26 Nisan 2020 Pazar
Fakat Müzeyyen Bu Derin Bir Tutku
Viktor E. Frankl - İnsanın Anlam Arayışı
Bilal N. Şimşir - Lozan Günlüğü
Ömer Seyfettin Hikâyelerinde Siyasal İdeoloji ve Toplumsal Temalar II. Meşrutiyet'in Türkçü Eleştirisi
Ekin Erdem - Ömer Seyfettin Hikâyelerinde Siyasal İdeoloji ve Toplumsal Temalar II. Meşrutiyet'in Türkçü Eleştirisi
23 Nisan 2020 Perşembe
Dücane Cündioğlu - Anlamın Buharlaşması ve Kur’an
Hermeneutik Bir Deneyim II
Önsöz
Kur’an’ı Anlama’nın Anlamı adlı ilk kitabımızın bir devamı
niteliğindedir.
…her yorum eleştirisi, bir süre sonra “yorumlardan bir
yorum” hâlini alacak ve tabiatıyla hâkim söylem yine yaşamaya devam edecektir.
Arap diline uygunluğu gösterilmedikçe, hiçbir yorum Allah’ın
muradını temsil edemez, zira Allah Teâlâ muradını bu dil de, bu dil vasıtasıyla
beyan etmiştir.
Arap dilini önemseme, Emevilerle başlayan süreçle birlikte Arap
dilini kutsallaştırmaya dönüşmüş, Arap dili kutsanınca, Arap kavmi de bu
kutsallıktan payını almıştır.
1. Bölüm
Kur’an’ı Anlama’nın Mahiyeti Üzerine Felsefî Bir
Çözümleme
1. Kur'an’ı Anlamak
Bir Kur’an ayetinin hangi anlama geldiğini bilmek isteyeceklerin
öncelikle ayetin nasıl ve niçin o anlama geldiğini bilmeleri gerekir.
Kesinliğin olmadığı yerde, doğru ya da yanlış anlam’dan söz
edilemez. Dolayısıyla da anlamdan söz edilemez.
“Kur’an'ı anlamak" ne demektir?
İslâm Mantıkçıları, Mantık'ın konularını tasavvurat ve
tasdikat olmak üzere iki bölümde incelemişler, kavramları ve tanımları
tasavvurlar kısmına dahil edip hüküm ve önermeler ile akılyürütmeleri ise
tasdikat kısmında ele almışlardır.
Otoriter Yorum ya da Otoritelerin Yorumu
Safsata vehimlere dayanır, bedihî değildir, aldatıcıdır ve
en nihayet insanı heyecanlandırır, duygulandırır ama ona bir bilgi vermez, bir
şey öğretmez; onu sadece oyalamış olur. Safsatayı kendisine sanat edinmiş
popülizm ise tüm gücünü, halkın safsatayla yetinebilen bir yapıda oluşundan
alır (s. 19-20).
Anlama’nın nesnel koşullan bulunmadığında, bulunamadığında,
anlam’tn kendisini de bulamayız; anlam'ı bulamadığımızda ise metne anlam'ı biz
vermek zorunda kalırız. "Bizce verilen anlam”, tabiatı gereği ilzam edici
olamayacağından, son tahlilde ikna edici de olmaz ve gücünü, meselâ “yorumun
sonu yoktur!”
Mahiyet-Muhteva Ayrımı
Kur'an’da Kur’an’ın kendisiyle ilgili olarak, meselâ, vahiy,
tenzil, kelâm, kur’an, kitab, ilim, hikmet, huden, şifa, rahmet, nûr, ruh,
tebyin, furkan, zikr, nezir şeklinde birçok sıfat geçmektedir
…hepsi de Kur'an'ın farklı yönlerine işaret etmektedirler.
Tenzil
Kelâm
Vahiy
(Hz. Muhammet) Furkan, Zikr, Şifa. Nûr, Rahmet – İnsanlar…
Mahiyet Soruşturması
Kur’an’ı anlamak demek, bir dili (lisanı), dilde, dille
ifade edilmiş bir sözü (kelâmı) anlamak demektir.
Lisan’ı ve Kelâm’ı Anlamak
“Bir dili (lisanı), dilde, dille ifade edilmiş bir sözü
(kelâmı) anlamak” ile kastedilen nedir?
Lisan ve Kelâm
İslâm düşüncesi geleneğinde de lisanullah diye bir kavram mevcut
değildir. Kuran Arap diliyle, Arapça'yla nâzil olmuştur ve fakat Allah’ın
Lisanı şeklinde değil, Allah'ın Kelâmı olarak tesmiye edilir.
Muvâdaa ve Kasd-ı Mütekellim
Kur’an’ı anlamanın ilk şartı, bu lisanı (Arap dilinde
kullanılan kelimelerin ve ibarelerin delâlet ettikleri mânâyı) bilmektir.
Murad-ı İlahî
Metin ve Muhatab
Muhatabın, metnin anlamını çözmesi, genellikle ‘metne anlam
vermesi’ şeklinde anlaşılır. Nitekim anlama faaliyetinin ‘yorumlama’ terimiyle
ifade edilmesi de bu yüzdendir.
Sonuç
2. Bolum
“Kur An Dili” Üzerine Bir Soruşturma
Giriş
…ne denmek istendiğini bilmek için, önce ne dendiğini
anlamak lâzımdır.
1. Nomos ve Physis
Dildeki sözcükler ile bu sözcüklerin delâlet edip
gösterdikleri nesneler ve kavramlar arasındaki bağlantı doğal mıdır, doğuştan
mıdır, aralarında sahici bir bağ var mıdır…
1/a. Doğanın Dili’nden Dilin Doğasına
Herakleitos’a göre tabiatta zıdlar arasında bir düzen, bir
ahenk vardır. Lirde ve yayda görülen ahenk büyük düzenin örnekleridir.
Ruh tabiattaki nizamı görür ve onu diliyle ifade eder;
gördüğü düzenle ifade ettiği düzen aynıdır, yani bu düzen insan dilinde de
bulunmaktadır. Her ikisi de Logos’tur. Bu Logos bütün insanlar için aynıdır.
Tabiat daima değişir, fakat bu Logos aynı kalır.
Logos, oluş
Ferdinand de Saussure’un (öl. 1913) asırlar sonra, “olguları
tanımlamak için sözcüklerden yola çıkmak kötü bir yöntemdir” şeklindeki şikayetinin
aksine, Yunanlılar sözcüklerin kaynağına inip sözcüklerin asıl anlamını açığa
çıkarmayı (etimoloji yapmayı), doğanın gerçeklerinden birini ortaya çıkarmanın
en heyecan verici yöntemlerinden biri olarak kullandılar. Çünkü köke, kökene
inmek, doğruya ve gerçeğe ulaşmanın en müessir yoluydu (s. 79).
1/b. Doğa’dan İnsan’a
(Aristoteles) sözlerin veya söylenen kelimelerin ruhtaki intibaların
sembolü ve işareti olduğunu, yazı ve sözün bütün insanlar arasında aynı
olmadığını ve fakat etraftaki varlıkların ve bunların zihindeki intihalarının
aynı olduğunu, seslerin ve işaretlerin kendiliklerinden bir anlama gelmediğini
(…) kelimelerin insanlar arasındaki bir anlaşmadan doğduğunu, yani ‘doğal’
olmadığını söylemiştir.
2. Dillerin Menşei
Ehl-i Sünnet uleması (özellikle Eş‘ariler) dil’in, özellikle
Arap dili'nin tevkifî olduğunu söylemekte, buna karşın Mutezilî âlimler bu
görüşün aksini savunmakta ve dilin menşeinin ıstılahı olduğunu öne
sürmektedirler.
2/a. Beyan: Dil Yetisi
…dil yetisi, düşünebilme ve konuşabilme melekesi
insanoğlunun kendisinde doğuştan olarak vardır…
2/b. Lingua Sacra
3. Söylem ve Dil
Türk lisânı Arapça lisânı gibidir, Arapça'nın Türkçe'den
farkı Kur’an-ı Kerim’in Arapça nâzil olmasıdır" diyor Gazzâlî
3/a. Cennet Ehli’nin Dili
3/b. Söylem’in Düzeni
Arap kavmiyetçiliği, birtakım siyasî gelişmelerin de
tesiriyle yayılmış, Arap olmayan müslümanlar, toplumun âdeta ikinci sınıf vatandaşları
konumuna itilmişti. Hz. Peygamber döneminin hiçbir ırka, hiç bir sınıf ve
zümreye ayrıcalık tanımayan o eşitlikçi zihniyeti zamanla çözülerek, onun
yerine —Hz. Hüseyin’in de dediği gibi— Cahilî duygular geçmişti.
3/c. Söylem’in Gücü
İşin doğrusu, Allah Teâlâ, kendi dillerinde konuşan
kimselerin sözlerinin mânâlarını bize bizim anlayabileceğimiz bir dille
(Arapça) nakl ve beyan etmektedir, o kadar.
3/d. Söylem ve Yorum
Kimse, dilin kutsallaştırılmasının metnin muradını
gölgeleyeceğini, ‘gölgelemek’ ne kelime, bizatihi örteceğini ve bu nedenle de
anlamın buharlaşacağını düşünemedi.
Anlam lafzın kendisine delâlet ettiği, murad’ın kendisinde
tecelli ettiği, muradın kendisiyle ifşa olduğu bir ‘şey’ olmaktan çıkmış, bunun
yerine lafız daha da önem kazanmıştı.
Anlam kelâm’da değil, salt lisan’da arandı ve kelâm bir
kenara itilince, dileyenler diledikleri gibi diledikleri lafızlara diledikleri
anlamlan yakıştırmak amacıyla lisan’ı istismar ettiler.
4. Varlık ve Dil
4/a. Ehl-i Sünnet’in Görüşü
Eş'arî mezhebinin ünlü Kelâm bilginlerinden Bâkıllanî (öl.
403/1013) et-Temhîd adlı eserinde isimle müsemmâ'nın aynı olduğunu söyler
Mâturidî âlimlerinden Ebu Muîn en-Nesefî (öl. 508/1114),
Eş'arî âlimler gibi isimle müsemmâ’nın aynı olduğunu söyleyenlerdendir.
İsmin müsemmâ ile aynı olduğunu söyleyenlerin böyle bir
görüşe zâhib olmalarının ardındaki sebep, Allah’ın sıfatlan konusunda takındıkları
tavırla ilgilidir.
4/b. Mu‘tezile’nin Görüşü
Buna mukabil Mutezile, ismin müsemmâ’dan ayrı olduğunu iddia
etmekle sıfatların kıdemi konusundaki görüşüne uygun bir tavır almış
olmaktadır.
4/c. Varlığın Mertebeleri
Gazâlî’nin İlcâm’ul-Avâm adlı eserindeki varlığın
mertebeleri
1. Hariçteki varlığı (uücud fî'l-a'yân)
2. Zihindeki varlığı (vücud fî’l-ezhân)
3. Dildeki varlığı (vücud fî’l-lisan)
4. Yazıdaki varlığı (uücud fî’l-beyaz’il-mektub)
“Ateş yakıcıdır" denirse, evet’ deriz. Eğer “Ateş
kelimesi yakıcıdır" denirse, bu sefer ‘hayır’ deriz. Eğer “Bu kelimeyi
oluşturan sesler yakıcıdır” denirse, yine ‘hayır’ deriz. Eğer “Kâğıt üzerine
yazılı harfler yakıcıdır” denirse, yine ‘hayır’ deriz. Ancak bize denirse ki
“Sesle veya yazıyla zikredilen ateşin kendisi yakıcıdır", işte o zaman
‘evet’ deriz.
4/d. Dilin Gerçekliği, Gerçekliğin Dili
Sözü, sözcükleri anlamlı kılan, onlara canlılık kazandıran,
hayatiyet veren, sözün, sözcüklerin delâlet ettikleri, karşılık geldikleri
varlıktır, varlıklardır; ne ki söz olmadan, sözcük olmadan da varlık
suskunluğa, sessizliğe, anlamsızlığa gömülürdü, hatta var olamazdı, çünkü
varlığını ifade edemezdi.
Sonuç
Doğada hiçbir nesne tek başına değildir ve hiçbir şey tek
başına varolmamaktadır.
Bu bakımdan varlığı anlamaya çalışmak, aslında, değişik
varlık mertebelerinden meydana gelen bu bütünlüğü anlamaya, bu bütünlüğe
ulaşmaya çalışmak demektir.
Bu bakımdan Kur'an-ı Kerim'in dile getirdiği gerçekleri
anlamak istediğimiz kadar, dile getirilen gerçekliğin mahiyetini de bilmemiz
gerekmektedir. Çünkü dil’e getirilen (dil’de temsil olunan), aslında
gerçekliğin kendisi değil, onun bir temsilidir.
…
6 Basım, Kapı Yayınları
Ali Osman Ateş - İslam'a Göre Cahiliye ve Ehl-i Kitab Örf ve Adetleri
Ali Osman Ateş - İslam'a Göre Cahiliye ve Ehl-i Kitab Örf ve Adetleri
Beyan Yayınları (1996)
Önsöz
İslâm Hukûku'nun ikinci kaynağı, Hz. Peygamber'in söz, fiil
ve takrirlerini ihtiva eden Sünnet'tir. Bu açıdan İslam’ı hükümlerin çoğu
Sünnete dayanmaktadır.
…müsteşrikler, Hz. Peygamber'in Kur'ân dışında hiç bir
sünnet ya da hadis bırakmadığını, / İslâm cemaatinin uyguladığı Sünnetin Hz.
Peygamber'in Sünneti olmayıp, Kur'ân vasıtasıyla tâdile uğrayan İslâm öncesi Araplarının
örfü olduğunu, / ileri sürmüşlerdir.
Çalışmamızın birinci bölümünde ibadetlerle ilgili
uygulamaları ele aldık.
İkinci bölümde ise, aile ve miras Hukûku ile ilgili örf ve
âdetler yer almaktadır. Üçüncü bölümde de, savaş, ganimet, kölelik, şahitlik,
suçlar ve cezaları, yiyecek ve içeceklerle ilgili uygulamalar, alış verişle
ilgili örf ve âdetler araştırmamıza dahil edilmiştir.
Birinci bölüm
İbadetlerle İlgili Örf ve İbadetler
Abdest
Tevrât'ta yer alan ifadelerden, Yahudilik'te ibadetleri
yerine getirmek için İslam'daki abdeste benzer bir uygulamanın mevcut olduğunu
görmekteyiz. / Tevrat, Çıkış 30/17-21.
Burada dikkati çeken husus, su kullanılarak ellerin ve
ayakların yıkanılması, bunun Toplanma Çadırına girildiği zaman veya ibadet
edilerek mezbaha yaklaşıldığı zaman yapılmasıdır.
Bugün Hıristiyanlık'ta abdeste benzer bir uygulama görmemekteyiz.
İnciller'de verilen bilgilere göre, Hz. İsa zamanında Yahudilerin
yemekten önce ellerini yıkadıkları, yıkanmamış elleri murdar kabul ettikleri
anlaşılmaktadır. Nitekim, Yahudiler, ellerini yıkamadan yemeğe oturan
Havarileri ayıplamışlardır.
Matta, 15/1-3, 17-20; Markos, 7/1-5; Luka, 11/37-38.
Yahudilik'te, gerek erkek olsun gerek kadın olsun, özürlü
oldukları zaman murdar kabul edilmişlerdir. Bu durumdaki kadın veya erkeğin
dokunduğu şahıs veya eşyalar murdar sayılmaktadır. Özürlü kimseye dokunan
şahsın bedenini ve elbisesini yıkaması gerekmekte, yıkandıktan sonra akşama
kadar murdarlığı devam etmektedir.
İslâm, özürlü kimselerin murdar olması fikrini reddetmiştir.
Yahudilik’te cünüblükten dolayı yıkanmanın gerektiğini
görmekteyiz.
Tevrât, kendisine veya leşine dokunulduğu zaman murdar
olunan hayvanları bildirmiştir. Bunlar, çatal tırnaklı olmayıp geviş getirmeyen
hayvanlar ile dört ayaklılardan pençesi üzerinde yürüyen hayvanlardır.
Gelincik, fare, bukalemun gibi yerde sürünen hayvanlar da buna dahildir. / Tevrât,
Levililer, 22/5-7
İslam, özürlü, hayızlı veya cünüb bir kimseye dokunan
kimsenin murdar olacağını kabul etmemiştir.
Hz. Peygamber, Müslümanların idrardan sakınmalarını emretmiş
ve idrardan dolayı kabir azabının mevcut olduğunu haber vermiştir.
Hıristiyanlık'ta mecburi bir yıkanma olarak vaftiz
uygulamasını görmekteyiz.
Markos İncilinde Hz. İsa’nın: "iman edip, vaftiz olan
kurtulacaktır, fakat iman etmeyen mahkûm olacaktır" dediği nakledilmektedir. Hıristiyanlığın, Hz.
İsa’nın bu sözündeki "iman etmek" tabirinden çok, "vaftiz
olmak" lafzına takılıp kaldığını görmekteyiz.
Hıristiyanlık'ta vaftiz, ilk günahı silmek ve Hıristiyanlaştırmak
için yapılan kutsal bir işlemdir. Vaftiz, ilk günahı ve vaftiz gününe kadar
yapılan kusurları ortadan kaldırır, vaftiz edilen kimseyi, Tanrının
mağfiretinden yararlandırır.
İslâm, aslî suçu ve insanların günahkâr olarak dünyaya
geldiğini kabul etmez. İslâm'a göre, bütün insanlar günahsız ve suçsuz olarak
dünyaya gelirler.
Bu konuda; Kur'ân-ı Kerîm: "Kimsenin, başkasının
işlediği bir suç veya günahın vebalini çekmeyeceğini" bildirmiştir.
Katolik mezhebinde, vaftizde su kullanılır, su ve şarap
dökülür, İncil 'den parçalar okunur. XV. yüzyıldan beri Batı Kilisesi'nde genel
vaftiz uygulaması, vaftiz edilenin başına su dökülerek yapılır. Doğu Kilisesi
ise, vaftizi, önce adamı suya daldırarak, sonra gövdenin bir kısmını suya
sokarak yapmaktadır. Vaftiz edilenin üstüne su serpmekle uygulanan vaftiz
işlemi de geçerlidir.
Namaz
Kur'ân-ı Kerîm, Hz. İbrahim’in: "Rabbim! beni ve
çocuklarımı namaz kılanlardan eyle!" diye duâ ettiğini haber vermektedir.
Mittwoch, Müslümanların namazındaki rükûyu, Yahudi ibadetindeki
"Kerî'a"ya benzetmektedir!
Talmud'da İbrahim’in sabahları erken kalktığı, şafak
vaktinde Tanrı'ya ibadet ettiği, Yahudilerin "Şaharit" ibadetinin İbrahim’den
kaldığı kaydedilmiştir.
Yahudilerin, öğle vakti yaptıkları "Minha" ibadetinin
İshak’tan, akşamleyin yaptıkları "Maarib" ibadetinin Ya'kub'tan
kaldığı zikredilmektedir.
. A. J. Wensinck de, "Salât" kelimesinin daha
önceki dillerde de mevcut olduğunu söylemekte ve namazla, Yahudi ve Hıristiyanların
dini ayinleri arasındaki benzerliklerle ilgili tesbitlerde bulunmaktadır.
Wensinck'in kaydettiğine göre: "Arâmice selota kelimesinin iştikâki çok
açıktır, kökü olan sl-'arami dilinde katlamak, bükmek manalarına gelir. Se-
lota bir mastar ismidir ve "katlamak" vb. fiillere delâlet eder.
Yahudi şeriatındaki "kavvana"nın, İslâm ibadetindeki
niyete tekabül ettiği ileri sürülmüştür.
Yahudilerde, sabah ibadetinde "Tallit" denilen bir
örtü örtünülür. Bütün vakitlerde, "Tzizith" (Saçaklı) dış elbise
olarak giyilirdi.
Yahudilik'te ibadet esnasında erkeklerin başlarını örtmeleri
gerekir.
İslâm'da ise, setr-i avret namazın şartlarından kabul
edilmiştir. Ancak, günlük ibadet
esnasında Arba Kanfoth, Tallith, Tzizith gibi hususi bir elbise giyme
mecburiyeti yoktur
Yahudilik'te, günde üç adet tayin edilmiş ibadet vakti
vardır. Bunlar, sabah, öğleden sonra ve akşamdır. Sabah ibadeti şafağın
sökmesinden, günün üçte bir vakti girinceye kadar, öğleden sonraki ibadet,
güneşin batmasından biraz önceye kadar, akşam ibadeti, akşam karanlığının biraz
öncesinden, şafağın sökmesine kadar ezberden okunarak yapılır.
Yahudilik'te günlük ibadetin başlıca özelliği Tefıllahtır.
Tefillah'ın özü niyazdır, fakat şimdi "Amidah" (Kıyam) olarak
bilinmektedir. Amidah, ondokuz (aslında onsekiz) duâdan ibarettir, bunlar
ezbere okunur.
Yahudilik'te; ibadet esnasında "Misrah" (Doğu Yönü)
denilen Kudüs yönüne dönülür. Yahudilerin evlerinde de, bu yönü göstermek için
duvara "Misrah Levhası' asılmaktadır.
Hıristiyanlık'ta önceleri yedi defa ibadet yapılırken, günümüzde,
kilise de günde iki vakit ibadet ve dua yapılmaktadır. Sabah ve akşam yapılan
bu ibadetler için, tesbit edilmiş muayyen bir vakit yoktur.
İslâm, ibadetlerin yerine getirilmesinde ruhban sınıfı kabul
etmemiştir. İslâm'da, yeterli bilgisi olan, imamlık şartlarını taşıyan her Müslüman,
namaz kıldırabilir.
Hıristiyanlar da, Yahudiler gibi Kudüs'e dönerek ibadet
etmektedirler.
Yahudiler'de "on emrin" dördüncü maddesinde yer
alan en önemli ibadet, Sebt (Cumartesi) günü ibadetidir. Tevrât'a göre, Yahova
dünyayı altı günde yaratmış, yedinci günde istirahat etmiştir. Bunun için, bu
günde ibadeti bırakıp çalışmaya ruhsat vermemiştir. Bu sebeple Yahudiler altı
gün çalışır, yedinci gün hiçbir şey yapmazlar, bütün gün ibadetle meşgul
olurlar. Sebt günü, Cuma akşamı başlar, bu vakitte Yahudiler sinagoga gitmek
zorundadırlar.
Hıristiyanlık'ta haftalık ibadet Pazar günü yapılmaktadır.
Çünkü onlara göre, Hz. İsa (İsus Hristos), çarmıha gerilip öldükten sonra pazar
günü dirilmiştir. Hıristiyanlık'ta en büyük ibadet, pazar günü yapılan ve altı
saat süren haftalık ayindir.
Câhiliye devrinde de, Cum'a ile ilgili bazı uygulamalar göze
çarpmaktadır. Nitekim Câhiliye devrinde, Kâ'b b.Lüey b.Galib b.Fihr b. Malik'in Kureyş'i Cum'a günü
toplayıp, içinde bir de hutbe kısmı bulunan haftalık bir ibadet icra ettiğini
görmekteyiz. O devirde bu ibadete, "Yevmü'l-Arûbe", (Araplık Günü),
yahut "Ma'rûzât" (Açıklama) Günü adı verilmekteydi.
Yahudilik'te bayramlar
Yahudilik'te bayramlar ve dini törenler, kaynağını
Tevrât'tan alan özel Yahudi takvimine göre düzenlenir.
Yas Günü
Sebt günü gibi, bir gelenek niteliği kazanmış bir gündür, İsrailoğulları'nın
I. ve II. tapınaklarının (m.ö.586-570) yıkılışı dolayısıyle bir yas günü olarak
kabul edilmiştir. Bugün, Ab (Temmuz- Ağustos) ayının 9. günü, güneşin batması
ile başlar, ertesi gün gökte üç yıldız görününceye kadar sürer. Bu süre içinde
yenilip içilmez, oturulup Yeremya'dan ağıtlar okunur.
Bu süre içinde evlenme, düğün-dernek, eğlence yapılmaz, son
dokuz günde et yenmez şarap içilmez.
Yeni Yıl Bayramı (Roş
Ha Şana)
Yahudi takviminin Tişrî ayının birinde yapılır. On keffaret
gününün birincisidir. Son güne, Büyük Keffaret Günü (Yom Kippur) denilir.
Yahudilere göre, yılbaşı bayramı evrenin yaratıldığı ilk güne denk gelir. Bu,
eski Babil inançlarından kalmadır. Bu günde Yahudiler, ailecek sinagog'a gider,
eve dönünce baba "Kidduş" okur, dua edilir, bala batırılmış ekmek,
bir tatlı elma yenilir. Öğleyin yıkanılır, Tevrat okunur.
Büyük Kefaret (Yom
Kippur)
Tişri ayının 10.günü kutlanır. O gün oruç tutulur, oruca
önceki akşam güneş batarken başlanılır. Yom Kippur arefesinde yemekten sonra
sinagoga gidilir, evden çıkmadan ölülerin ruhları için büyük bir mum yanar.
Mum, o gece ve ertesi gün sürekli olarak yakılır. Gün boyu sinagogta ayin
yapılır.
Purim Bayramı
Adar ayının 14. günü kutlanır. İranlılar Filistin'i ele
geçirince, tüm Yahudileri öldürmek için toplamışlardı (M.Ö.480), bu sırada
Ester adlı bir Yahudi kızı, kıral Ahas verus (Kserkses)un yanına varır ve
İran'lı vezir Haman 'ın, bütün Yahudileri çoluk çocuk demeden öldürmeye
hazırlandığını söyler ve Yahudilerin bağışlanmasını sağlar. Ester'in bu kıralla
evlendiği de nakledilmektedir. İşte bu olayı anmak için, Purim bayramı
kutlanmaktadır. Bu bayramda sinagoga gidilir. Kutsal Kitab'ın Ester bölümü okunur.
Yahudiler değişik kılıklara girerler, çocuklar Haman'ın ismi geçtikçe gürültü
yaparlar. Evlerde şölenler düzenlenir, tanıdıklara hediyeler gönderilir.
Pessah-Pagues
(Hamursuz) Bayramı
Nisan ayının 19.da başlar ve bir hafta sürer. İsrailoğullarının
Mısır'dan çıkışı dolayısıyle düzenlenir. Bazı araştırıcılar, bunun ilk
çağlardan kalma bir ilk bahar bayramı olduğunu da ileri sürmektedirler.
Hanukka Bayraını
Kisler ayının 25. günü başlayıp, bir hafta sürer. İlk gece
bir mum yakılır, sonra her gece bir mum daha ilave edilir, sekiz kollu Hanukka
şamdanı bu şekilde dolar. Sekiz mumu yakmak için dokuzuncu bir mum kullanılır.
Mumlar gece yanar, bu süre içinde iş görülmez, yalnız oyun oynanır, dinle
ilgili hikâyeler anlatılır.
Sukkoth
(Kamış-Çardak) Bayramı
Yom Kippur'dan hemen sonra, Tişri 'nin 15.de, Yahudiler
Çardak Bayramı için, bir gölgelik olan kulübeleri hazırlarlar.
Bunun, daha eski çağlardan kalma bir bağbozumu bayramı
olduğu ileri sürülmektedir.
Hurma, söğüt, mersin, limon dalları bir arada dört yöne
sallanılır ve bu sırada ilahiler, mezmurlar okunur. Dallar daha sonra, Tanrı'ya
şükran alameti olarak bir alayla sinagoga götürülür. Bu dört bitki, işbirliği
yapan insan tiplerini temsil eder.
Haftalar Bayramı
Tevrat: "Kendine yedi hafta sayacaksın, ekine orak
salmaya başladığın vakitten yedi hafta saymaya başlayacaksın. Allah'ın Rabbe
Haftalar Bayramı'nı tutacaksın" demektedir.
Şavvot (Pentecôte) /
Gül Bayramı
Hz. Musa'ya on emrin verildiği gün olup, Pesah'tan elli gün
sonradır. Gül Bayramı olarak adlandırılır.
Hıristiyanlık'ta Yıllık İbadet ve Bayram Günleri
Noel
Noel Bayramı Hıristiyanlığın en büyük iki bayramından olan
"Noel", Hz. İsa'nın doğum günü olarak Aralık ayının 25. günü
kutlanır. Bu bayrama Epiphaneia da denilir. Ortaçağ başlarında Noel, Doğu'da 6 Ocakta
kutlanırdı. Gregorius'un teklifi üzerine, Doğu Hıristiyanları da Noel'i 25
Aralıkta kutlamaya başladılar.
İlk Noel, 336'da kutlandı.
Romalılar'ın İran'dan aldıkları Mitra dinindeki Ölümsüz
Güneş Tanrısı'nın doğum günü bayramını, Hristiyanlar, Hz. İsa için kutlamaya
başladılar. Bu putperest Roma bayramı, 21-31 Aralık tarihleri arasında
kutlanıyordu.
Paskalya
Hz. İsa'nın dirilişini dile getiren bu bayram,
Hıristiyanlığın en büyük bayramı sayılır. Nisan ayının 15'inden sonraki pazara
tesadüf eder. Hıristiyanlığa göre, Hz. İsa öldükten üç gün sonra dirilmiştir.
Paskalya bir hafta sürer ve bu süre içinde, Hz. İsa'nın çektiği cefaları dile
getiren İncil metinleri okunur.
Meryem Ana Günü
Ağustos'un 15'ine yakın pazar günü yapılır.
Haç Yortusu
Kudüs'ten İran'a götürülen haçın geri alınmasıyla ilgilidir
ve Eylülün 15'inde yapılır.
Azizler Bayramı
Bütün mezhepler, bütün Hristiyan azizlerinin anılarına
törenler düzenlerler, bayram yaparlar.
Dies Natalis
Katolik mezhebine göre, din şehitlerinin öldükleri günlerle
ilgili bayramlardır.
Bağbozumu Bayramı
Doğu Kilisesi'ne bağlı mezhepler arasında, üzümlerin toplanması
sonucu, şarap yapımı dolayısıyla düzenlenen bayrama ya üzüm Bayramı, ya da
Bağbozumu Bayramı denilir. Bu bayram, Eski Çağ'ın çok tanrıcı dinlerinden,
özellikle, Dionysos 'un bir şarap tanrısı olarak kutsandığı dönemlerden
kalmalıdır. Aslında Hıristiyanlık'la bir alakası yoktur.
Hamsin
Katolik kilisesine göre, Havariler'in üzerlerine Kutsal
Ruh'un indiği döneme "Hamsin" denilir. Yahudilik'te ise Hz. Musa'ya
on emrin gönderildiği zamandır. Hıristiyanlığa Yahudilikten geçmiştir ve diğer
bir adı da "Gül Bayramı" (Şavvot/Pentecôte)dir. Paskalya'dan itibaren
elli gün sürer.
Cahiliye Devrinde Yıllık İbadet ve Bayram Günleri
Kurban Bayramı
Medineliler'in
Bayramları
Cahiliye devrinde Medineliler'in iki tane bayramları vardı
ve bugünlerde oyun oynar, şenlik yaparlardı.
Bazı kaynaklarda Cahiliye devrinde Medineliler'in
kutladıkları bu iki bayram gününün, Nevruz ve Mihrican günleri olduğu
zikredilmektedir.
Yağmur Duası (İstiska)
Yahudilik'te de mevcut
Kitab-ı Mukaddes'te, İlya'nın yağmur yağması için dua
ettiğinden bahsedilmektedir
Hıristiyanlık'ta da mevcut
Cahiliye devrinde de mevcut
Câhiliye devrinde Araplar, fiilleri Allah’tan başkasına
isnad ediyorlar ve yıldızlar kendilerine yağmur yağdırarak, rızıklandırır
sanıyorlardı.
Cenaze İle İlgili Uygulamalar
Yahudilik'te ölü, dinî bakımdan murdar sayılmaktadır. Tevrat
ölüyü, "abi abot ha tumea" (murdarların murdarı) diye
nitelendirmektedir. Yahudilik'te kahin soyundan olanlar, içinde ölü bulunan eve
giremezler. Ölü çıktıktan sonra da, belirli temizleme seremonilerinden sonra
girebilirler.
Yahudilik'te, ölen bir insana dokunan, yedi gün murdar olur,
böyle bir kimsenin üçüncü ve yedinci günlerde yıkanması gerekir, aksi halde hep
murdar kalır.
Yahudilik'te, cenaze ile Hebra Kaddişa (Kutsal Birlik)
mensubu kadın ve erkekler ilgilenirler. Bunlar, ölüyü soyar, yıkar, kefenlerini
giydirip tabuta koyarlar.
Yahudilik'te ölü, üstü örtülü olarak teneşire yatırılır,
Hebra üyeleri etrafına toplanır. Ölünün üzerine usulünce bir ılık su dökülür,
daha sonra bol su dökülerek, Tevrât'tan: "Çünkü o günde sizi tathir etmek
üzere sizin için kefaret edilecektir. Rabbin önünde bütün suçlarınızdan tâhir
olacaksınız" cümleleri söylenilir.
Yahudilik'te, ölü kurulandıktan sonra kefeni, daha doğrusu cenaze
elbisesi giydirilir. Bu elbise, herkes için birdir. Rabbi Gamliel II, bütün
ölülerin eşit beyaz giysilerle gömülmesi âdetini koymuştur. Bu elbise, beyaz
bezden takke, gömlek, don, kuşak ve kemerdir. Erkeklerde, buna bir de dua
atkısı eklenir.
Yahudilik'te cenaze alayı yola çıkmadan önce 90 ve 91.
Mezmurlar'ın son parçaları ile Rabbi Nehunya ben ha-Kana'ya ait olduğu söylenen
şu dua okunur: "Duy kavminin yakarışını, götür bizi temizliğe, ey yüceler
Yücesi!"
Bir Yahudi, cenaze alayını gördüğü zaman, cenaze ile
birlikte gider ve "Selâmetle git" temennisinde bulunur.
Ölüler sinagoga alınmaz, sadece Hahambaşı ile Hahamların
ölüleri alınabilir. Sinagogun içine alınan cenaze sinagogta yedi defa
dolaştırılır ve bu esnada "Şofar" denilen bir boru öttürülür.
Ölünün yüzü doğuya, Yeruşâlim Tapınağı'nın bulunduğu farz
edilen tarafa doğru çevrilir. Sonra bir kürek toprak ölünün veya tabutun
üzerine serpilir ve gene dua edilir. Artık kürek elden ele geçer, ama doğrudan
doğruya ele verilmez, yere bırakılır, daha sonraki de oradan alır.
Gömme töreninden sonra, cemaate yemek vermek âdettir.
Doğu ülkelerindeki Yahudilerde, ölünün hemen, mümkünse ölüm
günü gömülmesi âdettir. Bu uygulama İslâm'da da vardır. Hz. Peygamber:
"Cenazeyi çabuk kaldırın, hayır sahibi ise onu bekletmeden hayra iletmiş,
şer sahibi ise, o şerri boynunuzdan atmış olursunuz"
İslâm, Yahudilik'teki, gömme töreninden sonra, cenaze
sahipleri tarafından cemaate yemek verilmesi uygulamasına yer vermemiştir. Ölü
sahiplerinin, l-3 günlerle hafta sonunda ziyafet vermesi ise mekruh
sayılmıştır.
Hıristiyanlık'ta bir kimse öldüğü zaman göğsünün üzerine haç
konulur. İncil 'den parçalar okunur,
Ölüye bütün temizlik işlemleri yapıldıktan sonra, yeni
elbiseler giydirilir, tabuta konulur. Tabutta ölünün yüzü açık bırakılır,
elleri göbeğinin biraz yukarısında, gövde ile haç oluşturacak biçimde üst üste
konulur.
Hıristiyanlık'ta, Yahudilik'te olduğu gibi, ölüyü omuzda
götürme geleneği yoktur.
Bir ölü gömüldüğünde, papazın, onun mezarı başında bir
konuşma yapması, onun iyiliklerinden, durumundan, ailesiyle olan
bağlantılarından, geride kalanların onun ölüsü karşısındaki tutumundan söz etme
geleneği vardır.
İslam, ölülerin yakılmasını kesin olarak reddeder, çünkü İslam’da
cenazeler defnedilir, mezarlara gömülür.
Câhiliye devrinde, "Beliyye" denilen bir uygulama
daha görmekteyiz. Buna göre, Câhiliye devrinde ölenin mezarının yanına bir deve
getirirler, devenin başını, sırtından arkasına veya göğsünden karnına doğru
bağlarlar, boynuna bir halka takarlar ve hayvanı ölünceye kadar mezarın yanında
bu şekilde bırakırlar veya mezara gömerlerdi. Buna "Beliyye"
derlerdi.
Hz. Peygamber, ölüm ilanını yasaklayarak, bunun Cahiliye
devri fiillerinden olduğunu bildirilmiştir.
Cahiliye devrinde, cenazeye katılanların bir takım
aşırılıklarda bulunduklarını görmekteyiz. Cenazeye katılanlar, üzüntülerini
dile getirmek için elbiselerini değiştirir, mâtem elbisesi giyerlerdi. Hz. Peygamber
bu hususu yasaklamıştır.
Oruç
…oruç Yahudi ve Hristiyanlara da farz kılınmıştır.
Yahudilik'te oruç, bazen nefsi kırma, bazan da cefa vasıtası
sayılmış, bazan da, Allah’a yaklaşma vesilesi kabul edilmiştir.
Yahudilik'te, tutulması gerekli görülmüş yegane oruç, Yom
Kippur adı verilen keffâret orucudur. Yahudilerce mağfiret günü olan Yom
Kippur, yılbaşı olan Tişri'nin 10.günü olup, Ekim ayının sonuna rastlamaktadır.
İbranice Tevbe Günü demektedir.
Yahudilik'te yeni yılın ilk on günü Eyyâm-ı Tevbe 'den
sayıl-makta ve "On Yevm-i Nedamet" diye adlandırılmaktadır.
Dâvûd'un Orucu.
Bu oruç, Ramazan ayının dışında bir gün yiyip bir gün tutmak
suretiyle olup, hadislerde belirtildiği gibi nafile oruçların en
efdallerindendir.
İslâm, sükût orucunu tasvib etmemiştir.
İslâm'da oruç, sadece Allah rızası için ibadet maksadıyla tutulur,
onun açlık grevine dönüştürülmesi kabul edilmez.
Yahudilik'te olduğu gibi, İslâm'da da bayram günlerinde oruç
tutulmasına izin verilmemiştir.
Yahudilik'te, erkek çocuklar 12 yaş ve bir aylık olunca
"Bar Misva" yani "Şeriatın oğlu" sayılır, artık Yahudi
Şeriatına uymaya mecburdur. Bundan sonra, onun yaptıklarından babası sorumlu
değildir.
Yahudilik'te yeni ayın başlangıcını tesbit için, ayın
gözlendiğini görmekteyiz.
İslâm da, Ramazan ayının ve bayram günlerinin tesbitinde
rü'yet-i hilâli esas almıştır. Hz. Peygamber, Ramazan hilâli görülünce oruç
tutulmasını, Şevval hilâli görüldüğünde orucun bırakılmasını, hava bulutlu olup
hilâl görülmediği takdirde orucun otuz güne tamamlanmasını emretmiştir.
Hıristiyanlık'ta oruç ve perhiz, aynı mânâda mütâlaa
edilmiştir. Maksat, vücuda belirli zamanlarda eziyet etmek, nefsani arzuları
kırmak, işlenmiş bazı günahların cezasını çekmeye bu dünyada çalışmaktır.
Hz. İsa, oruç hakkında şöyle demektedir: "Oruç
tuttuğunuz zaman iki yüzlüler gibi surat asmayın. Zira onlar oruç tuttuklarını
insanlar görsünler diye suratlarını asarlar. Doğrusu size derim: Onlar
karşılıklarını aldılar. / Matta, 6/16-18,9/14-17; Markos, 2/18-22; Luka,
5/33-38.
Bugünkü Hıristiyanlık'ta oruç, hiç bir surette mecburi
olmayıp, çok nadir olarak oruç tutan papazlara da, hafif bir kahvaltı, tam bir
öğle yemeği ve hafif bir akşam yemeği izni verilmiştir.
Hıristiyanlık, oruç mükellefiyetinin bitişi ile ilgili
olarak, altmış yaş sınırlamasını koymuştur.
Haram aylar olan Zilkade, Zilhicce, Muharrem ve Receb
aylarının perşembe, Cuma ve Cumartesi günlerinde ve Zilhicce'nin ilk dokuz
gününde tutulacak oruçlar müstehaptır.
Zekat
Kitâb-ı Mukaddes 'te, konumuzla ilgili metinler yer
almaktadır. Bunlarda İsrâiloğullarına, yıldan yıla mahsullerin ve sürülerin
ondalıklarının ayrılıp, ilgili yerlere sarf edilmesi emredilmektedir. Bu
durumdan, Kitâb-ı Mukaddes'e göre, İsrâiloğullarına ilgili malların onda birini
zekât olarak ödemelerinin emredildiği, hususunu çıkarabiliriz.
İslâm, zekâttan pay alacak kimseler konusunda garib (yolda
kalmış) kimse dışında, elde mevcut Tevrât'ı tasvib etmemiştir. Yine İslâm,
zekâttan pay alabilmek için fakir olma şartını getirmiştir.
Yahudilik'te olduğu gibi, zekâtın devlet eliyle toplanması İslam’da
da vardır.
İslâm'daki sadaka-i fıtır, Yahudilik'teki gibi mabedler vs.
yerler için değil, sadece fakirler için verilir. Ayrıca İslâm'daki sadaka-î
fıtır bir defaya mahsus olmayıp, her yıl devam eden bir ibadettir.
Tevrat, sadaka vermeyi teşvik etmektedir
Hac
Reyiah ziyareti de denilen ve Beyt-i Makdis'e yapılan hac,
küçükler, körler, kadınlar, akıl ve beden hastaları hariç, bütün Yahudilere
farz idi.
İslâm da, haccın farziyeti için akıl ve beden sağlığını şart
koş-muştur. Kötürümlere, körlere ve delilere haccın farz olmadığını bildirmiş,
İslâm'da hac yapacak yer ise, Arafât ve Ka'be'dir.
İslâm da, hac ibadeti için belirli bir zaman kabul etmiştir.
Bu, Arafat'ta vakfe için, Arefe günü zeval vaktinden, Kurban Bayramı'nın 1.
günü fecrin doğuşuna kadar olan zamandır. Farz olan Ziyâret Tavâfı için ise bu
vakit, Zilhicce'nin 10. günü bayram sabahı tan yerinin ağarmasından sonra
başlamaktadır. Bu tavafın Arafat'ta vakfeden sonra yapılması şarttır. Kurban
kesme günlerinde, bayramın 3. günü akşamı güneş batıncaya kadar yapılması ise vâciptir.
Hz. Peygamber: "Kendisini Beytullâh'a götürecek azık ve
binit bulan kimsenin, haccetmemesi halinde Yahudi veya Hıristiyan olarak
öleceğini” bildirmiştir. / Tirmizî, Sünen, III, 176.
Cahiliye devrinde de ihrâma girme uygulamasının mevcut
olduğunu görmekteyiz.
Cahiliye devri Araplarının, ihrâmdayken hayvan eti ve yağ
yemeyerek perhiz yaptıkları kaydedilmektedir.
İslâm, ihrâmlı iken tıraş olmayı yasaklamış ve bunu
keffâreti gerektirecek bir davranış saymıştır.
Kurban
Tevrât, kurbân konusunda açık fikir vermekten uzaktır. Kurbânla
ilgili bilgiler Levililer'de yer alır.
İslâm'da kurban kesme işi, kimsenin tekeline verilmemiştir.
Hz. Peygamber ve ashabı kurbanlarını bizzat kendileri kesmişlerdir.
Tevrât'taki bilgilerden anlaşıldığına göre, insan kurban
edilmek üzere adanır ve bu adak yerine getirilirdi.
…Yahudiler, insanı, özellikle çocukları kurban olarak
adamakta ve bunu yerine getirmekteydiler.
Yahudilik'te yemekli kurban çeşitlerinden birisi, Fısıh
kurbanıdır. Fısıh, Yahudilerin Mısır'dan çıkışını sembolize etmek üzere Nisan
ayında 7 gün süreyle kutlanılan bir bayramdır. Bu bayramda bir kuzunun kurban
olarak kesilip yenilmesi adettir.
Fısıh diğer kurbanların aksine, ailevi bir mahiyet taşır. Bu
açıdan aile reisince kesilmesi gerekir. Haşlanmış olarak yenilemez, ancak ateşte
kebap yapılarak yenilir. Fısıh kurbanının kanı evin kapısına ve eşiğine
serpilir.
(İslam’da) Bir ailede mali durumu uygun olan herkesin kurban
kesmesi gerektiği belirtilmiştir.
Yahudilik'te, yakılan kurban çeşidi de mevcut olup,
Tevrat'ın çeşitli yerlerinde bundan bahsedilmektedir.
Tevrat'a göre, yakılan takdimenin yağını yemek yasaktır,
yiyen kimse kavminden atılacaktır. Yakılan takdime olarak, kumru ve güvercinin
de sunulduğunu görmekteyiz.
Yahudilik'te ateşte yakılan kuzu eti, ekmek ve un en başta
gelen takdimelerdir.
Hz. Peygamber kurbanların en makbülünün iki boynuzlu koç
olduğunu bildirmiştir.
İslam'a göre kurban kesen kimse kurbanından yiyebilir,
başkalarına da yedirebilir.
Hıristiyanlık'ta kurban, verilen sözün tutulmadığı anlarda,
günah işlemiş sayılmamak için Allah'a karşı bir şey yapmaya söz vermek şeklinde
telakki edilmiştir. Katolik Mezhebi'nde ise kurban, Hz. İsa 'ya verilen bir
isimdir. Hıristiyan Araplar ise kurbana
daha değişik bir mana vererek, "Kuddas" (Kudas), yani Hıristiyanların
ayin yaparken yedikleri, şaraba batırılmış ekmeğe kurban demişlerdir. Hıristiyanlık'taki
kurban inancının temelinde, Hz. İsa'nın haç üzerinde can verişi iddiası yatar.
Cahiliye devrinde Yahudilik'teki gibi insan kurban etme
âdetinin mevcut olduğunu görmekteyiz.
İslâm, insanın kurban edilmesini, bu konuda adakta
bulunulmasını yasaklamıştır.
Akika, çocuğun başındaki ana tüyü demektir. Bu dönemde
(cahiliye devrinde), çocuğun tıraş edilen başına, çocuk için kesilen kurbanın
kanından sürmekteydiler.
Hz. Peygamber, akika kurbanının kanından çocuğun başına
sürülmesini yasaklamıştır.
Peygamberimiz, "Her çocuk' akikasına bağlıdır. Yedinci
günü adına kurban kesilir, saçı tıraş edilir ve isim konulur" buyurmuştur.
Allah’ın verdiği evlad nimetine karşı bir şükür nişânesi
olduğu, Tevhîd prensiplerine aykırı olmadığı için ilgâ edilmeyerek, tashihle
devamına müsaade edilmiştir.
Câhiliye devrinde ilk doğan hayvanlar kurban edilir ve buna
Fer'a denilirdi. Fer'a uygulaması Yahudilik'te de görülmektedir. Yahudilik'te,
sürüde ilk doğan yavruya "Bekhor" denilmektedir. Yahudilerde ilk
doğan yavrunun, ilk mahsül veya meyvenin Rabbe tak-dimi bereketin artmasına
vesile olur, inancı hakimdi.
Peygamberimiz bu hususta: "Kurban bayramı her türlü
bayramı, Ramazan orucu da her türlü orucu neshetmiştir." buyurmuştur.
Câhiliye devrinde Araplar, Receb ayında putlara kurban keser
ve bunlara "Atîre" (Çoğulu "Atfür"), derlerdi.
İslam, Câhiliye devrindeki, putlar adına kesip, kanını
onların başına dökme tarzındaki Atîre kurbanı uygulamasını reddetmiştir. Ancak
İslâm, - hangi ayda olursa olsun, Allah rızası için kurban kesilmesini serbest
bırakmıştır.
Adak
Yahudi inançlarına göre, insanın alnının teri, elinin emeği
ile kazandıklarından Tanrı’ya adak sunması gereklidir.
"Mezbah" denilen kurban kesme yerinin nasıl
yapılacağı, hangi boyutlarda olacağı Tevrât tarafından tesbit edilmiştir.
İslâm, adak adamanın mecburi olmadığı hususunda Tevrât'ın
görüşünü kabul etmiştir. Hz. Peygamber Müslümanlara adak adamamalarını
emretmiş, nezrin Allah’ın takdir ettiği hükmü etkilemeyeceğini bildirmiştir.
Tevrât'a göre, adak adayan kadın veya erkek şarap veya içki
içmeyecektir.
Nezir vakti dolunca da takdime arzedecektir.
İslâm'da nezirlerin yerine getirilmesi emredilmiştir.
Şartlarına uygun olarak yapılan ve Allah’a yakın olma gayesi taşıyan bir adak,
nezreden şahsa vacibtir. Bu sebeble nezri koca veya babanın iptali söz konusu
değildir.
İslam'a göre, yapılan adak şirk ve Allah'a isyan niteliği
taşımıyorsa, her yerde icra edilebilir.
Hıristiyanlık'ta, Yahudilik'teki yasaklar ölçüsünde katı
yasaklar yoktur. Söz gelimi, eti yenen bütün hayvanlar adanabilir, adak kurbanı
olarak kesilebilir. Adak, belli bir düşünceye, bir dileğe yapıldığı için nereye
adanacağı da bildirilir. Hıristiyanlık'ta "ayazma" denilen ve
kutsallık taşıdığına inanılan faydalı sulara para atmak, okunmuş taş atmak, mum
yakmak, bez bağlamak, bir insana, bir yoksula verilmek üzere kurban sunmak adaklar
arasında zikredilebilir. Adakların din görevlilerine verildiği de olur.
Cahiliye devrinde Araplardan çocuğu olmayanlar, şâyet Allah
kendilerine bir çocuk verirse, onu Yahudi terbiyesi üzerine yetiştirip
büyüteceklerini adamak suretiyle onların tesiri altına giriyorlardı.
İslâm, Cahiliye devrinde nezredilen meşrû hususların yerine
getirilmesine izin vermiş, fakat Allah’a isyan teşkil edip ma'siyete teşvik
eden adakların yerine getirilmesini reddetmiştir.
Bahîra, sütü tâğutlara, şeytanlara ait olmak üzere, sütünden
faydalanılması haram kılınan devedir. Bundan sonra artık, bu hayvanın sütünü
kimse sağamazdı. Cahiliye Arapları, bir dişi deve beş batın doğurur ve son
yavrusu da erkek olursa onun kulağını yarar ve salıverirlerdi.
Sâibe, Cahiliye devrinde yapılan adakların bir çeşididir.
Bir kimse, mesela şu seferden sağ, selâmet evime dönersem, veya şu hastalıktan
şifa bulursam devem Saibe olsun! diye adar, hayvanın kulağını yarar,
Salıverirdi. Artık ne bir kimse o devenin sütünü sağar, ne üstüne binilir, ne
de yük yüklenirdi. Her ne surette olursa olsun Saibe deveden faydalanma haram
kılınırdı.
Cahiliye devrinde, bir koyun yedi batın yavrulayıp,
yedincisi dişi olursa, bu koyun, sahibine ait olurdu. Eğer erkek yavrularsa
putlara kurban edilirdi. Eğer anaç koyun, yedinci batında erkekli, dişili
yavrularsa "Dişi yavru erkek kardeşine eklendi" diyerek, o erkeği
putlar adına kesmezler ve buna Vasile derlerdi.
Böylece yavrulayan bu hayvanın sütünü erkeklere helâl kabul edip,
kadınlara haram sayarlardı.
İslâm, Câhiliye devrinin Bahîra, Sâibe, Vasile ve Hâmi
uygulamalarını tamamen reddetmiştir.
İkinci Bölüm
Aile ve Miras İle İlgili Örf ve Adetler
İsim Koyma
Allah Hz. Adem'i yarattıktan sonra, ona Adem adını vermiş ve
bütün isimleri öğretmiştir.
Yahudilik'te, yeni doğan çocuğa belli bir süre içinde isim
koyma geleneği vardır. Bu kutsal bir işlem sayılır. Annenin veya babanın
hayatında geçen bir olayı yansıtan bir kavramı ad olarak seçme, ona Tanrı
ismini ekleme bir gelenektir.
Genellikle sonu "il, el" ekleriyle biten adlar,
Tanrı isimlerinden oluşur.
Yahudilik'te isim, çocuk sünnet edildikten sonra sekizinci
gün verilir. Sünnetten sonra herkesin işitebileceği bir sesle, çocuğa verilecek
ad iki defa tekrarlanır.
…Hıristiyanlarda melek isimleri koyma âdetinin bulunduğunu
görmekteyiz. Gabriel, Mihail, Refail, Rafael bunlara örnek gösterilebilir.
İslâm, çocuğa verilecek ismin duyulacak şekilde
tekrarlanmasını kabul etmiş, Hz. Peygamber çocuğun sağ kulağına ezan, sol
kulağına kamet okunmasını emretmiştir.
Hz. Peygamber, kendi oğlu İbrahim’e ilk gün ad koymuş-tur.
Diğer bir hadislerinde de, yeni doğan çocuğa yedinci gün isim verilmesini
emrederek, Yahudi uygulamasına muhalefet etmişlerdir.
Cahiliye devrinde Araplarda çocuğa bir isim verilir, ancak
çoğu kere, çocuk bununla anılmaz, "İbn Fulân" şeklinde çağrılırdı, bu
durum kendisinin bir çocuğu oluncaya kadar devam eder, bundan sonra "Ebû
Fulân" şeklinde anılırdı.
Cahiliye devri Araplarında, "Abd" kelimesi ön ek
olarak çok kullanılmıştır. İslam’dan önce bu kelimeyi, Abdümenâf, Abdülcin gibi
bir put veya Şeytan ismi takip ederdi.
Hz. Peygamber, bu konuda: "Sizin isimlerinizin Allah’a
en sevimli olanı, Abdullah ve Abdurrahman’dır" buyurmuştur.
İslâm, Allah’ın isimlerinden birini almayı da yasaklamıştır.
Hz. Peygamber, putperestliği hatırlatan ve adaba aykırı
isimlerin yanında, mânâsı hoş olmayan isimlerin değiştirilmesini de
emretmiştir.
Hz. Ömer'in kızının Âsiye olan ismini, "Cemile"
olarak değiştirmiştir.
Hz. Peygamber, hüzün, keder, gam, elem gibi anlamlar taşıyan
ve insan ruhuna sıkıntı veren isimlerin konulmasını tasvib etmemiştir.
Hz. Peygamber, çocuklara kendi isimlerinin verilmesini de
teşvik etmişler, ancak hem isim hem de künyelerinin aynı anda alınmasını
yasaklamışlardır. Nitekim, bir rivayete
göre: "Her kimin üç oğlu olur da birinin adını Muhammed koymazsa, o kimse cahillik
etmiştir" yahut, "Bana cefa etmiştir" buyurmuşlardır.
Künye, Araplarda küçük yaşından beri "filanın
oğlu" diye çağrılan kimsenin, ilk erkek çocuğundan dolayı "ebu
falan" diye anıldığı isimdir.
İslam gelince çocuksuz kimselere de künye verilmiştir.
Cahiliye devrinde insanlara kötü lakablar takıldığını
görmekteyiz.
İslâm, bir kimsenin çirkin lakablarla çağrılmasını
yasaklamıştır.
…kız çocuklarının kulaklarının delinmesi Cahiliye devrinde
de mevcut bir uygulamadır; fakat Hz. Peygamber bu konuda herhangi bir yasaklama
getirmemiştir.
Sünneti kendisine ilk tatbik edenin Hz. İbrahim olduğu hususunda
Yahudi ve İslâmî kaynaklar ittifak etmiş
Barnaba'ya göre, Hz. Adem yasak meyveyi yiyip günah
işleyince, Allah aşkı için vücudundan bir parça et kesmeye yemin etmişti. Allah
kendisini afvedince de bu yeminini yerine getirmek istemiş, Cebrail de, Ona
vücudundaki fazlalığı göstermiş, Hz. Adem de sünnet olarak, bu yemini yerine
getirmiştir.
Dünyanın çeşitli bölgelerindeki insan topluluklarında, çok
eskiden beri sünnetin tatbik edilir olması, bunun ilahi bir vasfı olduğunu
göstermektedir.
Hıtan, Yahudilik'te Allah ile akdedilen bir ahd
niteliğindedir, bu yüzden bu âdet Yahudilik'te çok mühim bir yer tutar.
Yahudilik'te sünnet olma işi, Allah ile kul arasında bir
ahid olarak telakki edildikten başka, sünnet olmayanlar murdar ile eş anlamlı
kabul edilerek, kutsal yerlere girmeleri yasaklanmıştır.
Yahudiler'de sünnet merasimine gelince, sünnet, doğumun
sekizinci günü sabah erkenden yapılır. Sünnet merasimi, Cumartesiye (Sebt) rast
gelse bile, yine yapılır. Doğumun yedinci günü akşamı sabaha kadar çalgılı
eğlentiler yapılır ve bu geceye Arefe denilir.
Sünnet işlemi, çocuğun Yahudi toplumuna alındığını, onun
toplumun gerçek bir üyesi olduğunu gösteren ilk din törenidir.
Sünnet olacak çocuğu tutan Kirve 'ye SANDEK denir. Sünnet
edilen çocuğun oturtulduğu özel iskemleye "Peygamber İlya'nın
Kürsüsü" denir.
Yahudiler'de sünnetçi, ağzı ile kesilen yeri emer, emilen
kanı yanında bulunan bir bardak şaraba tükürür. Daha sonra sünnetçi bu kanlı
şaraptan bir kadeh alarak, Davud’un Mezamirinden bir bölüm okur. Sonra herkesin
işitebileceği bir sesle çocuğa verilecek ismi iki defa tekrarlar. Sünnetçi
parmağını kanlı şaraba daldırdıktan sonra çocuğun ağzına sokar.
Hz. Peygamber, torunları Hz. Hasan ve Hüseyn'i doğumlarının
yedinci günü sünnet ettirmişlerdir.
Pavlus'un, Hıristiyanlığı İsa’nın Havarilerinin aleyhine
tesis ettiği açıktır. O, Hz. İsa'yı sağlığında görmediği halde, Hz. İsa
dirildikten sonra Şam yolunda kendisine göründü iddiasında bulunarak, yaptığı
işe meşruiyet kazandırmıştır.
Bugün Hıristiyanlarda sünnet olmayı emreden tek kilise
Habeşistan Kilisesidir. Barnaba da, İncilinde sünnetten bahsetmektedir.
Pavlus'un geliştirdiği Hıristiyanlık, Hz. İsa'nın getirdiği
tevhîd dininin izlerini silmeye yönelik bir mücadele içine girmiştir. Pavlus
hayatında Hz. İsa’yı görmemiş, İncilini de dinlememişti. Ama, Yahudiyi dünyadan
ayıran bütün kanunların değersiz olduğunu ilan etmişti. Onun için sünnetli ve
sünnetsiz birdi. Pavlus'un Hz. Mûsâ'nın şeriatını ve şeriat seddini yıkması
Hıristiyanlığın Avrupa'da yayılmasına yardım etmiştir.
Pavlus hem Yahudi, hem de İmparatorluğun hemşehrileri arasındaydı.
En çok okuduğu şey hahamların kanunu idi. Yunanca biliyordu, Yunan ve
İskenderiye Felsefesiyle temas etmişti.
Kudüs'te ilk defa olarak Hıristiyanlarla temasa gelen
Pavlus, Hıristiyanların neler söylediğini işittiği zaman çok köpürmüştü.
Pavlus, yeni doğan Hıristiyanlığa karşı savaşa girmişti. Bu
yüzden Hıristiyanların evlerine baskın yaparak onları zindana attırıyor,
Kilise'yi perişan ediyordu. Hıristiyanlardan nefret etmesinden dolayı, onların
Şam'da tutunduklarını öğrenince Hıristiyanları kovalamak için oraya gitmiştir. Şam
yolunda Rabbin talebelerine karşı tehdid ve cinayet soluyarak giderken ansızın
bir görüntü dehşetiyle yere düşmüş ve hidayete ulaşmıştır.
Sünnetin ilgâsı için çalışanlar arasında Petrus da bulunmaktadır.
Petrus, 47-67 yılları arasında Roma'nın ilk piskoposu olmuş, Papalığın kurucusu
kabul edilmiştir. Aziz Petrus (Saint Pierre) olarak anılmaktadır. Galile'de
avcılık yapan bir Yahudi iken, Hz. İsa’nın Havârîleri'ne katılmış ve Hz. İsa’ya
ihanet etmiştir.
…eski Arapça’da sünnetsiz kimse için hususi bir kelime
"Ağral", İbranicesi "arel" kullanılmaktaydı.
İslâm öncesi kadınların da sünnet edildiğini bilmekteyiz.
Taberî (v.310), kadınlardan ilk sünnet olanın Hz. Hacer olduğunu
nakletmektedir. Taberî'nin rivayetine göre, Hz. İbrahim’in hanımı Sara, Hz. İsmail’in
annesi Hacer'i kıskanmış, ona kızarak Hz. Hacer'in vücudundan et keseceğine
yemin etmiştir. Sarâ, yemini nasıl yerine getireceğini düşünmüş, kulak ve
burnunu kesersem çirkinleşir gerekçesiyle Hz. Hacer'i sünnet etmiştir. O da
kanını gizlemek için etek giymiş ve etek giymek, sünnet olmak âdeti bundan
kalmıştır.
Kadınların hıtanı Cahiliye devrinde de yapılmaktaydı.
Sonuç olarak, İslâm, Hz. İbrahim ve diğer peygamberlerin
sünneti olan hıtân uygulamasını tasvib etmiş, erkekler için sünnet, kadınlar
için şeref verici olduğunu belirtmiştir.
Nikah
Evlenme ile ilgili hükümler, daha çok Tevrât'ın Tesniye
bölümünde yer almaktadır.
Yahudilikte, küçük yaştaki kızların evlenmeleri velilerinin
izin vermesi ile olur. Kadın rızası olmaks1zın evlendirilemez. Yahudilerde
nikâhın rüknü üçtür:
1- Erkeğin,
kadının kabulü ile iki şahidin huzurunda kadının elini tutup, onu takdis etmesi
ve İbranice "Şu yüzük ile benim için mukaddes oldun" demesi,
2- Yazılı olarak
bir akit icrâsı,
3- On kişiden az
olmayan erkekler huzurunda bereket duasının yapılmasıdır.
Evlilik çağı hem Tevrât'a, hem de İncil’e göre ergenlik
çağından sonra gelir, bundan önce kimsenin nikâhı kıyılmaz.
İncillerde evlenme, miras, alış-veriş gibi konularda yeterli
hükümler bulunmamaktadır. Bunun için, her Hıristiyan ülkesinin ayrı ayrı medeni
kanunu vardır.
Peygamberimiz, kadınların velisinin izni ve şahitler
bulunmadan nikâhlarını kıydıramayacaklarını bildirmiştir.
İslâm'da da evlenme yaşı bülûğ çağı ile başlamaktadır.
Yahudilik'te nikâhı, hahamın gözetiminde "Mesadder
Kidduşin" denilen bir görevli kıyar. Haham şahitlerin güvenilir kimseler
olduklarını anladıktan sonra, nikâh kıyılmasına izin verir, evlenenleri kutlar
ve gerekli duaları yapar. Evlenme, sinagoglarda yapılan dini törenlerdendir.
Evlenecekler oruçlu olarak sinagoga giderler.
…gelin bir gün önce kadınlarla hamama gider, buna MlKVE
denilir. Gelin burada suya dalarak yıkanır, bir nevi gusül yapar. Bu, Mûsâ
şeriatının önemli bir bölümüdür. Gelinle damadın sinagogda buluştukları yere
HUPPA denir. Damadın yanında babası, gelinin yanında annesi oturur.
Nikâh iki bölümden meydana gelir: ilk bölümüne ERUSİN
denilir. Bu, daha çok bir söz kesmedir. Bunda sözden dönme imkânı vardır. Ancak
bu, çifti gerdeğe sokmaya yeterli değildir. Bundan sonra düğünün yapılması ile
nikâhın ikinci bölümü başlar, buna KiDDUŞİN denir ki, iki törenin bir arada
yapılması ile bütünlük kazanır. Nişanlanma, dini bir mahiyet taşımayıp örfe
dayanır.
Hıristiyanlık'ta evlilik, bir Tanrı buyruğu, bir din görevi
olarak nitelenir, evlenme papazın idaresinde kilisede gerçekleşir. Nikâh
yalnızca, evlenecek olanların bağlı oldukları mezhebin kilisesinde kıyılabilir.
İslâm'da nikâhın, bir din adamı tarafından kıyılması
mecburiyeti yoktur. Herhangi bir Müslüman bu vazifeyi ifâ edebilir.
Bayram namazı veya Cuma namazı vakti dışında, her zaman
nikâh kıyılabilir.
…nikâh esnasında dua etmek İslâm'da da vardır.
Nikâh akdine çağırılanlara verilen düğün yemeği olan velimenin, Yahudilik ve Hıristiyanlık'ta da mevcut
olduğunu görmekteyiz.
Velîme, Cahiliye devrinde de mevcuttu. Bu dönemde velîme,
güveyin evinde, düğünün ertesi günü, ailenin dost ve yakınları ile semtin
fakirleri davet edilerek, onların bir düğün-ziyafet sofrasına oturtulması ile
gerçekleşirdi.
Mehir, nikâh esnasında erkek tarafından kadına verilen
ağırlık olup, İbranice "Mohar", Süryanîce "Mahra" şeklinde
ifade edilmiştir. İslam'da, nikâh esnasında erkeğin kadına vermeye mecbur
olduğu, kadının mülkiyetine giren mal anlamına gelmektedir.
Yahudilik'te bir evlenme mukavelesi yapıldığını da
bilmekteyiz.
Yahudilerde mehir karşılığı olarak, kızın babasına hizmet
edildiği kaydedilmektedir.
Gerek Kur'ân-ı Kerîm, gerekse Tevrât'ın bildirdiklerinden Yahudilerde
evlenecek erkeğin, mehir'i kızın kendisine değil, babasına verdiğini anlıyoruz.
Bunun bir nevi başlık olduğu hatıra gelmektedir.
Yahudilerde, koca tarafından yazılı bir belge vasıtasıyla
mehir tâyin edilmesine ''Khetouba'' denilmektedir.
Nikâh devam ettiği müddetçe koca bunu ödeyip ödememekte
serbestti. Koca vefat eder veya hanımını boşarsa, Khetouba âcillik kazanır ve
kadın onu kocasının malından alırdı.
Hıristiyanlarda mehir, biraz daha şekil değiştirmiş olarak
karşımıza çıkmaktadır. Hıristiyanlarda evlenecek olanların birbirlerine
karşılıklı olarak bağışta bulunmaları gereği vardır. Bu paraya genellikle
"Drahoma" denilir.
Mehir uygulaması Cahiliye devrinde de mevcuttu. Mehir
evliliğin meşru ve muteber olması için şartı. Mehirsiz evlenme ayıp
sayıl-makta, mehirsiz evlenen kadın bir odalık olarak telakki edilmekteydi.
İslam'a göre mehir kadının kendi malıdır, evlenme sona erse
bile kadın mehri muhafaza eder.
İslam, mehirsiz evlenmeleri de reddetmiş, kadınlara verilen
mehirin zorla geri alınmasını, yetim kızların mehirlerinin az verilerek nikâhlanmasını
yasaklamıştır. Mehirin, tamamen kadının mülkü olduğunu, hiçbir şekilde rızası
alınmadan elinden alınamayacağını hükme bağlamıştır.
Cahiliye devrinde Medine'de yaşayan Yahudilere, reisleri
Fityûn, evlenen her genç kızın, kocasının yanına gitmeden evvel, ilk geceyi
kendi yanında geçirmesini kabul ettirmişti. Fityûn'un, bunu, Evs ve Hazrec
kabilelerine yaptığı da söylenilmektedir.
Damadın, yeni gelinin yanında kalma süresi konusunda
Peygamberimiz, Tevrat'ta kaydedilen uygulamayı tasvib ederek, bakire ile
evlenen kimsenin, onun yanında yedi gün kalmasını istemiş, kendisi de böyle
yapmıştır. Hz. Peygamber: "Şüphesiz, dul kadın için üç gece, bakire kız
için yedi gece ikamet hakkı vardır" buyurmuştur.
Yahudiler cimayı, kadın en örtülü haldeyken ve sadece önden
yaparlardı. Ensâr Yahudileri taklid ederken, Kureyşliler tam aksine hareket
ederek, kadınları iyice soyuyor, önlerini gözeterek dile dikleri taraftan
yaklaşıyorlardı.
Hanefi mezhebine göre, İslâm'da nikâhın câiz olmadığı vakit
yoktur, Mâliki, Şafi'î, Hanbelî mezhebine göre ise, ihrâmlı iken nikâh câiz
değildir.
Tevrât'ta evlenme teşvik edilmiştir. Yahudilik'te, Yahudi ırkının yok olmasına
sebeb olacağı için evlenmemek suç sayılır
Hıristiyanlık'ta rahiplik ve rahibelik adı altında,
evlenmemenin meşrulaştırıldığını görüyoruz.
…evlenmemeyi Pavlus'un teşvik ettiğini, Kilisenin bu
konudaki görüşünün temelini, onun attığını söyleyebiliriz. Ruhbanlık aslında
Hıristiyanlık'ta olmayan bir meslektir. Sonradan kasıtlı olarak bu dine sokulan
Ruhbanlık, bir geçim vasıtası olmuştur.
İslâm, Hıristiyanlığın ruhbanlık uygulamasını reddetmiştir.
Hz. Peygamber, kendisi evlenmiş ve evlenmeyi teşvik etmiştir.
Peygamberimiz: "Evlenmek benim sünnetimdir, kim benim
sünnetimden yüz çevirirse benden değildir. Evleniniz, çünkü ben diğer ümmetlere
karşı, sizin çokluğunuzla iftihar edeceğim" buyurmuştur.
Yahudilik’te aralarında kan bağı bulunan kimselerle evlenmek
yasaktır.
Tevrât, bu yasakların çiğnenmesi halinde suçluların
öldürülmesini emretmektedir.
Hz. Peygamber, "Allah, neseb bakımından haram
kıldığını, süt emzirme cihetinden de haram kıldı" buyurmuştur.
Cahiliye devrinde kocası ölen kadın, bir mülk olarak mirasçılarına
kalır, gerektiğinde kayınbirâderiyle evlenmeye mecbur edilirdi.
Yahudilik'te yabancı din mensubları ile evlenmenin câiz
olmadığını görmekteyiz.
İslâm, Yahudilik ve Hıristiyanlığın aksine, Müslüman
erkeklerin semâvî din mensubu kadınlarla evlenmelerine izin vermiştir.
İslâm, Müslüman kadınların, Ehl-i Kitâb erkekleriyle
evlenmelerine izin vermemiştir. Hz. Peygamber: "Biz Ehli Kitâb
kadınlarıyla evlenebiliriz, fakat onlar bizim kadınlarımızla evlenemezler"
buyurmuştur.
Evlâdlık edinme müessesesi eski şeriatların çoğunda mühim
bir yer işgal ettiği halde, Yahudilik'te hiçbir eserine tesadüf edilmemektedir.
Hıristiyan milletlerde evlatlık müessesesi varsa da, bunun
Tevrât ve İncillerden herhangi bir dayanağı tesbit edilememiştir.
Cahiliye döneminde ise, bir kimse bir çocuğu evlat ediniyor ve
çocuk evlat edinenin oğlu olarak anılıyordu.
İslâm, Cahiliye devrinde mevcut olan evlatlık müessesesini
bütün sonuçlarıyla ilgâ etmiştir.
Yahudilik'te çok kadınla evlenme hususu, sadece
peygamberlere veya idare mevkiinde bulunan kimselere mahsus olmayıp, diğer
kimseler arasında da yaygındı.
Hıristiyanlık'ta, bu konuda açık bir emir olmamasına rağmen
çok evlilik yasak sayılmıştır.
Cahiliye döneminde de çok kadınla evliliğin yaygın olduğunu
görmekteyiz.
Cahiliye devri nikâh çeşitlerinden birisi Mut'a nikâhıdır.
Bu geçici bir evlenme şekli olup, önceden tesbit edilen zamana kadar, kadınla
erkeğin bir arada yaşamalarını sağlıyordu.
Mut'a nikâhında süre bitince kadın gidebilir, kocası onu
yanında tutamazdı. Mut'a nikâhı, veraset hakkının bulunmaması sebebiyle,
Hıristiyanlık'ta papazların yakın zamana kadar icra ettikleri
"Morganatik" adlı nikâh çeşidine benzemektedir. Morganatik adlı
nikâhın devamına izin verilmekle beraber, evlenen iki taraf arasında miras
almama gibi bir takım şartları vardı.
Cahiliye devri nikâh şekillerinden olan mut’a nikâhı, İslam
tarafından ilgâ edilmiştir.
Şığâr, mehirsiz olarak iki kadını karşılıklı değişmek
suretiyle nikâh yapmaktır. Cahiliye devrinde Araplar arasında, kızlarını,
kızkardeşlerini, akrabalarını mübadele ederek, birinin kadınlık kıymetini
ötekine mehir sayıp, ayrıca bir mehir vermeksizin nikâhlamanın mevcut olduğunu
görmekteyiz.
İslâm, bu çeşit nikâh akdini, kadınlık şerefini alçalttığı
ve bir takım haksızlıklar doğurduğu için yasaklamıştır. Çünkü bu nikâhta
verilen kadın, alınan kadının yerine, alınan kadın da verilen kadının mehri
yerine sayılmaktaydı. Böylece mehirsiz evlenme cereyan ederdi.
Cahiliye devrinde rastlanan nikâh çeşitlerinden birisi de,
hadendir. Haden, hür olduğu için zina yapamayan bir kadının, bir erkekle metres
hayatı yaşamasıdır.
Cahiliye devrinde başvurulan nikâh çeşitlerinden birisi de
istibda'dır. Bu, soylu evlad sahibi olmak için başvurulan bir yoldu. Kadın
hayızdan temizlendiği zaman kocası, "Filan adama haber gönder, onun sana
temas etmesini iste" derdi. Kadının tayin edilen adamla birleşmesinden
sonra, hamile olduğu belli oluncaya kadar, kocası o kadından ayrı kalırdı.
Hamile olduğu belli olunca, kocası dilerse kadına temasta bulunabilirdi. Bu
sadece soylu bir evlat sahibi olmak için yapılır ve istibda' nikâhı diye
adlandırılırdı.
Cahiliye devri nikâh çeşitlerinden birisi de bedel olup, iki
erkeğin karılarını değişmesidir. Bu konuda Ebû Hureyre'den, "Bedel,
Cahiliye devrinde bir adamın bir kimseye, karını bana ver, ben de sana karımı
bırakayım" demesidir"
Yine Cahiliye devrinde, on kişiden az bir grub toplanır, bir
kadının yanına girerler ve hepsi ona temas ederlerdi. Kadın hâmile kalıp
çocuğunu dünyaya getirince, beraber olduğu erkeklere haber yollardı. Bu
kimselerden hiçbirisi gelmemezlik edemezdi. Gelenler toplandığı zaman, kadın
onlara, "Yaptığınız işi biliyorsunuz, ben bir çocuk dünyaya getirdim. Ey
filan o, senin oğlundur" der, çocuğu içlerinden sevdiği birisine nisbet
ederdi. Böylece çocuk bu adama nisbet edilirdi. Çocuk bu adama nisbet
edildikten sonra kabul edilmemesi mümkün olmazdı.
Cahiliye devrinde, câriyelere zorla zina yaptırıldığını
görmekteyiz. Bu dönemde bazı kimseler, câriyelerinden günlük kazanç
istemekteydiler. Cariye hangi yoldan olursa olsun bu günlük kazancı temin edip
efendisine ödemek zorundaydı. Bunun için cariyelerden birçoğu zinaya başvururdu
İslâm, câriyelerin fuhşa zorlanmasını yasaklamıştır.
…talâkı Yahudilik kabul etmiştir.
İslam'da da boşanma caiz görülmekle beraber, hoş
karşılanmayan bir davranış olarak telakki edilmiştir.
Yahudilik'te, boşanma mutlaka hahamın huzurunda gerçekleşir,
hahamın huzurunda boşanma kararı almayan çiftler, dinen bir başkası ile
evlenemezler.
Yahudilik'te boşanma hakkı yalnız kocanındır; kadının böyle
bir hakkı yoktur.
Yahudiliğe göre, bir kadın evlendikten sonra başını örtmeğe
zorlanır. Eğer kadın evlendikten sonra halk arasında başını açar, sokakta bir
şeyler yer, başka bir adamla konuşur, çocuklarına lanet eder, ya da evde
komşularının duyabileceği kadar yüksek sesle bağırırsa kocası tarafından
boşanabilir.
Lian
İslam'da karı ile kocanın hakim huzurunda, usûlüne uygun
olarak dörder defa şehadette bulunduktan sonra, lanet ve gazab okumalarıdır.
Lian hususi bir sebeb ve hususi bir sıfatla karı koca arasında cereyan eden bir
lanetleşmedir.
Hıristiyanlık'ta boşanmanın câiz olmadığı, boşanan kadınla
evlenmenin zina sayıldığı anlaşılmaktadır.
Ayrılmanın bir şekli de hul', yani kadının bir bedel
karşılığı kocasından boşanmayı sağlamasıdır.
İslâm, hul'un gelişi güzel kullanılmasını, ortada meşru bir
sebeb yokken kadının kocasından boşanmak istemesini yasaklamıştır. Hz. Peygamber,
hul' yoluyla boşanmak isteyenlerin münafık kadınlar olduğunu bildirmiştir
Tevrât ve İncillerde iddetle ilgili bir hükme
rastlanılamamıştır.
İslam, Yahudilik ve Cahiliye devrinde mevcut olan iddet
uygulamasını kabul etmiş, Cahiliye devrinin bir yıl olan iddet süresini iptal
etmiştir. Kocası ölen veya boşanan hamile kadının doğum yapmasıyla, hamile
değilse kocası ölen kadının dört ay on gün, boşanan kadının da üç ay hali
beklemesiyle iddetlerinin sona erdiğini bildirmiştir.
Miras
Yahudilik'te erkek evladın büyüğü babasının terekesinden
diğer kardeşlerine nisbetle, iki kat hisse almaktadır. Bu çocuğun nikâh veya zina
mahsülü olması, nesebinin sahih veya gayr-i sahih olması, bu hususu
değiştiremez. İlk çocuk eğer bekâr ise, diğer kardeşlerinin aldığı hissenin iki
katını almakta, buna ilk oğulluk hakkı denilmektedir. Yine Yahudilik'te, zina mahsülü çocuklara mirastan
pay vermeme eğilimi de göze çarpmaktadır.
Kuranda erkek için bir, kız için yarım hisse verilmiş,
çocuklar arasında ayırım yapılmamıştır.
Hz. Peygamber, zina mahsülü çocuğun mirastan pay alamayacağını,
kendisine mirasçı olunamayacağını bildirmiştir.
İslam’a göre bir kız, hangi kabileye mensup olursa olsun bir
Müslüman erkekle evlenebilir, mirastan payını alıp kocasının ailesine
götürebilir, malında istediği gibi tasarruf edebilir.
İslâm, ölenin çocuğu varsa babaya altıda bir hisse
vermiştir.
…ölenin çocuğu varsa annesine altıda bir hisse vermiş, şayet
ölenin çocuğu yoksa üçte bir, ölenin kardeşleri varsa yine altıda bir hisse
vermiştir.
Yahudilik'te hiçbir hısımı bulunmayan ve hısımının var
olduğunu bildirmeden ölen kimsenin mirası, malına ilk el koyana aittir.
Hz. Peygamber, ölenin hısımı yoksa mirasının, kabilesinden
birisine, o da yoksa memleketi halkından birine, o da yoksa devlet hazinesine
yerilmesini emretmiştir.
Yahudilik'te varisleri kızlardan ibaret olan kimse, malını
başkasına vasiyyet edebilir.
Tevrat vasiyyetten bahsetmemiştir.
İslam'a göre, bir kimsenin vasiyyeti mirasçılarının
muvafakati olmadığı takdirde, ancak malının üçte birinde geçerli olur. Bir
kimse mirasçılarını mirastan mahrum edemez.
Hz. Peygamber, farklı dine mensup olan kimselerin birbirine mirasçı
olamayacaklarını bildirmiştir. Yine Peygamberimiz: "Müslüman kâfire, kâfir
de Müslümana mirasçı olamaz" buyurmuştur.
(İslam) mirasçısı olduğu şahsı öldüren kimsenin mirasçı
olamayacağını kabul etmiştir. Peygamberimiz: "Katil mirasçı
olamaz" buyurmuştur.
YahudiIik'te başkasından satın alınan arazi, satın alanın mirasçılarına
intikal etmez. Elli yılda bir gelen "jübile" senesinde, eski sahibine
geri döner.
(İslam) satılan memlûk arazinin mülkiyet hakkı, ebediyyen
satanın elinden çıkar, satın alanın eline geçer, satın alanın nesillerine miras
olarak intikal eder.
Cahiliye devrinde, ölen kimselerin dul kalan zevceleri mirasçı
olamazlardı. Hatta eşya gibi veraset yoluyla intikal ediyorlardı. Çünkü
kendileri de terekeden sayılıyorlardı.
Hılf dostluk ve tevârüs
andlaşması demektir. İslâm'ın ilk zamanlarına kadar "muhâlefe" ile de
verâset hakkı kazanılmaktaydı. İki kişi, birbirlerinin mallarını, canlarını
muhafaza etme ve birbirlerine vâris olma konusunda bir akit yaparlardı. Bunu
bir ahde bağlayarak aralarında velâ münasebeti tesis ederlerdi. Böylece ölenin mirası,
şartları taşıyan bir hısımı yoksa akit yaptığı şahsa kalırdı.
Hılf, İslam’ın ilk devirlerinde uygulanmıştır.
Üçüncü Bölüm
Savaş - Ganimet - Kölelik- Ukübat ve Muamelatla İlgili Diğer Örf ve Adetler
Umra ve Rukba
Umra / Bir şahsın, bir başkasına, şu evimi veya şu malımı
ömrün boyunca sana bağışladım veya yaşadığın sürece onlar senin olsun, tarzında
bir ifade kullanarak yapmış olduğu hibedir.
İslâmiyet bunu iptal etmiştir.
Hz. Peygamber: "Her kim ki, bir adama ve çocuklarına
ömürlük bir mülk verirse, kendi sözü, onun o mülkteki hakkını kesmiştir.”
Rukba / Araplar, şu evimi sana bağışladım, ben senden evvel
ölürsem ev senin, sen benden ölürsen, tekrar benim olacak, diyerek bir çeşit
alış-veriş muamelesi yaparlardı.
Cahiliye devrinde mevcut olan rukbâ, bir kısım İslâm
âlimlerine göre tasvib edilmiş, diğer bazı âlimlere göre de ilgâ edilmiştir.
Tevrât'a göre, bir toplulukla savaşmadan önce sulh teklifi
yapılması gerekir
Tevrat, sulh teklifini kabul etmeyen ve savaş sonunda
yenilen düşmanın, çocuk da olsa her erkeğinin, evli olan kadınlarının kılıçtan
geçirilmesini, henüz koca yüzü görmemiş kız çocuklarının ve mallarının çapul
edilmesini emretmiştir.
Yine Tevrât, arz-ı mev'ud içinde yerleşmiş bulunan
kavimlerin şehirlerinde, nefes alan kimsenin bırakılmamasını, kılıçtan
geçirilmesini emretmektedir.
Hz. Peygamber, savaşta kadın ve çocukların öldürülmesini
yasakladığı gibi, savaşa iştirak etmeyen ihtiyarları, hizmetçileri, papazları,
keşişleri öldürmeyi de yasaklamıştır.
Hz. Peygamber, Benî Nadir Yahudilerinin hurma ağaçlarını
muhasa'ra esnasında, savaşın bir gereği olarak yaktırmıştır.
Cahiliye devri Arapları genellikle fakir bir hayat sürürler,
birbirlerine baskınlar yapıp, mallarını yağma ederek geçinirlerdi.
İslam, Cahiliye devrinin baskın, yağma, çapulculuk gibi
alış-kanlıklarını reddetmiştir.
İslam'a göre, savaşta elde edilen ganimetin beşte biri,
Allah ve Rasulüne, O'nun yakınlarına, yetimlere, miskinlere, yolda kalanlara
aittir.
Cahiliye devrinde, savaş ve baskınlar sonucu elde edilen
gani-metler taksim edilmeden, Arap reislerinin ganimetlerin içinden kendileri
için seçtikleri şeye, "safi” denirdi.
Hz. Peygamber, savaşlardan elde edilen ganimetlerin içinden,
kendisi için safi olarak bazı şeyleri seçmiştir.
Ganimetin dörtte birine ''mirba'" denilir. Cahiliye
devrinde, savaş ve baskınlarda ele geçirilen ganimetin dörtte biri, orduyu
yöneten komutana ayrılırdı.
İslâm, Cahiliye devrinin "mirba"' uygulamasını
neshetmiştir. Bunun yerine, "Humus"(beşte bir) uygulamasını
getirmiştir.
Kölelik
Yahudilik'te köleler, İbrani ve ecnebi olmak üzere iki
gurupta mütâlaa edilmektedir. Ecnebi asıllı kölelerde, kölelik ebedidir. İbrani
köleler ise, borcunu ödemekten âciz olan kimselerle, sefaletten dolayı
kendilerini satan kimselerdir.
Cahiliye döneminde bir kimse köle satın alınca boynuna bir
ip takarak götürürdü. Köle harp esiri ise, kakülü fidye verilinceye kadar
kesilirdi. Köle satın alarak bir başkasına hediye etmek âdetti. Köleler emti’a
gibi miras yoluyla intikal ederlerdi.
Cahiliye devrinde, Yahudilik’te olduğu gibi borçlular
borçların-dan dolayı köle yapılıyorlardı. Kölelerden bazılarının, kumar
borcundan dolayı köle oldukları ' da görülmektedir.
Cahiliye devrinde Araplar, cariyelerden olan çocuklarını da
esir kabul ederlerdi.
Yemin
…bir Müslüman yeminini bozduğu takdirde, on fakiri bir gün
doyurmak veya giydirmek veya bir köle azad etmek, bunlara gücü yetmediği
takdirde üç gün oruç tutmakla mükelleftir.
İncil'de kaydedildiğine göre, yemin etmek tavsiye
edilmemiştir.
Cahiliye devri Araplarında yemin törenleri vardı.
Cahiliye Arapları yeminleştikleri zaman ellerini kana
batırıyorlardı.
Cahiliye devri Araplarında "Hûla" denilen bir
yemin çeşidi de vardı. Bu yemin, içine tuz atılan kabile ateşinin üzerine yemin
etmek suretiyle gerçekleştirilirdi.
Kur'ân-ı Kerim'de Allah'ın, Güneş, ay, semâ, yıldızlar,
zaman gibi kâinatta bulunan varlıklara yemin ettiği görülmektedir. Kur'ân'da
bazı surelerin başlarında bulunan bu yeminler, okuyucunun dik-katini daha
başlangıçta çekmektedir.
İslam, maktülün cesedinin bulunduğu yere en yakın yerleşim
yeri halkının, kasâmeye muhatab tutulmasını da benimsemiştir.
…kasâmede zan olduğu ve kâtil belli olmadığı için kısâs
uygulanmamış ve diyete hükmedilmiştir.
İslam, bir hususun sabit olabilmesi için gerekli olan şahit
miktarını ilgili meseleye göre tayin etmiş, her mesele için iki şahidi yeterli
görmemiştir. Zina haddinin tatbiki için, en az dört erkek şahit gerekirken,
diğer hadler ve kısas konularında iki erkek şahit aranır, bunlarda kadınların
şahitliği kabul edilmez. Kul haklarına ait konularda iki erkek veya bir erkek
iki kadın şahit bulunması gerekir, bunlarda yalnız kadınların şahitliği yeterli
değildir.
Tevrât'ta kısâsla ilgili hükümler yer almaktadır: "Ve
gözün acımayacak, can yerine can, göz yerine göz, diş yerine diş, el yerine el,
ayak yerine ayak."
İslâm da, öldürme fiilinin kısâsa konu olması için,
öldürmede kasıt bulunmasını şart koşmuştur. Hz. Peygamber, kazaen öldürmelerde
maktülün vârislerine diyet ödenmesini emretmiştir.
İslam, suçun şahsiliği prensibini kabul etmiştir. Kuran-ı
Kerim'de: "Kimse başkasının günahını yüklenmez"
Hz. İsa, kötülük yapmak isteyen kimseye, kötülükle
mukabelede bulunulmamasını ve böylelerinin affedilmesini öğütlemiştir.
Tevrât'a göre zinanın cezası idamdır, Tevrât zina suçunu
işle-yen kimselerin taşlanarak veya yakılarak öldürülmelerini emretmiştir.
Henüz baba evindeyken zina yapan kız recmedilir.
Nakledildiğine göre Hz. Peygamber, evli olduğu halde zina
yapan kadın ve erkekleri recmetmiştir. Şayet zina yapan kimseler bekâr ise, o
zaman bunlar recmedilmemiş, yüzer değnek vurularak, birer yıl sürgün cezası
tatbik edilmiştir.
Tevrât'a göre, cariye ile zinanın cezası idam değildir. Bir
kimse fidyesi verilmemiş, âzad edilmemiş, bir başkasına nişanlı olmayan bir cariye
ile zina yaparsa ikisi de öldürülmeyecek, fakat cezalandırılacaklardır. Cariye
ile zina yapan şahıs, günah takdimesi sunacak, keffâret edilecektir.
Tevrât'a göre, livata yapmanın cezası idamdır. Bu fiili
işleyen her iki erkek de öldürülür.
Tevrât, bir kadın veya erkeğin bir hayvanla cinsi münasebeti
halinde, her ikisinin de öldürülmesini emretmiştir.
Tevrât, recm cezası uygulanırken, önce şâhitlerin elinin
kalkmasını emretmektedir.
Hırsızlık yapan kimsenin, ceza olarak elinin kesilmesinin
Hz. İbrahim’in şeriatından kaldığı zikredilmektedir.
Tevrât'ta da hırsızlık yasaklanmıştır. Ancak hırsızlığın cezasının tazminata
çevrildiği, çalan kimseye çaldığının iki katının ödettirildiği görülmektedir.
Ceza olarak hırsızın elinin kesilmesine dair uygulamayı
İslam da kabul etmiştir.
Yahudilik'te Putperestliğin cezası ölümdür.
İslâm'a göre, gayr-i müslimlerin öldürülmesi ancak Müslümanlarla
savaşmaları, savaş halinde olmaları durumunda câiz olur.
(İslam) sihiri meslek edinen ve sihirbazlığı küfre vardıran
kimselerin öldürülmesini kabul etmiştir.
Tevrat'a göre Allah'a sövmenin cezası idamdır.
İslam, Tevrat'ın bu hükmünü tasvib etmemiştir, kul hakkına
taallük ettiği için, Hz. Peygamber'e küfreden kimsenin kanı helal kılınmıştır.
Tevrât'a göre, dinden dönerek başka ilahlara ve putlara
tapmanın cezası taşlanarak öldürülmekdir.
İslâm, Tevrât'ın irtidadla ilgili hükümlerini kabul ederek,
din-den dönen kimselerin tövbe etmedikleri takdirde öldürülmelerini
emretmiştir. Hz. Peygamber, İslam’dan irtidad eden kimseleri öldürmüştür.
Yol kesenin asılarak cezalandırılması uygulamasının Hz. İbrahim’in
sünnetlerinden olduğu kaydedilmektedir.
Eski İsrail Hukûku, kısâsın diyete çevrilmesini kabul
etmemektedir. Tevrât: "Ölüme müstehak olan kâtilin canı için diyet
almayacaksınız, fakat mutlaka öldürülecektir" demektedir.
Yenilmesi Yasak Olan Şeyler
Tevrât, kan yemeyi yasaklamış, su gibi yere dökülüp toprakla
kapatılmasını emretmiş, kan yiyen kimsenin kavminden atılacağını bildirmiştir. İslam’da
da kan yemek haram kılınmıştır.
Tevrât, kendiliğinden ölen hayvanların leşini, vahşi
hayvanların parçaladığını yemeyi yasaklamıştır. Tevrât, leşin Yahudi
olmayanlara satılmasına izin vermektedir.
Yahudilere iç yağı yemek yasaklanmıştır.
Tevrat: "Hiçbir yağı, öküz yahut koyun, yahut keçi yağı
yemiyeceksiniz... Kendiliğinden ölen yahut parçalanmış hayvanın yağı, başka her
şey için kullanılabilir, fakat onu yemiyeceksiniz. Ateşle yapılan takdime
olarak Rabbe arzedilmekte olan hayvanlardan birinin yağını kim yerse, ondan yiyen
can kavminden atılacaktır," demektedir.
Yahudilik'te, Yahudi takvimine göre birinci ayın ondördüncü
günü akşamından, yirmi birinci günü akşamına kadar mayasız ekmek yenilmesi
emredilmiştir.
Yahudilik'te domuz eti yemek yasaktır.
Yahudilik'te tavşan eti yemek haram kılınmıştır.
İslam’a göre tavşan helâldir.
Yahudilik’te deve eti yemek haram kılınmıştır.
Hz. Peygamber'de, deveye binmiş, deve satın almış, devenin
etinden yemiştir.
İslam’da, bir hayvanın haram kılınmasının ölçüsü, hayvanın
azı ve köpek dişi olmakla beraber yırtıcı olmasıdır.
Yahudilik'te kaya porsuğunu yemek haram kılınmıştır.
Porsuk etinin yenilmesi İslam’da da haramdır.
Tevrât, bazı kuşları mekruh kabul ederek yenilmelerini
yasaklamıştır.
İslam’a göre, pençesi ile avlanan her kuşun eti haramdır.
Tevrât, denizlerde ve diğer sularda yaşayan hayvanların
kanatsız ve pulsuz olanlarını haram kılmış, etlerinin yenilmesini ya-saklayarak
leşlerinin murdar olduğunu bildirmiştir.
Kur'ân-ı Kerim'de deniz avının helâl kılındığı
bildirilmiştir.
Hz. Peygamber, "Denizin suyunun sahile attığı ve geri
çekilmekle sahilde bıraktığı avı yiyiniz. Denizde ölüp de su yüzüne çıkanı
yemeyiniz." buyurmuştur.
Tevrat, dört ayak üzerinde yürüyen kanatlı haşaratın hepsini
mekruh kabul ederek, yenilmelerini yasaklamıştır.
…çekirge gibi hayvanları bu yasağa dahil etmemiştir. Çekirge,
İslâm'da da helaldir.
Yahudilik'te etli ve sütlülerin ayrılması emredilmiştir.
Tevrât: "Oğlağı anasının sütünde pişirmeyeceksin." demektedir. Bu
yüzden, etli ile sütlülerin aynı kapta pişirilmeleri, bulaşıklarının aynı kapta
yıkanması, kaplarının aynı dolapta saklanılması yasaklanmıştır.
İslâm'da böyle bir uygulama yoktur.
Hıristiyanlık'ta, kan, putlara kurban edilenler ve boğulmuş
olan hayvanları yemenin yasak edildiğini görmekteyiz.
Hıristiyanlık'ta, Cuma ve diğer perhiz günlerinde et yemek
yasaktır. Hz. İsa’nın Cuma günü çarmıha gerildiği iddiası, bu yasağa dayanak
teşkil etmektedir.
…mevcut İncillerde, domuz etinin helâl olduğuna dair bir
kayda rastlanmamaktadır. Üstelik ilk Hıristiyanlar da, domuzu haram
saymaktaydılar.
Pavlus'un çeşitli memleketlere yazdığı mektuplarında,
dolaylı olarak domuz etinin yenilmesine cevaz verdiği görülmektedir.
İçki
Tevrât'ın, içkiyi bayağı, murdar bir şey olarak tavsifi
Kur'ân'a uygundur, Kur'ân da, içkiyi, şeytanın işlerinden bir pislik olarak
nitelendirmektedir.
Tevrât, şarabı yasaklayan, ayıplayan ifadelerinin yanında,
şarabı Yahudilere serbest bırakan, şarabı takdime haline getiren ifadelere de
sahiptir
Kumar
Câhiliye devrinde Arapların, ''meysir'' dedikleri bir kumar
çeşidi vardı. Araplar bunu, piyango tarzında yaparlardı. Araplar, meysiri hayır
sayarlar, iftihar ederlerdi. Bu kumar çeşidinde, zar yerine kullanılan,
"ezlâmü aklâm" denilen on âdet ok vardı.
Bu on âdet ok, "rebâbe" denilen bir torbaya
atılır, "Yâsir" denilen bir güvenilir şahsın önüne konulur,' o da
torbayı çalkalayıp elini sokar, iştirak eden her şahıs adına bir ok çekerdi.
Nasipli ok çıkanlar, belirli olan hisseyi alır, boş ok çıkanlar mahrum kalırdı,
fakat devenin parasını öderlerdi.
İslam, meysir oyununu yasaklamıştır.
Yahudilik'te, Ken'an topraklarının fethinden sonra yapılan
taksimden meydana gelen mülkiyet hakkı, katiyyen devredilemez, feragat
edilemez, bu yüzden de gayr-ı menkul satılamaz.
İslâm Hukuku'nda, Yahudilik'teki jübile uygulaması yer
almamaktadır. Bu sebeble, satılan memluk bir gayr-i menkulün mülkiyet hakkı
ebediyyen satanın elinden çıkar, satın alanın eline geçer, satın alanın
nesillerine intikal eder. İslâm Hukuku, gayr-i menkulün katiyyen
satılamayacağına dair Tevrât hükmünü de reddetmiştir. İslâm Hukukuna göre,
memluk bir gayr-i menkule sahip olan bir kimse, istediği zaman onu temelli
olarak bir başkasına satabilir.
Faiz
Yahudiler arasında faiz kesinlikle yasaklanmıştır. Ancak bu
yasak, bir Yahudi’nin, diğer Yahudi’ye faizle para vermesini kapsa-makta, bir Yahudi’nin,
Yahudi olmayan bir kimseye faizle borç para vermesini içine almamaktadır.
Riba, Cahiliye devrinde "Riba nesie" ve "Riba
fadl" diye ikiye ayrılırdı. Nesie'de, aylık faiz tahsil edilir, Fadl'da,
bir mal aynı cinsten daha fazla mal karşılığı satılırdı.
Sonuç
İslâm, Hz. Adem'den beri mevcut olan Tevhîd Dîninin adıdır.
…