Yuval Noah Harari - Hayvanlardan
Tanrılara Sapiens
İnsan Türünün Kısa Bir Tarihi
1. Kısım
Bilişsel Devrim
1.
Önemsiz Bir Hayvan
Tarihin akışını üç önemli devrim
şekillendirdi: Yaklaşık 70 bin yıl önce başlayan Bilişsel Devrim, 12 bin yıl
önce bunu hızlandıran Tarım Devrimi ve tarihi sona erdirip bambaşka bir şeyi
başlatabilecek yalnızca 5 bin yıl önce başlayan Bilimsel Devrim. Bu kitap, bu
üç devrimin insanları ve diğer organizmaları nasıl etkilediğinin hikâyesini
anlatıyor.
Ortak bir atadan evrimleşen türler “cins” adı
verilen bir başlıkta toplanır. Aslanlar, kaplanlar, leoparlar ve jaguarlar
Parıthera cinsinin altındaki farklı türlerdir. Biyologlar organizmaları iki
parçadan oluşan Latince bir isimle adlandırırlar. Önce
cins, sonra tür. Örneğin aslanlar Panthera leo olarak adlandırılırlar,
Panthera cinsinin leo türü. Bu kitabı okuyan herkesin Homo sapiens olduğunu
varsayabiliriz. Homo (insan) cinsinin sapiens (zeki) türü.
Cinsler de kendi içinde ailelere ayrılırlar
Bir ailenin tüm üyelerinin soyları kurucu
bir anneye veya babaya dayanır.
Homo sapiens de bir aileye mensuptur. Bu
sıradan bilgi tarihteki en sıkı korunan sırlardan biriydi.
Yalnızca 6 milyon yıl önce, tek bir dişi
maymunun iki kızı oldu. Bunlardan biri tüm şempanzelerin atası olurken, diğeri
de bizim büyükannemiz oldu. (s. 19)
Dolaptaki
İskeletler
Homo sapiens bundan daha da rahatsız edici
bir sır saklıyordu. Pek çok diğer medeni kuzenlerimizin yanı sıra, bir zamanlar
birkaç erkek ve kız kardeşimiz de vardı.
İnsanlar ilk olarak 2,5 milyon yıl önce Doğu
Afrika’da, “Güney Maymunu” anlamına gelen Australopitbecus adı verilen bir
maymun cinsinden evrimleşti. Yaklaşık iki milyon yıl önce, bu arkaik erkek ve
kadınların bazıları anayurtlarını terk ederek Kuzey Afrika, Avrupa ve Asya’nın çeşitli
yerlerine göç ettiler.
Avrupa ve Batı Asya’daki insanlar çoğunlukla
“Neandertaller” olarak adlandırılan Homo neandertalensis’e evrildiler
(“Neandertal Vadisi İnsanı”). Neandertaller Sapienslerden daha güçlü, daha
kaslıydı ve Buzul Çağı’nın Batı Avrasyasına uyumluydular. Asya’nın daha doğu bölgeleri
“Dik adam” anlamına gelen Homo erectus tarafından mesken tutulmuştu.
Endonezya’daki Java adasında “Solo Vadisi
İnsanı” anlamına gelen Homo soloensis yaşamaktaydı. Bu tür de tropik yaşama
uyumluydu. Diğer bir Endonezya adası Flores’te arkaik insanlar bir cüceleşme
süreci geçirdi.
2010’da, bilim insanları Sibirya’daki
Denisova mağarasını kazarken fosilleşmiş bir parmak kemiği keşfettiklerinde,
diğer bir kayıp kardeş de hiçlikten kurtarıldı (Homo denisova).
Bütün bu türleri ergaster’in erectus’a, erectus’un
Neandertallere ve Neandertallerin bize evrildiği düz bir soy çizgisi olarak
düşünmek yaygın bir hatadır. Bu çizgisel model, dünyada belirli bir anda sadece
tek bir insan türünün var olduğu ve tüm önceki türlerin bizim eski modellerimiz
olduğu yönünde yanlış bir izlenim yaratmaktadır.
Düşünmenin
Bedeli
Homo cinsinin besin zincirindeki yeri çok
yakın bir zamana kadar ortalardaydı.
…ancak yüz bin yıl önce Homo sapiens’in
ortaya çıkışıyla, insan besin zincirinde yukarı zıpladı.
…insan tepeye o kadar hızlı çıktı ki,
ekosistemin gerekli ayarlamayı yapacak vakti olamadı ve buna ek olarak insanlar
da bu değişime ayak uyduramadı.
Bir
Aşçı Irkı
…ateşin en önemli katkısı pişirmekti.
İnsanların normalde sindiremedikleri -buğday, pirinç ve patates gibi- yiyecekleri pişirebilme becerisi sayesinde şu anda beslenmemizin temelini oluşturuyor.
Yemek pişirmenin icadı insanların daha
çeşitli besinler yiyebilmesini, yeme işlemini daha kısa sürede yapabilmesini,
ayrıca daha kısa bağırsak ve daha küçük dişlerle idare edebilmesini sağladı.
…bilim insanları aşağı yukarı 150 bin yıl
önce Doğu Afrika’nın tıpkı bizim gibi görünen Sapienslerle dolu olduğuna
inanıyorlar.
Homo sapiens Arabistan’a vardığında
Avrasya’nın çoğu diğer insanlar tarafından mesken tutulmuştu. O insanlara ne
oldu? Buna cevap olarak birbiriyle çelişen iki teori var. İlk teori olan “Irk
Karışımı Teorisi” çekim, seks ve karışıma dayalı bir hikaye anlatır.
Buna karşılık “Yerine Geçme Teorisi” başka
bir kurgu anlatır: uyumsuzluk, tepki ve hatta belki de soykırım. Bu teoriye
göre Sapiens ve diğer insanların farklı anatomileri vardı ve muhtemelen
çiftleşme alışkanlıkları hatta vücut kokuları bile farklıydı, dolayısıyla
birbirlerine cinsel ilgi duyma ihtimalleri düşüktü. Yanı sıra bir Neandertal
Romeo ile Sapiens Jülyet âşık olsalar bile üretken çocuklar yapamazlardı, çünkü
iki tür arasındaki genetik uçurum çok büyüktü. Bu yüzden iki tür birbirlerinden
tamamen ayrışmış olarak var oldular ve Neandertaller tamamen ölünce veya
öldürülünce, genleri de onlarla birlikte yok oldu.
Modern Ortadoğu ve Avrupa insanı DNA’sının
yüzde 1 ila 4’ünün Neandertal DNA’sı olduğu ortaya çıktı. Bu büyük bir oran
değil, ama önemli. Birkaç ay sonra Denisova’daki fosilleşmiş parmaktan alınan DNA’nın haritası çıkarıldığında ikinci şok geldi. Sonuçlar modern Melanezyalıların ve
Avustralyalı Aborjinlerin DNA’sının yüzde 6’ya varan oranda Denisova DNA’sı
kökenli olduğunu ortaya koydu.
Modern zamanlarda bile ten rengindeki, lehçe
veya dindeki bir farklılık bir grup Sapiens’in bir başka grubu yok etmeye
çalışmasına sebep olabiliyor. Eski Sapiensler tamamen farklı bir insan türüne
karşı hoşgörülü olabilir miydi? Sapiens Neandertaller ile ilk karşılaştığında, ortaya
tarihteki ilk ve en büyük etnik temizlik harekatının çıkmış olması gayet
mümkündür.
Sapiens’in suçu mudur bilinmez, ama gittikleri
her yerde yerli nüfus tükendi. Homo soloensis’in son kalıntıları günümüzden 50
bin yıl önceye tarihlenmektedir. Homo denisova da bundan kısa süre sonra yok
oldu. Neandertaller ise yaklaşık 30 bin yıl önce yok oldular. Flores
Adası’ndaki son cüce insanlar da 12 bin yıl önce yok oldular; geride kemikler,
taştan aletler, DNA’mızdaki bazı genler ve pek çok cevaplanmamış soru ve son insan
türü olan Homo sapiens’i bırakmış oldular. (s. 31)
2
Bilgi
Ağacı
Bilişsel Devrim, 70 ila 30 bin yıl önce
ortaya çıkan yeni düşünce ve iletişim biçimleri anlamına gelir. Sebebi kesin
olarak bilinmemekle birlikte, en çok kabul gören teoriye göre genetik
mutasyonlar Sapiens’in beyin iç yapısını değiştirerek, daha önce mümkün olmayan
şekillerde düşünmelerini ve tamamen yeni dillerle iletişim kurabilmelerini
sağladı.
Dedikodu sıkça kötülenen ama aslında
kalabalık gruplar hâlinde işbirliği yapabilmenin de temelini oluşturan bir
beceridir.
Sosyolojik araştırmalar dedikodu sayesinde bir
arada durabilen “doğal” bir grubun sınırının 150 kişi olduğunu göstermiştir.
Tüm geniş çaplı insan işbirlikleri -modern
bir devlet, ortaçağda bir kilise, bir antik şehir veya arkaik bir kabile-
insanların kolektif hayal gücünde yaşattıkları ortak mitler etrafında
örgütlenmiştir.
3
Adem
ve Havva'nın Bir Günü
Kolektif insan bugün eski grupların
bildiğinden çok daha fazlasını biliyor. Ama birey olarak bakıldığında, eski
avcı toplayıcılar tarihteki en becerikli ve bilgili insanlardı.
Avcı toplayıcıların nasıl hissettiklerini
bildiğini iddia eden akademisyenlerin teorileri, Taş Devri dinlerinden ziyade,
bu kişilerin kendi önyargılarına ışık tutar.
4
Sel
İnsanların Avustralya’ya ilk seyahati
tarihteki en önemli olaylardan biridir.
Afrika ve Asya’da neredeyse hiç bulunmayan
keseli memeliler, Avustralya’da her yerdeydi. Birkaç bin yıl içinde neredeyse
bütün bu dev türler yok oldu. 50 kilogramdan daha ağır 24 Avustralya türünün
23’ü bugün yok.
…tarihsel kayıtlar Homo sapiens’in bir ekolojik
seri katil olduğunu gösteriyor.
İlk dalga avcı toplayıcıların, ikinci dalga
çiftçilerin yayılmasıyla gerçekleşirken, sanayi faaliyetlerinin günümüzde sebep
olduğu üçüncü dalga ise bu ikisini takip ediyor. Atalarımızın doğayla uyum
içinde yaşadığını iddia eden doğaseverlere inanmayın.
II.
KISIM
TARIM DEVRİMİ
Tarım Devrimi insanlığın elindeki toplam
gıda miktarını kesin olarak artırdı ancak daha iyi bir beslenme veya daha çok
keyifli zaman yaratmadı. Daha ziyade nüfus patlamasına yol açarak şımarık seçkinler
yarattı. Ortalama çiftçi ortalama avcı toplayıcıdan daha fazla çalışarak
karşılığında daha kötü besinlere sahip oldu. Tarım Devrimi tarihin en büyük
aldatmacasıdır.
Lüksler zamanla ihtiyaç hâline gelir ve yeni
zorunluluklar ortaya çıkarır.
…avcı toplayıcılar onlarca hatta yüzlerce
kilometrekarelik topraklarda yaşarlardı. Tepeleri, dereleri, ağaçları ve gökyüzüyle
beraber, “evleri” tüm araziydi.
Avcı toplayıcılar yangın çıkarmak dışında,
gezindikleri alanlarda pek az bilinçli değişiklik yapmışlardı. Çiftçilerse
etraflarını çeviren yaban ortamında dikkatle ve emekle yarattıkları yapay insan
adacıklarında yaşıyorlardı.
7
Fazla
Dolu Hafıza
Kushim
İnsan bilincinin hizmetçisi olarak doğan
yazı, giderek insanın sahibi hâline geldi. Bilgisayarlarımız Homo sapiens’in
nasıl konuştuğunu, hissettiğini ve hayal kurduğunu anlayamadığından, biz de
bilgisayarların anlayabilmesi için Homo sapiens’e sayıların dilinden konuşmayı,
hayal kurmayı ve hissetmeyi öğretiyoruz.
8
Tarihte
Adalet Yoktur
Bağımsızlık Bildirgesi’ni imzalayanların
çoğu köle sahipleriydi ve Bildirge’yi imzaladıktan sonra kölelerini salıvermedikleri
gibi kendilerini de ikiyüzlü olarak görmediler.
“erkek” ve “kadın” biyolojik değil, toplumsal
kategorilerdir.
III.
KISIM
İNSANOĞLUNUN BİRLEŞMESİ
Mitler ve kurgular, insanları doğumlarından
itibaren belirli bir biçimde düşünmeye, bazı standartlara ve kurallara uygun
olarak davranmaya ve belli şeyleri istemeye alıştırırlar. Böylelikle,
milyonlarca yabancının etkili biçimde işbirliği yapmasını sağlayan yapay
içgüdüler yaratmış olurlar. Bu yapay içgüdüler ağına “kültür” denir.
“…ben ve arkadaşlarım ancak altınla
giderilebilen bir kalp hastalığından mustaribiz.” Cortes
Neden karşılığında sadece birkaç renkli kâğıt
alacağınızı bile bile hamburger çevirmek, sağlık sigortası satmak ve üç tane
iğrenç çocuğa bakıcılık yapmak gibi şeylere razı oluyorsunuz?
Roma parasına güven o kadar yüksekti ki,
imparatorluk sınırları dışında dahi insanlar denarius olarak ödeme almaktan
memnunlardı. “Denarius” tüm madeni
paralar için kullanılan bir isme dönüştü ve halifeler de bunu Arapçaya
çevirerek “dinar”ı bastılar.
Para iki evrensel ilke üzerine kuruludur:
a. Evrensel dönüşebilme: Para bir simyacı
gibi toprağı sadakate, adaleti sağlığa, şiddeti bilgiye çevirebilir.
b. Evrensel güven: Herhangi iki insan,
paranın aracılığı sayesinde herhangi bir konuda işbirliği yapabilir.
Hakkında kesin bilgi sahibi olduğumuz ilk
imparatorluk Büyük Sargon’un Akkad İmparatorluğu’dur (MÖ 2250).
Sargon tüm dünyayı fethettiğini iddia etti.
MÖ 550 civarında İranlı Büyük Cyrus ise
sadece tüm dünyayı yönettiğini iddia etmiyor, aynı zamanda bunu tüm insanların
iyiliği için yaptığını söylüyordu.
Emperyal
Döngü
a) Küçük bir grup büyük bir imparatorluk kurar.
b) Bir imparatorluk kültürü yaratılır.
c) Emperyal kültür pek çok tebaa halk
tarafından benimsenir.
d) Bu halklar ortak imparatorluk değerleri
adına eşit statü talep ederler.
e) İmparatorluğun kurucuları hâkimiyetlerini
kaybeder.
f) İmparatorluk kültürü büyüyerek gelişmeye
devam eder.
Bugün çoğunlukla ayrımcılık, anlaşmazlık ve
nifak kaynağı olarak görülen din, insanlığı para ve imparatorluklarla birlikte
en iyi birleştiren üçüncü şey olarak sayılabilir.
Bildiğimiz ilk tektanrılı din, MÖ 1350’de
Firavun Akhenaten, Mısır panteonundaki ufak tanrılardan biri olan Aten’in,
evrenin gerçek üstün gücü olduğunu ilan ettiğinde ortaya çıktı.
Yahudilik, kendi çıkarları ve önyargıları
olduğuna inandığı evrenin üstün gücünün sadece küçük Yahudi ulusu ve önemsiz
İsrail toprağıyla ilgilendiğini iddia ediyordu. Dolayısıyla diğer milletlere
sunacağı bir şey olmayan Yahudilik tebliğci bir din olmadı. Bu aşama “yerel
tektanrıcılık” olarak adlandırılabilir.
Hıristiyanlar tüm insanlığı hedef alan geniş
misyonerlik faaliyeti yürüttüler ve böylece ezoterik bir Yahudi grubu büyük
Roma İmparatorluğu’nu ele geçirdi.
…animizmin çoktanrıcılık döneminde yaşaması
gibi, çoktanrıcılık da tektanrıcılık içinde yaşamaya devam etti.
(Budizm) Eğer bir insan tüm arzularından arınabilmişse
hiçbir tanrı ona ıstırap çektiremez. Bunun aksine, eğer arzudan arınamazsa
dünyadaki tüm tanrılar bile onu acı çekmekten kurtaramaz.
Teist dinler tanrılara tapınmaya odaklanır
(bu yüzden de adları Yunanca tanrı demek olan Theostan gelen “Teist”tir).
Hümanist dinlerse insanlığa, daha doğru bir ifadeyle Homo sapiens’e tapınırlar.
Tüm hümanistler insanlığa tapınırlar, ancak
insanlığın tanımında uzlaşamazlar. …tanım farklılığı yüzünden üç rakip mezhebe
bölünmüştür. Günümüzün en önemli hümanist mezhebi, “insanlık”ın en temel
özelliğinin bireysellik olduğunu, bu yüzden de birey özgürlüğünün kutsal
olduğuna inanan liberal hümanizmdir.
Diğer bir önemli mezhep de sosyalist
hümanizmdir. Sosyalistler “insanlığın” bireyselden ziyade kolektif olduğuna
inanırlar.
Liberal hümanizm gibi sosyalist hümanizm de
tektanrıcı temeller üzerine kuruludur. Geleneksel tektanrıcılıkla bağı olmayan
tek hümanist mezhep, en ünlü temsilcisi Naziler olan evrimsel hümanizmdir.
Fizik veya ekonominin aksine, tarih doğru ve
tutarlı tahminlerde bulunmak için uygun araç değildir.
IV.
KISIM
BİLİMSEL DEVRİM
1500 yılında dünyada yaklaşık 500 milyon
Homosapiens vardı. Bugünse bu sayı tam 7 milyardır. 1500 yılında insanlar
tarafından üretilen toplam mal ve hizmetlerin bugünkü dolar üzerinden değeri
yaklaşık 250 milyardı, bugünse yıllık üretim yaklaşık 60 trilyon dolar.1500
yılında insanlar günde 13 trilyon kalori enerji tüketirken, bugünkü enerji
tüketimi günde 1500 trilyon kalori. (Bu rakamlara dikkat edin, insan nüfusu 14
kat artmasına karşın üretim 240, enerji tüketimiyse 115 kat artmış durumdadır.)
16 Temmuz 1945 sabahı saat 5:29:45
Tam olarak bu saniyede Amerikan bilimcileri
ilk atom bombasını New Mexico eyaletinin Alamogordo şehrinde patlattılar. Bu
andan itibaren insanlık, sadece tarihin akışını değiştirebilme değil, tarihi
sona erdirebilme kapasitesine de sahip oldu.
Bilimsel Devrim bilgi değil, her şeyden önce
cehalet devrimiydi. Bilimsel Devrim’i başlatan büyük şey, insanların en önemli
sorularının cevaplarım bilmediklerini keşfetmeleriydi.
Newton doğa kitabının matematik diliyle
yazılmış olduğunu kanıtladı.
…bilimsel araştırma ancak din veya bir
ideolojiyle ittifak hâlinde büyüyüp gelişir.
Avustralya, Tazmanya ve Yeni Zelanda’nın
fethinin, milyonlarca Avrupalının yeni kolonilere yerleşmesinin ve yerli kültürünün
ve nüfusunun yok edilmesinin temelini attı.
Avustralya ve Yeni Zelanda’nın en bereketli
toprakları, bu seferi takip eden yüz yılda Avrupalı yerleşimciler tarafından
ele geçirildi. Yerli nüfusu yüzde 90’a varan oranlarda azaldı ve hayatta
kalanlar katı bir ırk ayrımcılığı altında yaşamaya zorlandı.
Tazmanya’nın yerlileriniyse daha da kötü bir
felaket bekliyordu. Muazzam bir yalıtılmışlık içinde 10 bin yıl boyunca hayatta
kalan bu insanlar, Cook’un adaya varışından sonraki yüz yıl içinde son adam,
kadın ve çocuğa varana dek tamamen yok edildiler. Avrupalı yerleşimciler
yerlileri önce adanın zengin bölgelerinden uzaklaştırdılar, sonra da kalan yabani
arazileri bile ele geçirip yerlileri sistematik olarak avlayarak öldürdüler.
Ne yazık ki, bilim ve ilerleme onları
öldükten sonra bile rahat bırakmadı. Son Tazmanyalıların cesetlerine antropologlar
ve sanat galericileri tarafından bilim adına el konuldu.
…son Tazmanya yerlisi olan Trugani’nin
iskeletinin gömülmesine ancak 1976’da, Trugani öldükten yüz yıl sonra izin
verdi. The English Royal College of Surgeons (İngiliz Kraliyet Cerrahi Koleji)
ise saç ve deri örneklerini 2002’ye kadar elinde tutmaya devam etti.
1775 yılında Asya dünya ekonomisinin yüzde
80’i demekti. Hindistan ve Çin’in ekonomileri tüm dünya üretiminin üçte ikisini
karşılıyordu; Avrupa ekonomik bir cüceydi. Küresel gücün merkezi ancak 1759’la
1850 yıllan arasında, Avrupalılar Asya güçlerini bir dizi savaşta yenip Asya’nın
geniş bölgelerini fethedince Avrupa’ya kaydı. 1900 yılında Avrupalılar, dünya
ekonomisinin ve topraklarının çoğunu kontrol ediyordu. 1950’de Batı Avrupa ve
ABD, küresel üretimin yansından fazlasını gerçekleştiriyordu, Çin’in payı ise yüzde
5’e inmişti.
Neden askeri-endüstriyel-bilimsel sanayi,
örneğin Hindistan’da değil de Avrupa’da gelişti?
Dünyanın ilk ticari demiryolu 1830’da
İngiltere’de yapıldı. 1850’de Batı ülkeleri neredeyse 40 bin kilometre
demiryoluyla baştanbaşa örülmüşken, Asya, Afrika ve Latin Amerika’nın tamamında
yalnızca 4 bin kilometre ray döşenmişti.
Avrupa, erken modern çağda, sonradan dünyayı
fethetmesini sağlayacak nasıl bir potansiyel geliştirmişti? Bu soruya birbirini
tamamlayan iki cevap verilebilir: modern bilim ve kapitalizm. Avrupalılar
belirli bir teknolojik üstünlükleri olmadığı sıralarda bile, bilimsel ve
kapitalist zihniyetle düşünmeye ve davranmaya alışmışlardı.
1405’le 1433 arasında, Zheng yedi devasa
armada ile Çin’den Hint Okyanusu’nun uzak köşelerine kadar seferler gerçekleştirdi.
Avrupalıları sıradışı yapan şey keşfetmek ve
fethetmek konusunda benzeri görülmemiş doyumsuz hırslarıydı. Aynı beceriye
sahip olsalar da, Romalılar hiçbir zaman Hindistan’ı veya İskandinavya’yı,
Persler Madagaskar’ı veya İspanya’yı, Çinliler de Endonezya’yı veya Afrika’yı
fethetmeye yeltenmemişlerdi.
Tuhaflık erken modern çağdaki Avrupalıların
yabancı kültürlerle dolu uzak topraklara yelken açıp karaya ayak bastıklarında,
“Bu topraklara kralım adına el koyuyorum!” demek gibi bir hastalığa tutulmuş, olmalarındaydı.
16
Kapitalist
İtikat
…modern ekonominin tarihini anlamak için tek
bir kelimeyi iyi anlamak gerekmektedir: büyüme.
1500’de küresel mal ve hizmet üretimi 250
milyar dolardı, bugünse yaklaşık 60 trilyon dolar.
Bankalar ellerine mevcut olan her bir dolar
için on dolara kadar kredi verebilirler, bu da şu demektir: banka
hesaplarımızdaki paranın yüzde 90’ının gerçek banknot ve madeni para olarak
karşılığı yoktur.
Kredi, gelecek karşılığında bugünü inşa
etmemize imkân sağlar, gelecek kaynaklarımızın bugünkü kaynaklarımızdan çok
daha fazla olacağı varsayımının üstüne kuruludur.
Sonra Bilimsel Devrim ve ilerleme fikri
ortaya çıktı. İlerleme fikri, eğer cehaletimizi kabullenirsek ve araştırmalara
kaynak ayırırsak bir şeylerin iyileşebileceğine inanmaya dayanır, bu da kısa
süre sonra ekonomiye uyarlandı.
Adam Smith’in, insanların bencil bir şekilde
kâr artırma dürtüsünün, kolektif zenginliğin temeli olduğu iddiası, insanlık
tarihindeki en devrimci fikirlerden biridir.
Kapitalizm zamanla ekonomik bir doktrinden
öteye geçerek, belli bir etik, yani insanların nasıl davranacağına, çocuklarını
nasıl eğiteceğine, hatta nasıl düşünmeleri gerektiğine dair bir öğreti hâline geldi.
Çoğunluğu Protestan olan Hollandalılar
1568’de Katolik İspanyol efendilerine karşı ayaklandılar.
…sekiz yıl içinde Hollandalılar hem
İspanya’dan bağımsızlıklarını kazandılar hem de okyanus yollarının hâkimi
olarak İspanyolların ve Portekizlilerin yerini aldılar.
Hollandalıların başarısının sırrı krediydi.
Karada savaşmayı pek de bilmeyen Hollanda burjuvazisi, kendileri adına
İspanyollarla savaşmaları için paralı askerler tuttular.
Hollanda’nın en meşhur anonim şirketlerinden
Verenigde Oosindische Compagnie (VOC) 1602’de, Hollandalılar İspanyol boyunduruğundan
kurtulmak üzereyken kuruldu. VOC hisse satışından elde ettiği gelirleri gemiler
inşa edip Asya’ya yollayarak Çin, Hint ve Endonezya ürünlerinin ticaretinde
kullandı.
VOC Hint Okyanusu’nda faaliyet gösterirken,
Dutch West Indies Company (WIC) Atlantik’i yağmalıyordu. Hudson nehrindeki
ticareti kontrol edebilmek için WIC nehrin güneyindeki bir adada New Amsterdam
adında bir yerleşim kurdu. Bu koloni Kızılderililer tarafından tehdit ediliyor
ve İngilizlerin de sıklıkla saldırılarına maruz kalıyordu. İngilizler 1664’te
burayı ele geçirerek adını New York yaptılar. Kızılderililere ve İngilizlere
karşı WIC tarafından yaptırılan savunma duvarlarının kalıntıları, bugün
dünyanın en ünlü caddesidir: Wall Street (Duvar Caddesi).
Hollandalılar hem New York’u hem de Avrupa’nın
finansal ve emperyal motoru olma özelliklerini kaybettiler. Onların yerini
kapmak için İngilizler ve Fransızlar kıyasıya yarışıyordu.
1717’de Fransa’da kurulan Mississippi
Şirketi, Mississippi vadisini kolonileştirdi ve New Orleans şehrini kurdu. Kral
15. Louis ile arası iyi olan şirket, büyük planlarını finanse etmek için Paris
borsasında hisselerini sattı.
1717’de aşağı Mississippi vadisi timsah dolu
bataklıklarla kaplıydı ama Mississippi Şirketi bu bölge hakkında sonsuz
fırsatlar ve zenginliklerle dolu bir efsane yaydı.
2 Aralık geldiğinde, Mississippi hissesi
10.000 livre barajını aşmıştı. Paris sokakları coşku içindeydi, insanlar tüm
malvarlıklarını satıp devasa krediler alarak Mississippi hisseleri almaya
çalışıyordu, herkes kolay zengin olmanın yolunu bulduğuna inanıyordu.
Bundan birkaç gün sonra panik başladı. Bazı
spekülatörler hisselerin fiyatının gerçekçi ve sürdürülebilir olmadığını fark
ederek, hisseleri tavan yapmışken satıp kurtulmayı seçtiler. Hisse arzı
yükselince fiyat düştü.
Mississippi hisselerinin fiyatı 10.000
livreden 1000 livreye düştü ve sonra tamamen çökerek tüm değerini yitirdi.
Mississippi Şirketi’nin siyasi
bağlantılarını hisse fiyatlarını manipüle etmek için kullanması, insanların
Fransız bankacılık sistemine ve Fransız kralının finansal becerilerine olan
güvenini sarstı. Bunun bir sonucu olarak da 15. Louis giderek daha zor kredi bulabilir
hâle geldi. Bu, Fransa’nın denizaşırı imparatorluğunun İngilizlerin eline
geçmesinin en önemli nedenlerinden biriydi.
16. Louis, yıllık bütçenin yarısının kredi faizlerine
gittiğini ve iflasa doğru koştuklarını fark etti. İstemeyerek de olsa, 150
yıldır toplanmayan Fransa parlamentosunu 1789’da krizi çözebilmek amacıyla
topladı. Fransız Devrimi de böyle başladı.
Hindistan da İngiliz devleti tarafından
değil, British East India Company’nin (İngiliz Doğu Hindistan Şirketi) paralı
askerlerden oluşan ordusu tarafından fethedilmişti.
Yönetimlerin, büyük sermayenin çıkarları
için nasıl çabaladığının en meşhur örneği, İngiltere’yle Çin arasındaki Birinci
Afyon Savaşı’dır (1840-1842). 19. yüzyılın ilk yarısında, British East India
Company ve bazı İngiliz işadamları, Çin’e bazı uyuşturucular, özellikle de
afyon ihraç ederek bir servet kazandılar. Milyonlarca Çinli afyon bağımlısı
olmuştu…
Çin hükümeti uyuşturucu ticaretini yasakladığında,
İngiliz tüccarlar yasağı yok saydılar.
1840’ta İngiltere, Çin’e “serbest ticaret”
bahanesiyle savaş açtı. Savaş İngiltere için tam bir zaferdi.
Savaşı izleyen barış anlaşmasında Çin,
İngiliz uyuşturucu tüccarlarının faaliyetlerine karışmamayı ve zararlarını karşılamayı
kabul etti. Dahası, İngilizler Hong Kong’un kontrolünü ele geçirdiler ve burayı
uyuşturucu ticareti için güvenli bir üs olarak kullandılar.
19. yüzyılda Fransız ve İngiliz
yatırımcılar, Mısır yöneticilerine çok büyük miktarlarda krediler verdiler.
Mısır’a kredi veren Avrupalılar giderek
Mısır’ın içişlerine daha fazla karıştılar. Mısırlı milliyetçiler 1881’de
durumdan bıkarak isyan ettiler ve tek taraflı olarak tüm dış borçları sildiklerini ilan ettiler. Kraliçe Victoria bu durumdan hoşnut olmadı ve bir
yıl sonra ordusunu Mısır’a gönderdi. Mısır İkinci Dünya Savaşı’na kadar
İngiltere’nin sömürgesi olarak kaldı.
1821’de Yunanlar, Osmanlı İmparatorluğu’na
karşı ayaklandılar. Londralı
finansçılar burada bir fırsat da gördüler. İsyanın liderlerine Londra
borsasında işlem görebilecek Yunan isyanı senetlerini teklif ettiler. Eğer
bağımsızlık kazanılırsa Yunanlar bu senetleri faiziyle birlikte ödemeyi kabul
edecekti.
Yunan isyanı senetlerinin Londra
borsasındaki değeri, Yunanistan’ın savaş meydanındaki başarılarına ve
başarısızlıklarına göre inip çıktı. Türklerin zamanla savaşta üstün geldiği ve
isyancıların yenilmesi an meselesi olduğunda, hissedarlar tüm paralarını
kaybetme riskiyle karşı karşıya kaldılar. Onların çıkarı milli çıkar anlamına
geldiğinden, İngilizler uluslararası bir filo hazırlayarak Osmanlı’nın ana
donanmasını 1827’de Navarin’de batırdı. Sonuçta, yüzyıllardır süren
boyunduruktan sonra Yunanistan nihayet özgürdü, ancak özgürlük ülkenin asla
ödeyemeyeceği bir borç yükü karşılığında elde edilmişti. Bağımsızlıktan sonra
Yunan ekonomisi, on yıllar boyunca İngiliz finansörlere bağımlı kaldı.
Azılı kapitalistler, sermayenin siyaseti dilediği
gibi etkileyebilmesi ama siyasetin sermayeyi etkilemesine izin verilmemesi
gerektiğini ileri sürerler.
Büyüme, hiçbir ahlaki değerle sınırlandırılmayan
bizatihi bir değer olunca felakete sürükleyebilir. Hıristiyanlık ve Nazizm gibi
bazı dinler, milyonlarca insanı sadece nefret yüzünden öldürdüler, kapitalizmse
milyonlarca insanı açgözlülükle karışık umarsızlıkla öldürdü.
1876’da Belçika Kralı II. Leopold, bir sivil
toplum kuruluşu kurarak Orta Afrika’yı keşfetme ve Kongo Nehri civarındaki köle
ticaretiyle savaşma amaçlarını duyurdu. 1885’te Avrupalı güçler bu kuruluşa
Kongo havzasındaki 2,3 milyon kilometrekarelik toprağı vermek konusunda
anlaştılar. Belçika’nın 75 katı büyüklüğündeki bu topraklara, o zamanlar Özgür
Kongo Devleti deniyordu.
Bu insani yardım örgütü, kısa bir süre
içinde gerçek amacı büyüme ve kâr olan bir şirkete dönüştü.
En ılımlı tahminlere göre, 1885 ile 1908
yılları arasında büyüme ve kâr sevdası yaklaşık 6 milyon insanın yaşamına mâl
oldu (Kongo nüfusunun en az yüzde 20’si). Hatta bazı tahminler bu rakamı 10
milyona kadar çıkarıyor.
Kapitalizm kapitalistler dışında kimsenin
yönetemeyeceği bir dünya yaratmıştır.
Ekonomik büyüme enerji ve hammadde
ihtiyacını da beraberinde getirir ve bu kaynaklar sınırlıdır; dolayısıyla bu
kaynaklar tükendiğinde tüm sistem çökecektir.
Sanayi Devrimi, en temelde enerji
dönüşümünde yaşanan bir devrimdir ve elimizin altındaki enerjinin sınırsız
olduğunu veya başka bir deyişle, bu konudaki tek sınırımızın cehalet olduğunu
defalarca kanıtlamıştır. Her birkaç on yılda bir yeni bir enerji kaynağı
keşfediyoruz ve elimizdeki enerji miktarı giderek büyüyor.
Daha dün varlığından bile haberdar olmadığımız
ve ihtiyacımız olmayan sayısız ürünü satın alıyoruz. Üreticiler piyasada var
olabilmek için kasıtlı olarak kısa vadeli, yeni ve gereksiz ürünler
tasarlıyorlar.
Kapitalist ve tüketimci etik, bir madalyonun
iki yüzü gibidir. Zenginlerin uyduğu birincil emir “yatırım yap!”ken, geri
kalanların uyduğu birincil emir “satın al!”dır.
Sanayi Devrimi insan toplumlarında pek çok
büyük değişikliğe yol açtı. Bütün bu
değişimler, insanlığın başına gelmiş en ciddi toplumsal devrim karşısında bir
hiçtir: Ailenin ve topluluğun çöküşü, yerine devletin ve piyasanın geçmesi.
Devlet ve piyasa bireyin anne ve babasıdır,
birey onlar sayesinde hayatta kalabilir.
Ulus, devletin; tüketici toplumsa piyasanın
hayali topluluğudur.
Ekonomik büyüme insanları daha mutlu
yapmıyorsa kapitalizmin faydası ne?
İnsanlığın gücü kötüye kullanma yönündeki
eğilimini de düşünürsek, insanın güçlendikçe mutlu olacağını düşünmek naif bir
yaklaşımdır.
…çağımızın en yaygın dini olan liberalizm,
bireylerin öznel hislerini kutsal olarak gördüğü gibi üstün otoritenin de
kaynağı olarak kabul eder. Neyin iyi neyin kötü, neyin güzel neyin çirkin
olduğu, neyin yapılması neyin yapılmaması gerektiği bizim ne hissettiğimize
bağlı olarak belirlenir.
Budizm, mutluluğa ilişkin temel biyolojik
yaklaşımla aynı fikirleri paylaşır; mutluluğun dış dünyayla değil, bedenin
içinde olanlarla ilgili olduğunu ileri sürer.
Budizme göre acı çekmenin kökeni, ne acı ve
mutsuzluk ne de anlamsızlık hissidir. Aksine, bizi sürekli gergin, yorgun ve
memnuniyetsiz kılan, geçici duygular için verilen sürekli uğraştır. Bu nedenle,
zihin haz duyarken bile memnun değildir.
20
Homo
Sapiens'in Sonu
Kano ve kadırgalardan buharlı gemilere ve
uzay mekiklerine vardık ama kimse nereye gittiğimizi bilmiyor. Her zamankinden
daha güçlüyüz ama bunca güçle ne yapacağımızı bilmiyoruz.
Ne istediğini bilmeyen, tatminsiz ve
sorumsuz tanrılardan daha tehlikeli bir şey olabilir mi?
---
Sapiens:
A Brief History of Humankind
Türkçeleştiren: Ertuğrul Genç
Kolektif Yayınları
7. Baskı, Ekim 2015
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder