Antonio
Gramsci (1891-1937)
1920’lerin
sendikalist veya fabrika konseyi hareketinde temel bir şahsiyet haline geldi.
1924’te
İtalyan Komünist Partisinin genel sekreteri oldu. 1926 yılında
Mussolini tarafından tutuklandı. Hakkındaki kovuşturmayla ilgili davada, “bu beyin
20 yıl iş görmekten men edilmelidir” kararı çıktı.
Gramsci’nin
kültür ve ideolojiye, kitle devrimine vurgusu, en iyi şekilde, hegemonya kavramı
temelinde ifade edilebilir: Gramsci bu kavramı, bir sosyal sınıfın bir başka
sosyal sınıf üzerindeki hakimiyetini, onun kendi dünya görüşünü, ideolojisini kısmen
zorla ancak büyük ölçüde ikna yoluyla veya en azından kabullendirerek empoze
etme yeteneğini anlatacak biçimde genişletir.
Gramsci’nin
çalışmaları eleştirel kuramlar için esin kaynağı olmuştur.
Gramsci’nin
Marksist anlayışı, anti-pozitivist öğelerden etkilenmiştir.
Gramsci,
ortodoks Marksizmi ve onun pozitivizmini, ekonomik determinizmini ve tarihsel
materyalizme katı bağlılığını şiddetle eleştirmiştir.
Gramsci’ye
göre, işçi sınıfı tarihteki rolü konusunda bilinçli olmak ve tarihi değiştirmek
için pasif değil aktif bir biçimde mücadele etmek zorundadır. Entelektüellerin
öncülük ettiği bu işçi kitlelerinin ihtiyacı, devrimci bir ideoloji,
felsefeyle, pratiği birleştiren bir hegemonya, Lenin ve Bolşeviklerin benimsediği
stil ve tarzda kültürel liderlik sağlayan bir praksis felsefesidir.
Gramsci,
sınıf mücadelesini ön plana çıkarmaktadır. Ayrıca sınıf mücadelesini salt
ekonomik bir mücadele olarak değil, ideolojik, politik ve kültürel bir mücadele
olarak tanımlamıştır.
Devrim,
dışsal ekonomik güçlerin otomatik bir sonucu değil, bir sınıfın kültürel olarak
diğer sınıfların hepsinin üzerinde tahakküm kurmasının bir sonucu olacaktır.
Gramsci’ye
göre, işçi sınıfı egemen bir sınıf haline gelmek istiyorsa öncelikle kültürel
hegemonyasını kurmalıdır.
Gramsci
aydınlar üzerine yaptığı çalışmada aydınları iki açıdan ele almaktadır: 1) Toplumsal
yapıyla bütünleşmeleri açısından,
2)
Tuttukları yer ile siyaset ve tarihte oynadıkları rolle tarih sürecinde yer
almaları açısından.
Gramsci
bir ülkenin kendisini ayrı bir sınıf veya topluluk diye gören “geleneksel aydınları”
ile her sınıfın (köylülük hariç) kendi saflarından “organik olarak” yetiştirdiği
düşünce adamları arasında ayrım yapmaktadır.
Organik
aydınlar (ki Gramsci’nin kendisi de öyledir), oluşmakta olan bir toplumsal sınıfın
ürünleridir.
Organik
aydın toplumsal yaşama etkin bir biçimde katılan ve bu yaşamda zaten varolan
siyasal akımların kuramsal gelişimine yardım eden, örgütleyen, inşa eden ve “daima
ikna eden” bir kimsedir.
Geleneksel
aydın ise, organik aydının karşıtı olarak, toplumsal yaşamdan kopuk, büyük
ölçüde bağımsız olduğuna inanan aydınlardan oluşmaktadır.
Hegemonya
Gramsci
için hegemonya, egemenliğin, zora başvurmadan, siyasal meşruluk yoluyla
uygulanmasını ifade eder. Hegemonya, yönetilenlerin rızalarının kazanılması
anlamına gelmektedir.
Gramsci
burjuva sınıfının hâkimiyetinin değişik görünümlerini tartışırken, devleti, güç
artı rıza olarak tanımlamaktadır.
Hegemonyanın
zaferi ve kazandığı rıza kaçınılmaz biçimde istikrarsızdır; asla elde edilmiş
ve bitmiş bir şey olarak görülemez ve bu yüzden yeniden kazanılmak ve üstünde
mücadele edilmek zorundadır.
Gramsci
hegemonyayı, devlet ile ekonomi arasındaki bütün aracı kurumları kastettiği
“sivil toplum” alanı ile ilişkilendirir.
Yönetici
sınıfın iktidarı maddi olduğu kadar manevi bir iktidardır.
Gramsci
hegemonya kavramını, işçi sınıfının burjuva devletini yıkmak ve işçilerin
devletinin toplumsal tabanı olarak hizmet etmesini sağlamak için yaratması
gereken ittifaklar sistemine işaret etmek için kullanmıştır.
Gramsci,
hegemonyayı farklı sınıfların buluşturulması gereken bir ittifak stratejisi
olarak formüle etmiştir. Gramsci, Hapishane Defterler’inde “her hegemonik sınıf,
üzerlerinde iktidar uyguladığı insanların eğilim ve çıkarlarını dikkate almak
ve bu anlamda ödün vermeye hazır olmalıdır” demektedir.
Gramsci,
hegemon olmak için ekonomik ve politik gücün yeterli olmadığını, bağımlı
grupların rızasına da gereksinim duyulduğunu belirtmiştir.
Gramsci’ye
göre, işçi sınıfı, güç kazanmak için kendi özel çıkarlarını aşmalı, toplumun diğer
kesimleriyle birleşmeli ve kendi davasının ahlaki doğruluğunu göstermek için
halkın büyük kesimini kazanmalıdır.
Sivil Toplum ve Devlet
Marx,
sivil toplumu, burjuvaziyle proletarya arasında bir tarafsız alan olarak değil
de burjuvazinin kendine özgü hegemonyasını kurduğu, kapitalist sömürüyü
gizleyen ve dolayımlayan eşitlik ve özgürlük alanı olarak tanımlamaktadır.
Gramsci ise sivil toplumu, yalnızca bireysel ihtiyaçların değil, özgürlük ve
kendini düzenleme potansiyeli barındıran örgütlenmelerin alanı olarak
görmektedir.
Gramsci
sivil toplumu Marx’ın aksine alt yapısal alan değil, üst yapıya koymuştur. İki
tane üst yapısal düzeyi öngörmektedir, biri sivil toplum yani “özel”diye adlandırılan
organizmalar bütünü, diğeri, siyasal toplum yani “devlet”tir. Egemen grup bu
araçlar vasıtası ile hegemonyasını kurar.
Gramsci
siyasal toplumla sivil toplum arasında bir ayrım yapmaktadır. Siyasal toplum
geleneksel anlamda devleti, özellikle devletin zorlayıcı gücünü, sivil toplum
ise, devletin ideolojik sürecin işleyişinden de yararlanıp topluma nüfuz ederek
çoğunluğun desteğini kazanacak siyasal, toplumsal ve kültürel ortamı yaratması
durumunu kapsamaktadır.
Sivil
toplum ve politik toplum, Gramsci’nin deyimiyle “tarihsel bloğun” üst yapısı,
devlette birleşir.
Gramsci’ye
göre, her hangi bir sosyal grubun siyasal etkinliği toplumda kendini iki
biçimde gösterir:
1)
egemenlik ya da siyasal iktidara sahip olmak,
2)
entellektüel ve kültürel önderlik.
Tarihsel Blok
Gramsci’ye
göre hegemonyanın kurulması ve işleyebilmesi için, maddi güçler, kurumlar ve
ideolojiler arasında uyum sağlanması gerekir. Gramsci bu durumu “tarihsel blok”
olarak adlandırır.
Organik
aydınlar yapı ile üstyapı arasında bağların kenetlenmesine yardım ederek
tarihsel blokun inşasında anahtar rol oynarlar.
Tarihsel
blok, toplumsal güçler şeklinde birleşmiş çeşitli müttefiklerin ortaya çıkardığı
bir uzlaşma durumudur.
---
Klasik Sosyoloji Tarihi
Editör: Prof.Dr. Serap Suğur
Anadolu Üniversitesi Yayını, No: 2685
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder