Jean
Jacques Rousseau (1712-1778)
Cenova’da doğdu. Annesi doğumundan birkaç
gün sonra öldü, babası bir saat ustasıydı. İlk eğitimini tamamladıktan sonra
bir oymacının yanında çalışmaya başlar. Burada duramaz ve kaçar. Cenova’yı terk
eder. Aylaklık yapar uzun süre. Kitap okur, müzik konusunda kendini geliştirir.
1738’den 1740’a dek M. De Mably adında birisinin çocuklarının öğretmenliğini
üstlendi ve bu iş sırasında Condillac ile tanıştı. 1743’te Fransız büyükelçisi
Comte de Montaigu’ye sekreter olarak Venedik’e gitti. Oradan Paris’e geçti. 1749’da
Diderot onu Ansiklopedi için müzik üzerine makaleler yazmaya çağırdı. Sanatlar
ve Bilimler Üzerine Söylev adlı makalesiyle ünlendi. Makalede bilim ve
sanattaki ilerlemenin ahlakî yozlaşmaya neden olacağını savundu.
İnsanlar
Arasındaki Eşitsizliğin Kökeni ve Temeli Üzerine Söylev adlı makalesinde uygarlaşmamış doğa durumunda yaşayan insanın
bir portresini çizer. İnsan doğal olarak iyidir, ama uygarlaşma, eşitsizliği ve
buna bağlı olarak bir dizi kötülükleri de beraberinde getirmiştir.
1758’de Politik
Ekonomi Üzerine Söylev başlığı altında yayımlanan makalesinde “genel istenç”
düşüncesini ilk kez dile getirmiştir. 1761 yılında Rousseau Yeni Heloise adlı bir roman yayımladı.
1762’de en ünlü çalışması kabul edilen Toplum
Sözleşmesi ve yine aynı yıl Emile
başlıklı eğitim üzerine kitabı çıktı. Bu kitapların yayımlanması üzerine İsviçre’ye
sığınmak zorunda kaldı. Orada da durum farklı değildi. İngiltere’ye gidip
Hume’un yanında kaldı. Kapris ve küstahlıkları nedeniyle burada da tutunamadı.
Fransa’ya döndü. İtiraflar adlı yapıtı ölümünden sonra, 1782’de yayımlandı.
Kültür Eleştirisi
Bilimler ve Sanatlar Üzerine Söylev, insan
aklına övgüyle başlar. Akabinde bilim ve sanata ağır eleştiriler getirilir. Modern
yaşam biçimi herkesi, konuşmada, giyimde, tutumda moda olanı izlemeye zorladı,
kendi doğamızı izlemeye izin vermedi ve çok geçmeden olduğumuz olarak görünmeye
cesaret edemez bir duruma geldik.” İnsan
ilişkileri şimdi tam bir aldatmacadır; çünkü herkes birbirine benzemektedir. Geçmiş
dönemdeki politikacıların daima ahlaktan ve erdemden söz ettiklerini, bu günün
yöneticilerinin ise ticaret ve paradan başka bir şey konuşmadıklarını anımsatır.
Rousseau’ya göre istikrarlı bir toplum çoğunluğun
kendi düşünce ve davranışları için kural olarak kabul ettikleri bir fikirler ya
da değerler dizisi üzerinde yükselir.
İnsanlar
Arasındaki Eşitsizliğin Kökeni ve Sözleşme Gereksinimi
Rousseau’ya göre hayvan ve insan arasındaki
türsel ayrımı oluşturan şey akıldan çok özgürlüktür. İnsan bu özgürlük bilinciyle ruhunun tinselliğini de
sergilemiş olur.
Rousseau’ya göre ilkel doğa durumundaki insan
iyidir. Doğa durumunda insanın giderek gelişmesine dili olmasının da katkı yaptığını
belirtir. Bu nedenle insanın zihinsel yaşamının gelişimini, dilin gelişiminden
ayrı olarak düşünmek olanaksızdır.
Hobbes insanın doğal durumunun bir savaş
ortamı olduğunu savunurken Rousseau insanın özündeki iyiliğe dikkat çekti ve doğal
durumu bir tür özgürlük ve iyilik durumu olarak betimledi.
Rousseau’ya göre bir parça toprağı çitle
çevirip “Burası benimdir.” diyen ve insanları buna ikna edebilen ilk insan,
uygar toplumun kurucusudur. Bu gelişmenin sonucunda
mülkiyet ortaya çıkmış, eşitlik yok olmuş, ormanlar tarlalara dönüşmüştür.
Özel mülkiyet kurumunun yerleşmesine ve
gelişmesine eşlik eden güvensizlik ve daha başka kötülükler artınca insanlar
güvenliklerini ve özgürlüklerini garanti altına alabilmek için birbirleriyle
sözleşme yapma yoluna gittiler böylece hükümet ve hukuk sistemi ortak uzlaşı
tarafından kurulmuş oldu.
Genel İstenç Düşüncesi
Rousseau’ya göre genel istenç, insanlardan
oluşan bir topluluğun ortak istenci olarak her zaman bütünün ve onun her bir
parçasının korunmasına ve iyiliğine yöneliktir ve bu özelliğiyle yasaya kaynaklık
eder.
Devletin genel istenci, içerisindeki
herhangi bir topluluğun genel istencinden daha genel olarak, egemen olmalıdır;
çünkü daha haklıdır ve evrensel bir iyiye yöneliktir. Böylece meşru ya da halka
dayalı hükûmetin ilk ve en önemli kuralı, her şeyden önce genel istenci
izlemektir.
“Devletin istenci de, genel istenci her
zaman doğanın istenci olan ve değişik devletleri ve halkları bireysel üyeleri
olarak içine alan bir dünya devleti ile ilişki içinde görüldüğünde tikel kalır.”
Bu tümceden anlaşıldığına göre, Rousseau’nun sonul düşüncesi, insanların
yüreklerine kazınmış ve ona uygun davranıldığında insanlara mutluluk ve esenlik
getiren bir doğal ahlak yasası kavramı bulunduğudur.
Duygu Eğitimi
Rousseau’ya göre insanın en temel duygusu
ben sevgisidir. Geri kalan tüm duygular bu ilksel duygunun değişkileridirler. Ben-sevgisi
kendi içinde düşünüldüğünde her zaman iyi, her zaman doğa düzeniyle uyum
içindedir. Şefkat ben-sevgisinin bir türevidir. Emile’de şefkat ya da acıma duygusunun nasıl doğduğunu açıklamaya
girişir: Bireyin kendisinden mutlu olanlara değil kendisinin de bağışık olmadığı
rahatsızlıklara uğrayanlara şefkat ve duygudaşlık gösterdiğini ifade eder.
Rousseau ayrıca ben-sevgisinin yalın bir
sevgi olmadığını da belirtir. Çünkü insan bileşik bir varlıktır. Hem duyu
yeteneği vardır, hem de düşünme yeteneği gelişmiştir. Duyusallığın isteği
bedenin iyiliğine eğilimli iken, düşünme yetisinin isteği, düzen sevgisi ya da
isteği tarzında ruhun iyiliğine ve gelişimine eğilimlidir. Bu yönden olan gelişime
Rousseau, duyunç adını vermektedir. Ahlaksal kavramlar daha çok duyuncun gelişimine
bağlı olarak oluşurlar.
Toplum Sözleşmesi
Rousseau’ya göre devlet, yurttaşların
özgürlük ve eşitlik için doğuştan, vazgeçilmez hakları ve kendi yazgılarını
belirleme güçleri yoluyla katıldıkları bir toplumsal sözleşme üzerine dayalı
politik bir örgüttür.
Bu açıdan Rousseau, Locke’un demokrasi
idealini ele alır. Tüm yasalar genel istencin ifadesi olarak gerçekleşmelidir.
Genel istenç insanların ortak çıkarını ya da yararını temsil etmektedir.
Bireylerin özgür olma hakkı sadece toplumun ahlak istenci ile sınırlanabilir. Genel
istenç yasalarda temsil bulunca, insanların bu yasalara uyması, aynı zamanda
özgür olmaları demektir.
Rousseau’nun genel istenç kuramı, demokrasi
düşüncesinin temelidir.
---
Modern
Felsefe I
Prof. Dr. Sara Çelik
Anadolu Üniversitesi Yayınları, Yayın No:
2588
Haziran 2012, Eskişehir
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder