26 Nisan 2019 Cuma

Arzu Öztürkmen - Türkiyede Folklor ve Milliyetçilik


Arzu Öztürkmen – Türkiye’de Folklor ve Milliyetçilik
İletişim Yayınları, 2. Baskı 2006, İstanbul

Bu kitap, 1993 yılında Pennsylvania Üniversitesi, Folklor Bolömü’nde doktora tezi olarak hazırladığım “Folklore and Nationalism in Turkey” adlı çalışmamın genişletilmiş bir şeklidir.

Giriş
“Folklor Oynanmaz!” Zira, “folklor,” halk oyunları sözcüğüyle eşanlamlı değildir,
“daha ciddi” bir iştir (s. 15).

Folklora, özgün bir araştırma alanı olarak ilk dikkati çeken Alman düşünürü Johann Gottfried Herder'in millet ve kültür arasında kurduğu ilişki… / s. 16

Son Dönem Osmanlı Aydınlarının Folklor Harkındaki Düşünceleri
“Folklor,” bağımsız bir araştırma sahası olarak Osmanlı aydınlarının gündemine “dil,” “millet," “vatan” ve “medeniyet" kavramlarıyla eşzamanlı olarak girdi (s. 19).

Namık Kemal, içinde doğaüstü unsurlar barındıran halk edebiyatına hep bir kuşku ve mesafeyle baktı. Bu tavrıyla, Şinasi ya da Ziya Paşa gibi halk edebiyatını değerli bir malzeme olarak gören diğer Tanzimat yazarlarından farklıydı (s. 23).

1869 yılında Müze-i Hümayun olarak adlandırılacak ilk Osmanlı müzesi, 1846’da İstanbul’da açıldı ve değerli birçok halk sanatı örneği orada sergilendi…

Trakya ve Anadolu’dan derlediği halk edebiyatı malzemesini 1899’da yayınlayan Ignacz Kunos ve gölge tiyatrosu Karagöz üstüne yazan George Jacob erken dönem folklor araştırmalarına katkıda bulunmuş önemli araştırmacılardır (s. 24).

Osmanlı döneminin bizzat adını koyarak folklorla ilgili yazılar üretmesi 1913’den sonra başladı.
Bunlar arasında en önemlileri belki de Ziya Gökalp’in 1913’de Halka Doğru'da yayınladığı “Halk Medeniyeti I, Başlangıç” adlı makalesi, Rıza Tevfik’in 1914’de Peyam gazetesinin edebi ekinde çıkan “Folklor-Folklore” adlı yazısı, Köprülüzade Mehmet Fuad’ın yine 1914’de İkdam'da yayınlanan “Yeni Bir İlim: Halkiyat; Folk-lore” adlı makalesi, Selim Sırrı (Tarcan)’nın 1922 yılına ait Terbiye ve Oyun’da çıkan “Mürebbiler Arasında: Folklor” adlı yazısı ve Halk Bilgisi Derneği’nde Akçuraoğlu Yusuf Bey tarafından verilen bir konuşmanın 1929’da Yeni Muhit dergisinde yayımlanan “Folklor Nedir? (Folklorun Türklerde tarihçesi)” adlı dökümünü sayabiliriz (s. 25).

Gökalp’e göre, halk medeniyeti ve resmi medeniyet Türklerde başka milletlerde olduğundan çok daha keskin bir çizgiyle ayrılmıştı.
(Gökalp’e göre) Türklüğe dair ne varsa halkın muhafaza ettiği kültürel formlarda yaşamıştır (s. 26).

Rıza Tevfik’e göre, ancak toplumun benimsediği sözlü ürünler yaşayabilirler (s. 28).

Gökalp gibi Köprülü de halk kitlesinin öneminin yeni yeni anlaşıldığına dikkat çekerek halk edebiyatının “halkın doğrudan doğruya ruhundan çıktığı için onun en sadık en beliğ ifadesi” olduğunu savunur (s. 31).

Selim Sırrı, “folklor” terimine halk edebiyatı demekten ziyade “ilm-ül halk” demeyi yeğler (s. 33).

Akçura, folklor disiplininin, ismini tam da filoloji disiplininin içinde gelişmiş olan folk epos veya folk lied gibi bazı terimlerden ilham aldığını söyler ve “folklor”un mevzusuyla, filolojinin mevzularının zaman zaman örtüştüklerine de dikkat çeker (s. 35-36).

Yazarların hemen her biri bu konunun siyasi boyutuna da dikkat çekiyor. Özellikle “folklor” ve “ulus" arasındaki ilişkinin farklı açılardan da olsa altı hep çiziliyor (s. 38).

Folklorun Kurumsallaşması: Osmanlı Türkçülüğünden Cumhuriyetin Kültür Kurumlarına Geçiş
Bu aydınlar, folklor araştırmacısı ya da derlemecisi olmaktan ziyade kültürün uluslaşmadaki önemli rolüyle ilgilidirler (s. 41).

…hem Osmanlı Türkçü kurumlan hem de Cumhuriyetin kültür kurumlan kültürün siyasi iktidarla ilişkisini saptamış ve bunu yaşama geçirmeye kararlı bir Jön Türk geleneğinin parçasıydılar.
Bir diğer önemli nokta da kültür kurumlarının genelde hep bu kurumlara katılan kişilerin katkılarıyla anılmalarıdır (s. 43).

Türk Derneği, Genç Kalemler, Türk Yurdu Cemiyeti
1908 Devrimini takip eden dönemde (…) Osmanlı-Türk aydınları (…) bir dizi Türkçü demek kurdular. Bu kurumlar arasında Türk Ocakları en etkili olanıydı.

1908’te Yusuf Akçura ve arkadaşları tarafından kurulan Türk Derneği, faaliyetlerini kültürel Türkçülükle sınırlamıştı (s. 44).

Ömer Seyfettin ve Ali Canip’i de içine alan bir başka grup aydın da Genç Kalemler adlı bir dergi etrafında toplandılar.

1911’de Yusuf Akçura ve arkadaşları tarafından kurulan Türk Yurdu Cemiyeti’nin kurucu üyelerinin büyük çoğunluğu Rusya’dan gelen göçmenlerdi (s. 45).

Türk Yurdu isimli dergisi aracılığıyla, Osmanlı toprakları dışındaki bütün Türklerin birleşmesi fikrine sahip çıkıyor… / (s. 45-46)

Türk Derneği, Genç Kalemler ve Türk Yurdu Cemiyeti, Orta Asya ve Kafkasya'daki Türk kökenli gruplar hakkında bilgi toplama ve bunları yayma üzerine yoğunlaştılar.

Türk Ocakları
Resmen 1912 Mart’ında kurulan Türk Ocakları, aslında faaliyetlerine 1911 Bahar’ında başladı. 190 Askeri Tıbbiye Mektebi öğrencisi, Mayıs 1911 tarihli bir mektup ile (…) sosyal bir reformun gerekliliğini vurgulayarak zamanın bazı aydınlarına sundular ve Türk Ocakları’na doğru ilk girişimi başlatmış oldular.

Balkan Savaşı’nın çıkışı ve Türk Yurdu gibi daha önceden kurulmuş olan diğer kurumların varlığı nedeniyle başlangıçta pek de etkin bir kurum izlenimi bırakmadılar. Türk Ocaklarının daha etkili ve nüfuzlu bir çizgiye oturması Hamdullah Suphi’nin (Tanrıöver) katılımını takip eden günlere rastlar (s. 47).

(1918’de) Halide Edip, Mehmet Emin, Ziya Gökalp, Ahmet Ferit, Yusuf Akçura, Ahmed Ağaoğlu, ve Hüseyinzade Ali gibi dönemin önde gelen aydınlarını (aralarına aldılar)

…kuruluş gerekçelerini (…) “kültürel” faaliyetlerle sınırlandırılmıyor, söylemleri, daha çok, sosyal ve ekonomik reformların her şeyden önce ele alınması gerektiğini vurguluyordu. Bu yaklaşımın ilk göstergesi, 1918’de bazı Türk Ocakları üyelerinin Köycüler Cemiyeti adlı başka bir kurumlaşmaya gitmeleri oldu.
“Köycülük” hareketi, Türk Ocakları içindeki “Halka Doğru” gitmek, Anadolu’ya çağdaş uygarlığı götürmek anlayışının bir uzantısı olarak ortaya çıkmıştır.” / s. 48

Türk Ocakları, Cumhuriyet döneminin ilk kongresini 1924 Nisan’ında topladılar (s. 49).

Türk Ocakları’nın folklora yönelik olarak tanımlanabilecek faaliyetlerinin çerçevesini 1926 yılında merkez ve taşra şubeleri arasındaki koordinasyonu sağlamak amacıyla yayınlanan Türk Ocakları Mesai Programı'nda bulmak mümkündür (s. 50-51).

Buna göre, Ocaklar, gelenekleri derlemek, hikâyeleri, atasözlerini, halk şarkılarını toplamak, farklı lehçeleri incelemek, yerel dansların tasvirini yapmak ve değişik mezhepler ile göçebe topluluklara dair araştırmalar yapmak hususunda teşvik ediliyorlardı (s. 51).

Türk Ocakları, köy yanlısı söylemlerine rağmen, köyden ziyade şehir veya kasaba kurumlan olmaya devam ettiler.
1930 yılı programında açığa çıkan belirsizlikler ve genellemeler, yeni kurulan rejimin gerektirdiği dinamizm karşısında zayıf kalıyordu.
Sonuç olarak Türk Ocakları, 10 Nisan 1931’de toplanan olağanüstü bir kongreyle, ironik olarak tam da Ankara’daki görkemli merkez binalarının açılışının hemen ertesinde, mallan Cumhuriyet Halk Fırkası’na aktarılmak suretiyle feshedildiler (s. 52).

Türk Halk Bilgisi Derneği
…devlet kurumlarından bağımsız bir statüde, ve doğrudan folklor araştırmaları yapma amacıyla kurulmuş olması bakımından önemli bir yere sahiptir (s. 53-54).

Dernek 1927 Kasım’ında İshak Refet Işıtman, Ziyaeddin Fahri Fındıkoğlu ve İhsan Mahvi gibi folklor araştırmacısı ve sosyologlar tarafından kurulmuştur (s. 55).

Ankara’da açılmış olmasına rağmen, faaliyetlerin büyük çoğunluğu, 1929 yılından itibaren daha aktif olarak çalışan İstanbul şubesine kayar.

Derneğin üstlendiği ilk neşriyat folklor derlemeciliğinde yol göstermesi amacıyla 1927-1928 yılı içinde hazırlanan Halk Bilgisi Toplayıcılarına Rehber adında bir çalışmaydı.

1929 yılından itibaren Halk Bilgisi Haberleri adıyla bir süreli yayına girişti…
…dergi, 1931 yılına kadar 19 sayı yayınlayarak çıktı. Türk Halk Bilgisi Derneğinin yeni oluşan Halkevlerine katılma kararı alması ve özellikle Fuad Köprülü’nün Eminönü Halkevi’ndeki Edebiyat Şubesi’nin başına geçmesi üzerine Halk Bilgisi Haberleri 1932 yılından itibaren Eminönü Halkevi’nin resmi yayın organı haline geldi. Dergi bu şekliyle 1941 yılına kadar çıktı, yayınına 1946 yılma kadar ara verildi ve son üç sayı daha çıkararak 1947 yılında yayın hayatına son verdi (s. 61).

Halkevlerinin açılmasıyla birlikte bağımsız bir dernek olarak kalma lüzumunu görmeyen Türk Halk Bilgisi Derneği, 1932 yılından itibaren Halkevlerinin bir parçası olarak faaliyetlerine devam etti.

Türk Dil Kurumu
3 Kasım 1928’de, Cumhuriyet hükümetinin “Türk Harfleri Hakkında Kanun” ile yeni alfabeyi kabul etmesi ve bunun uygulanması için yurt çapında bir kampanya başlatmasıyla birlikte, dil reformunu destekleyecek temel bir kurum olarak planlanan “Türk Dili Tetkik Cemiyeti” Temmuz 1932’de kurulmuştur (s. 64).

Köy Enstitüleri
…son dönem Osmanlı entelektüellerinin başlattığı Köycülük hareketine kadar uzanan kökleri ve köy duyarlılığını “meşrulaştırma” işlevleriyle, “halk bilgisine” dolaylı yoldan da olsa katkısı olmuş olan eğitim kurumlandır (s. 65).

Köy Enstitüleri yasası 1940 yılında çıktı. "Sebeb-i mevcudiyetlerine” dair anlaşmazlıklar ve tartışmalar 1946’dan itibaren başladı, 1947’de bir yasayla işleyişleri değiştirilirken, 1954 yılında da resmen kapatıldılar (s. 66).

Halkevleri ve Folklorun Millileşmesi
…yerel halkın Halkevleri faaliyetlerine katılımı oraya tayinle gelmiş bürokrat ve memurlara oranla oldukça düşüktü.

Halkevleri iki önemli misyonla faaliyete geçtiler. Bunlardan ilki Türk Ocakları ve Köycüler Cemiyeti gibi kökleri Jön Türk Devrimine kadar uzanan bir sosyal reform misyonuydu. Diğeri ise yeni devletin Batılılaşma projesini pratiğe geçirecek sanatsal ve kültürel faaliyetleri başlatmak ve yürütmekti (s. 70-71).

Halkevlerinin resmi kuruluş tarihi 19 Şubat 1932 olarak belirtilir.
(Türk Ocakları’na bir tür alternatif olarak kurulduğu belirtilir)
Buna göre, Cumhuriyet reformlarının hayata geçirilmesi ve kültürün millileştirilmesi sürecinde Türk Ocakları’nın yetersiz kalması, daha iyi denetlenebilir yeni bir kurumsal yapının bu rolleri üstlenmesini zorunlu kılmıştı (s. 71).

Halkevleri ağının ilk şubeleri, Ankara, İstanbul, İzmir, Bursa, Samsun, Adana, Konya, Aydın, Afyon, Eskişehir, Diyarbakır, Denizli, Çanakkale ve Van’da açılır (s. 73-74).

Halkevlerinin faaliyetleri iki ana bölümde toplanıyordu: yetişkin eğitimiyle sosyal reformu öngören şubeler ve sanatsal ve kültürel canlanmaya katkı yapması düşünülen şubeler (s. 78).

Halkevlerinde bilgi derlemeye ve yaymaya yönelik diğer bir şube de Müze ve sergi şubesiydi. Türk Ocaklarından beri hep gündemde olan yerel etnografi müzelerinin altyapısını oluşturmaya yönelik bu faaliyetler de folklorun materyal kültür alanına ilişkin derlemeler yapmayı planlamaktaydılar (s. 81).

Gelişme Dönemlerinde Halkevleri: Çoğalan ve Farklılaşan Şubeler İçin Yeni Bir Yapılanma
Halkevlerinin 14 olan şube sayısı 1940’da Halkodalarının açıldığı döneme kadar hızla arttı.
1933 yılında 41, 1934’de 25, 1935’de 23, 1936’da 33, 1937’de 31, 1938’de 43 ve 1939’da 163 yeni Halkevi şubesinin açılması sonucu 1939 yılında toplam sayı 373’e ulaştı.
Bu sayı, 1940’dan itibaren azalarak 1950’de 478 Halkevine ve 4322 Halkodasına kadar arttı (s. 84).

Halkevlerinin Kapatılması
Halkevlerinin CHP ile organik bağı, çok partili hayata geçilmesi ile birlikte temel bir kaynak ve iletişim ağı paylaşımı sorunu oluşturuyordu. Demokrat Parti bir yandan Halkevlerinin millileşme sürecine yaptığı katkıyı takdir ederken, öte yandan, bu kurumlaşmanın CHP’nin siyasi kurumlaşmasından ayrıştırılmasının da çok güç olacağını savunuyordu.
1950’de iktidara gelen DP Halkevleri ve Halkodalarını kapatma kararını Meclis’ten geçirdi (s. 91).

Millileşme Sürecinin Araçları Olarak Halkevleri
“Millet” olabilmenin ancak milliyetçiliği yayarak mümkün olabileceği, kısaca, milletin yapılanması için belli bir insan emeğinin konulması gerekliliği, Halkevi yöneticilerinin söylemlerinde adeta doğal bir yer atıyordu (s. 92).

Sıkça tekrarlanan bir diğer tema ise Anadolu’ya “medeniyet” taşınması ve buna bağlı olarak da “halk terbiyesi” ve “köylü, eğilimi” idi (s. 94).

Halkevi dergileri yerel araştırmaları belgelemeleri ve bir anlamda merkeze iletmeleri bakımından önemli bir konuma sahiptiler (s. 99).

Halkevi dergilerinin ele aldıkları konular da oldukça geniş bir yelpazeye yayılıyordu. En genel hatlarıyla, bunlar, “milli” ve “yerel” temalar olarak gruplandırılabilirdi. “Milli” temaların başında yeni rejimin altı temel ilkesi önemli bir yere sahipti (s. 101).

Halkevi dergileri “milli bayramların” yanı sıra bir dizi diğer kutlamayı da lanse ediyordu.
Cumhuriyet reformları da Halkevleri dergilerinde ayrıcalıklı yeri olan konulardan biriydi (s. 104).

Halkevlerinde Folklor Faaliyetleri ve Halkevi Dergilerinde Folklora Dair Yazı ve Haberler
Halkevi dergileri milli sınırlar içindeki yerel folklorun yanı sıra, Orta Asya kültürüne dair yazılara da yer vermekteydi (s. 118).

Folklorun tanımı üzerinde doğrudan duran bir makale ise Enver Behnan Şapolyo’nun Ün dergisinde çıkan “Etnografya” isimli makalesidir.
1939 yılında Ülkü’de yayınlanan Pertev Naili Boratav’ın bir makalesi ise Halkevlerinde folklor araştırmalarının nasıl yapılması gerektiği konusunu işler (s. 121).

Aksu ve Fikirler'de de doğrudan folklor teorisi ve metodunu ele alan makalelere rastlanır. Osman Turgut Pamirli’nin 1940 yılında bir seri halinde Aksu’da yayınladığı “Folklor" adlı uzun yazı dizisi bunlar arasındadır (s. 122).

…sözlü folklor türleri Halkevi dergilerinde en çok yer verilen folklor yazılarından oldular (s. 127).

Halkevi dergileri, derlemelerin yanı sıra, Türkiye’de müziğin tarihçesi ve teorik yaklaşımlar konularında da makalelere yer verirdi (s. 134).

Folkloru Milliyetçilikten Ayrıştırma Çabası: Pertev Naili Boratav Vakası
…“millilik,” “milliyetçilik” ve “milli kültür” gibi kavramlar, 1940’lı yıllarda yeni anlamlar yüklenerek belli ideolojik kutuplaşmaları tanımladılar.

Boratav’ın, Ankara Üniversitesi doçentlerinden Niyazi Berkes ve Behice Boran ile birlikte yargılandığı bu dava, esasen, o dönemin Türkçülük-Turancılık davalarına paralel olarak gelişmiştir (s. 139).

Pertev Naili Boratav 1938 yılında Ankara Üniversitesi Dil-Tarih ve Coğrafya Fakültesinin (DTCF) Türk Dili ve Edebiyatı Bölümüne doçent olarak atanmış ve bu bölümde dört yıllık eğitim içinde 2 yıllık bir süreyi kapsayan halk edebiyatı derslerini bir program halinde düzenlemişti. Bu programın bağımsız bir kürsüye dönüştürülmesi yolundaki başvurusu, 1947-48 ders yılı başında, yani bu davanın başlamasından çok kısa bir süre önce, olumlu bir cevap almıştı (s. 140).

Uğur Mumcu’nun “40’ların Cadı Kazanı” olarak adlandırdığı bu dönemde hem CHP’nin yeni kurulan DP ile girdiği rekabet, hem de savaş ideolojilerinin Türkiye’deki dışavurumları belirleyici olurlar (s. 140).

Gelişen olaylar sonucu, hatta mahkeme henüz bir karara bağlanmamışken, Boratav’ın kürsüsüne ayrılan fon Meclis kararıyla kesilir, kadrolar dondurulur ve bu davadan beraat etmiş olmasına rağmen yeniden herhangi bir devlet hizmetinde görevlendirilmesi yapılmaz (s. 141).

Osmanlı Türkçülüğünün yayılmacı cephesine karşı Misak-ı Milli sınırlarına bağlı kalmanın dışında, Türklük fikri (…) İkinci Dünya Savaşı döneminde bu dinamik oldukça önemli bir değişim gösterdi.
Almanya'da yükselen ırkçı milliyetçiliğin bir yansıması olarak gelişen Türkçü milliyetçilik çeşitli vesilelerle gündeme geldi (s. 143).

1930’lu yıllar boyunca maceracı olarak görülen ve pek de önemsenmeyen Türkçü hareket, bu konjonktür içinde yeniden canlandı (s. 144).

1939 ile 1944 arasındaki yıllarda, Türkçü hareket Cumhuriyet tarihi içindeki altın çağını yaşadı. Bu durum Türkçü yayınların hem sayılarının artması, hem de o yıllara kadar gelişen söylemlerinin militan, bir ton alması şeklinde kendini dışa vurdu.

1940’lı yıllarda yeniden canlanan Türkçü hareketin iki önemli boyutu vardı. Bunlardan ilki, 40’lann Türkçülüğünün uzun vadeli bir politik program ya da bir araştırma projesi olmaktan ziyade, daha çok “duygusal” bir hareket olmasıydı.
Diğer bir boyut ise, Türkçü hareketin hükümet karşıtı ve savaş yanlısı bir tavır takınmasıydı (s. 145).

Savaşın genel konumu itibariyle, Sovyetler Birliği ve Almanya arasındaki kutuplaşmada, Almanya’nın ırkçı tutumu karşısında yer alan her görüşün ‘‘Sovyet yanlısı,” dolayısıyla “komünist” olarak tanımlanmaya başladığı gözlenebilirdi.

Almanya’nın 1942 Stalingrad hezimeti sonrasında savaşın içine girdiği yeni konum Türkçülüğe sempatik bakan CHP hükümetinin de yeni bir tutuma yönelmesini getirdi (s. 146).

1944 yılında Orhun dergisinin Mart ve Nisan sayılarında çıkan iki açık mektupta Nihal Atsız, hükümeti Türkçülükten ödün vermek ve komünizm tehlikesine kayıtsız kalmakla suçluyordu. İkinci mektupta, “kayırılan” komünistlerin bizzat adları veriliyor ve bunların arasında, o yıllarda Ankara Devlet Konservatuarı’nda görevli Sabahattin Ali ile Ankara Üniversitesi profesörlerinden Pertev Naili Boratav da gösteriliyordu. Atsız aynı zamanda dönemin Milli Eğitim Bakanı Haşan Ali Yücel’in de komünistleri himaye ettiğini ve bunların görevlerini kötüye kullanmalarına göz yumduğunu ileri sürüyordu (s. 147).

Nihal Atsız’ı mahkemeye veren Sabahattin Ali oldu.
Nihal Atsız ve arkadaşlarının davası 18 Mayıs 1944 yılından 31 Mart 1947 tarihine kadar sürdü.
17 ay süren mahkeme sonucu mahkum edildiler.
…ikinci yargılama sonunda 1947 Mart’ında beraat ettiler.
1944 yılında Atsız’ın ortaya attığı “komünistlik” suçlamaları 1947 yılma gelindiğinde adeta "geçerlilik” kazanmıştı (s. 149).

Serteller, Görüşler dergisine, Yurt ve Dünya ve Adımlar dergileri çevresinde oluşmuş olan entelektüellerden de katkı istemişlerdi. Bu dergilerin editörlüğünü yapan Pertev Naili Boratav’ın yanı sıra, Behice Boran, Mediha ve Niyazi Berkes gibi akademisyenler de Görüşlere, yazı sözü vermişlerdi (s. 150).

15 Aralık 1945’de üniversitedeki görevlerinden Bakanlık emrine alınan Pertev Naili Boratav, Behice Boran ve Niyazi Berkes, Nisan 1946’da Danıştay kararıyla görevlerine iade edildiler (s. 151).

Yazılı basında “Sol Temayüllü” ya da “Solcu” Profesörler Davası olarak geçen 3 yıllık mahkeme sürecini başlatan ilk olay Bayrak dergisinde 67 öğrencinin imzasıyla çıkan bir açık mektuptu.

…yazılı basında başlayan bu atışmalar 5 Mart 1947 günü DTCF’de meydana gelen bir olayla ateşlendi. O gün Fakültenin halka açık konferans serisinin ilki Pertev Naili Boratav tarafından gerçekleştirilecekti (s. 152).

(Komünizm karşıtı sloganlarla belli isimleri hedef gösteren protestolar devam etti)

Göstericiler hakkında herhangi bir ceza uygulanmadı.

Behice Boran, Niyazi Berkes ve Pertev Naili Boratav
Ankara Üniversitesi Senatosu bu üç hoca hakkında Üniversite öğretim mesleğinden çıkarma cezasının uygulanmasına oybirliğiyle karar verdi.

Ankara Cumhuriyet Savcılığı da basında çıkan yazılar üzerine 1948 Haziran’ında bir soruşturma başlatır. (Yöneltilen suçlamalar arasında Türkçülük aleyhinde bulunmak da vardır)
Boran, Berkes ve Boratav Danıştay’a başvururlar ve başvuruları 30 Ocak 1948 tarihinde kabul edilir (s. 156).

Pertev Naili Boratav, 1950 yılında mahkemeye üç ana bölümden oluşan bir savunma metni sunar: Müdafaa, Tahliller ve Fiillerin Mahiyeti

Fiillerin Mahiyeti, Türkiye’de folklorun algılanışı açısından gelinen dönüm noktası üzerine bir değerlendirme niteliği taşır (s. 159).

Boratav’a yöneltilen suçlamalardan birkaçı da doğrudan onun folklor üzerine yazdıklarıyla ilgilidir. Bunlardan Yurt ve Dünya’da yayınlanan iki makalesi suçlamalara özellikle konu olur. “Milli Sanatın Kaynağı Olarak Folklor” ve “Halk Kahramanları, Sanat Eseri ve Halk Terbiyesi” isimli bu iki makalede Boratav, Türk folklorunda rastlanan bazı karakterlerden, milli bir edebiyat vücuda getirilmek için nasıl yararlanılabileceğine değinir (s. 188).

Boratav’ın Fransa’ya gidişiyle, Türkiye’de yavaş yavaş gelişen akademik folklor pek de geriye şartlamayacak bir biçimde “gençlik enerjisini” yitirir (s. 190).

1950’ler Türkiye’sinde Folklor Çalışmaları
Halkevleri döneminin amatörlüğü akademik bir yapıda kurumsallaşamamış, bu yöndeki en önemli çabayı sarfeden Pertev Naili Boratav’ın da önü kesilmişti (s. 193).

1950’ye kadar, Halkevlerinin çatısı altında derlenen ve sunulan halkoyunları, Halkevleri döneminin kapanmasıyla, resmi himayeden çıkarak özel kurumların desteğiyle hızla geliştiler.
…diğer folklor türleri, ancak devlet desteğindeki araştırma kurumları tarafından ele alınır oldular (s. 194).

1932 yılında kapanarak Halkevlerine katılan Halk Bilgisi Derneği 1946 yılında İstanbul’da yeniden açıldı.
Dernek, Halk Bilgisi Haberleri'nin yayınına yeniden başlasa da, bu çaba 125. sayıdan öteye gidemedi.
…önemli gelişmelerden biri 1955 yılında “lstişari Türk Folklor Kongresi” adı altında bir konferans düzenlenmesi oldu.

…kararlardan en önemlisi milli bir Folklor Enstitüsünün kurulması için Milli Eğitim Bakanlığı ve Üniversite Senatolarına başvurulmasıydı (s. 195).

İhsan Hınçer
Hmçer, Türk Folklor Araştırmaları Dergisi adıyla yeni ve uzun ömürlü bir yayının kurucusu ve yürütücüsü oldu.

1955 yılında oluşan bir diğer kurum da Ankara’da açılan Türk Halk Sanatlarını ve Ananelerini Tetkik Cemiyeti’ydi (s. 196).

1960’ların en önemli gelişmelerinden biri olan Devlet Planlama Teşkilatı’nın kuruluşunun folklor çalışmaları üzerinde de önemli bir etkisi oldu (s. 205).

Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü 1961 Ekim’inde Ankara’da kuruldu.

Milli Folklor Enstitüsünün Kurulması
“Milli Folklor Enstitüsü” 1966 Nisan’ında Milli Eğitim Bakanlığına bağlı bir birim olarak kuruldu (s. 211).

TRT'nin Folklora Yönelik Çalışmaları

Halk Oyunlarının Millileşmesi
1940’lardan 1954 yılma kadar, Halkevleriyle birlikte halk oyunları icrasını içselleştiren bir başka kurumsal ağ da Köy Enstitüleri olmuştur. Enstitülerde bir tür sabah ritüeli olarak uygulamaya konulan halk oyunları, bütün öğrenciler tarafından tekrarlanır ve derslere bu ritüelden sonra başlanırdı (s. 238-239).

Türkiye’de Folklor Araştırmaları İçin Yeni Bir Gündeme Doğru

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder