Gabriel Garcίa Márquez –
Benim Hüzünlü
Orospularım
Márquez bu romanı 76 yaşındayken yazmış.
Doksan yaşına ulaşmış biridir romanı kahramanı. Sıradan bir hayat yaşamış, her
hangi başarısı olmamıştır. Bir gazetede sıradan yazılarıyla hayatına devam
etmektedir. Yeni yaşında kendi için sıra dışı bir hediye planlar. Yeniyetme bir
bakireyle yatmaktır planı. Ölüme yakın (şüphesiz çok yakın) zamanlarında,
hayatının baharında biriyle yatmak (birleşmek), yaşlı ve ölüme yakın olan için
sapık bir fanteziden çok daha fazla olmalı (fazla sözcüğünün içini “yaşamak”
sözcüğünün çağrıştırdığı, bütün yeşerten, olumlu düşüncelerle doldurabiliriz;
ben böyle okudum/okumaya çalıştım). İhtiyar adam arzuludur ama sapıklaşmadan bu
arzuyu diri tutmayı başarır. Gençliğinde müdavimi olduğu bir genelevde aradığı
gibi birini bulur. İlk randevusunda genç kızı (kız 14 yaşında) uyurken bulur.
Onu seyreder sadece. Daha sonraki randevularda da kız uyumaya, ihtiyar
delikanlı da seyrine devam eder (ona hikâyeler de anlatır). Bu randevuların sonucunda
ihtiyar adam, genç kıza âşık olur. Bu aşk ona, eşiğinde olduğu ölümü dahi
unutturur. Roman, amacına ulaştığı bu noktada sona erer.
Romanda, ihtiyar adamın ismi geçmez.
Romanı, bu isimsiz kahramanın sesinden okuruz. Hal böyleyken ister istemez “bu
ihtiyar adamla Márquez ne ölçüde örtüşür” diye düşünebiliriz. Tabii ki böyle
bir eşleştirme yapamayız, çünkü doğru olmaz. Sembolik olacak ama Márquez de bu
düşünceden uzak durmamız gerektiğini işaret etmiyor değil: İhtiyar adam 90
yaşında; genç kız ise sadece 14’ünde. Ne kadar da uzaklar birbirlerine:
aralarındaki mesafe sadece yıl hesabıyla bile çok fazla: 76! Bu da Márquez’in romanı
tamamladığındaki yaşı. Márquez işe bu denli uzaktır romanındaki ihtiyardan.
Notlar
Doksanıncı yaşımda, kendime bakire bir yeniyetmeyle çılgınca
bir aşk gecesi armağan etmek istedim.
Ahlak da bir zaman sorunudur.
Kırk yıl boyunca Barış gazetesinde haber şişiriciliği
yaptım.
O günkü yazımın konusu elbette ki doksan yaşımdı.
Ömrümde hiçbir kadınla parasını vermeden yatmamışımdır.
Asla ne gurup halindeki cümbüşlere kapılmış, ne de alenen
biriyle birlikte yaşamıştım, ne sırları paylaşmış, ne de bedenin ya da ruhun
yaşadığı bir serüveni başkalarına anlatmıştım, çünkü daha gençliğimden beri bu
ikisinin de cezasız kalmayacağının farkındaydım. (s. 17)
Bir keresinde (…) başıboş hayatımın sefil yanlarını
anlatacak bir kitap için iyi bir malzeme olacağı gelmişti aklıma, kitabın adı
da gökten inivermişti sanki: Benim Hüzünlü Orospularım.
(Rosa Cabarcas) “âlâ bir piliç buldum (…) olsa olsa on dört
yaşlarına.
Bunu bana şimdi söylemeniz ne kötü (…) çünkü artık bir
tesellisi bile olamaz.
Bu burukluk içinde oturdum.
Geç gelen bir ilhama kapılarak.
…utangaçlık nasıl da insanı ele veriyor.
Kızın beni Tanrı’nın dünyaya yolladığı gibi beklemesini
istiyorum, suratını mora boyamasın,
Kızı belleğimde o kadar net bir biçimde tutuyordum ki,
onunla canımın istediğini yağıyordum.
…sonunda aşkın ruhsal bir durum değil, bir burç işareti
olduğunu keşfettim.
…dünyayı harekete geçiren o yenilmez gücün mutlu değil
mutsuz aşklar olduğunun bilincine varmıştım.
Dünyada tek başına ölmekten daha büyük bir felaket olamaz.
Ellili yıllarım (…) neredeyse herkesin benden genç olduğunun
bilincine varmıştım.
Altmışlı yıllarım, yanılmak için vaktimin kalmadığı
kuşkusuyla en yoğun geçenler oldu. Yetmişliler, belki de son yıllarım
olabileceği düşüncesiyle korkutucuydu… (s. 103)
Türkçeleştiren: İnci Kut
Can Yayınları
2005
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder