1 Nisan 2019 Pazartesi

Mahmut Makal - Köy Enstitüleri ve Ötesi


Mahmut Makal - Köy Enstitüleri ve Ötesi
Çağdaş Yayınları, 1979

Köy Enstitülerinin kuruluş yıllarında Tunceli köylerine gider Tonguç.
Öğrenciler okumayı yazmayı öğrenmiş. Ama köylüler Türkçe bilmemekte.
Çocuklarımıza karşı rezil olduk komşular, bizi böyle cahil bırakanlar mezarlarında rahat etmesinler,
Bizi arayan soran mı vardı? Şu dağların arasında çobanlık, eşkiyalık yaparak geçinmeye uğraşırdık (s. 7).

Köylüler çağa açılmak istiyordu ama Ankara gürültü istemiyordu (s. 8).

Türk Pestalozzisi derler Tonguç’a. Çağdaş Türk Promete’si demek daha doğru. On yılı seferberlik halinde olmak üzere, yaşamı boyunca acı çeken Anadolu köylüsüne ışık götürmek için savaşmıştır (s. 10).

(kıyılan resim öğretmeni Remzi Ölçer) 1972 - 73 öğretim yılında Adıyaman ilinin Besni ilçesindeki Erkek Öğretmen Okulunda göreve başladım. …burada da ilericiliğe, devrimciliğe, Atatürkçülüğe karşı bir gurup oluşturulmuş. Öğrencileri bölücülüğe yönelten bir düşüncenin, bazı gerici yönetici, toprak ağası tarafından desteklenip körüklendiğini gördüm (s. 18).

…öğrencileri okumaya ve çevreyi tanımaya sevkedişim, devrimcilere cephe alan güçleri tedirgin etti.
Çünkü kendileri, köylerden gelen yoksul halk çocuklarının dinsel duygularını sömürerek onları «milliyetçi» yapmayı iş edinmişlerdi.
Adıyaman il ve ilçe TÖB-DER Şubeleri beni bölge temsilcisi seçtiler. Çevreyle ilişkim arttı. (bu durum) gerici güçlerin tedirginliğini arttırdı.
Beni de yukarıya şikâyet ettiler. Müfettişler geldi ve böylece kıyım başlamış oldu...

Tahir Alangu, Trakya’da bulunan Kepirtepe Köy Enstitüsü’nde öğretmendir. Bir kız öğrencisine yan bakar. Durumu öğrenen okul müdürü:
«Hemen bavulunu hazırla ve yaya düş yollara, yoksa vururum;» der. Zaten tabanca elindedir. Böylece çıkarır yola.
Gel zaman git zaman Kemal Tahir «Bozkırdaki Çekirdek»i yazar. Tahir Alangu anlatmış o da yazmıştır köy enstitülerini görmeden.
Tahir Alangu’ya. Kemal Tahir’e neden enstitüleri tersinden gösteren şeyler anlattığını sordum.
(TA) Ben Kemal Tahir’e Köy Enstitülerindeki günlük yaşantıyı anlattım. O’nun da Osmanlıcılığı tuttu ve işin tersini yazdı (s. 26).
Oysa bu kitap için ilk eleştiriyi, daha doğrusu övgüyü Tahir Alangu, kendisi yazmıştır ve anlattıklarına uygunluğunu, doğruluğunu kabul etmiştir.
Dillerinin değil, bellerinin bile kemiği yok...

Aslında, taa o zaman enstitüleri eleştirenler, kendi çocuklarını fakültelerde, Avrupalarda okutuyorlardı.

Köy Enstitüleri tüm çalışmalarıyla, programlarıyla, iş eğitimi uygulamasıyla ve dergileriyle ve de tüm şiiriyle... tarihe mal oldu (s. 38).

Köy enstitülerinde en çok oynanan oyunlar, öğrencilerin tek başına ya da birlikte yazdıkları oyunlardır.
«Yurdun öz sahibi ve gerçek efendisi» denilen köylünün gerçekten kurtarılması ve karşısında «hakiki vaziyetin» alınması için, Atatürk, eğitim işlerini yürütmek ve çözümlemekle yükümlü olanlara kesin buyruklarda bulunuyordu (s. 49).

Köy Enstitülerinde uygulanan eğitim yöntem ve ilkeleri:
1 - Çevreye Uygunluk
2 - Doğaya uygunluk
3 - Kendi kendini yönetim
4 - İş içinde ve kendi kendine çalışma / s. 52-53

İlk mezunlarını 1942-43 öğretim yılında vermeye başlayan Köy Enstitüleri, sekiz yıl içinde 17.321 öğretmen yolladı köylere. Bu dönem içinde 7953 köyde yeniden öğretmenli okul açıldı. Köy okullarında öğrenci sayısı 380.238 den 1.148.701’e yükseldi.

Dört köy enstitüsünde açılan sağlık bölümünden 521 sağlık memuru çıktı. Bakım alanlarına 7.300 köy girmiştir. Köy sağlığı işi ilk kez bu hareketle geniş bir biçimde ele alınmıştır (s. 62).

Enstitü öğrencilerinin iç çamaşırları, iş ve yazlık giysileri, yatak takımları v.b. Biçki-Dikiş atölyesinde kız öğrencilerin iş derslerinde dikilirdi. Kullanılan demircilik ve dülgerlik araçlarının çoğu da iş atölyelerinde yapılır ve iş yerlerinde kullanılırdı. Öğretmenler yoluyla köye yollanan araçların çoğu da bu yolla yapılanlardı.
Bozkırda kurulan Köy Enstitüleri, yollarını kendileri yapmış, su yolu kazıp künk döşeyerek sularını kendileri getirmiş, bahçelerini, fidanlıklarını ve bağlarını kendileri kurmuşlardır. Yirmi köy enstitüsünde yapılan yolların uzunluğu yüz kilometreyi bulmuştur.
Son zamanlarda, o yıllarda yapılan yapıları balyozlarla yıkmaya çalışanları gördük. Ne kadar sağlam yapıldığına şaşıyorlardı. Çünkü onlar kâr gözetilerek ve müteahhit eliyle yaptırılmamışlardı (s. 63).

1936 ile 1947 yılları arasında eğitmen kursları ve Köy Enstitüleri için harcanan para sadece 51 milyon liradır.
1936-947 yılları arasındaki yiyecek giderleri toplam: 45.099.041 liradır.
Bu kırk beş milyona 5.627.939 lira tutarındaki öğretmen ve memur aylıklarını da katarsak, 51 milyonu biraz aşan bir sonuç çıkar. Devletin bu işe ayırdığı ödenekle, ancak yiyecek ve maaşlar sağlanabilirdi. Oysa bu 51 milyonla 20 Köy Enstitüsü kurulmuş ve yaşatılmıştır. Bunun sırrı enstitülerin üretim yapması, piyasada buğday 120 kuruşken buğdayı 5 kuruşa mal etmesidir. Sebze, meyve, süt, et... gibi akla gelen ne varsa kendi üretmesidir (s. 68).

Her köyü okula ve öğretmene kavuşturmak için o zaman hazırlanan plana göre, köy enstitüleri bütün yönleriyle sürdürülseydi, 1956’da okulsuz köy kalmayacaktı. Öğretmene de kavuşacaktı (s. 73).

Enstitülerin kurulması ve verimli olarak çalışması 1936-1946 arasındaki on yıla rastlar. Bu devrede Tonguç ilköğretim genel müdürü bulunuyordu. Çok partili hayata girmemizle birlikte olumsuz propagandaların da başladığı sırada Tonguç, ilköğretimin başından ayrılmak zorunda kaldı. O günden beri de ilköğretim işleri çıkmaza girmiş haliyle beklemektedir (s. 111).

Eskiler: «Köylü milleti çayır otuna benzer, eşekler ne kadar kemirse yine büyür» demişler.
Borçtur, ağrıdır, sızıdır, boşu-boşuna umuttur... Ama hepsine merhem olacak bir şey var: Eğitim.

Hüseyin Cahit Yalçın Vefa İdadisine müdür yardımcısı ve Türkçe öğretmeni olunca «Vatanıma, milletime, padişahıma sadakatle hizmet edeceğim» diye yemin etmişti... Abdülhamid’e sadakat yemini eden bu adam, ne yazık ki ölürken
«hürriyet» diye diye ölmüştür. Oysa o da saylav oldu. Meclis Başkanı oldu. Birinci Dünya Savaşı içinde «Men-i ihtikâr» Komisyonu Başkanı olduğu zamansa, ölüye kefen bezi, yaşayanlara kibrit bile onun imzasıyla çıkıyordu. Yaşadığı ev peri sarayı gibiydi: Aynaların genişletip uzattığı bir koridordan sonra, yerde ipekli Acem seccadeleri... Köpeğini şekerle beslemekte... O yıllarda, vatandaş çayını kuru üzümle bile içemiyordu... / s. 176


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder