceler geçirmeyi sürdürecektir.”

 

Vanderland, Türklerin modem prensipleri öğrenmelerinden memnunluk duyuyor; Lozan'ı, Paris barış antlaşmalarında gedikler açtığı için iyi karşılıyor; barışın imzalanmasının Türkler için büyük bir gün olduğunu kaydediyor; ama Times muhabirinin, Türklerin onu dikte ettiği görüşüne katılmıyordu. Gazetenin tek kaygısı şuydu: “Mağlubiyetten galibiyete geçen bir Türkiye'yi, boyunduruk altındaki veya mağlup halklar, zafer getirici bir örnek olarak alabilirler

 

Lozan Antlaşması İtalya'da da iyi karşılanmıştı. Konferansın ikinci döneminde İtalya'yı temsil eden delegasyonun başkanlığım yapmış olan ve barıştan sonra İtalya'nın Türkiye Büyükelçiliğine atanan Montagna, basma verdiği demeçte, barış antlaşması hakkında şöyle diyordu:

“Türkiye ile aktedilmiş olan barıştan memnunuz. Başbakan Mussolini de antlaşmadan memnundur.” / s. 211

 

Corriera Delta Sera şöyle diyordu:

“Türkiye, başlıca amacı olan egemenliğe sahip yönetim sistemini elde etmeyi başarmıştır... Ankara'nın ulusal gürüm tatmin edilmiştir. Barış antlaşması mali ve ekonomik sorunları tümüyle çözümlemiyor. Lozan Antlaşması her ne kadar eksikse de, Avrupa'nın iyileştirilmesi için herhalde bir adım oluşturur. Doğu sorunu yeni bir safhaya girmiştir.”

 

28 Temmuz tarihli New York Times gazetesi:

Basma demeç veren [ABD'nin eski İstanbul Büyükelçisi] Morgenthau, Avrupa'nın hâlâ içinde bulunduğu karışık durumdan yararlanan Türkiye'deki Kemalistler ve Rusya'daki Bolşevikler gibi küçük grupların, dünya barışını tehdit ettiklerini; Lozan'ın tam bir fiyaskoyla sonuçlanmış olduğunu belirtti ve şunları ekledi:

“Türkler, kendi güçlerinden çok Müttefiklerin aralarındaki anlaşmazlıklardan yararlanarak öne sürdükleri koşulları onlara kabul ettirmeyi başarmışlardır. Türkiye gibi huzur bozucu küçük devletleri bir bir önümüze alarak onlarla uğraşacağımıza, büyük devletlerle yakın işbirliği kurarak ilişkilerimizi geliştirmemiz ve bu çerçevede önderliği kabul ederek tecrit olma politikasını rafa kaldırmamız uygun olacaktır.”

 

Hintli Müslüman önderlerden Sir Abbas Ali Baig, Asintic Review dergisinin Ekim 1923 tarihli sayısında şöyle diyordu:

“Lozan Antlaşması, Asya ve Avrupa için oldukça önemli olan diplomatik bir zaferdir. Ölü olarak doğmuş olan Sevr Antlaşması'nı mezara koymuş ve Venizelos'la Lloyd George'un saldırgan politikalarını sonuçta çöktürmüştür. Bitkin kalmış bir dünya, uzun sürmüş olan güç görüşmeleri sonuçlandırmış olan İsmet Paşa ve Sir Horace Rumbold'a minnettardır... Bütün Avrupa, İsmet Paşa'yı, yetenekleri, dürüstlüğü, içtenliği ve ağırbaşlılığından ötürü takdirle anmaktadır...

Modern Türkiye'nin kurucusu Mustafa Kemal Paşa'nın da, İslam dünyasının her yarımda saygınlığı büyüktür ve ona "Seyfullah" [Tanrı'nın kılıcı] adı verilmiştir... Barış, Hindistan'ın her yanında sevinçle karşılanmıştır.” / s. 212-213

 

Amerikalı yazar Harry Howard şöyle der:

“Türklerin ulusal bağımsızlık yolundaki uzun savaşımları, modem dünya tarihinin yüce destanlarından biridir. Küçük Asya [Anadolu]'nın savaş alanlarında kazanılmış olan bağımsızlık, Lozan'da sağlanmış olan büyük başarılarla bütünlenmiştir.”

Toynbee ve Kirkwood şunları ekler:

“Lozan'da, Müttefikler, Türk Ulusçuların yaklaşık olarak tüm taleplerine boyun eğdiler. Dünya, şaşılacak şu manzarayla karşılaşmıştır: Yenilgiye uğratılmış ve görünürde yıkılmış olan bir ulus, yıkıntılarının üzerinden yükselerek, kesinlikle eşit koşullar içerisinde, dünyanın en yüce uluslarının önüne çıkarak, 1. Dünya Savaşı'nın aşağılanmış olan muzafferlerinden, hemen hemen her ulusal dileğini kazanmıştır. Bu düelloda en büyük kredi, sağu, zeki, hesapçı ve sürekli inatçı devlet adamı ve asker İsmet Paşa'ya aittir. Onun sağırlığı bile yararlı olmuştur, çünkü muhalif grupların önerilerini duymazlıktan gelmiştir.” / s. 213

 

Türklerden pek hoşlanmayan Sir Andrew Ryan şöyle yakınır:

“[Lozan'da] onursuz bir barış imzaladık. Bu, İngiltere'nin şimdiye dek imzalamış olduğu antlaşmaların en uğursuzu, en mutsuzu ve en kötüsüdür.” Tüm bu alıntılar, Türklerin Lozan'da sağlamış oldukları yüce zaferi doğrular (s. 214).

 

SONUÇ

Lozan Antlaşması, 21 Ağustos'ta onaylanmak üzere, yeni seçilmiş olan BMM'ne sunuluyor; aleyhte 14 oya karşı 213 oyla onaylandı…

Müttefikler son askeri güçleri, 1 Ekim'de Türkiye'den büsbütün çekiliyor…

 

TTK, Ankara, 2006

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder