26 Nisan 2020 Pazar

Ömer Seyfettin Hikâyelerinde Siyasal İdeoloji ve Toplumsal Temalar II. Meşrutiyet'in Türkçü Eleştirisi


Ekin Erdem - Ömer Seyfettin Hikâyelerinde Siyasal İdeoloji ve Toplumsal Temalar II. Meşrutiyet'in Türkçü Eleştirisi

Birinci Bölüm
1. Liberalizm ve Milliyetçilik Çağında Bir Osmanlı Aydını
Osmanlı İmparatorluğu'nda siyasal liberalizmin ilk izleri 19. Yüzyıl'ın ilk yarısında görülmeye başlandı (3 Kasım 1839 tarihli Tanzimat Fermanı).
(19. asır boyunca gözlenen liberal hareketlerin amacı açıktır ki imparatorluğun parçalanma sürecinin önüne geçmekti.)
Jön Türklerin iki baskın fraksiyonu olan Ahmet Rıza ve Prens Sabahattin gruplarının her ikisi de, Tanzimat ve Birinci Meşrutiyet'ten devralınan Osmanlıcılık idealini benimsemiştiler. Comte'un pozitivizminden esinlenen Ahmet Rıza, düşünürün sosyal statiğe vurgu yapan Ordre (Düzen) ilkesini, Osmanlı halklarının birliğini öne çıkaran Union (İttihat) terimiyle değiştiriyor, sosyal dinamiği ifade eden Progres (Terakki) prensibini ise olduğu gibi bırakarak, başında bulunduğu cemiyete "İttihat ve Terakki" adını kazandırıyordu (s. 14-15).

Günümüzde daha çok Servet-i Fünun edebiyatındaki yeriyle anılan, ancak belki bu özelliğinden daha baskın olmak üzere, 1908 Devrimi'nin ilk birkaç yılının ideolojik söylemini hazırlayan kişi olarak değerlendirilmesi gereken Tevfik Fikret, tıpkı daha önce yazdığı “Sis”, “Tarih-i Kadîm” ve “Sabah Olursa” adlı politik manzumelerinde olduğu gibi, isyanın başlamasından birkaç gün sonra kaleme aldığı "Millet Şarkısı" adlı şiirinde, o döneme kadarki Türk edebiyatında hemen hiç rastlanmayan biçimde doğrudan "devlet" kavramını sorgulamaya açmış ve "Haksızlığın envaını gördük, bu mu kanun? En gamlı sefaletlere düştük, bu mu devlet? Devletse de kanunsa da artık yeter olsun, yeter olsun bu denî zulm ü cehalet" gibi mısralara yer vermiştir (s. 17-18)

10 Ekim 1908'den itibaren Avusturya'da üretilen feslere karşı boykot ilân edilmesi ve bir asker başlığı olan kalpağın takılmaya başlanması, Türkler arasında iktisadi ve kültürel bir milliyetçiliğin doğuşunun ilk belirtileri olarak görülebilir (s. 19).

Ömer Seyfettin'in de "İrtica Haberi" adlı öyküsünde tasvir ettiği üzere, Selanik'te Meşrutiyet'i kurtarma amacıyla toplanan Hareket Ordusu, 24-25 Nisan'daki çarpışmaların ardından İstanbul'a girer ve 27 Nisan'da II. Abdülhamid tahttan indirilir (s. 21).

1864 yılı / sürgünle Anadolu'ya gelenlerden biri de Ömer Seyfettin'in çocuk yaştaki babası Ömer Şevki Efendi idi.
Ömer Seyfettin, 12 Mart 1884'te Gönen’de dünyaya geldi. Kendisinden on yaş büyük bir ablası ve "Kaşağı" hikâyesinde kuşpalazından ölüşünü anlattığı Hasan adında bir kardeşi vardı.

Ömer Seyfettin İstanbul Harp Okulu ile devam eden kariyerinde ilk ilgi gösterdiği edebiyatçı liberal ve hümanist Tevfik Fikret oldu.

Kuşadası Redif Taburu'nda askerlik kariyerine başladığı yıllarda Tevfik Fikret, "Tarih-i Kadîm" şiirini yazmıştı.

1905 tarihli Sahir'e Karşı
Öyküde 21 yaşındaki yazar, büyük ölçüde kendini anlatmaktadır.
…yazarın zihninde askerlik karşısında edebiyatın, avcı karşısında entelektüelin, bedenini çalıştıran karşısında aklını işletenin nasıl konumlandığını açıkça gösterir (s. 26-27).


Ömer Seyfettin, Genç Kalemler Dergisi'nin 18 Aralık 1911'de yayımlanan yeni sayısında yer alan "Primo: Türk Çocuğu" başlıklı hikâyesinde, Meşrutiyet'in ilânından beri hemen hiç anmadığı İttihatçıları "Genç Türkler" adıyla selamlayacak ve "Kenan" karakterinin dilinden, Türk Milleti için kurtuluşun sadece onlardan gelebileceğini ileri sürer (s. 29).

1914 / makaleleri ve hikâyeleriyle Ömer Seyfettin’i iktidardaki İttihat ve Terakki
Cemiyeti’nin en öndeki savunucuları ve propagandistlerinden biri hâline getirmiştir.
(İlerleyen tarihlerde) Meşrutiyet ilkelerinden ne kadar koparsa İttihat ve Terakki’ye o kadar yaklaşmış görünmektedir (s. 33).

İkinci Bölüm
2. "Hürriyete Karşı Milliyet": 1908 Devrimi'nin Siyasal Eleştirisi
Ömer Seyfettin’in öyküleri kronolojik bir sınıflandırmayla ele alınırsa birinci dönemi II. Meşrutiyet’in ilânıyla, ikinci dönemi Balkan Savaşı sırasında düştüğü Yunan esaretinden dönüşüyle, üçüncü dönemi üç yıllık bir aradan sonra hikâyeciliğe yeniden başladığı Yeni Mecmua yazarlığıyla, son dönemi ise Mondros Mütarekesi’nin imzalanışıyla başlatmak mümkündür (s. 34).

…basitçe “devrim aleyhtarlığı” (1908 Devrimi) olarak tanımlanabilecek bu tutumu, yazara şimdiye kadar pek az işlenmiş olan özgün siyasal kimliğini kazandırmış, aynı zamanda toplumsal ve kültürel alanlardaki görüşlerinin biçimlenmesinde de rol oynamış görünmektedir.

Osmanlı parlamentosunun yeniden açıldığı 17 Aralık 1908’den iki gün sonra Aşiyan Mecmuası’nda yayımlanan “İki Mebus” adlı hikâyesi
Bütün İstanbul’un, hatta bütün Türkiye’nin “feylesof” adıyla tanıdığı, dokuz lisan bildiği ve “bir milyona yakın kitap okuduğu” iddia edilen eski vekil -ki her hâlinden Ömer Seyfettin’in hayatı boyunca hiç hoşlanmadığı Rıza Tevfik (Bölükbaşı) olduğu bellidir- genç parlamentere kendi dönemleriyle şimdiki zamanın farkı üzerine uzun bir söylev çekmektedir (s. 35-36).
1908 Devrimi’nin bütün başarısı, tanısı belli bir hastalık karşısında batının sayısız dehası tarafından hazırlanmış bir hapı “şüphelenmeden, tiksinmeden” yutmaktır.

“Gayet Büyük Bir Adam” adlı hikâyede ana tema, bu kez daha baskın olarak, dönemin başıboşluğu ve “millî mefkûre”lerden yoksunluğudur.

Hürriyet Gecesi, adından da anlaşılabileceği gibi İkinci Meşrutiyet’in ilân edildiği günün gecesine ilişkindir.
Hürriyet’in ilân edildiği gün (…) yazar herkes gibi kendini kaybetmiştir.
…kendini tekrar sokağa atar.
…birdenbire “Yaşasın hürriyet!” çığlığını basar ve elinde savurduğu bastonla bir havagazı fenerini parçalar.

Mütareke’den sonra yayımlattığı, (…) “Efruz Bey”le temsil ettiği Meşrutiyet rejimini, artık doğrudan doğruya budalalıkla tanımlamakta ve giderek bir tür “hıyanet” bağlamında değerlendirmektedir (s. 39).

“Küçük Hikâye”, bir mehtap sefasından dönen Niyazi Bey’in, yalısının penceresinden Boğaz’ı izleyerek, dünyadaki bütün insanların kendileri gibi iyi bir eğitim görmesi durumunda savaşların ve ayrılıkların yeryüzünden silineceğini düşlediği bir sahneyle başlar.
Niyazi Bey, Hürriyet’in ilânından sonra imparatorluğun bütün unsurlarını tek bir siyasal ve toplumsal kimlik altında birleştirme amacıyla açılan “Osmanlı Kaynaşma Kulübü”nün kurucuları arasındadır. Kulübün başında bulunan kimseler, Tevfik Fikret’i simgeleyen Şair Sait Bey ve Rıza Tevfik’i (Bölükbaşı) temsil eden Eserullah Nâtık’tır.
Niyazi Bey “Tanzimat dâhileri” tarafından kurgulanan Osmanlılığın henüz bir tohum hâlinde bulunduğunu, kendi emellerinin bu kitleyi “tıpkı Amerikalılar gibi ayrısız gayrısız bir millet yapmak” olduğunu söylemektir (s. 48).

Münif Paşa’dan beri zaman zaman gündeme gelen Lâtin alfabesini benimseme fikri, 1909’da Arnavutların bu alfabeyi kabul etmeleri üzerine Türkler arasında da konuşulmaya başlanmıştır.

…kendisini bir “mefkûreci” (idealist) olarak tanımlayan Ömer Seyfettin’in, siyaset ve kültür alanındaki hemen bütün ölçütlerini idea ya da kavram yerine bu şekilde maddeden ve doğadan çıkarması paradoksal olduğu kadar, yazarın ideolojik yönelimlerinin 19. yüzyıl sonundaki reaksiyoner Fransız sağı ve özelikle Charles Maurras ile olan benzerliğini vurgulaması bakımından dikkat çekicidir (s. 49).

“Ashab-ı Kehfimiz”de “Osmanlı Kaynaşma Kulübü” projesini bu kez Dikran Hayikyan adında bir Ermeni üyenin tuttuğu anı defteri üzerinden ele alır.
Metnin ilk mesajı, İttihat ve Terakki'nin resmi görüşünün aksine, Ömer Seyfettin için 31 Mart'ın rejime ilişkin boyutunun -meşrutiyete karşı mutlakıyeti ya da inkılâba karşı irticayı temsil etmesinin- neredeyse hiç bir önemi olmamasıdır.
…bir çarpıcı unsur ise Tanzimat yönetiminin Türk ve Türkiye tabirlerini resmi evraklardan ya da ders kitaplarından kaldırdıklarına yönelik iddiadır.
Ömer Seyfettin'in iddiasının tam karşıtı olarak, Türk, Türkiye ve Türkistan terimlerinin siyasal ve toplumsal alanlarda kullanıma girmeleri de ilk kez Tanzimat döneminde gerçekleşmiştir (s. 55-56).

(Devrimin ilkelerinden kardeşlik (uhuvvet)'in eleştirildiği ilk öyküsü, “Bomba”dır.
Ömer Seyfettin’in Boris tiplemesinde çizdiği sosyalist imajı, insaniyetçilik (hümanizm) ve savaş aleyhtarlığı (pasifizm) gibi fikirlerle, birkaç yıl sonra Efruz Bey, Niyazi Bey ve Dikran Hayikyan’da hicvedeceği Osmanlıcı aydın tiplemesinin hemen hemen aynısıdır.
Gece yarısı çiftin kapısı, komşuları Melina tarafından çalınır.
Boris çetelerin kendisinin kaçacağını anlayarak baskın yaptıklarını anlar, kalpağını başına alarak evden çıkar.
Bir sonraki sahnede çete mensupları Baba İstoyan’a Boris’le anlaştıklarını, bütün paralarının kendilerine verilmesi şartıyla oğlunun serbest bırakılacağını söyler.
Anlatının bundan sonraki bölümü, Ömer Seyfettin öykülerinde insan doğasının önlenemez ve değiştirilemez bir unsuru olarak kodlanan “itisaf” (zulmetme) arzusuna odaklanır.
Şafak sökerken Magda’ya ve Baba İstoyan’a aldıkları sekiz yüz lira için teşekkür eden komitacılar, anlaşma gereğince Boris’i serbest bırakmak vaadiyle evden ayrılırlar.
Gözden uzaklaşırlarken içlerinden birinin, “Hey Magda, dikkat et, bomban patlayacak!” diye haykırması üzerine can havliyle odaya koşan genç kadının paketi açtığında karşısında bulduğu şey, Boris’in kanlar içindeki kesilmiş kafasıdır (s. 61-62).

Primo Türk Çocuğu, s. 63 vd.

Beyaz Lâle, s. 72 vd.

Üçüncü Bölüm
3. “Medeniyete Karşı Tabiat”: Meşrutiyet Türkiyesinin Toplumsal Eleştirisi
…yazarın nihai ve temel yargısı “milliyeti Allah’ın yaptığı” yönündedir.
Ömer Seyfettin, her ne kadar –kendisini de ikna etmek istercesine- sürekli milletle ırkın farklı kavramlar olduğunu ileri sürüyorsa da benimsediği kuram doğaya dayalı olduğu için en küçük kriz anında milliyetçiliği yeniden ırkçılığa doğru savrulacaktır. Çünkü ırktan (ya da kavimden/ ethnie'den) ayrı olan bir milliyet tanımlamanın tek yolu, kavramı doğa yerine kültürel ya da siyasal bir zeminde temellendirmektir (s. 110).

Sonuç ve Değerlendirme
Ömer Seyfettin, tutarlı ve bütünlüklü bir düşünce sistemine sahiptir.
Modern-öncesi değerlere dayanan bir milliyetçiliğin, Sosyal Darwinizm'in savaşçı ve ayıklanmacı temalarıyla birleştirilmesinden oluşan bu sistem, keskin çizgilerle belirtilmiş iki temel karşıtlık üzerine oturmuştur. Bu karşıtlıklardan biri birey ve toplum, diğeri ise kültür ve doğa arasındadır.

Böyle bir şablonda bireyin önünde sadece iki seçenek sunulur. …uzvî arzularını ve kaprislerini izlemek ya da kendini transandantal bir varlık olarak tanımlanan millete ve onun siyasal görünümü olan devlete adamak, hatta kişiliğini bu unsurların içinde eritmek (s. 111).

Ömer Seyfettin hikâyeleri, İkinci Meşrutiyet Dönemi'ni neredeyse bütün yönleriyle yansıtan ve yine bütün yönleriyle eleştiren yoğun sosyo-politik içerikli anlatılardır (s. 114).
Doktora Tezi, Uludağ Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Bursa - 2015

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder