31 Mart 2024 Pazar

Richard Sennett, Jonathan Cobb - Sınıfın Gizli Yaraları

 

Richard Sennett, Jonathan Cobb - Sınıfın Gizli Yaraları


 

Amerikan işçileri arasındaki sınıf bilinci (ya da eksikliği var görünen bir bilinç).

 

Sınıfın Gizli Yaraları, daha geniş bir topluma entegre olan insanların kişisel farkındalık düzeyine dayanarak bu farklılığın kimi sonuçlarını belirlemeye çalışıyor.

 

Giriş

1937-38 / otomobil grevi insanların ışığı görmesini sağlayacak gibiydi. Bir doktrin yoktu. Mücadele insanlardaydı.

 

İşçi sınıfı bilincinin karmaşıklığı, işçiyi dinleyen kişiden, onlardan ne duyduğunu açıklayacak yeni bir teori gerektirir

 

Onlar için yaşamlarındaki değişimler, bir şans ya da başarısızlıktan, ona sınıf şeyleri başarmaktan daha öte bir anlam taşıyor. Tarih, onlara göre, hem kendilerini hem de çocuklarını, kelimenin entelektüel anlamıyla "kültürlü" olmaları için dürtüyor, tabi eğer Amerika'nın bu yeni koşullarında saygı görmek istiyorlarsa; ve onlar, bu dürtmeye karşı, son derece ikircikli hissediyorlar. / s. 33

 

"Yaşamımda iyi bir iş yaptığımı biliyorum" diyor, fakat insanların gizliden gizliye ona pek saygı duymadığından korkarak saygınlığına ilişkin savunmacı hisseden bir adam aynı zamanda; "olmalarını istediğinin tam tersi yolda" olan çocuklarından endişe ediyor ve bu nedenle evinde sert ve amirane bir tarzda davranıyor. / s. 33

 

…çocukluğundaki yoksulluk hakkında sanki utanç verici bir şeymiş gibi konuşuyor, hiçbir şeye sahip olmamaktan dolayı değil, hiçbir şeye sahip olmayan insanların hayvanlar gibi davranmasından dolayı. / s. 36

 

Herhangi bir otobiyografik hikayede kendini haklı çıkarma çabaları ortaya çıkar

…insanlar, eğitimli, üst-orta sınıftan birinin kendilerini yargılayıcı bir pozisyonda olduğunu düşündüler ve vardıkları yargı, işçi sınıfından insanlara eşitler olarak saygı gösterilmeyebileceği olacaktı. Bu korkuya işçiler iki biçimde tepki verdi. Ya toplumdaki konumlarının kişisel olarak kendi hataları olmadığını ya da insanları toplumsal konumlarına göre yargılamanın yanlış olduğunu göstermeye çalışıyorlardı. / s. 51

 

Birinci Kısım

Yaranın Kaynakları

Birinci Bölüm

Yetenek Rozetleri

İnsanlar yetersizlik ya da başarısızlık duygusundan bahsettiklerinde genellikle tüm dikkatlerini kendilerine vermiş bir halleri vardır.

(bunun nedeni kıyastır; başkalarıyla kıyas)

 

Eğer bir topluma ait değilsen, toplum senin canını yakamaz.

 

1 9. yy.'da terimi kullanan Marx, Saint-Simon ve Proudhon nezdinde sınıf, bir iktidar meselesiydi. Toplumda farklı sınıflardan insanlar vardı, ve bunlardan bazıları diğer insanların emeğini kontrol ediyordu

Max Weber gibi yazarlar sınıf kavramına "otorite" kavramında somutlaşmış yeni bir boyut ekledi.

 

Kapıcı temizlik yapmaktan memnun değildir, ancak bu işi yapmaktan utanmaz; utanç başka bir yerde yatmaktadır. O, "eğer daha iyi biri olsaydım, başarılı olsaydım mesela, o zaman insanlar beni itip kakamazdı ... " diye düşünür.

 

Bu duygular, bir toplumda "alttaki" insanın kendisini diğer insanlara göre tanımladığı anlamına gelir, dahası bu durum kendisinin hatası gibi görünür. / s. 103-104

 

İkinci Bölüm

Fedakârlık ve İhanet

…sınıf, iki yolla fedakarlığa sıkışıp kalır. Birincisi ekonomi meselesidir. Bir ücretli işçi iki şey arasında zor bir denge kurmaya çalışır: bir taraftan karısı ve çocuklarıyla birlikte olmak, onlara ilgisini göstermek ve onlarla oynamak isterken, diğer taraftan yaşamına anlam verebilmesinin, karısı ve çocukları için doğru dürüst bir hayat sağlayabilmesinin tek yolunun uzun saatler çalışmak olduğunu bilir ve bu yüzden de zamanının çoğunu ailesinden uzakta geçirir. / s. 130

 

Ailesi için yaptığı fedakarlığın, ailesinden kendi istekleri doğrultusunda davranmalarını bekleme hakkını verdiğine inanır. Diğer bir deyişle, onların özgürlüklerini ortadan kaldırmak meşrudur, zira onlar için kendisini sevgiden mahrum bırakmıştır.

 

Utancı "görmezden gelmek", suçtan çok daha zordur

 

…fedakârlık yapan kişi kendi yaptıklarına diğerinin refahına hizmet ediyor diye bakar temel olarak.

Hayatınızı, kendi yaşamınızı sürdürmekten daha yüksek bir ahlaki amaca bahşettiğinizde kaçınılmaz sonuç ihanet değil midir?

 

Toplumun çalışmayanlara refah yardımı sağlaması, fedakârlık sözleşmesinin ihlalinin gerçekleştiği en belirgin alandır.

 

Üçüncü Bölüm

Yaralı Haysiyetin Kullanımları

…ödül almak için yetenek sahibi olduğunu göstermek zorundasınız, fakat ödüller, ne yapabildiğinize ilişkin herhangi bir değerlendirmeyi aşan gizemli nedenlerle elde edilebilir.

 

Bir kişinin ulaştığı maddi durum ne olursa olsun, daha üstteki insanların konforuyla karşılaştırınca yetersiz görünür; onlar gibi olmak ister ve bu yüzden hep daha fazla tüketmeye devam eder.

 

Protestan ahlakı kendini onaylamak demekti, günümüzde sınıf ahlakı ise kendini engellemektir. Protestan ahlakı, sermaye biriktirmek için maddi tatmini ertelemek zorunda kalan insanlar için manevi bir öz tatmin temeli oluşturdu.

 

Mississippi'deki bir tekstil fabrikasında mavi yakalı işçiler arasında yapılan bir çalışma, daha az eğitimli işçilerin daha üretken olduğunu, daha az iş değiştirdiğini ve daha az devamsızlık yaptığını göstermektedir. Başka bir araştırma, eğitim düzeyi ile iş performansı arasındaki bu ters ilişkiyi, düşük vasıflı beyaz yakalı işlerde ve hatta idari pozisyonlarda çalışanlar için de doğrulamıştır.

"iyi" bir işçi niteliğine sahip olmak, bir kişinin eğitime harcadığı yıllarla ters orantılıdır. / s. 177

 

İkinci Kısım

Rüyalar ve Savunmalar

Dördüncü Bölüm

Bölünmüş Benlik

Özgürlüğün ve haysiyetin buraya kadar değinilmiş olan bilinmezlikleri insanları çılgına çevirmeliydi. Oysa her ne kadar insan için yemek ve cinsellik gibi vazgeçilmez bir gereksinim de olsa, haysiyet açlıklarını hiçbir zaman tatmin etmezken, onları bundan alenen mahrum da etmeyerek insanları arafa sürükleyen, haysiyetli olmayı anlamsız bir yük kılan ve tek mantıklı alternatifin başkaldırı olduğu bir toplumla karşı karşıyayız. / s. 191

 

Nietzsche bir zamanlar "güçle sevgiyi birleştirin" diye yazmıştı, "o zaman hiçbir zaman incitilemezsiniz." Bu sıradışı bir öğretidir / güç olmaksızın sevginin her zaman ihlale, ihanete ve

horgörüye açık olacağını söylemektedir. Saf sevgi diye bir şeyin olmadığını yazmıştır Nietzsche.

 

"Yabancılaşma'' sözcüğünün Latince kökenlerinden biri (alienatus, alienare), iki alanı birbirinden uzaklaştırmak, bunları yabancı kılmak demektir.

 

Gregory Bateson / bir şizofrenin hayatındaki bölünmüş benlik duygusunun ya da birbiriyle çelişen benliklerin ortaya çıkmasının, kendisinin "çifte açmaz" olarak adlandırdığı bir oluş biçimine kısılmış olmasına bağlı olduğu sonucuna varmıştır.

Çifte açmaz, birbiriyle çelişen emirler içeren ve kişinin bu "sahayı terk edemediği" zaman bu emirlere itaat etmeye çalıştığı durumlara işaret eder. / s. 207

 

Çifte açmaz, insana zıt düşen bir imkansızlığı ifade ettiği için -çalışmalısın ve çalışmamalısın- yalnızca tek ve gerçek emre (Çalış! Kanıtla kendini!) karşılık veren kişi, 'işi yapacağım ama yaparken ben orada olmayacağım' diye hisseder ve böylece emirler ile sınıfın sınırları karşısında kendi kendine bir çelişki yaratmış olur. Daha sonra da, bu çelişkinin neden olabileceği acıyı engellemek için kendini yabancılaştırır.

 

Kişinin kurumsal rolünün ötesini görmesinin bedeli, sevginin güçten ayrılmasıdır. Bundan sonra sevgi bir sır gibi saklanması gereken bir bilinç durumu olarak görülür; ve sır tutmanın en iyi yolu da konuşmamaktır. / s. 215

 

Beşinci Bölüm

Özgürlük

 

Sonuç

Kusurlu Bir Hümanizm

Nesnedeki mükemmellik kişideki mükemmelliği ölçmeye yarayan bir araçtır sadece.

Özgül bir liyakat fikri, bedenden ayrılmış mükemmeliyet ile bağlantılıdır.

The Hidden Injuries of Class

Türkçeleştiren: Mustafa Kemal Coşkun

Sennett, Richard -  Cobb, Jonathan (2018), Sınıfın Gizli Yaraları, 2. Basım, Heretik Yayınları

22 Mart 2024 Cuma

Araç Mesajdır

 

Marshall McLuhan - Araç Mesajdır

Bizimki gibi, her şeyi bir kontrol aracı olarak görmeye alışmış bir kültürde, aracın mesaj olduğunu hatırlamak biraz şok edici olabilir.

otomasyonla birlikte, birliktelik kalıplarının ortadan kalkma eğiliminde olduğu doğrudur.

otomasyon insanlar için roller yaratıyor,

Sözlü bir reklamı veya ismi hecelemek için kullanılmadığı sürece, bir bakıma mesajı olmayan bir araçtır. Tüm medyaların karakteristik özelliği olan bu gerçek, herhangi bir medyanın içeriğinin her zaman başka bir medya olduğu anlamına gelir.

Bu gerçek yalnızca aracın mesaj olduğunun altını çizer

Teknolojik aletleri, onları kullananların günahları için günah keçisi yapmaya çok eğilimliyiz. Modern bilimin ürünleri kendi başlarına iyi ya da kötü değildir; onların değerini belirleyen kullanılma şeklidir.

 değerini belirleyen, kullanılma şeklidir.

kübizm / bütünün anında duyusal farkındalığını sağlar.

Amerika, hepsi aynı noktada birleşen çok sayıda düz yolun deldiği bir ormana benzetilebilir. 

 Tüm medyaya karşı geleneksel tepkimiz, yani önemli olanın nasıl kullanıldığıdır şeklindeki tepkimiz, teknolojik aptalın uyuşuk duruşudur.

Teknolojinin etkileri görüşler ya da kavramlar düzeyinde ortaya çıkmaz; duyu oranlarını ya da algı kalıplarını sürekli ve hiçbir dirençle karşılaşmadan değiştirir.

 Para, duyu yaşamlarımızın bir uzantısı olduğu için insanların duyu yaşamını yeniden düzenlemiştir.

Her Romalının etrafı kölelerle çevriliydi. Köle ve psikolojisi antik İtalya'yı etkisi altına aldı ve her Romalı içten içe ve elbette farkında olmadan bir köle haline geldi. Sürekli köle atmosferinde yaşadığı için bilinçdışı yoluyla onların psikolojisine bulaşmıştır. Hiç kimse kendisini böyle bir etkiden koruyamaz (Analitik Psikolojiye Katkılar, Londra, 1928).


21 Mart 2024 Perşembe

Mekan ve Yer Üzerine Büyük Düşünürler

 

Mekân ve Yer Üzerine Büyük Düşünürler

...kitap, son elli yıl içerisinde mekan ve yer kavramlarına ilişkin tartışmalarda etkili olan kişilerden oluşan listenin eleştirel biçimde tartışılmasına imkan verecek şekilde tasarlanmış

 


Mekan ve Yer Hakkında Düşünmek

…mekan, (ölçülebilir) şeyler arasındaki ilişkilerin gözlemlendiği bir yüzey olarak algılanmaya başlanmış

 

Benedict Anderson

Biyografik Bilgiler ve Kuramsal Bağlam

Anderson'un ulusların "hayali cemaatler" olduğuna dair kavramı coğrafi düşünceyi inceleyen kitaplar için standart bir kavram

Hayalidir / her birinin zihninde cemaatlerinin imgesi yaşar

Ulus sınırlı olarak hayal edilir, bir noktada biten, ötesinde diğer ulusların yaşadığı sınırları vardır

Bir ulusun olması / diğer bir ulusun olmasını gerektirmekte

 

Milliyetçiliği yaratan en önemli iki faktörün ikisi de kapitalizmin yükselişi ile yakından ilgilidir. Bunlar özet olarak kitle iletişim araçları ve büyük göçler olarak tanımlanabilir

 

Hayallerimiz bile sonsuza kadar sömürge biçiminde kalmak zorundadır.

Euan Hague

 

Marc Auge

Biyografik Bilgiler ve Kuramsal Bağlam

(Non-Lieux) Auge bu kitabında "aynı anda gerçekleşen çok fazla sayıda olayın olduğu tarihin hızlandığı gezegenin küçüldüğü bireyselliğin aşırılaştığı" ve yok-yerlerin yaygınlaştığı, aşırı modern veya "süper-modern" bir dünyada mekânın, zamanın, bireyselliğin ve yerin değişen özelliklerine ilişkin genel anlamda teorik bir tartışma sunmaktadır

"Unutmanın", modem kültürde "hafıza" kadar gerekli olduğunu iddia eder -2004a

 

Afrika, mekânı düşünmemize yardım etmektedir

Yalnızlığın, herhangi bir toplumsal bağ veya toplumsal duygu yaratmadan bir arada var olduğu, dolaşımın, iletişimin ve tüketimin mekânları…

Bireysel kullanıcılar teskin edilmiş durumdadır; işaretler, metin ve ara yüzler tarafından imal edilerek "sadece bir bakışa" dönüşmektedirler

 

Yerler kendilerini kendi içlerinde yeniden oluştururlar; ilişkiler onun içerisinde eski durumlarına getirilir ve sürdürülür; ... Yer ve yok-yer karşıt kutuplar gibidir: ilki hiçbir zaman tamamen silinemez, ikincisi hiçbir zaman tamamlanamaz; bunlar daha ziyade, kimlik ve ilişkilerin karışık oyununun durmaksızın yeniden üzerine yazıldığı parşömenler gibidirler (Auge, 1995: 78-9).

Peter Merriman

 

Trevor Barnes

 

Jean Baudrillard

"Foucault'nun söylemi, tanımladığı iktidarın bir aynasıdır." demiştir

gerçekliğin sürekli olarak kaybolup gitmesini sağlayan şeyle ilgilenmiştir.

eleştirel teorinin kendisini oyunun diğer kısmını görmez hak getirdiğini iddia etmiştir

Marksizm kapitalizmin bir yansıması

Modernitenin amacı "dünyanın koşulsuz bir biçimde anlaşılmasıdır" ve bunu "görünümlerin radikal bir biçimde yok edilmesi, dünyanın büyüsünün bozulması ve yorumun ve tarihin şiddetine terk edilmesi yolu ile gerçekleştirmiştir”

 

fikirlerini her zaman mekansal terimlerle ortaya koymaya çalışmıştır.

David B. Clarke, Marcus A. Doel

 

Zygmunt Bauman

Postmodernite / modernitenin bir parçası olmuştur

Modernite, ahlaki sorumluluğu daha yukarıdaki bir otoriteye devrederek bireylerin bu sorumluluktan kurtulmalarını sağlamıştır. Karar alma mekanizmalarının bürokratikleşmesi -Max Weber'e göre modernitenin alameti farikası- ahlaki sorumluluğun başka yere devredildiği fikrini geliştirmiştir: "Sorumlusu ben değilim."  

 

"Ahlakın olduğu fakat ontolojinin olmadığı bir dünyada "önce" veya "sonra" yoktur, sadece "daha iyi" ve "daha kötü" vardır

Bauman daha sonra "postmodernite" kavramını reddetmiştir. / tercih ettiği kavram "akışkan modernitedir

Akışkan modern dünyanın doğurduğu sonuçlar –küreselleşme / tüketicilik / bireycilik

 

Yabancı /  fiziksel mekânda yakın olan fakat toplumsal olarak uzak olan.

yabancı, doğası gereği kararsız/ değişken olduğu ve sınırın her iki tarafında da bulunduğu için tüm bilişsel mekan oluşturma çabaları nihayetinde beyhudedir.

 

Küreselleşme çağında, "yakın olmak, fiziksel anlamda yakınlığı gerektirmemektedir; fakat fiziksel yakınlık da artık yakın olmayı tanımlamamaktadır"

David B. Clarke, Marcus A. Doel

 

 

Ulrich Beck

Risk toplumu / sanayi toplumundan bazı tehlikelerin önceden hesaplanamaz hatta bilinemez olduğu geç-modern topluma bir geçişe işaret etmektedir.

Günümüzde insanlar artık nesnelerin içerisinde ruhların olduğuna inanmamaktadır fakat "radyasyona" maruz kalmakta, maddeleri "zehirli boyutlarda" bünyelerine almakta ve nükleer savaşla ortaya çıkan bir kıyamet günü hayalleri görmektedir.

yeni riskler / bilim ve teknolojiden kaynaklanmaktadır / çok daha geniş bir mekan ve çok daha uzun bir zaman üzerinde etkili olabilir

 

Brian Berry

kendisini ekonomi ve toplumun mekansal örgütlenmesini anlamaya adamıştır.

 

Homi K. Bhabha

Parsi bir ailenin çocuğu

Parsiler / Hindistan'da kentsel bir orta sınıfın ortaya çıkmasında önemli rol oynamış ve bu sebeple çoğu zaman Hintliler ve İngilizler arasında arabulucu görevi görmüş

 

Oxford'da olduğu dönemde doktora tezini, daha sonraki çalışmalarında merkezi bir referans noktası olarak aldığı, sömürgeleştirilmiş halkların "taklit" kimliklerine odaklanan Trinidadlı yazar V. S. Naipaul üzerine yazmıştır.

 

Naipaul, sömürgelerin sömürgecilerden ödünç aldıkları kültürün içerisinde yaşayan "taklit insandan" başka bir şey olmadığına dair kötümser bir tanımlanma sunmuş

Bhabha, kolonyal "taklit insanın", imparatorluğun görevinin kalbindeki paradoksu temsil ettiğini iddia etmiştir: İmparatorluğun projesi, hem sömürgecinin yerlinin Avrupalı olmasına dair dileğine hem de yerlinin Avrupalı olması durumunda sömürgeciye benzemesine dair korkusuna dayanmaktadır.

Bhabha'ya göre taklitçilik sömürgenin "neredeyse aynı ama tam da değil noktasına getirilmesine dayanmaktadır 999c

Constantina Papoulias

 

Pierre Bourdieu

Kültürel sermaye habitusun somutlaştırılmış eğilimlerini ve kaynaklarını içermektedir.

Gary Bridge

 

Judith Butler

Toplumsal cinsiyet, bedenin tekrarlı biçimde üsluplaştırılmasıdır

 

Anne Buttimer

 

Manuel Castells

Yeni teknolojilerin ortaya çıkışı ve kentlerin değişen biçimleri.

Mekan / toplumsal süreçlerin yansıması haline gelmiştir

bunun bir sonucu olarak "mekan, tıpkı zaman gibi toplumsal ilişkilere ilişkin bizlere hiçbir şey söylemeyen fiziksel bir nicelik" oldu

kent sorunu / daha çok kapitalist topluma özgü

Phil Hubbard

 

Michel de Certeau

Certeau'nun çalışmaları nesnelerin ve yerlerin sahipliliği ve üretiminden ziyade kullanımına odaklanmaktadır

Mike Crang

 

Stuart E. Corhridge

 

Denis Cosgrove

peyzaj çalışmalarının rotasını önemli ölçüde değiştirmiş

Keith Lilley

 

Mike Davis

Amerikan kapitalizm anlayışının kentsel ve çevresel etkilerinin tavizsiz bir eleştirmenidir.

Donald McNeill

 

Michael Dear

kent kuramları açısından "Los Angeles Okulu'nun" bir temsilcisidir.

 

Gilles Deleuze

düşünce, vaktinden önce planlanamaz.

mekan-zaman, noktalardan değil kıvrımlardan oluşur

 

Peter Dicken

 

Arturo Escobar

 

Michel Foucault

Foucault'nun tarih çalışmaları tepeden tırnağa mekansaldır

Foucault basit bir şekilde mekanların tarihlerini yazmak yerine mekansal tarihleri yazmıştır…

Foucault, öteki olanı aynı olandan uzaklaştıran ayrımcılık ve dışlamanın getirdiği fiziksel bölünmelere" ilgi duymaktaydı ve bu sebeple "deliliği ve aklı, hastalığı ve sağlığı mekansal terimlerle algılamaya başladı ve daha sonra bu alanlarda yaşayan grupları inceledi

Chris Philo

 

 

J. K. Gibson-Graham

J. K. Gibson-Graham iki feminist ekonomik coğrafyacının paylaştığı akademik bir rumuzdur; Katherine Gibson ve Julle Graham.

 

Anthony Giddens

yapılaşma teorisi, kültürü, insanların kanıksadığı şeyler olarak tanımlar,

 

Yapılaşma teorisi içerisindeki sosyal yapıların, sosyal sistemler içerisinde örneklenen kurallar ve kaynaklardan oluştuğu düşünülmektedir. Aktörler günlük yaşamlarında bu kurallardan ve kaynaklardan yararlanırlar ve bunlar da onların eylemlerini şekillendirir; dolayısıyla sosyal eylemleri yaratan yapısal özellikler tam da bu eylemler tarafından yeniden üretilir.

 

Geleneğin egemen olduğu durumlarda, bireyler nadiren kendi eylemlerini analiz etme gereği duyarlar, çünkü tercihler kanıksadıkları dünya tarafından belirlenmiştir.

 

Yapılaşma teorisinin bakış açısına göre küreselleşme eş zamanlı olarak insanlar tarafından üretilir ve bilinçli insan kontrolünün ötesindeki bir güçtür.

Barney Warf

 

Reginald Golledge

Yapısalcılar insanların mekansal davranışlarını idrak seviyesine indirilmesini, dolayısıyla insanların günlük yaşamlarındaki daha geniş çaplı sosyal, ekonomik ve siyasi faktörlerin etkisinin göz önüne alınmamasını eleştirir

 

Hümanistler, özne ve nesnenin birbirlerinden ayrılamayacağını çünkü bilincin kendi yorumlarını objektif dünyaya dayattığını ve dolayısıyla davranışları etkilediğini iddia etmişler

Rob Kitchin

 

 

Derek Gregory

 

Torsten Hagerstrand

göçün mesafe ile ters orantılı olması ve bunun zaman içerisindeki değişimi üzerine ilginç genellemeler yapmakta

Göçün mesafenin artması ile birlikte azalması üzerine yaptığı çalışma, mesafe ve insan ilişkisi üzerine yapılan nicel araştırma geleneğinin başlangıç noktası olmuştur

Robin Flowerdew

 

 

Peter Haggett

Kariyerinin başında, beşeri coğrafya net bir biçimde niteliksel "sanat" olarak tanımlanmaktaydı.

 

Stuart Hall

 

Donna Haraway

 

J. Brian Harley

haritaların geçmişten beri ideolojik olduğunu belirtmiş…

 

David Harvey

Harvey, Explanation in Geography eserinde toplumsal süreçlerin nasıl mekansal biçimler ürettiği ile ilgilenmiş

Harvey "coğrafya" ile kentlerin, kasabaların ve ulaşım ağlarının kapitalizmin "damarları" olarak işleyen somut peyzajını kastetmektedir.

Harvey için mekan kapitalizm içerisinde üretilir ve sistemin içerisindeki çelişkileri dışa vurur.

Noel Castree

 

bell hooks

bell hooks/Gloria Watkins

 

Tim Ingold

 

Peter Jackson

Maps of Meaning

Anlam Haritaları: İnancın Mimarisi, insanların anlamı nasıl inşa ettiğine ve bunun insan varoluşu için neden önemli olduğuna dair kapsamlı bir rasyonel teoriyi anlatır.

Peterson, iki temel soruyu yanıtlamak için mitleri incelemeye yönelir: Kötülük neden vardır ve bununla nasıl mücadele edilebilir?

insan deneyiminin üç kurucu öğesinin Büyük Anne, Büyük Baba ve İlahi Oğul olduğunu belirtir.

Bilinmeyenin dehşetinden kaçmak için insanlar bildikleri gelenek ve değerlere hararetle bağlı kalırlar.

İnsanlar değişime direnir çünkü bilinmeyenle yüzleşmek ölüm ve kaosla yüzleşmek gibidir.

 

ilk hikayelerimizi ebeveynlerimizden öğreniriz.

 

Kahramanın Yolculuğu, yüzyıllar boyunca hikayelerde yaygın olarak kullanıldı çünkü bize bilinmeyenle nasıl yüzleşeceğimizi ve onu kişisel gelişimimizi nasıl dönüştüreceğimizi anlatan bir mitti.

 

Cindi Katz

…sermayeyi, metaforlar yolu ile dünyayı sinsice ve eylemlerinin sorumluluğunu almadan izleyen, özellikle de toplumsal yeniden üretimin mekanlar içerisindeki aktivitelerini yok sayan yersiz bir "serseri" olarak tanımlamakta

 

Bruno Latour

 

Henri Lefebvre

Günlük yaşamın modernleşmesine, ekonominin sanayileşmesine ve Fransa'daki kentlerde banliyölerin oluşmasına tanıklık etmiş, bunların bir araya gelmesinin geleneksel köylü hayatını yok ettiğini belirtmiştir.

 

David Ley

 

Kevin Lynch

…kent imgelerinin kimliği ve yapısı ile ilgilenmiştir ve anlamı formdan ayrı tutmuştur.

 

Doreen Massey

 

Linda McDowell

beşeri coğrafya alanında feminist teorik ve metodolojik yaklaşımların geliştirilmesi konusunda önemli rol oynamış

 

Anssi Paasi

Bölge Paasi için sosyomekansal bir birimdir ve aynı zamanda "toplumun yeniden üretiminin bir parçası olarak o alanda yaşayanların sosyalleştiği "üst ölçekli" bir tarihin temsilidir".

İlk aşama bir bölgenin “topraklarının şekli…”

…ikinci aşama bir bölgenin “sembolik şekli (diller, bayraklar, vb.)…”

Üçüncüsü “kurumsal şekil…”

 

Allan Pred

Pred'in metinleri postmodern coğrafyanın bir örneği olarak ele alınabilir.

 

Gillian Rose

Rose'un araştırmaları "oldukça kişisel algıladığı bir feminizme" dayanmaktadır

 

Edward W. Said

Sürgün ve yerinden edilme

Çalışmalarının çoğunluğu coğrafya ile ilgilidir

Said'e göre tii m metinler (edebi ve diğer) siyasidir ve dünyasallaştırılmalıdır, yani dünya içerisinde konumlandırılmalı ve ortaya çıktıkları coğrafi tasavvurlar açısından açığa vurulmalıdır.

Said Foucaultcu bir şekilde basmakalıp temsillerin "bilginin" kendisini nasıl temsil ettiğini ve otoriter iktidarın uygulanmasını ima ettiğini göstermiştir.

 

Covering Islam / Said bu kitabında kültürel temsil fikirlerini politika alanına taşımıştır.

Karen M. Morin

 

Saskia Sassen

 

Andrew Sayer

 

Amartya Sen

 

David Sibley

 

Neil Smith

 

Edward W. Soja

Kapitalist düzen zamansal yerine mekansal olana ciddi imtiyaz !ar veren bir biçimde yeniden örgütlenmektedir.

 

Gayatri Chakravorty Spivak

 

Michael Storper

 

Peter Taylor

 

Nigel Thrift

 

Gearoid O Tuathail (Gerard Toal)

Jeopolitiği incelemek

jeopolitik devlet bünyesindeki analistlerin, ordunun veya diğer analistlerin devlet gücünün bölgesel anlamda kullanımını ve mekansal kontrolü nasıl yorumladığı ile ilgilidir.

 

Waldo Tobler

Tobler'ın erken dönem çalışmaları harita yapımına ilişkin yeni perspektiflerin gelişimi ile ilgilidir.

 

Yi-Fu Tuan

"iyi yaşam" olarak adlandırdığı ahlaki ve ruhani gerçeklerle ilgilenmiştir.

coğrafyaya ait kavramları fiziksel alanın ötesine, metafizik, etik ve estetik alana doğru genişletmeyi amaçlamıştır.

Escapism / gerçeklik anlayışını ve gerçek olanı "sistematik hümanist coğrafya" perspektifinden incelemektedir.

 

John Urry

 

Paul Virilio

Virilio'nun iddiası, günlük yaşamda kullandığımız tüketici ürünlerinin (konserve gıdalardan internete kadar) kökenlerinin askeri-endüstriyel ihtiyaçlara dayandığı, endüstriyel üretim biçiminin kendisinin yıkım araçlarının gelişiminin rastlantısal bir sonucu olduğu ve "saf savaş" haline doğru giden gelişimini örtbas etmek için bir kılıf olarak görev yaptığıdır

 

Teknobilimin gelişimi ile günümüzde "savaş alanı küreseldir"

…bedenin de içerisine nakledilen teknolojiler ile içsel biçimde kolonileştirilmesi

 

Immanuel Wallerstein

Wallerstein'ın dünya sistemleri analizini geliştirmesi Walter W. Rostow'un çalışmalarında örneklenen modernleşme teorisine karşı verilen daha geniş bir tepkinin bir parçası olarak gerçekleşmiştir.

…sürekli bir kapitalist birikimin olabilmesi için kapitalistlerin sürekli olarak kar elde etmesi gerekmektedir

Tamamen serbest ve tamamen rekabetçi bir piyasa karı azaltır veya tamamen ortadan kaldırabilir, dolayısıyla kapitalizmin sonunu getirir. Bu yüzden kapitalistler her zaman devletin özellikle yatırımcılara kısmi özgürlük sağlarken işçilere çok daha az özgürlük sağlayacak biçimde piyasalara müdahale etmesini tercih etmişler, tekellerin çeşitli önlemler ile korunmasını istemişlerdir. Dolayısıyla devletler küresel kapitalizm içerisinde çok önemli ve kaçınılmaz bir rol oynamaktadırlar.

Jim Glassman

 

Michael J. Watts

 

Benno Werlen

 

Raymond Williams

 

Alan Wilson

 

Iris Marion Young

 

Key Thinkers on Space and Place

Türkçeleştiren: Emek Şevket Ataman

Mekân ve Yer Üzerine Büyük Düşünürler, Editörler: Rob Kitchin, Philip Hubbard – 2. Basım, 2021, Litera Yayınları

20 Mart 2024 Çarşamba

Mekansal Hikayeler Kentin Kalbine Bir Yürüyüş

Mimarlık dergisi - 1997 (274) Mekansal Hikayeler Kentin Kalbine Bir Yürüyüş

Ömür Harmanşah

Metinler, gündelik yaşam pratikleri ile toplumsal mekanın inşası arasındaki ilişkiyi incelerken, özellikle yayanın kenti nasıl kurucu bir eylemle deneyimlediğine odaklanıyor.

Bu bağlamda, Michel de Certeau’nun teorisine başvurularak, yürüme eyleminin mimarların planladığı geometrik düzenin aksine, kentin topografyasına sürekli yeniden yazılan anlatısal ve retorik bir metin oluşturduğu vurgulanır.

Yazar, haritacılığın seyyah rotalarının anlatısı olmaktan çıkıp, bilimsel ve soyut bir konuma geçişini tarihi örneklerle açıklayarak, bu dönüşümün kentsel mekansal hikayeleri nasıl dışladığını gösterir.

Kent, bir yandan fiziksel yapısıyla var olurken, diğer yandan da onu saran söylensel (mitopoetik) içerikle iki kanatlı bir metin olarak örülür.

Orhan Pamuk, Italo Calvino ve İlhan Berk'ten yapılan alıntılarla desteklenen bu yaklaşım, kentin toplayıcı belleğinin ve gerçek haritasının, yürümenin ve gezintilerin oluşturduğu hareketli coğrafyalarda bulunduğunu ileri sürer.

… 

Bachelard, Router ve Mekanın Poetikası

Mimarlık dergisi - 1996 (271) Bachelard, Router ve Mekanın Poetikası

Makaledeki alıntılar, Gaston Bachelard’ın Mekanın Poetikası adlı eserinden alınmış olup, evin insan varoluşu ve bilinçaltındaki merkezi rolünü felsefi ve şiirsel bir dille irdeler.

Bachelard, evi düşünceleri, anıları ve düşleri bir araya getiren en büyük güç, bir sığınak ve varlığın ilk evreni olarak konumlandırır.

Metin, soyut zaman kavramının aksine, mekanın—özellikle tavanarası ve mahzen gibi alanların—geçmişin hareketsiz fosillerini ve sıkıştırılmış halini barındırdığını savunur.

Yazar, yaşamöyküsel tarihten ziyade, iç yaşamın saptanması için özel mekanların önemine dikkat çeker. Ayrıca, penceredeki ışık metaforunu kullanarak evi, geceye açılmış bir göze ve bekleyen, gözetleyen insani bir varlığa benzeterek şiirsel bir derinlik katar.

  

Konut Mekanında Modernite Kavgası

Mimarlık dergisi - 1995 (262) Konut Mekanında Modernite Kavgası

Uğur Tanyeli’nin kaleme aldığı bu inceleme, Modern insanın konut mekanlarıyla olan gergin ve çelişkili ilişkisini merkeze alıyor.

Metin, bireyin toplumsal statüsünü yansıtan geleneksel konutların aksine, Modern çağda zevkin artık yıkım ve yeniden biçimlendirme eylemleriyle kanıtlanabilir, toplumsal anlam taşıyan bir nitelik haline geldiğini ileri sürer.

Bu kavga, Türkiye'de de kendini göstererek, 1930'larda üst sınıf kentlilerin geleneksel evlerini reddedip modernliklerini apartmanlar aracılığıyla gösterme çabasına dönüşmüştür.

Yazar, Modernite'nin mimari objenin kendisinde değil, mekanı bir mücadele ve öz-doğrulama aracı olarak kullanan insanda somutlaştığını savunur.

Modern insanın varlığını meşrulaştırma çabası, "horror vacui" (boşluk korkusu) gibi kavramlarla açıklanan nesne edinme ve yoğun dekorasyon yoluyla kendi mikro-çevresini "olağanüstü" kılma zorunluluğunu doğurmuştur.

Sonuç olarak, makale Modernliği, nesnelerin teknik yetkinliğinden ziyade, bireyin kendi tarihsel konumunu bilinçli olarak değiştirme iradesi olarak tanımlar. 

Türk Mekan Kültürüne Ait Örnekler Işığında Bazı Kavramlar ve Güncel Tasarımlara Yansımaları

Mimarlık dergisi - 1994 (259) Türk Mekan Kültürüne Ait Örnekler Işığında Bazı Kavramlar ve Güncel Tasarımlara Yansımaları

Selim Velioğlu

Makale modern mimarinin sanayi çağı sonrası kentlerde yarattığı kimlik, tarihsel süreklilik ve insani ölçek kaybı gibi temel sorunlara odaklanıyor. Yazar, bu kentsel hasarı onarmak ve çağdaş tasarım hedeflerine ulaşmak için çözümün, geleneksel Türk mekan kültüründe kök salmış yaklaşımların yeniden yorumlanmasında yattığını ileri sürüyor. Bu çerçevede, büyük ve tanımsız meydanlara ölçek kazandırmayı amaçlayan “sızan öğeler” ile anıtsal tek bir bütün yerine alçakgönüllü unsurları vurgulayan “çokluk” ilkesi gibi tasarım stratejileri kavramlaştırılmıştır.

Ayrıca, iç ve dış mekan arasında hayati bir geçiş sağlayan “avludan hayat bulma” ve ana kütle etrafında insan ölçeğini pekiştiren “uydu öğeler” gibi kültürel yaklaşımların güncel projelere nasıl yansıtılabileceği açıklanmaktadır.

Metin, geleneksel mimarinin mekana hümanist ve çoğulcu bakışının günümüz mimarisinde de geçerli bir yol haritası oluşturduğunu sonucuna varmaktadır. 

Fiziksel Mekandan İnsani ya da İnsanlı Mekana

Mimarlık dergisi - 1990-03 (241) Fiziksel Mekandan İnsani ya da İnsanlı Mekana

Nuri Bilgin

Makale insan ve çevre arasındaki ilişkiyi incelemekte ve mekânın kavramsallaştırılmasına dair iki temel yaklaşımı, fiziksel-matematiksel ve fenomenolojik anlayışları, Abbott'un Flatland alegorisi üzerinden tartışmaktadır. Fiziksel-matematiksel mekân, homojen, rasyonel ve nesnel bir çerçeve olarak ele alınırken, fenomenolojik mekân ise bireyin algılarına ve yaşantısına odaklanarak öznel ve merkezci bir yapıya sahiptir.

Yazar, bu mekânsal anlayışları kendileme (appropriation) olgusuyla ilişkilendirir; bu süreç, bireyin veya grubun bir alanı kendine ait kılmasını, ona anlam ve kimlik yüklemesini ifade eder.

Metin, bireyin çevresiyle uyum içinde yaşayabilmesi için mimarlık, psikoloji ve katılımcı demokrasi disiplinlerinin entegrasyonu gerekliliğini savunur.

Özellikle endüstriyel toplumlardaki kentleşme sorunları bağlamında, mimarların ve psikologların çalışmalarını soyut modeller yerine, insanların pratik mekân yaşantılarına dayandırmak zorunda olduğunu belirterek, katılımın önemini vurgular.

  

Piaget'ye göre Çocukta Mekan Kavramının Gelişimi

Mimarlık dergisi - 1984-09 (207) Piaget'ye göre Çocukta Mekan Kavramının Gelişimi

Füsun Akarsu

Makale Jean Piaget'nin çocuklarda mekan kavramının gelişimine dair kuramını ve bilişsel mekanizmalarını özetliyor.

Metin, zihinsel gelişimin duyusal-devinimsel dönemden formel işlemlere kadar uzanan dört aşamasını tanımlayarak, bilginin edinilmesinde deneyim ve eylemin önemini vurgular.

Piaget'nin yaklaşımına göre, zihinsel kavramlar çocuğun çevreyle aktif etkileşiminden doğar ve zamanla içselleştirilmiş soyut düşünmeye dönüşür. Mekan kavramının gelişiminde, algısal mekan ile işlemsel (operatif) zihinsel mekan arasında bir ayrım yapılmaktadır.

Piaget ve arkadaşlarının araştırmaları, çocukta uzamsal ilişkilerin topolojik kavramlarla başladığını, bunu paralel olarak projektif ve Öklid (Euclid) mekanlarının takip ettiğini göstermiştir. Bu ilerleme sırası, kavramların matematik tarihinde keşfedilme sırasının aksine, mantıksal bir gelişim yolu izlemektedir.

  

Kent Mekanında Çocuk, Çocuklar İçin Bir Mekan Serüven Alanları

Mimarlık dergisi - 1984-09 (207) Kent Mekanında Çocuk, Çocuklar İçin Bir Mekan Serüven Alanları

Françoise Bilgin

Makale özellikle Fransa örneği üzerinden, kentsel alanda çocuklara ayrılan mekanların tarihsel gelişimini ve karşılaştığı zorlukları ele alıyor.

İkinci Dünya Savaşı sonrasında yaşanan hızlı kentleşme ve yoğun nüfus nedeniyle çocukların ihtiyaçlarının göz ardı edildiği ve klasik oyun alanlarının yetersiz kaldığı vurgulanıyor.

Bu duruma bir tepki olarak, ilk kez Danimarka'da ortaya çıkan ve daha sonra İngiltere ile diğer Kuzey Avrupa ülkelerine yayılan "serüven alanları" kavramı tanıtılmaktadır.

Bu alanlar, 6-14 yaş arası çocukların inşaat ve ateş yakma gibi etkinliklerle serbestçe oynayabildiği, kendi kendilerine yönetebildiği, geniş ve dönüşken ortamlardır. Fransa'da bu alanlar, kamu otoriteleri tarafından genellikle başka bir mekanizması olarak algılanarak destek bulmakta zorlansa da, bulundukları semtlerde sosyal ilişkiler ve deneyim için laboratuvar görevi görerek varlıklarını sürdürmektedirler. Serüven alanlarının temel amacı, çocuklara serbest oyun olanağı sunmaktır. 

Çocuk(lar) ve Mekan(lar)

Mimarlık dergisi - 1984-09 (207) Çocuk(lar) ve Mekan(lar)

Nuri Bilgin

Bu makale, hızla değişen toplum yapısının çocukların yaşam pratikleri ve kullandıkları mekanlar üzerindeki etkilerini inceliyor. Yazar, ebeveynlerin geleneksel, kırsal çocukluk deneyimleriyle yeni neslin modern, kentsel ortamdaki yetişme tarzı arasındaki derin farklılıkları ortaya koymakta ve kaybolan çocukluk unsurlarını listelemektedir.

Metin, mekan kavramının tanımını felsefi, etholojik ve psikolojik açılardan ele almakta, özellikle çocuklarda mekansal bilginin gelişimine odaklanmaktadır. Chombart de Lauwe'un çalışmalarına atıfla, çocukların kent mekanlarından ayrılarak özel ve kurumsallaşmış alanlara hapsedilme sürecine dikkat çekilirken, farklı kentsel yerleşim yerlerinin çocuklar üzerindeki etkileri karşılaştırılmaktadır.

Ayrıca, Morval tarafından yapılan bir anket çalışması, çocukların çevreye yönelik ihtiyaçlarını sıralamakta ve çevresel uyum ile güven duygusunun en önemli beklentiler olduğunu göstermektedir.

Bu bulgular ışığında, çocukların kent planlaması süreçlerine dahil edilmesinin ve onların ihtiyaçlarına göre mekanların düzenlenmesinin kritik öneme sahip olduğu sonucuna varılmaktadır. 

Çocuk ve Mekan ya da Yitirilmiş Kent

Mimarlık dergisi – 1984-09 (207) Çocuk ve Mekan ya da Yitirilmiş Kent

Françoise Barre

Çeviren: Murat Güvenç

 

Kayıp Kent üzerine yazılan bu makale, çocukların bireyselleşme ve toplumsallaşma arzusunun, modern sanayileşmiş toplumların uzmanlaşma ve bölme ilkeleriyle nasıl çatıştığını inceliyor.

 

Eskiden ev ile kent arasında aracı görevi gören sokaklar ve komşuluk ilişkileri varken, günümüz çocuğu giderek artan sayıda uzmana devredilmiş bakım yükümlülükleri nedeniyle uzmanlaşmış hizmetlerin tüketicisi haline gelmiştir.

 

Metin, duyusal deneyime kapalı düzgün mekanların ve "tarihsiz" modern kentlerin, çocukların bilgi edinme ve zaman biriktirme yeteneklerini kısıtladığını savunuyor.

 

Yetişkinlerin, çocuğu küçültülmüş bir model olarak görmesi ve onu sınırlandırılmış bir dokuya hapsetme çabası eleştirilirken; çocuğun asıl yaratıcılığının atıklarla oynamaktan ve mekanda yeni olanaklar yakalamaktan geldiği belirtilir.

Sonuç olarak, mimar ve şehir plancılarının "zaman imal etmeyi ve öyküler anlatmayı" denemeleri, ayrıca çocuklara kentte kendilerine yaşam hakkı tanınması ve ortak kullanım alanlarında daha zengin toplumsal ilişkilere girme imkânı sunulması gerektiği vurguluyor.

… 

Çocuğun Yasaklı Mekanı Üzerine Notlar

Mimarlık dergisi – 1984-09 (207) Çocuğun Yasaklı Mekanı Üzerine Notlar

Kenan Şahin imzalı bu makale, modern kent yaşamında çocuğun deneyimlediği kısıtlanmış ve yasaklarla çevrili mekanları, özellikle konut, dışarısı ve okul bağlamında incelemiş.

Yazara göre, konut yetişkinler için bir sığınak iken, çocuklar için sürekli olarak gürültü yapma, koşuşturma ve dağıtma gibi temel eylemlerin yasaklandığı katı bir denetim alanı haline gelmiştir.

Dış mekanlarda ise, çocukların oyun alanları olan sokakların otomobillere teslim edilmesi tehlikeler yaratmakta, çocuk bahçelerinin ise yetersiz, yapay ve yine kurallarla dolu olduğu belirtilmektedir.

Tüm bu mekanlar, çocuğun pasifleşmesini ve toplumun beklediği kimliğe uyum sağlamasını amaçlayan disiplin ve denetleme sürecinin araçları olarak işlev görmektedir.

Metin, çocukların doğadan ve kentin kendisinden koparıldığı bu ortamda, kendi ritimlerinde büyüme ve özgürce deneyimleme haklarının elinden alındığı sonucuna varmaktadır. Bu analiz, çağdaş toplumun çocuk yetiştirme konusundaki önceliklerini sorgulamaktadır. 

Michel Foucault ile Söyleşi Mekan, Bilgi ve Erk

Mimarlık dergisi – 1984-07-08 (205-206) Michel Foucault ile Söyleşi Mekan, Bilgi ve Erk

Söyleşiyi yapan: Raul Rabinow

Çeviren: Mehmet Adam

Foucault, mekanın ve mimarinin insan davranışlarını belirlediği fikrini reddederek, mekanın daha ziyade güç ve bilgi söylemlerinin gerçek ilişkilere dönüştüğü yer olduğunu ileri sürmektedir.

Tartışmanın önemli bir kısmı, mimarlığın 18. yüzyılda kentsel düzeni, sağlığı ve ahlakı sağlamayı amaçlayan yönetimsel rasyonalitelerin (polis/zabıta) bir aracı olarak nasıl siyasallaştığını açıklamaya ayrılmıştır.

Yazar, modern dönemde altyapı ve iletişim ağları sayesinde mühendislerin ve teknisyenlerin mimarlara kıyasla mekanı tasarlamada daha merkezi bir rol üstlendiğini vurgulamaktadır.

Ayrıca Foucault, mimari yapıların doğası gereği özgürleştirici ya da baskıcı olamayacağını, çünkü özgürlüğün bizzat bir pratik olduğunu ve mekanın ancak toplumsal ilişkiler bağlamında anlam kazandığını savunur.

… 

Kentin Yaşayan Dokusunda Zaman, Mekan ve Plan

Mimarlık dergisi – 1983-11-12 (197-198) Kentin Yaşayan Dokusunda Zaman, Mekan ve Plan

Makale, kenti sadece parsellerden ve yapılardan ibaret statik bir alan olarak değil, sürekli çatlayan ve yenilenen canlı bir zaman-mekan dokusu olarak kavramsal bir çerçeveye oturtuyor.

Yazar, karmaşık, dinamik ve karşıtlıklarla dolu olan kentin özgünlüğünü hiçe sayan, büyük ölçekli ve geri dönüşü olmayan tek boyutlu planlama çözümlerini (Boğaz Köprüsü, toplu konut projeleri gibi) eleştiriyor.

Bu tip müdahalelerin, kentin kendine has kişiliğini ve sakinleri için taşıdığı özel anlamları oluşturan küçük, insani detayların yitirilmesine neden olduğunu öne sürüyor.

Metin, plancıların sorunları aşırı basitleştirerek mekanik çarelere yönelmesini eleştirirken, örneğin gecekondu alanlarının dönüşebilirliğini toplu konutların yıkılmaz, tek tip blokları uğruna feda ettiğine dikkat çekiyor.

Nihayetinde metin, planlama çelişkisinin aşılması için, plancının soyut bakış açısını terk edip kentin yaşayan, karmaşık gerçekliğiyle bütünleşmesi gerektiği sonucuna varır.

… 

Mekanı Etkileyen Kültürel Etkenler

Mimarlık dergisi – 1981-11-12 (172) Mekanı Etkileyen Kültürel Etkenler

Makale Orta Asya göçebe kültürü ile İslami yaşam anlayışının sentezinin konut mimarisi ve toplumsal cinsiyet rolleri üzerindeki kültürel etkilerini araştırıyor.

Bu kültürel birleşim, erkeğin dış dünyayla ilişkisini kestiği, huzur bulduğu bir mikro-kozmos olarak hazırlanan konutun, kadını kısıtlayıcı ve içe dönük bir mekân haline gelmesine neden olmuştur.

Konut tasarımının ağırlıklı olarak kadın faaliyetlerine göre şekillendiği bu yapıda, estetik olarak da dokumalardaki canlı figürler (göçebe kültüründen) ve tavanlardaki geometrik hatlar (İslami metafizik görüşten) arasında bir ayrım gözlenir.

Metin, İslamiyet’in biçimsel soyutlamaya yönelmesine rağmen esasında ticarete ağırlık veren somut bir ekonomik sistemi benimsediğini vurgular. Bununla birlikte, Muğla gibi Anadolu şehirlerinde, Rum ahaliyle uzun süreli etkileşim ve kentin büyüklüğü gibi faktörler sayesinde, kadının daha saygın ve serbest kabul edildiği, kısıtlayıcı etkilerin hafifletildiği belirtilmiştir. Muğla mimarisi ise, mahremiyeti koruyan yüksek beyaz duvarlar ve zemin katların sağır olması gibi unsurlarla dış dünyadan ayrılan, ancak cumbalarla ilişki kuran sade bir yapı göstermektedir. 

Mekân ve Eğitim Sorunları ve Bir Mekân Antropolojisine Doğru

Mimarlık dergisi – 1971-01 (87) Mekân ve Eğitim Sorunları ve Bir Mekân Antropolojisine Doğru

Bozkurt Güvenç'in bu makalesi, yazarın bir mimar olarak kendi mesleki uzay algısıyla, müşterilerin sosyal beklentileri (örneğin, dışa dönük bir "vitrin salonu" istemesi) arasındaki anlaşmazlığı temel alarak, mekânın kültürel boyutunu merkeze koyuyor.

Metin, mekânın işlevsel, estetik veya maddesel olmanın ötesinde, bireysel ihtiyaçların ve toplumsal çözümlerin bileşkesi olarak eğitim süreciyle şekillenen bir algı olduğunu savunur.

İnsanların çevreyi yalnızca görme ile değil; aynı zamanda işitsel, dokunsal ve termal duyularla algıladığı ve bu duyuların kültürel olarak filtrelendiği örneklendirilir.

Yazar, Batı'nın dikdörtgen (Kartezyen) mekân gramerini evrensel olmadığını gösterirken, yakın, bireysel, toplumsal ve kamusal olmak üzere dört ana insani mekân türünü tanımlayarak sınırlarını ve görgü kurallarıyla ilişkilerini açıklar. Sonuç olarak makale, mimarlığın teknik standartların ötesine geçerek, insan davranışlarını düzenleyen bu karmaşık mekân antropolojisini dikkate alması gerektiğini vurgular.

  

Mesken Davasında Mimarın Rolü

Mimarlık dergisi – 1967-05 (43) Mesken Davasında Mimarın Rolü

Makale, dönemin mimari ve şehircilik alanındaki kritik meselelerine odaklanıyor. Ayhan Öztürk, mimarların Türkiye'deki konut sorunundaki pasif pozisyonunu şiddetle eleştirerek, köylüden memura kadar tüm vatandaşların barınma hakkını sağlamak için arsa ve kredi temininden inşaat yönetimine kadar aktif bir liderlik üstlenmeleri gerektiğini vurgular. 

Mesken İnşaatında Prefabrikasyon

Mimarlık dergisi – 1965-12 (26) Mesken İnşaatında Prefabrikasyon

Şükrü Bilik

Makale İmar ve İskân Bakanlığı tarafından 1963 yılında hazırlanan ve konut inşaatında prefabrikasyon sistemlerini inceleyen teknik bir rapordan alıntıdır. Rapor, bu inşaat sanayileşmesi türünü, daha hızlı, ekonomik ve kaliteli üretim sağlama hedefiyle tanımlayarak, ağırlıklarına göre hafif, orta ve ağır prefabrikasyon olarak üç ana sınıfa ayırmaktadır.

Sonuç kısmında, ağır prefabrikasyonun büyük sermaye ihtiyacı ve işsizliği artırma riski nedeniyle Türkiye şartlarına uygun olmadığı; bunun yerine, mevcut yapı malzemelerinin normalizasyonu ve standardizasyonu ile geleneksel usullerde verimlilik artışı sağlanması tavsiye edilmektedir. 

Mimaride Üslup, Batı ve Biz

Mimarlık dergisi – 1965-11 (25) Mimaride Üslup, Batı ve Biz

Bülent Özer

Bülent Özer’in 1965 tarihli bu mimarlık kritiği, 20. yüzyıl Batı mimarisindeki üslup değişimlerini sistematik ve genetik bir yaklaşımla incelerken, bu süreçlerin Türkiye’deki etkilerini tartışmaktadır.

 

Yazar, 1920'lerde rasyonalizmin ekonomik ve toplumsal zorunluluklar neticesinde nasıl galip geldiğini açıklayarak, güncel form zenginleşmesinin de Batı toplumlarının refah seviyesinin yükselmesinin bir sonucu olduğunu belirtir.

 

Özer, mimari üslubun bir toplumun aktüel imkân ve ihtiyaçlarının spontane bir yansıması olduğunu savunarak, Batı'daki gelişmelerin ardındaki derin nedenleri anlamadan Türkiye’ye aktarılmasının felaketle sonuçlanacak bir taklitçilik olacağı ikazını yapar. 

Türkiye'de Mesken Politikası Üzerine Yorumlar II

Mimarlık dergisi – 1965-04 (18) Türkiye'de Mesken Politikası Üzerine Yorumlar II

Haydar Kazgan

Makale Türkiye'deki konut sektörünün yapısını ve finansman mekanizmalarını inceleyerek kapsamlı çözüm önerilerine odaklanmış.

Konut sektörüne yapılan yatırımların iktisadi kalkınmayı yavaşlatmaması için, konut arzının vatandaşları daha fazla çalışmaya ve tasarrufa yönlendirmesi şart koşulur. Bu vizyonu gerçekleştirmek amacıyla, devletin kredi mekanizmasını bu büyük firmalara yönlendirerek, piyasaya geniş kitlelerin ödeme gücüne uygun mesken arzını garanti altına alması gerektiği belirtilmekte. 

Türkiye'de Mesken Politikası Üzerine Yorumlar (I)

Mimarlık dergisi – 1965-02 (16) Türkiye'de Mesken Politikası Üzerine Yorumlar (I)

Haydar Kazgan

Bu makale, Türkiye'de konut ihtiyacının piyasa koşullarıyla karşılanamayıp sosyal bir sorun haline geldiğini tespit etmekte ve devletin doğrudan konut inşa etmek yerine piyasayı yeniden organize etmeye odaklanacak dolaylı bir mesken politikası izlemesi gerektiğini savunmakta.

Bu politikanın ilk amacı, arsa fiyatlarının kontrolsüz artışını durdurmaktır. İkinci temel hedef ise sermaye, işçilik ve malzeme maliyetlerinin yüksekliği nedeniyle hızla yükselen bina maliyetlerinin düşürülmesidir.

 

Bu bağlamda, konut kredilerinin ucuzlatılması ve düşük gelir gruplarına yönelik kredi imkanlarının artırılması gerekmektedir.

İşçilik maliyetlerini düşürmek için yapı sektörünün büyük firmalar ve kooperatifler aracılığıyla reorganize edilmesi, malzeme fiyatlarını artıran aracı sistemindeki aksaklıkların ise rekabeti artırarak ve entegrasyon sağlayarak çözülmesi önerilmektedir. 

Türkiye'de Sosyal Mesken Politikasının İktisadi Yönü ve Finansmanı

Mimarlık dergisi - 1964-03 (9) Türkiye'de Sosyal Mesken Politikasının İktisadi Yönü ve Finansmanı

Makale sosyal konut politikasının Türkiye'nin milli ekonomisi üzerindeki etkisini ve bunun fiyatlar genel seviyesi ile sanayileşme öncelikleri açısından nasıl ele alınması gerektiğini inceliyor.

Sanayi bölgelerinde sosyal konut sağlamanın modern ücret kavramının bir parçası olan "sosyal ek" olarak işgücü istikrarını sağladığı ve uzun vadede maliyetleri düşürdüğü ileri sürülüyor. 

Türkiye'de Mesken Konusuyla İlgili Bilgiler

Mimarlık dergisi - 1963-04 (4) Türkiye'de Mesken Konusuyla İlgili Bilgiler

 

Makale 1960'lı yılların başlarında Türkiye'deki konut durumu, demografik dinamikler ve barınma koşulları hakkında kapsamlı istatistiksel veriler sun

Makalede yıllık nüfus artış oranına dikkat çekerek, köyden kente olan güçlü göçün şehirlerdeki konut ihtiyacını şiddetlendirdiğini ve toplam yıllık ihtiyacın 400.000'den fazla olduğunu belirtiliyor.

 

Şehirlerdeki yapıların önemli bir kısmı gecekondu veya çürük yapılar iken, kırsal kesimde dahi birçok yapının mesken tanımına uymayan kötü koşullarda olduğu vurgulanıyor.

 

Yazının önerisi / Türkiye'nin konut politikası, arzı artırmak ve kaliteyi yükseltmek amacıyla gelecekte sosyal mesken inşasına odaklanmayı hedeflemek…


19 Mart 2024 Salı

Nurdan Gürbilek - Vitrinde Yaşamak

Nurdan Gürbilek - Vitrinde Yaşamak

1980’lerin Kültürel İklimi

 


Bu kitaptaki yazılar, 1980'lerde yaşadığımız kültürel değişimi çeşitli yüzleriyle çözümlemeyi amaçlıyor.

 

80'lerin ilk yansına darbenin, baskının, şiddetin; ikinci yansına görece özgürleşmenin, daha modern daha sivil bir iktidarın damgasını vurduğu söylenebilir.

İlkinin bastırdığını İkincisi kışkırttı, dönüştürüp içermeye çalıştı. İkincisinin kışkırttığını ilki bastırmaya çalıştı. / s. 13

 

Olağanüstü Hal Bölge Valiliği ve Kürt hamiliği, Bülent Ersoy'a konan sahne yasağı ve basının eşcinselliği ya da travestiliği adeta kışkırtması, kültürel alandaki yasaklar ile kültüre sermaye akıtılması, kitlelerin taleplerini dile getirebilecekleri kurumların yok edilmesi ile neredeyse ilk kez bir kitle kültürünün ortaya çıkması, bütün bunlar aynı dönemin farklı yüzleriydi.

 

1980'lerin Kültürel İklimi

80'lerin ortasında Türkiye'de, neredeyse baskı döneminden çıkıldığı yanılsamasını doğuracak yaygınlıkta bir söz, imge ve görüntü patlaması yaşandı.

 

Özel Hayatın Kamusallaşması

Sonuçta 80'lerin Türkçeye kazandırdığı en önemli sözcüklerden biriydi özel hayat,

 

İmgenin Özerkleşmesi

80'lerin belirgin özelliklerinden biri de geçmişe duyulan ilginin artmasıydı.

 

80'lerde arabesk, büyük şehre sızmaya çalışan taşralı kalabalığın sesini duyurma, kendini kabul ettirme, görüntüler piyasasında kendine bir yer edinme, girdiği yabancı kültür içinde yönünü bulma, onu bozma ve kendine benzetme isteğinin adı oldu…

 

Vitrinde Yaşamak

Bir camekânda yaşamak kusursuz bir devrimci erdemdir.

"ahlaki teşhircilik"te özgürlüğün teminatını görmüş olmalı.

Galleria'ya gitmek / malların sergilendiği ve seyredildiği, Meta'nın ziyaret edildiği bir fuara benziyor.

 

Simmel yabancıyı "bugün gelip, yarın kalan" kişi olarak tanımlamıştı. Turist bugün gelip yarın giden kişiyse eğer, yabancı da bugün gelip yarın gidemeyen, geri dönme imkânı olmayan kişidir.

 

Arabesk "bugün gelip yarın kalan"ın, önceki ve bugünkü kültürünün uzlaştığı yerdir: Hem o, hem ötekidir. Aynı zamanda onu geldiği yerden de, kaldığı yerden de ayıran, önceki kültüründen koptuğu, yeni tanıştığı kültüre direndiği yerdir: Ne o, ne ötekidir. / s. 35

 

Bugün bu değişimin en belirgin olarak görüldüğü alanlardan biri de politika. Seçim kampanyalarında artık bir partinin hangi programı savunduğundan çok, hangi kimliği, hangi imgeyi ya da üslubu seyre sunduğu önemli.

 

Özal, son seçimlerde istediği oyu alamazsa siyasetten çekileceğini açıklamıştı. Dalan, Tempo dergisinde İstanbul metrosuyla ilgili yolsuzlukları açıklayan bir haber yayımlanınca, ertesi gün hemen dergiyi mahkemeye vereceğini açıkladı. Ama ne Özal siyasetten çekildi, ne de Dalan dergiyi mahkemeye verdi. Bütün bunlar basında bir kere yer aldıktan sonra, Özal "çekiliyorum" demekle çekilmiş, Dalan "mahkemeye vereceğim" demekle dava açmış gibi oldu.

 

Sözün geçersiz olduğu, bir simgeye dönüştüğü bir toplum, muhalefeti de kendisi gibi bir jest, bir simge olmaya zorlar. / s. 36

 

Batı'da gelişen birçok alt kültür, daha çok simgesel bir muhalefet olarak gelişti.

…onlar bu imparatorluğu, Umberto Eco'nun deyişiyle "semiyotik bir gerilla savaşı"yla içerden çökertmeye çalıştılar.

 

Adlandırılmak

Foucault Cinselliğin Tarihînde, on yedinci yüzyıldan itibaren Batı'da cinselliğin tarihini, cinselliğin üzerindeki örtünün kaldırılmasının, hazların sınıflandırılmasının, cinselliğin bir bilme talebinin nesnesine dönüştürülmesinin tarihi olarak ele alır.

O halde cinsellik bastırılmaktan çok, söylemle kuşatılmış, söze hapsolmuştur.

İktidar red, inkâr, engelleme, yasaklama ya da saf dışı bırakmadan çok kurma, düzenleme, kışkırtma ve çoğaltma teknikleriyle işlemektedir.

 

Mahrumiyet

1980'lerin ilk yansında Türkiye'de çıkan gazetelere göz attığımızda bir şeyi fark edeceğiz: 12 Eylül'ün hemen ardından darbeyi meşrulaştırmayı amaçlayan "anarşi ve terör" haberleri dışında, kamuyu ilgilendiren pek bir şey olmuyor gibidir.

…devlet şiddetinin işaretlerini bulmak imkânsızdır. Tam da devletin tekeli haline geldiği bir durumda, şiddet sanki özel hayatın bir olgusuymuş gibi ayrışır

Haber konularının en fazla kısıtlandığı dönem, gazete ve dergilerin sayısının ve türünün en çok arttığı dönem olmuştur.

Eski Yunanlıların oyuncuların sahnede taktıktan maskelere persona adını verdiğini biliyoruz. Bugün sözcük, "kişi"yi belirtiyor

 

İktidarın Sağlığı

Evren 12 Eylül müdahalesini birçok kez hastalığa bulunmuş bir çare olarak sundu

Foucault, Ortaçağ boyunca Avrupa'yı kasıp kavuran salgın hastalıktan kontrol altında tutabilmek için alman tedbirlerin onyedinci yüzyıldan itibaren toplumdaki çeşitli düzensizlikleri de kontrol altına almakta kullanıldığına işaret eder.

…bütün bu müdahalelerin bir halk sağlığı söylemi etrafında meşrulaştırıldı…

 

…hastalık metaforunun politik ideolojilerde aldığı biçimler…

Kanser, frengi ve verem, Nazilerin Yahudi aleyhtarı propagandalarının temel unsurlarından biridir. İtalyan fütüristlerinin önderi şair Marinetti de komünizmi

"bürokratik kanserin şiddetlenmesi" olarak görür…

 

Krizin İmkânları

Küfür Romanlarının tek bir teması var: Sağlıksız sanat.

 

Roman, destanın parçalanmış bir dünyadaki zayıf yankısıdır

 

Lukacs'a göre klasikler sağlıklı, Romantikler hastalıklı, Dışavurumcular iflah olmaz derecede hastalıklıdır.

 

Vicdan ve Teknik

…bugünden geriye bakıldığında, Gencebay'ı 70'lerde popüler kılanın, aslında aynı yıllarda solu popüler kılan şeyle akraba olduğu görülebilir.

 

Orhan Gencebay'ın şarkılarının hemen hepsi vefa-ihanet, ayrılık-kavuşma, hasret-vuslat, boyun eğme-onur, sevgi-nefret, günah-sevap gibi mutlak karşıtlıklara dayanıyordu.

…mutluluğun ve tatminin ertelenmek zorunda olduğu bir dünyanın sesiydi.

 

Şehirde yolunu bulamamışlara sesleniyordu, ama kendisi şehirliydi. Açların derdini dile getiriyordu ama kendi toktu.

 

"Dom dom kurşunları", "Ben sana dolanayım"lar, taşranın ancak büyük şehrin imkânlarıyla karşılaştığında, parayla buluştuğu anda edinebileceği bir rahatlamayı temsil ediyordu. 1980'lerin yıldızı bu yüzden İbrahim Tatlıses'ti, Orhan Gencebay değil.

 

Bastırılmışın Geri Dönüşü

60lar bir bakıma, Batı'nın Üçüncü Dünya'yı keşfetmesiyle başlar.

 

Piyasanın belki de tayin edici farkı bu: Onun görünmez baskısı, öznesiz şiddeti, mahrum bıraktığı arzuyu hiçbir şeyle teselli etmiyor. Arzunun tatminini hep gelecek zamana ya da öte dünyaya erteleyen geleneksel ideolojilerin aksine, onun aslında tatmin edilemeyeceği gerçeğini gizliyor. Dolayısıyla, bastırıldığında bir kurtuluş vaadi olarak görünebilen arzu, geri dönerken taşıdığı bütün vaatleri terk ettiğinden, kendisini bir arsızlık olarak tüketiyor.

Belki de bu vaadin temelinde, geçmişte yaşanmış bir açlığın hiçbir zaman giderilemeyeceği gerçeği var.

 

Teklifi Olmayan Kültür

Kamusallığın Yapısal Dönüşümü

Habermas'ın günümüzde ortadan kalktığına inandığı imkân buydu: Sermayenin merkezileşmesi, buna bağlı olarak devletin toplumsallaşması, toplumun devletleştirilmesiyle birlikte bu kamusal topluluk dağılmıştı.

 

Richard Sennett da Kamusal İnsanın Çöküşü'nde farklı bir bakış açısıyla da olsa aynı temel problemle uğraştı: Bir zamanların kamusu çözülmüş, kamusal insanı ortadan kalkmıştır. Tartışmasını akıl yürütme gibi evrensel sayılabilecek bir ilkeden çok, yabancılarla kurulan ilişkinin niteliğindeki değişim etrafında kurmuştu Sennett.

Gürbilek, Nurdan (2001), Vitrinde Yaşamak, Üçüncü Basım, Metis Yayınları


15 Mart 2024 Cuma

İnanç Tahvil Ajansı

Bir gün aklıma muazzam bir ticari fikir geldi. Bir ajans kurmak; bir iş ki bildiğim kadarıyla daha önce kimse böyle bir işe kalkışmamıştı. Tahvil ajansı. Her şey her şeye tahvil olunur! Sloganı da bu olacaktı; yahudiyi Maoist'e, hristiyanı Ya­hova şahidine -tabii İnternet ücreti karşılığında- dönüştürecek­tik.

Ücretler, dönüştürmenin zorluğu paralelinde, her durum için ayrı olacak ve bu plana göre, en yüksek ücretler Arnavutluk sos­yalizmi ile Humeyniyi İslam'a dönüştürüm için talep edilecek, en düşük ücretler ise konforlu inanışlar için belirlenecekti: Angli­kanizm yahut liberal reformist Yudaizm. Satanizm  şeytana ta­panların dini) de ortada olacaktı. Tabii din değiştirmek isteyenin o anki, o günlerdeki halet-i ruhiyesi yahut mevcut inanışından arındırılmasında karşılaşılacak güçlük de ücretleri etkileyebile­cekti; ama imanını yahut inançsızlığını terketmek isteyenden başkası beni aramadığı sürece, ücretler tablosunun bu tür ilave ayarlamaları, doğrusu beni pek ilgilendirmiyordu...

Yazışma sonrasında, ajansın psikologları ve diğer endoktri­nasyon uzmanları devreye girecek ve bunlar çalışmaları sırasında bireyin hürriyetini asla kısıtlamayacaklardı. Ajansın kendisi za­ten dinen ve ideolojik olarak nötrdür; adı da herhalde Veritas (Hakikat) veya -mesela- Certitudo (Kaçınılmaz Gerçek); kim bi­lir, belki de Merhaba Gerçek olur.

Bu hizmete duyulacak talebin ne olabileceğini önceden kes­tirmek zordur; ancak insanlar her yerde fikri ve manevi planda Merhaba Gerçek demeyi arzuladıklarından ve her tarafta dini ve ideolojik mezhepler mantar gibi bitmekte olduğundan -ki bazı­ları cidden komedidir- büyük bir başarı kazanması hiç de şaşkın­lık yaratmaz bence. Gene, bu tür bir acenta demokratik bir ülkede kamilen statüter olur, vergisini de öder. ideolojik ülkelerde ise herhalde devleti sabote etmekten ölümü, kodesi ya da temerküz kampını boylar...

Ben üşendiğimden ve tüccar ruhlu da olmadığımdan, kendim bu işe girişemedim; ama projeyi cüz'i bir ruayalite karşılığı gö­nüllü ve çok çalışkan kimselere satmayı arzuluyorum. Bu kadar "Kendi reklamını kendin yap!" yeter. Peki, acaba böyle bir ajans mümkün müdür? Tabii, neden ol­masın? İlke olarak bu, sadece bir endoktrinasyon tekniği olup başarısı da teknisyenlerin, müracaatçıyı çevirmek istedikleri ina­nışa kendilerinin sempati besliyor olmalarına bağlı değildir.

Ajans fikrine karşı, böyle bir süreçte tam dönmenin değil, sa­dece bilgilenmenin teessüs edeceği ileri sürülebilir; ama acaba gerçek dönüşüm nedir? İsevi bir manada 'gerçek dönüşüm' Al­lah'ın bir lütfudur; fakat birini imana getiren bir papaz dahi, bu dönüşümün gerçek mi, yani Allah'ın kalbe doğuruşu ile mi oldu­ğunu bilemez. Bizim açımızdan şahadet yeter, yani dönme yeni inanışa bağlılığını ifade edebiliyorsa kafidir. Bu da teknoloji ile mümkündür. Yoksa bizim ajans Tanrı'nın ellerinde olduğunu ileri süremez.

Ajansımın tekniği daha tebarüz etmiş değildir. Ancak bunun için, yüzyılların geleneği sanduka-i atikte bizi beklemektedir. İn­sanların şu ya da bu inanışa teveccühünü sağlayacak, gerçekleştirecek pek çok olası prosedür vardır. En uç noktada de fiziki bas­kı gelmektedir: İnsanların, imza attırmak suretiyle belli bir ina­nışa bağlanmaları mümkündür. Diğer ekstremde ise, salt iknacı teknikler vardır; rasyonel ve gayr-i kabil-i rücu fikirler. Arada da çok sayıda ara (melez) teknik bulunmaktadır. Biz, işkence hariç, uç teknikleri kullanmayı düşünmüyoruz; çünkü başarılı olsa bi­le müracaatçıları kaçırır. Akla müracaat ise, her gerçeği ihata edemeyeceğinden ve her gerçeğe uygulanır olmadığından, kullanışlı bir teknik sayılamaz. Ayrıca, faktör ne olursa olsun, tam dönü­şüm sonucu vermez. Şüphesiz, dönüşümler pek çok kere son de­rece belirli bir formülle ifade edilmektedir. Bir bilim uzun süre reddettiği bir kuramı kabulleniyor yahut adamın biri belli sigara markasına dönüyor; ama bunlar yine de tali kullanımlar olup maruf-kullanımlar değildir. Bizim bahsini ettiğimiz dönüşüm, farklı bir keyfiyettir. Herşeyden evvel, dingin bir mutlaklık arzet­mektedir; muhtemel her tür muhalefetten muaf; gerçekte ve pra­tikte, mantıki bir biçimde ulaşılması kolay kolay öngörülemeye­cek bir hal. Bu da yeterli değil; zira bu istif bozmalık, bu ulaşıl­mazlık ekseriya biraz fazla dar cepheli inanışlar için sözkonusu­dur...

Modernliğin Sonsuz Duruşması, Leszek Kolakowski, Pınar Yayıncılık (1999) s. 177-179