28 Eylül 2016 Çarşamba

Arno Gruen - Empatinin Yitimi

Arno Gruen - Empatinin Yitimi
Kayıtsızlık Politikası Üzerine

Önsöz: İnsan Olmanın Anlamını Sorgulamak

İnsanın duygudaşlığını sorgulamak, onun insanlığını, onun kimliğini sorgulamaktır.

Auschwitz

İçinde yaşadığımız ortamı gururla "uygarlık" diye adlandırıyoruz, ancak uygarlığın içinde hâkim olan yasalar ve güçler, bizden, ruhsal ve bedensel refahımızı hedef alan bağımsız bir varlık geliştirmiş durumdalar.

İnsan olmanın ne demek olduğu sorusunu çoğu kişi insanların üstlendiği toplumsal rollere işaret ederek yanıtlar.
Ancak toplumsal çöküntü dönemlerinde, ekonomik ve politik kaosun hâkim olduğu zamanlarda bu özdeşleşmelere yaslanmak mümkün olmaz, çünkü roller giderek anlamlarını yitirir

Biz bedensel ve ruhsal gelişimimiz için diğer insanlara ihtiyaç duyan toplumsal varlıklarız. Ancak insanın kendi yetersizlik duygusundan kaynaklanan ve onu bir iktidarla öz­deşleşmeye götüren durum, empatinin yitimine yol açmaktadır.

Kurbanlar ve Suçlular Meselesi
Acı zayıflık olarak algılanıyor, acısını yaşayamayan, bunu bastıran eleman bu acıyı başka canlılarda aramaya başlıyor.
Bu durumdaki insan kendi yadsınmış ve bastırılmış acısını yakalamak için başkalarını aşağılayacak, başkalarına işkence edecek ve hasar verecektir.
Aynı zamanda kendi ruhsal hasarını gizlemek için de bu edimini inkâr edecektir.
İnkâr, kurban durumunda olanı suçlu haline getirir ve kurbanlarla suçluları ayırt etmeyi hepimiz için belli ölçüde güçleştirir.

Korkusu, kırılganlığı ve utancı, cezalandırma yoluyla silinen çocuk, kendisini ezenlerin elinde bir araca dönüşüyor.

Çocuk başkalarına acı vererek (…) kendi acısından kurtulmaya çalışır…

Gerçek empati suçlunun kendini haklı çıkarmasını desteklemek değildir; gerçek empati daha çok, gerçek anlamda insan oluşun yolunun insanın kendi geçmiş acısıyla yüzleşmesinden geçtiğini kavramasıdır.

Şiddeti görmezden gelmekle onu destekliyoruz. Gerçek acı karşısında kayıtsızlık ve korku, acıyı giderek daha az algılamamıza yol açıyor. Algılayacak olsak bir şey yapmamız gerekir. Ama sorumluluk üstlenmek korku vericidir.

Çocukluk Döneminin ve Çocuk Oluşun Tarihine Dair
Eğer bir çocuk içindeki acıya ulaşmanın yolunu bulamıyorsa ve bunun için ona yardım edilemiyorsa canlılığı dumura uğrar, o zaman iç yaşamını dışa, maddesel olana kaydırır.
İ.S. 374 yılında çocukların öldürülmesi ilk kez kanunen ceza kapsamına alındı. Ama ortaçağa kadar bebekler nehirlere, lağımlara, gübre yığınlarına atılmaya devam etti.
19. yüzyılın sonlarına gelindiğinde bile Londra sokaklarında bebek cesetlerine rastlamak olağan bir durumdu.

Antik dönemde çocuklara uygulanan ve açıkça sergilenen gaddarlığın yerini günümüzde sahtekârca bir iyilik aldı.

Kimliğimiz
Duygudaşlığımızın yitimini nasıl telafi ediyoruz?
Eğer bir zamanlar yaşadığımız kurban durumunda oluşun yaralarını bastırmak zorunda kalırsak başkalarının acısını hissetme yetimizi de kurban etmiş oluyoruz.
…bir çocuk kendisine verilen acıya ve yaralara ancak bunları tersine çevirerek, yani inkâr ederek ve dünya düzgünmüş gibi davranarak katlanabilir.
Çocukluğun tarihi bu yüzden sadece çocuklarımızın kişiliklerinin yok sayılmasının, inkârının tarihi değil, aynı zamanda kendi acımıza ve bizi değersiz hale getiren kendi içimizdeki kurbana duyduğumuz nefretin kuşaktan kuşağa devredilmesinin de tarihidir.
…insan oluşumuzun tarihi aslında empatinin bastırılmasının tarihidir. Ancak empatinin bastırılmasıyla şiddet ve yıkımı meşrulaştıran bir bilinç gelişmektedir.

Çoğu insan farazi duygularla gerçek duygular arasındaki uyuşmazlığın farkında değildir. İnsan barıştan yana olduğuna inanıp barış için savaşmak üzere savaşa katılabilir. Burada eylemle niyet örtüşmez.
Ama çoğu insan bunu görmez. Kimliklerini daha güçlü biriyle özdeşleşmeye dayandırırlar, çünkü bu onları yaralı kendilikleriyle yüzleşmekten korur, onlara dış düşmanlar sağlar. Böylece nefret ve saldırganlığın hedefi dışa yönelir ve iç "düşman"dan duyulan korku böylece değiş tokuş edilir.

Niçin düşmanlara ihtiyaç duyuyoruz?
Düşmanlara, kendilik nefretimizin hedef taşı olarak ihtiyaç duyarız. Anne-babalarımızın bizde aşağıladıkları veya reddettikleri şeyler için cezalandırmak üzere düşmanlar ararız.
İnsan başkalarını cezalandırabildiği, aşağılayabildiği, hatta yok edebildiği sürece kendi kendisiyle yüzleşmek zorunda kalmaz.

Bilincin oluşumu
…ancak kendisi için olağanlaşmış olanı sorgulayan ve ne kendisine ne de diğer insanlara yabancılaşmış biri kendisini anlayabilir.
Buradaki sorun bilinç anlayışıdır. Bunu kendimiz yaptığımızda bile sorunlarla karşılaşıyorken, bir başkası yaptığında onu hemen düşman ilan ederiz.
Bir insanın öğrenmek için mümkün olduğunca az hata yapması gerektiğini düşünürüz.
…çocuklar doğumlarından itibaren bir yasaklar bombardımanıyla karşılaşıyorlar.
Çocuklar ortaya koydukları ve bir zamanlar anne-babalarından da beklenmiş olan performanstan dolayı sevildiklerinde sorun çıkıyor.
Çocuk anne-babası tarafından kendisi olduğu için sevilmek ister, ancak anne-babası onu sadece yaptığı şeyler için sever ve ödüllendirirler, o olduğu için değil.

Çocuğun kendini bulmasının önkoşulu öncelikle anne ve babayla dolaysız bir bağlantıdır.

Bilinç, kendiliğin nasıl geliştiğine bağlıdır: Yalnızlığımızın varoluşsal endişesi
Erikson’un kavramına göre anne çocuğun kendisine dair, kim olduğuna dair bir duygu geliştirdiği ortamdır.
Çocuk kendi hayatının anlam ve önemini, annesinin ona verdiği anlam ve önemden çıkartır.

Yetersiz bir kendiliğin ifadesi olarak cinsler mücadelesi
Huzursuzluğumuzun asıl nedenini, yetersizlik, çaresizlik, acı, umutsuzluk ve korku duygularımızı saldırganlığımızın nedeni olarak kabul etmek yerine, bunu kadın ile erkek arasındaki farazi rekabete yansıtırız.
Erkekler, bu cinsler mücadelesini, yaşam, acı ve endişe karşısındaki korkularını örtmek için kullanırlar.

Erkeğin indirgenmiş bilinci üzerine bir yorum olarak Shakespeare’in Hamlet’i

Dil, Bilinç ve Sağ ve Sol Beyin Yarımküreleri
Çocuğun kendiliğinin ve dilinin gelişimi birlikte gerçekleşir.

Bir yetişkinin sol beyin yarımküresi hasar gördüğünde afazi geçirdiğini yüzyıldan uzun bir süredir biliyoruz. Afazi konuşma yetisinin yitimidir… (s. 61)

Dilimizde ilk çocukluk dönemimizin yaşantılarına denk düşecek sözcükler yok (onları bu yüzden unutuyoruz).

…dil sadece bir iletişim aracı değil, aynı zamanda bir algılama organıdır.

Yabancılaşmış Beden
Tasarımlar bize sahip olmamız gereken duygular yoluyla aktarılıyor. Bu duygu rollerini üstleniyoruz ve bunları kendi duygularımız olarak görüyoruz. Kendimiz olduğumuzu sanıyoruz. Ama aslında farkında olmasak da sadece itaatkârız. (s. 75)

Otorite tarafından tanınma, onay ve övgü, kendi algılayışlarımızın yerine geçiyor.

Korku ve Kimlik Yitimi
Kendi ruhsal acımızla olan bağımızı yitirdiğimiz için duygudaşlığımızı da yitirdik.

Çocuk olarak, bağımlı konumumuzun çaresizliği içinde yetişkinlerin beklentilerine karşılık vermeye çalışırız. Bu bizi onlara bağımlı kılar.

Bir zamanlar anne-babalarımızın irade ve isteklerine uymak zorunda kaldığımız ölçüde kendi gözlerimizle görme olanağımızı yitiriyoruz.

…çocukların suçluluk duygularını itiraf etmelerine ve bu duygularıyla yüzleşmelerine izin verilmezse kayıtsızlaşırlar.

Kurban karşısında acıma duymak yerine kendimizi onun tarafından kandırılmış hissederiz.
Ama suçluya hayranlık duyarız…

İnsan kendi acısını, başa çıkması olanaksız olduğu için yaşamından tamamen çıkartırsa, o zaman başkalarının yaşamını elinde tutma duygusu, bu iç boşluğu dolduracak bir ikame olur. Böylece şiddet yaşamın amacı haline gelir…

Kayıtsızlık Fenomeni
Kurban ve suçluyu ayırt etmekte zorluk çekmeyiz. (ama yine de görmezden geliriz/görmeyiz…)

…şiddetten etkileniyoruz, ama bizde yarattığı duygu kendimizden nefret oluyor ve bu da kendi içimizdeki şiddet eğilimini hakkaniyet maskesi ardında serbest bırakmamıza yol açıyor. Oysa kurbanlar karşısında duygudaşlık göstermiyoruz. Aksine kurbanlar bizde tedirginlik yaratıyor, hatta kendi içimizdeki kurbandan nefret etmeye zorlandığımız için kurbanlardan nefret ediyoruz.

“Şimdi onları öldürmezsek büyüyüp gerilla olacaklar. İşlerini şimdiden bitirmeliyiz.” Salazaar, Aralık 1981’de El Salvador’da bu sözlerle emrindekileri katliama teşvik etti. El Salvador'da yerli Kızılderililerin kökü kazınırken ABD, hükümete milyonlarca dolarlık destek verdi.

Narsisizm ve Kimlik
Narsisizm
Bizimki gibi bir toplumda, "doğru" ve "yakışık alır" davranmak üzere yetiştiriliriz.
Sadece biçimle yetinmek isteyen insanlar poz verirler, oyuncudurlar ve bu yüzden de sürekli izleyici karşısındadırlar. Davranışlarının ardındaki dürtü gerçek bir duygudan değil, yeterli olamama, geçerli normlara uygun davranamama korkusundan kaynaklanır. Hatta sonunda kendilerine biçilmiş rolleri “doğru” oynamaktan, kusursuz sergilemekten haz almaya başlarlar. Narsisizmin özü buradadır: “Doğru” tavrı, istenen görüntüyü sunmaktan dolayı kendini sevmek. (s. 102)

Eğer yaşamın anlamı sadece başarıyla tanımlanıyorsa, o zaman aslında bir kimlik sahibi olmayan, ama bu boşluğu toplumsal beklentilere göre doldurarak rol yapmayı beceren insanlar gerçekten başarılı olanlardır.

Kimlik
Şiddeti harekete geçiren, insanın kendi kurban durumunda oluşu karşısında duyduğu nefrettir.

Saldırganla Özdeşleşme: Uygarlığımızın Temeli
Çocukların kendi yollarını bulmalarını kolaylaştıran sınırlar vardır.
Ama çocuksu algılayışlar ve tepkiler göz ardı edildiği için çocukların gelişimini engelleyen sınırlar da vardır.
Eğer anne-baba çocuğun ihtiyaçlarına uygun davranmazsa, duygu dünyasını göz ardı ederse, çocuk onlardan bir yankı bulamazsa, bunlar çocukta apatiye yol açar.
…bir çocuğun duygusal ihtiyaçlarına karşılık vermemek bir tür şiddettir.

Sınırları koymak ve ihlal etmek
Yararlı ve anlamlı sınırlar koyabilmek, çocukla heyecanlarında ve algılayışlarında uyumlu olabilmeyi gerektirir.
Eğer kâşif gibi yaşayamıyorsa her çocuğun gelişimi zarar görecektir.
…öğrenmeyi engelleyen uyaran fazlalığıdır.

Öğrenmek
…gerçeklik olarak kabul gören şey öğrenmeye değerdir, öyle ki gerçeklik ve öğrenmek tek bir amaç olarak iç içe geçerler.
Ama tam da öğrenmenin olmaması gereken şeydir bu; öğrenme, yumuşak uyarımlara ilgi gösterme eğilimiyle ilişkili olmalı.
…ödüllendirme, başarı baskısı yapmanın rafine bir şekilde maskelenmesinden başka bir şey değildir.

Sınır ihlalleri: Vaka aktarımları
Çocuklar kendi algılayışlarının yardımıyla kendi kendiliklerini oluşturmada engellendiklerinde sınırlar ihlal edilmiş olur.

Korku korunmuşluk duygusuna dönüşürse
Eğer bir çocuk aslında kendisini koruması gereken bir yetişkin tarafından ruhsal ve/veya bedensel olarak ezilir, sığınacak başka kimse de bulamazsa sınırsız bir korkuya kapılır. Çocuk bu muazzam ve felç edici korkudan kurtulmak için ya ölmek ister ya bir psikoz geliştirir ya da olağandışı bir hayatta kalma stratejisi izler. Çocuk bu korkudan ve buna bağlı olan acıdan uzaklaşabilmek için kendisini ezeni, tacizcisini idealleştirmeye ve özdeşleşme nesnesi haline getirmeye başlar.

Saldırganlık kendiliğe yönelirse
Korkudan bir başka olası "çıkış yolu" da ölüme doğru yöneliyor.

Onaylanmamaya karşı hayatta kalma stratejileri
…bir insanın varlığının onaylanmaması var olmamakla aynı anlama gelir…

Kurban durumunda olmak / utanç… Bu korelasyon kurbanı saldırgan tarafa geçiriyor.
Bu utanç kurban olma durumuyla birlikte bilincine varılmadan kuşaktan kuşağa aktarılır. Böylece güç, varlığımızın temel ilkesi olarak sürekli biçimde yerleşikleşir. (s. 130)

Ahlak ve İnsanlık
Suçun katlanılmazlığı
Vicdan ve suç, toplum içinde birlikte yaşamamızın ahlaki temelleri olarak kabul edilir.
“İnsan sadece birinden hoşlanmadığı için onu öldüremeyeceğini öğrenmek zorundadır. Ahlak böyle başlar.” Freud
…cezalandırma burada ahlakı korumak için motor görevi görür.

Bizim deneyimimizde suç, kötü olmakla, aşağı olmakla, bir başka deyişle kendilik değerindeki eksiklikle ilişkilidir. Bu nedenle suç inkâr edilir. Bizde insanlar azap verici suçluluk duygularından kurtulmak için saldırgan, şiddet dolu davranır.
Suçluluk duygusu belirdiği anda bastırılıyor ve dışa yansıtma yapılıyor. (s. 136)

Suç ve utanç
Gerçek suç, bir başkasının suçunu üstlenmek değil, aksine kendi suçunu hissetmektir ve insanın kendisinden duyduğu utançla kendini gösterir. Kendimize ve diğer insanlara karşı sorumluluğumuzu sadece bu olgunlaştırabilir.

Kaynağım duygudaşlıktan ve bir başkasının durumunu hissedebilmekten alan utanç, insan olarak ne olduğumuzu, kendimizle yan yana ve karşı karşıya nasıl durduğumuzu gösterir.

Vicdan ve üst ben
Yasaklar gerçek bir ahlak bilinci değil zahiri bir vicdan oluşturur.
İnsanlar arası gerçek ilişkilerin yerini poz alırsa, gerçek yakınlık da yok olur. Aynı şekilde vicdan da poza dönüşürse gerçek suçluluk ve sorumluluk duygusunu hissetme imkânı da ortadan kalkar.

Çocuklar suçu nasıl üstlenir: Vaka örnekleri
Kendi geçmişinin karşısına çıkmak ve gerçekleri ortaya çıkartmak büyük bir korku yaratır.

Kendimizi suçlu hissediyoruz ve bu bizi her zaman kurban rolünü üstlenmeye hazır kılıyor.

…kurban durumunda olunca kendimizi canlı hissediyoruz. Bu, yaşamaya devam etmemizi sağlayan bir tür kendini sevme, bir tür narsisizm. Kurban durumunda oluş iki yöne götürebilir: Ya protesto ve başkaldırıya veya empatinin yadsınmasına ve faşizme. Her halükârda (…) saldırganlığımızı dışa yöneltmekte ve başkalarını kurban durumuna getirmekte kendimizi haklı görürüz.

Kurban durumunda olmak ve suçluluk duyguları
“Birisine itaat etmeyi öğretmek için ona, örneğin ortada durup koyun gibi melemek gibi aşağılayıcı şeyler yaptırırız”
Nikaragua eski diktatörü Somoza'nın kötü namlı Ulusal Muhafızlar'ını eğiten bir uzman
İtaatin kapsadığı her aşağılamanın altında yatan potansiyel burada kendisini gösteriyor: Kendi içindeki kurbanı, cezalandırmak üzere kendi kendilik sınırlarının dışında aramak. Kişi kendisini o zaman güçlü ve değerli hissediyor.
Şiddete dayalı her gruplaşmanın içindeki gelişim bu yöndedir.

Sevgiyi İnkâr Temel Suçtur
Cezalandırma
Birisi cezalandırıldığında kendimizi rahatlamış hissediyor, bunun nedenlerini öğrenmek bile istemiyoruz.

…toplumumuzdaki insanlar da kendilerini değersiz hissettikleri için sürekli suçluluk duyuyor…

Bizim çağımız ve kültürümüzde de kurbanlar değiştirilebilir. Önemli olan insanın kendi yetersizliğinin suçunu yükleyebileceği ve ardından cezalandırabileceği bir kurban bulmasıdır. (s. 165)

Utanç
…bilincine varılmış suçun yol açtığı acı verici duygu…

Utanç ve kendine ihanet: Vaka aktarımları
Düşük kendilik değeri, bir başkasının da kendisine değer vermesini kabul etmesine izin vermiyor…

Mutlak anne-baba sevgisi miti
İnsanlar zaman zaman bize yaşam diye sunulan yalanın farkına varabiliyorlar.

Ölümün maskelenmesi olarak kurbanlık hali

İlişki ve Bağlılık Aynı Şeyler Değildir
Bir ilişki ancak, anne-baba, çocuklarının içindeki canlı varlığa, çocuk onların anne-baba olarak değerini onayladığı için değil de, sadece çocuğun kendisi için değer verdiklerinde oluşur.

İnsan hiçbir şeyi değiştiremeyince de mutlak bir güçsüzlük duygusu oluşur.

Sağ ve sol isyankârlar
Sol isyankâr sevgiden korkar, çünkü aksi halde adalet talep ederken aslında annesinin sevgisini aradığım itiraf etmek zorunda kalacaktır. Buna karşılık sağ isyankâr sevgiden nefret eder, çünkü aksi halde annesi tarafından hiçbir zaman kendisi olduğu için sevilmediğini, sadece babasına karşı bir araç olarak kullanılmak üzere sevildiğini itiraf etmek zorunda kalacaktır.

İdealler, İdealleştirmeler ve Bunların Politik Sonuçları
İdeallerin ezenin idealleştirilmesiyle oluştuğu bir dünyada idealler ne anlama gelir? İyinin peşinde olduğumuza inanırız, ama kendimizi inkâr etmemizi sağladığı için aslında bağımız kötüyledir. Ezene dair olumlu imgeyi koruyabilmek için içimizdeki bu kurbanı inkâr etmek zorunda kaldığımız sürece boşu boşuna kötülük biçimindeki iyinin peşinde koşmaya devam edeceğiz. Geçmişimizde yaşadığımız acı ve terörle yüzleşmedikçe idealler gerçekleştirilemez.

Ancak kendiliğine sahip bir insan sorumluluk üstlenebilir.

İdealleştirme, bize acı verenlerin elinden kurtarılmak umuduyla bağlantılıdır. İdealler ise kendimizi düzeltmek ihtiyacıyla bağlantılıdır

Başkasının acısını ve endişesini hissedebilmek kötülüğü olanaksız kılar. Ama eğer acı bilinçten kopartılmışsa, o zaman bu acı, ifadesini insanın ve doğanın tahrip edilmesinde bulan bir acıdan intikam alışın temeli haline gelir.

Karl Marx
Ne pahasına olursa olsun üretimin büyümesi üzerinde yoğunlaşanlar, insanı bütünlüğü içinde ve başlıca meselesi yaşamın anlamı olan bir varlık olarak görmekten vazgeçmiş demektirler. Bunun yerine insanı üretimin vazgeçilmez bir parçası statüsüne indirgemişlerdir.
Marx, üretimin büyümesine öncelik tanıdığı anda yüreğiyle ilişkisini kaybetmiştir.

Çocuklarımız ve Tersine Dönüş:
Hakikat Kötülüğe Dönüşüyor, Yalan İse İyiliğe
Çocuklarımızı sevdiğimizi söylüyoruz. Ama yarattığımız dünya çocuk düşmanı bir dünya. Çocuklar artık tehlikelere maruz kalmadan sokaklarda oynayamıyorlar. Bir çocuğun hayal gücünü özgür bırakabilmek için keşfedeceği yerler nerede?

Bilim ve İlkellik
İlkellik
Çok şey biliyoruz, ama hiçbir şeyi kavramıyoruz.

Duyguları anlamak dendiğinde genellikle onları kontrol altında tutmak anlaşılır. Sevgi, nefret gibi duyguları kontrol etmeye çalışırız, ancak hayatın devinimi denetim düşüncesiyle anlaşılamaz.

İlkeli arayış, en eski insan olanağını tanımlama arayışıdır.

Bir insanın karakterini küçümseyebilirsiniz, ama kendisini asla. Yani hakkında hiçbir zaman nihai bir yargıda bulunulamaz…

Çelişkiler
İlkel insanlar, somut gerçekliğe yönelik olmaları temelinde çelişkileri asla bastırmazlar. Ritüellerinin yapılan iç çatışmaların dinamik sürecini sembolize eder. Bizde ise ritüeller zıt duyguların tanınmasına değil, bastırılmasına hizmet eder.

…ilkel insanlarda soyut düşünce yaşanandan ayrı biçimde gelişmez.

Psikiyatri dünyamızı araştırmaya değil, onaylamaya hizmet ediyor. Bu alandaki tüm ilerlemelere rağmen bunu söylüyorum. Çocukluğun ilk yıllarındaki acı inkâr edildiği sürece, bu acının kaynağı ve dolayısıyla toplumdaki asıl yıkıcı unsurlar örtülü kalacaktır. (s. 255-256)

…acının inkârı şiddeti harekete geçiriyor.

Bizim Korkumuz İlkel İnsanların Korkusundan Farklıdır
Acıyı inkâr etme noktasına getirildiğimiz için, yarılmış bir şekilde yaşıyoruz.
Korkudan kaçmak için gösterdiğimiz sürekli çaba içinde durmadan başarı ve onay peşinde koşmak zorunda kalıyoruz (Bu da beraberinde başarısızlık korkusunu getiriyor).

…kendimizi kimlik yetersizliğimizle desteklenen bastırılmış korkudan korumak için düşman imgeleri yaratma gereksinimi duyarız.
(İdeoloji başlığı altına dizilen bütün aşırı fraksiyonların zemini budur)
Bu tür girişimlerin temelinde her zaman, insanın iç boşluğu karşısında duyduğu korkuyu sembolik bir güçle özdeşleşerek örtme çabası vardır.
Görünüşten ibaret böyle bir kimliği ve sözümona kendilik değerini ayakta tutmak için de, sözde düşmanların aşağılanmasının ve katledilmesinin sona ermemesi gerekiyor.
Kurbanların aşağılanması (…) vicdanın son artıklarını da bastırmak için bir bahanedir.

Terör duygusunu yaratan, insanın kendi kendisiyle karşılaşması ve içindeki boşluk ve anlamsızlıkla yüzleşmesi tehlikesidir. Bu en eski korku, insanın kendisi olarak tanınmaması korkusudur.
…toplumumuzun (endüstriyel ilişkilerin, kapitalizmin) işlerliğini sağlayan da bu korkudur.

Korkuya yaklaşıma ilişkin (ilkel toplumlar ile çağdaş toplumlar arasındaki) belirleyici fark, ilkel halklar yeryüzündeki yaşamı ön plana çıkartırken, uygar insanların öbür dünyadaki yaşamı temel mit haline getirmeleridir.

Zaman kavramımızı makineler belirliyor. Ayarımızı makineler yapıyor, kendimizi onlara göre değerlendiriyoruz. Doğal ritimlerimizi yitiriyor ve böylece giderek kendimizden uzaklaşıyoruz. Bugün artık toprağı neredeyse sevmiyoruz, neredeyse gözlerimizle görmüyor ve kulaklarımızla işitmiyor ve yüreğimizin sesini ancak bizi protesto edip teklediğinde dinliyoruz.

İnsan özel mülkiyet için çaba göstermeye başladığında şiddet, dolandırıcılık, hırsızlık ve gasp ortaya çıktı.

Korku bizi, oynadığımız roller üzerinden onay aramaya götürür ki bu da bizi kendimize biraz daha yabancılaştırır ve kendimizi daha da değersiz görmemize neden olur. Sonuçta bizim peşinden koştuğumuz şey, bize acı vermiş olanların onayını ve takdirini almaktır.

Tarihsel Bilincimiz
Tarihsel bilgi, yaşayan insanlar arasındaki alışveriş örneğindeki gibi, zamanlar arasında bir iletişim biçiminde olmalıdır.

Tarihçi, toplumun kendi kendisini tanımasına gerçek anlamda katkıda bulunabilmek için toplumun tümüne yönelmelidir.

(ilkel insanlar) Kültürleri, ilgi, sevgi ve saygı ihtiyacının tatmini ve korunmasına yönelik olduğu için ilerlemeyi bir ideal olarak önlerine koymuyorlar.

…şiddet, insanların mahrum edildikleri sevgiye duydukları özlemin dile gelişidir.

İnsanlar, yaşadıkları sevginin sahteliğine karşı mücadele etmek yerine, kendilerine gerçek sevgiyi hatırlatan (…) ne varsa ona karşı mücadele ediyor.

Uygarlığımızın gündemindeki çıkmazı, ancak sevgi dolu olana şans tanıyan bir çocuk eğitimiyle ortadan kaldırabilir veya zararsız hale getirebiliriz. Politika, yıkıcı ve ölümcül olana borçlu kaldığı sürece sevgi olasılığı göz önüne alınmayacaktır.

Terrence DesPres ve Hayatta Kalanlar:
Var Olmamak ve Onur Hayatta Kalmayı Sağlıyor. İnsan Olmak ve Şizofreni Üzerine Bir Değerlendirme
Çağımızda iktidarın sonucu, yaşamın kendisine karşı bir düşmanlıktan başka bir şey değil…

Yaşam bizim içimizde, dışarıda değil…

Hayatta kalan ve şizofren
İkiyüzlülük şizofrene yabancıdır. Bu yüzden de bu toplumsal anlamda çözünmüş duygu dünyasını reddeder.
Hayatta kalan ve şizofren bize sahte olmayan, gerçek duygu neyse, ona giden yolu göstermektedirler. Ama insan, insani gelişimi saldırganla özdeşleşmenin belirlediği noktada gerçek anlamda bir onura sahip olma yetisini yitirmektedir. (s. 286)

Yahiler (Kaliforniya'nın Oroville bölgesinde yaşayan yerli kabile) beyazların kendileri için onurlu bir yaşamı imkânsız hale getirdiklerini gördüklerinde bu dünyadan geri çekilmeye ve yok olmaya karar verdiler. Bu kararı küskünlük duymadan aldılar. Acımasız beyaz dış dünyanın aksine Ishi ve kabilesi, rüşvet kabul etmez, insani, merhametli ve acılar çekerek açlıktan ölmeyi göze alacak kadar inançlı kaldılar.

Pitjantjara'da (Aborjin kabilesi) 'var olmak'a karşılık gelen bir sözcük yok. (...) Tüm evren sonsuz bir 'karşılıklı ilişki' içinde bulunuyor.
Her şey bir başka şeyle ve bütünle ilişki içinde bulunuyor. İnsanın dünyayla bu türden bir ilişkisi varsa, bizim karakteristik özelliğimiz olan kendine ve çevreye yabancılaşma gerçekleşemez. Acıdan kaçmayan insanlar bütünlüklerini koruyorlar.

Soyutlama üzerine kurulan bir bilinç insanın duygularına ulaşmasını zorlaştırıyor. Eğer algılayışımız saldırganla özdeşleşme yoluyla belirlenmişse, bu algılayışları değiştirmek ve otantik duygularımıza yönelmek çok zordur.

Var Olmama Mücadelesi: Hastalar Kendilerini Koruyor
Gerçek bir ilişki yaşamadan hiçbir zaman gerçek bir insan olamayız.

Hastanın Büyülü Zenginliği
Bir insan, acıdan ve dertten bağlarını kopartmışsa bizim gözümüzde "normal"dir.
Psikiyatri bu bakış açısını destekledikçe uygarlığımızın insanlık-dışı yanının aleti oluyor ve acısını inkâr etmeyenleri cezalandırıyor.

Başkalarını kurban durumuna sokarak, ayakta kalabilmek için kendimize düşmanlar yaratarak kahramanlığa giden bir yol açarız. Bu yola bir kez girdik mi, her türlü eleştirel uyarı, ihanet ve ağır hakaret kabul edilir.

Bu kurban durumunda olma durumu, insanın içinde sadece sahip olmak ve hükmetmekle görünürde ayakta kalabildiği bir uygarlıktaki ilişkilerimizin temelidir.

Yaşamın Anlamı ve İçimizdeki Şiddetin Temeli Olarak Kurban Durumunda Olma
Eğer çocuklar kurban durumuna getirilirse kurban durumunda olma tutumunu koruyorlar ve kendilerini hayatta hissedebilmek için sürekli tekrarlıyorlar.
Böyle bir tutum, ardında yatan hayatta kalma mekanizması dikkate alınmadan mazoşizm olarak kategorize edilir.

Şiddetin temeli olarak kurban durumunda olma
Bu insanlar (şiddete başvuranlar) aldıkları yaraların kederini duyamazlar, çünkü zayıflık olarak nitelenip yok sayıldığı için kendi acılarıyla ilişkileri kopmuştur. Böylece acıya eşlik eden saldırganlığı dışarıya aktarmak zorunda kalırlar.

İnsan kendisinin kurban durumunda olduğunu görmek zorunda kalmamak için kendisine kurbanlar arar.

Sevgi Olmayan Sevgi ve Kimlik Olmayan Kimlik: Toplum İçin Sonuçlan
Daha iyiyi arıyoruz ama hep bizi baskı altına alan, zor kullanan, baskı ve başkaldırının bireysel tarihini tekrarlayan liderleri seçiyoruz. Böylece acı çekme tarihimiz sürekli ileriye aktarılıyor.

İnsani kimliklerinin sarsılmasına izin vermeyen insanlar her yerde var. Önemli olan bu insanlığı, kuşkusu olanların içinde güçlendirmek.

Tarih Nedir? Ne Yapılmalı?
Aslında gerçeği ilksel olarak fark ettiğimiz için kendimizi suçlu hissederiz, aynı zamanda da başkalarını, kendi kurban durumunda oluşumuz için cezalandırmak üzere kurban durumuna sokarak bu suçu sürekli inkâr ederiz.

"Orijinal olarak doğuyor, ama kopya olarak ölüyoruz."
Edward Young

---
Der Verlust des Mitgefühls
Türkçeleştiren: İlknur İgan
Çitlembik Yayınları

Üçüncü Baskı, Temmuz 2012

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder