Suha Arın Belgesellerinde İnsan Mekân İlişkisi
Gülçin Çakıcı
Suha Arın, belgesellerinde insan-mekân arasındaki ilişkiyi
öne çıkaran bir üslubu benimsemiştir.
Arın, belgesellerinde özellikle Anadolu’yu mekân olarak ele
alırken; bu makro mekânı çoğunlukla mikro mekânlar aracılığıyla anlatmış,
insanların bu mekânlarla olan ilişkilerine yer vermiş, mekânın insanla var
olduğu görüşünü desteklemiştir.
Lefebvre’nin “mekân üretim şekilleri” kuramı, belgesel
sinemanın insanı ve mekânı “temsil” edişini bir kurama bağlama noktasında bu
çalışmanın merkezinde yer almaktadır.
Çalışma boyunca araştırılan kaynaklardan hareketle varılan;
mekânın insansız, insanın da mekânından bağımsız telaffuz edilemediği, eksik
kaldığı görüşüdür.
1.BÖLÜM
“İNSAN” VE “MEKÂN” ARASINDAKİ İLİŞKİ
İnsan ve mekân arasındaki ilişkinin “duygu” temeline oturan
“aidiyet” kavramı; “mekânın arayışındaki insan”; mekânın insan için ne ifade
ettiği, insanın neden mekânsız olamayacağı, mekânsız olan insanın yarım
kalacağı, her insanın kendisine ait hissetmek istediği bir mekâna ihtiyaç
duyduğu üzerinden ele alınmaya çalışıldı. / s. 4
İnsan ben-merkezli algısı sonucu devingen ve dinamik kişisel
mekanı ile var olur.
Yer kavramını kimliğin kurucusu olarak niteleyebiliriz.
Mekân düşünceleri, anıları toplar.
Her toplumsal davranış bir konumda gerçekleştiğinden aynı
anda bir mekânsal davranıştır (Gür / s. 115).
…insanın sosyalliğini oluşturan “anlamlar, gelenekler ve
bağlılıklar yer kavramı etrafında oluşur
Mekân ‘bulunulan yer, ortam’ anlamına geldiği gibi
‘varolmak’ anlamını da içermektedir.
İnsanın / kendisini bir mekâna ait hissetme ve kendisini bir
mekânla özdeşleştirme, hatta tanımlama duygusu / insanın var oluş sebeplerinin
başında gelmektedir…
Kendileme bir yerin ya da mekânın dönüştürülmesinde ortaya
çıkan bir otorite, bir denetim göstergesidir.
Mekân Arapçadan dilimize geçen ve ‘kevn’ (olmak) kökünden
türeyen bir kelimedir. Genellikle ‘oturulan yer’ anlamında kullanılmakla
birlikte ‘bulunulan çevre, ortam, yaşanan dünya ve kâinat’ anlamlarını da
içeriyor.
Mekânın var oluş hali insana bağlıdır.
Mimari, bedenin zaman içinde mekânla bütünleşmesiyle ve
hareketle eklemlenmesiyle etki yaratmaktadır.
Le Corbusier’e göre de mimarlığın amacı duyguları harekete
geçirmektir. Mekân ve karakter, tanımlanmış mekânın (yer) iki temel unsurudur.
bu çalışma da“mekân”ın “yer”e dönüşmesinin insan tarafından
deneyimlenmesi ile mümkün olacağı düşüncesine dayanmaktadır.
‘Mekân (Space)’, ‘Yer (Place)’den daha soyuttur. Ayrımı
tanımlanmamış mekân, daha iyi tanıdıkça ve değer verdikçe ‘yer’e dönüşmektedir.
Ne zaman ki mekân üç boyutlu bir yapı, derinlik kazanır o
zaman yere dönüşür.
Yeri karakter sahibi yapan; insanın yanında, içinde
deneyimlerin barındığı tarihtir, anıdır / s. 15
Mekânın üretildiği ham madde doğanın kendisidir. (Lefebvre,
s. 11–12) (İnsan doğayı yitirdiği miktarda mekanı da yitirir. Doğaya
yabancılaşma diye de okunabilir bu korelasyon).
Gaston Bachelard ve Heidegger fiziksel mekâna şiirsel ve
felsefi açıdan bakma gerekliliğini öngörmüşlerdir
Sosyal mekân, üç kavramı içinde barındırır: biçim, yapı ve
işlev… (Başka bir mekan kategorisi için de aynı kavramları sıralamak
durumunda kalırdık)
Toplumsal bir süreç olarak mekân, toplumun altyapı ve
üstyapıya ait değerleri ile şekillenir (Hakkı Yırtıcı, Çağdaş Kapitalizmin Mekânsal
Örgütlenmesi, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, İstanbul 2005, s. 2).
Pierre Nora bayramları, amblemleri, anıtları ve anma
törenlerini, ayrıca övgü söylevleri, sözlükleri ve müzeleri “Hafıza Mekânları”
olarak adlandırmaktadır (Pierre Nora, Hafıza Mekânları, Mehmet Emin Özcan(çev.). Dost Kitabevi
Yayınları, Ankara 2006, s. 9)
Mekân, insanın var oluş yeridir. İnsan da yaşamı
deneyimlediği ölçüde mekânı “yer”e dönüştürür ve onu var eder.
…insan yaşadığı yere benzer.
Ev, insanın dünyada ve varlık içinde bulunma biçimidir.
İnsandaki “mekân duygusu” kavramını şekillendiren, “aidiyet”
hissidir.
İnsanın dünya yüzünde varlığını sürdürebilmesi çevre ile
uygun bir etkileşim içinde olmasına bağlıdır (Doğan Kuban(aktaran); Mimarlık
Kavramları-Tarihsel Perspektif İçinde Mimarlığın Kuramsal Sözlüğüne Giriş, TEM
Yayın, İstanbul 1998, s. 9).
Kültürün kuralcı ve anlatısal, yönlendirici ve nakledici
yönü bireylere “biz” deme imkânı veren “kimlik” ve “aidiyet” temellerini
yaratır. Tek tek bireyleri böyle bir “biz”de birleştiren, bir yandan ortak
kurallar ve değerlere bağlılık, öte yandan ortak yaşanmış geçmişin anılarına
dayanan, ortak bilgi ve kendini algılayış biçiminin oluşturduğu bağlayıcı
yapıdır (Assmann,
s. 21).
Bütün kimlikler, bir toplumsal ilişkiler sistemi içinde
oluşur ve birbirlerini karşılıklı tanımaları gerekir (David Morley- Kevin Robins
(aktaran), s. 74,).
Ruh zamanda, insan mekânda devinir.
İnsanın mekânı deneyimlemesinin özünde mekânın işlevselliği
gizlidir.
Biçim işlevi izler
Folklor, bizim dünyayı algılayışımızın bir aracıdır. Bir
anlamda geleneklerimiz ve onlara yüklediğimiz anlamlar üzerinden yaşadığımız
coğrafyayı yeniden yaratırız (Ryden, s. 63).
2. BÖLÜM
“BELGESEL SİNEMA” VE “İNSAN” İLE “MEKÂN” ARASINDAKİ
İLİŞKİ
Belgeseli çekilecek konunun-olayın-kişinin-vb. yönetmen ve
ekibi tarafından en ince ayrıntısına kadar araştırılması gerekmektedir. Çünkü
belgeselin birincil amacı izleyiciyi ‘aydınlatmak’ tır.
Belgeselcinin belgeselde işleyeceği konu ile ilgili
“sentezci bir bakış açısı” ile bir yorum oluşturması ve bu yorum üzerinden
izleyiciye “evrensel mesaj” vermesi gerekir.
belgeseller, bugünü yarına taşıyan yapıları vasıtasıyla
‘unutma’ olgusuna direnen yapıdadırlar.
İnsanın / karakteristiği / ayırıcı göstergesi, metafizik
doğası olmayıp, yaptığı iştir.
Mekân” başlı başına bir “anımsama” nesnesi olarak işlev
görmektedir
Hafıza mekânları anımsadığımız şeyler değil, fakat hafızanın
mayalandığı yerlerdir
Arın’ın belgesellerinin temelinde, “insan” ları sahip
oldukları kültürel değerler üzerinden “temsil etmek” vardır.
“Eski Evler Eski Ustalar” dizisi içerisinde Anadolu
coğrafyasına has ev mimarisi, bu mimariye şekil veren “ustalar” üzerinden ele
alınmaktadır.
“Kula’da Üç Gün” belgeselinde de Arın, yok olmaya yüz tutmuş
geleneksel Kula evlerinin mimarisini, belgeselin merkezine oturttuğu bir düğün
töreni çevresinde işlemiştir.
“Fırat Göl Olurken” / “insan”ların “mekânları”nı
kaybedişlerine ilişkin duyguları
‘farkındalık’ olmadan hatırlamak mümkün değildir.
Suha Arın’ın belgesellerinde mekânların, onları oluşturan
coğrafi, kültürel ve toplumsal çevreyle ve en önemlisi “o mekân”da yaşayan, “o
mekân”ı yaşayan insanlarla ilişkilendirilerek izleyiciye sunulduğu görülür.
Arın, belgesellerinde üslup olarak “insanlar” aracılığıyla
“mekânlara” anlam yükler.
Arın, Anadolu’yu belgesellerine mekân olarak seçerken,
Anadolu Evini de belgesellerinin çoğunda “omurga” olarak kullanmıştır.
Bachelard cisimleşmiş bir bellek nosyonu sunar.
Bedenlerimiz, karşılaştığımız ilk evi unutmazlar. Evin ayırt edici özelliği
fiziksel olarak içimizde yazılıdır. Anılar maddi olarak yerleşirler ve bu
nedenle Bachelard açısından anın zamansallığı, mekânsal olarak köklenir.
mimari ile birlikte yok olmaya yüz tutan “insan”
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
SUHA ARIN BELGESELLERİNDE “İNSAN” VE “MEKÂN” ARASINDAKİ
İLİŞKİNİN ANALİZİ
“dünyada otantik olarak yaşamadıkça fiziksel mekân
yetersizdir.”
“Fırat Göl Olurken” Dizisi
Fırat çevresinde yaşayan insanların, “Fiziksel Alan”larından
kopuşları ya da kopmak zorunda kalışları onların mekân olarak “Fırat”a ilişkin
geliştirdikleri “Zihinsel” ve “Sosyal Alan”larından da kopmaları anlamına
gelmektedir.
Kemancı Müslüm, “Fırat gibi dolaşıyorum işte. Rızkım için
yani.” diyor.
“Eski Evler Eski Ustalar” Dizisinden “Sisler Kovulunca”
Belgeselde, Doğu Karadeniz’de çeşitli inşaat ustalarının
“ev”leri inşa edişlerinde işlevselliği ön planda tutuşları, başka bir deyişle,
yaşam deneyimleri üzerinden mekânı işlevsel boyuta taşımları ele alınmıştır.
Bu, çalışmanın ilk bölümünde değinilen insan ile mekân arasındaki ilişkinin
“Deneyimsel Bağ”ına örnek teşkil etmektedir.
Frank Lloyd Wright’ın benzer şekilde belirttiği gibi, “insani
yaşamın zorunlu bir yorumudur mimari…” / Frank Lloyd ve Ev, Boyut Kitapları, İstanbul 2002, s. 11
“Dünya Durdukça Mimar Sinan’ın Hayatı ve Eserleri”
Dizisinden “Erciyes’ten Süleymaniye’ye”
Safranbolu’da Zaman (1976)
…tam manasıyla bir “mekân” belgeselidir.
Zaman, mekânda iz bırakır.
Tahtacı Fatma (1979)
Kapalıçarşı’da Kırk Bin Adım (1980)
İstanbul güzelinin çeyiz sandığı. Kapalıçarşı, kapalı kutu.
/ Suha Arın, “Kapalıçarşı’da Kırk Bin Adım”, 1980, (dakika 01’04”/ 01’34”)
Kula’da Üç Gün (1983)
“Kariye” (1984) ve “Ayasofya” (1991)
Altın Kent İstanbul (1996)
4. BÖLÜM
SONUÇ VE ÖNERİLER
İnsanların anılarını var eden, onları ayakta tutan
mekânlarıdır. Mekân yok olmaya yüz tuttuğunda; insanların anıları da tehlikeye
girer. Onlar da yitirilmeye yüz tutar. / s. 79
…
Çakıcı, Gülçin (2007), Suha Arın Belgesellerinde İnsan
Mekân İlişkisi, Yüksek Lisans Tezi, Maltepe Üniversitesi, Sosyal Bilimler
Enstitüsü, İstanbul
…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder