24 Mart 2020 Salı

Ömür Akyüzlü - II. Meşrutiyet Döneminin siyasî ve sosyal ortamında Ömer Seyfeddin'in Efruz Bey adlı eserinin incelenmesi


II. Meşrutiyet Döneminin siyasî ve sosyal ortamında Ömer Seyfeddin'in Efruz Bey adlı eserinin incelenmesi

Ömür Akyüzlü, Yüksek Lisans Tezi, Yeditepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2013

Bu tezde, Ömer Seyfeddin’in Efruz Bey adlı eserinin dönemin siyasî ve sosyal meseleleriyle örtüşen yanlarının incelenmesi amaçlanmıştır.

Yazarın Efruz Bey adlı eseri, II. Meşrutiyet’in karışık siyasî ve sosyal ortamında ortaya çıkan yarı aydın tipinin bir parodisidir. Toplumun ihtiyaçlarını daima kişisel çıkarların üstünde tutan Ömer Seyfeddin, istibdadın ardından “özgür”leşen ortamda, “aydın” kimliğine tutunarak mevki ve şöhret sahibi olmaya çalışan, kişisel çıkarlarını öne çıkarmak gayretinde olan kimseleri Efruz Bey tipi ile görünür hâle getirmiş ve alaycı bir dille eleştirmiştir.

TARİH, TOPLUM VE EDEBİYAT İLİŞKİSİ
(Sanat, edebiyat, edebiyat sosyolojisi ve sair konular)

II. MEŞRUTİYET DÖNEMİNİN GENEL ÖZELLİKLERİ
II. Meşrutiyet dönemi, 23 Temmuz 1908’de, bir grup İttihat ve Terakki Cemiyeti mensubunun Makedonya’da istibdada karşı harekete geçmeleri üzerine II. Abdülhamit’in meşrutiyeti yeniden ilân etmesiyle başlar.

31 Mart Olayının ardından 21 Ağustos 1909 yılında yapılan anayasal düzenlemeler… neticesinde; Meclis-i Mebûsan’ın yetkileri genişletilmek suretiyle yasama organının payı, yürütmeye oranla arttırılmış, sansür ve sürgün kaldırılmış, toplanma ve dernek kurma hak ve hürriyetleri güvence altına alınmıştır.

Dönemin fikrî yapısı: Batıcılık, Osmanlıcılık, İslâmcılık, Türkçülük gibi dört ana akımın yanı sıra Sosyalizm ve Meslek-i İçtimaî de bu fikir akımları arasında sıralanabilir.

Söz konusu fikir akımları arasında, ilk ortaya atılan ve ömrünü en önce tamamlayan Osmanlıcılık olmuştur.
…bu düşünce; farklı etnik unsurların milliyetçilik bilincine sarılarak, yabancı devletlerin de yardımıyla ayrılıkçı hareketlerini başlattıkları Balkan Savaşları’nın ardından, büyük oranda terk edilmiştir.

İslâmcılık, II. Abdülhamit’in de saltanatı süresince desteklediği, dönemin geniş kitlelerce savunulan akımlarındandır.

Tanzimat döneminde araştırılmaya başlayan Türk kimliği, siyasî arenada Balkan Savaşları sırasında etkin hâle gelmiştir.

Meslek-i İçtimaî olarak adlandırılan görüşün başlıca temsilcisi Prens Sabahaddin’dir. Ona göre, devletin bekâsını sağlayacak olan, kamucu toplum yapısından bireyci toplum yapısına geçilmesidir.

II. Meşrutiyet dönemi aydınlarının ortak paydası, II. Abdülhamit aleyhtarlığıdır.

Tanzimat’ın bürokrat-aydınlarını arttırmak arzusu ile öğrenim için Batılı devletlere gönderdiği öğrenciler ve 1821 senesinde Dışişleri Bakanlığı’na bağlı olarak açılan Tercüme Odası’ndan yetişen gençler, zamanla Tanzimat paşalarına karşı bir grubu, Yeni Osmanlılar’ı oluştururlar.

ROMAN ÇÖZÜMLEMESİ: EFRUZ BEY’DE II. MEŞRUTİYET’İN İZLERİ
Ömer Seyfeddin’in, 1919 yılında Vakit gazetesinde tefrika edilmeye başlanan eseri Efruz Bey, II. Meşrutiyet’in ilânıyla yaşanan gelişmeler ekseninde sunulan hikâyelerden oluşur.
Efruz Bey, yeni ilân edilen II. Meşrutiyet’in “özgür” ortamında, kendine bir yer edinmek gayretindedir. Bu amaçla, bütün hikâyelerde değişik fikirlerin temsilciliğine soyunur (s. 28).

…ilânda, eserin Hürriyete Lâyık Bir Kahraman, Asiller Kulübü, Bilgi Bucağında, Açık Hava Mektebi ve Beyaz Serçe başlıklı beş bölümden oluşacağı duyurulmuştur. Tefrika edilen ilk hikâye Hürriyete Lâyık Bir Kahraman’dır; onu takip edeceği söylenen diğer hikâyeler, “bazı sebeplerden dolayı” ertelenmiş; Beyaz Serçe dışındaki hikâyeler ancak yazarın vefatından altı yıl sonra, bazıları Vakit gazetesinde, bazıları ise Resimli Ay (Sevimli Ay) dergisinde basılabilmiştir.

Gayet Büyük Bir Adam, kahramanının büyük oranda Efruz Bey'i hatırlatıyor olması sebebiyle, Efruz Bey romanının hazırlayıcısı olarak görülmüş; onun devamı kabul edilen Şîmeler hikâyesi de bu ilişki dolayısıyla romanın kapsamında değerlendirilmiş ve incelenen hikâyelere dâhil edilmiştir.

Gayet Büyük Bir Adam
II. Meşrutiyet’in ilânı haberiyle coşkuya kapılan embriyoloji mütehassısı bir adamın aklından geçenleri anlattığı bir hikâyedir.

Hürriyet ilân edildiği sırada İzmir’de bulunan kahraman “genç payitahta” hizmeti ancak orada mümkün olacağı bahanesiyle İstanbul’a gitmesi konusunda, arkadaşları tarafından tembihlenmektedir.
Bir çorba içtikten sonra parası olmadığını fark eder.
…yeleğini rehin bırakarak oradan ayrılır.
Son sahnede kahraman, yeni siyasî durumdan kendine bir çıkar sağlamak, şöhret sahibi olmak maksadıyla İstanbul’a gitme niyetini netleştirmiş bir şekilde okuyucu karşısına çıkar.

Tahir Alangu, Efruz Bey serisinin hazırlayıcısı olan bu hikâyede, embriyoloji mütehassısı kahramanın kimliğinde, dönemin doktor ve feylesofu olmakla anılan Rıza Tevfik’in eleştirisinin yapıldığını ifade eder.

Gayet Büyük Bir Adam’ın bu ilk bölümünün altına “mabadı var” notu düşülmüş olmakla beraber, hikâyenin devamı gelmemiş; ancak ertesi hafta başka bir gazetede yayımlanan Şîmeler hikâyesi, kahramanın benzerliğinden dolayı bu hikâyenin devamı olarak görülmüştür.

Şîmeler
İlk defa 1914 yılında Yirminci Asırda Zekâ adlı mecmuada tefrika edilen hikâyenin, imzasız yayımlanmasına ve yayımını müjdeleyen ilânda da isim belirtilmemesine rağmen, Gayet Büyük Bir Adam hikâyesiyle ilişkisinden dolayı, Ömer Seyfeddin’e ait olduğu ortaya çıkarılmıştır.

Herkesin kendisine hayran olduğu bu adam, “millî ve dinî mefkûreler”den bahsedilmesine tahammül edememektedir.
Hikâyede isimleri geçen Boşo ve Kozmidi Efendiler, Meclis’te öne çıkan Rum mebuslardır.

Ömer Seyfeddin’in bu hikâyede eleştirisini yaptığı esas konu, Celâl Nuri’nin İctihad mecmuasında yayımladığı “Şîme-i Husûmet” başlıklı makalesiyle başlattığı, Abdullah Cevdet’in “Şîme-i Muhabbet” makalesiyle alevlenen, Avrupa’ya karşı takınılması gereken tutum ve beslenilmesi icap eden hisler hususundaki tartışmadır.

Hürriyete Lâyık Bir Kahraman
Efruz Bey karakterinin nasıl ortaya çıktığını anlatan ilk hikâyedir. 1919 yılında Vakit gazetesinde tefrika edilmiştir.
Hürriyete Lâyık Bir Kahraman adlı bu hikâyede, II. Meşrutiyet’in ilânı haberiyle galeyana gelen Ahmet Bey’in, kendini Meşrutiyet’in müsebbibi olarak tanıtması ile birlikte yaşananlar konu edilir.
Hakkında kimsenin net bir bilgiye sahip olmadığı Ahmet Bey’e, dış görünüşüne göre muamele edilir.
Hikâye, Ahmet Bey’in, Kalem’deki kâtiplere imalı bir şekilde hürriyetin ilânını duyup duymadıklarını sormasıyla açılır.
Ahmet Bey, Kanun-ı Esâsî’nin, bizzat hürriyetin kendisi demek olduğunu anlatmaya çalışır.
O geceye kadar “Mâbeyn’e mensup geçinen” Ahmet Bey de artık halis bir hürriyet taraftarıdır.
…avazı çıktığınca “Yaşasın hürriyet!” diye bağırır
Bâbıâli’nin her yanına koşarak hürriyet feryadına devam eder.
Bâbıâli’de yaşanan bu hadise, kısa zamanda Beyoğlu’na kadar yayılır.
Kendisinin kim olduğunu soranlara ise Jön Türklerin “reisi” olduğu yalanını söyler.

Ahmet Bey’in hikâyesinde, nihayet Yıldız Sarayı bölümüne gelinmiştir.
…iki dakika içinde yirmi üç tane nöbetçi neferini” zehirli hançerle öldürüp “nihayet müstebidin yanına giriverince (...) tabancasını alnına dayayıp sakalından tut[unca]” müstebit, ne isterse yapacağını, yalnız canına kıymamasını haykırmış; bunun üzerine Ahmet Bey hürriyet talebini dile getirmiştir.
…o gece İstanbul’da Ahmet Bey’in hikâyesini duymayan kalmamıştır.
Rus sefaretinin önüne geldiğinde, Ahmet Bey arabayı durdurur. “Dünyanın en büyük hürriyetperveri olan Çar’ın hükümeti”ni selamlar.
Alay, kalabalıktan ilerleyemez hâle gelmiştir.
…mektepliler, böyle bir kahramanın ayağının toprağa basmaya lâyık olmadığı düşüncesiyle herkesin başına basarak kalabalığın üstünde yürümesini teklif ederler. Denileni yapan Ahmet Bey, düşe kalka evine gelmeyi başarır.
Kapıya ulaşmakta zorlanan Ahmet Bey, sinemadaki aktörler gibi eve pencereden girerek çevredekiler için bir cesaret timsali olmaya karar verir.
…kendisine bir isim düşünmeye başlar.
“efruz” kelimesine tesadüf eder.
Efruz Bey'in konuşması uzayıp gider; evlilik, aile, hukuk gibi pek çok müessesenin “birtakım bâtıl, câhilâne münasebetsizlikler” olduklarına kadar varır.
Efruz Bey'in süratle tevkif edilip yeniden asayişin sağlanmasına karar verilmiştir.
Ertesi günü, Efruz Bey, maiyetindekilerce Kulübe götürülür. Burada kendisini kimsenin karşılamamasına şaşırır.
Bu hapislik kısa sürer. Çıktığında, kendisine delicesine tapan kitle tarafından çoktan unutulduğunu görür. O da zamanla yaşadıklarını unutur.

Asilzâdeler
Asilzâdeler adlı hikâye, ilk defa, Ömer Seyfeddin'in ölümünden altı yıl sonra, Vakit gazetesinde tefrika edilmiştir.
Hikâye, dört eski arkadaşıyla bir araya gelen Efruz Bey'in, hepsinin müşterek hasletlerinden olan “asalet” etrafında birleşerek bir Asiller Kulübü kurmaya karar vermesiyle gelişen olayları konu edinir.

…soyları ortaya dökülüp asaletleri tasdik olunduktan sonra vaktin geç olması sebebiyle dağılmadan evvel, “Asiller Circlesi” nâmıyla bir de kulüp kurmaya karar verirler.
Efruz Bey’in kendisine seçtiği unvan, “prens”tir; ancak hangi aileden gelen bir prens olduğunu bilememektedir. Türklerin tarihi henüz yazılmamıştır.

Kâğıt kalem gelip tam kura çekileceği sırada, odanın kapısı gürültüyle açılır ve silahlı iki adam içeri girer.
Efruz Bey, sırları açığa çıkmasın diye, kumar oynadıkları iddiasını kabul eder.

Bilgi Bucağında
…ilk defa, Ömer Seyfeddin’in ölümünden altı yıl sonra, Vakit gazetesinde tefrika edilmiştir.
Türk Ocağı’nda yaşanan kimi hadiselerin yine parodik bir tutumla ele alınıp işlendiği görülmektedir.
Türk Ocağı, resmî olarak 12 Mart 1328 (25 Mart 1912) tarihinde kurulmuş; Divanyolu’nda bulunan bir binada Ahmet Ferit Tek başkanlığında çalışmalarına başlamıştır.
Türk Ocağı ve onun temsil ettiği Türkçülük akımı, (…) Balkan Savaşları’ndan sonra bulur.

Efruz Bey serisinin bu hikâyesinde, Efruz Bey karakterini ortaya çıkaran şahıslardan birinin Hamdullah Suphi Bey olduğu anlaşılmaktadır.

Efruz Bey, asalet merakını geride bırakarak Bilgi Bucağı’na devam etmeye, Bucak’ta konferanslar vermeye başlamıştır.
…bir gecede okuduğunu iddia ettiği en az yirmi kitap adı sayar.
Konferansı sırasında Reis Bey’le tartışır.

Efruz Bey, ilerlemenin “ancak geriye dönmekle mümkün olabileceğini” ifade eder. Nedim, Baki ve Nef’î’nin eserlerinin operaya dönüştürülmesi gerektiği düşüncesindedir.


Türklerin Amerika’dan geldikleri yolundaki tezi
Efruz Bey'in anlattıklarından, asıl Türklerin Amerikalılar olduğu anlaşılmaktadır.

Reis Bey, kendisine, vereceği dersleri önceden yazılı olarak Bucak’a göndermesi gerektiğini, ancak heyetin onayından sonra ders verebileceğini söyleyince, bunu hakaret kabul eden Efruz Bey, (…) itiraz eder.
Efruz Bey, yazının şöhreti için büyük tehlike arz ettiğinin farkındadır.

Efruz Bey'in Açık Hava Mektebi
…ilk defa 1927 yılı Şubat ayında Sevimli Ay dergisinde yayımlanmıştır.

Hikâyenin temel eleştiri noktası, bu kez, eğitimdir.
Efruz Bey, Bilgi Bucağı’ndan ayrıldıktan sonra, Avrupa’dan kitap tedarik etmek suretiyle evinde birtakım incelemeler yapmaya devam etmiştir.
Avrupa’da tahsil görmeye niyetlenir. Ancak ne tahsil edebileceği hususunda bir fikri olmadığından, bu konuda, “dünyada en beğendiği bir adam” olarak nitelediği Müfat Bey’e danışmaya karar verir
Müfat Bey gece-gündüz Aksaray’daki, yüksek duvarlarla çevrelendiğinden içeriyi görmenin mümkün olmadığı “tıfıl kovuğu” mektebinde bulunur…

Efruz Bey, yaşının artık otuza geldiği ve gözlerinin yorulduğu bahanesiyle “şifahî bir ilim” okumak isteğini Müfat Bey’le paylaşır. Müfat Bey, kendisine derhâl elişlerini önerir.

Müfat Bey’den elişleriyle meşgul olması hususunda aldığı tavsiye üzerine yurt dışından getirttiği kitapları da yanına alarak kendisini eve kapatır. Arkadaşlarına Avrupa’ya tahsile gittiği yalanını söyler. Yalanı ortaya çıkmasın diye üç yıl evden çıkmamaya karar verir…

Herkese Londra’da pedagoji tahsil ettiğini anlatır.
Kendisini pedagog ilân etmesinin ardından, maarifi değiştirmek iddiasıyla önce şarlatanlıkla suçladığı Müfat Bey’e, ardından İsmail Hakkı’nın terbiyeci sıfatına saldırır.

Kasımpaşa’da bulunan “Maşrık-ı Envar-i Maarif-i Osmanî” mektebi müdürü (…) Mehmet Mustafa Tahsin Nidaî Bey’le tanışır.
Hemen ertesi günü (açık hava) mektebi kurmaya karar verirler.
Hayırsızada’da kuracakları bu mektebe temel oluşturacak Anglosakson terbiyesiyle birlikte hepsi birer Robenson olacaktır.

Mehmet Mustafa Tahsin Nidaî Bey, Efruz Bey'in kendisini saf dışı bırakmak niyetinde olduğunu sezerek son anda onu yalnız bırakır. Hikâye, kafasındaki planları hayata geçirerek meşhur olmak yolunda yine başarısız olan Efruz Bey'in bu kez Yunanistan’ın Akropol şehrine giderek “sanat ve edebiyat hacısı” olmaya karar vermesiyle son bulur.

İnat (Beyaz Serçe)
…yazarın sağlığında yayımlanma imkânı bulunamayan esere, Muallim Ahmet Halit Kitabevi tarafından hazırlanan 10 ciltlik “Ömer Seyfettin Külliyatı”nda, İnat başlığıyla yer verilmiştir.
Hikâye, yazar-anlatıcının, zamanla fizikî görünüşümüz gibi his ve düşüncelerimizin de değiştiğini ifade ettiği kısa bir pasajla açılır.

…hızla yazdığı bir hikâyeyi vakit geçirmeden de bastırır. Kısa bir zaman sonra, kapısında Efruz Bey imzalı bir mektupla karşılaşır.
Efruz Bey, mektubunda yazar-anlatıcıyı Türkçe bilmemekle itham etmiştir.

Efruz Bey'i (…) ziyaret etmeye karar verir
Hikâyede, çayır ya da çimenin otlanması hatta içilmesi meselesinde, dilin mantığına dair genel bir göndermede bulunulduğu düşünülebilir. Kişiselleştirecek olursak bu meselede, devrin, Ömer Seyfeddin ile Yahya Kemal arasında geçen bir hadisesini hatırlamak mümkündür (s. 121-122).

Tam Bir Görüş
Efruz Bey’in bu kez sosyoloji ilmine bağlanması ve bu ilmin bilgisinden hareketle yaptığı birtakım hatalı değerlendirmeler neticesinde düştüğü komik durumlar konu edilmektedir.

…hikâyede anlatıcı, başından geçen bir olayı nakletmektedir. Arkadaşı Sermet’le Şişli’ye doğru yürüdükleri bir gün, karşılarına, kolları kitaplarla dolu hâlde Efruz Bey çıkar.
…anlatıcı, “İlim kitaplarda ise irfan hayattadır.” özdeyişini hatırlatır.
Efruz Bey yol boyunca sosyolojiden bahsederken (…) anlatıcı, onun anlattıklarıyla eğlenmektedir.

Bulundukları tümsekten görünen Alibeyköyü’nün “perişan manzarası” hepsini cezbeder; burayı görmek hususunda birleşirler.
Yaşlılar merak edip yüzlerine bile bakmaz, selâmlarını almazlar.

…hikâye, sosyoloji ilmi zemininde ve halkçılık ilkesi etrafında bir araya gelerek köye ve köylü kesime romantik bir yaklaşım sergileyen aydınların eleştirisini sunmakta, (…) köylü-aydın münasebetinin ve aydınların köylü kesime bakışındaki romantizmi sorgulamaktadır.

Sivrisinek
İlk defa 12 Temmuz 1917’de, Yeni Mecmua dergisinde yayımlanan hikâye, mektup türünde yazılmış olmasıyla serinin diğer hikâyelerinden ayrılır.

Efruz Bey'in gerek ismi gerekse karakter özellikleriyle görünür hâle geldiği ilk hikâyedir. Ancak Efruz Bey romanı ilân edildiğinde, Tam Bir Görüş gibi Sivrisinek de romanın kapsamına alınmamıştır. Bununla birlikte, hikâyenin, yapısı itibarıyla seriyi sonlandıran bir kurgusu olduğu görülmektedir.

Hikâye, bir arkadaşı tarafından Efruz Bey'e yazılan bir mektuptan ibarettir.
(Mektup) yazar-anlatıcının huzurunu kaçırır; bu sebeple, kendisine yönelteceği eleştirilerde acımasız olmak kararındadır.

Efruz Bey, kullandığı tabirleri tarif edebilmekten dahi âcizdir
Liyakatin zıttının aciz olduğunu söyleyen yazar-anlatıcı, Efruz Bey'in bu hasletten yoksunluğunu onun aczinden anlar; aczini de, şarlatan yapısı ele vermektedir. Tüm bunları “Rüzgârla Sivrisinek” adlı bir hikâyeyle açıklar.

Ömer Seyfeddin için, ferdî açıdan en mühim mesele liyakattir.

Liyakatin zıddı ‘acz’dir. Kimde acz varsa o şarlatandır, mütecavizdir. O asidir, nümayişçidir, fertçidir.

Efruz Bey’le İlişkili Diğer Hikâyeler
Efruz Bey serisini oluşturan hikâyelerin temel ekseni, II. Meşrutiyet dönemi ve bu dönemde çıkar peşinde koşan yahut azınlık faaliyetleri karşısında kayıtsız veya şuursuz bir şekilde hareket eden aydınların eleştirisidir.

Ömer Seyfeddin’in hikâyelerinde II. Meşrutiyet’e bakış, iki türlüdür. Bunlardan ilki, (…) II. Meşrutiyet taraftarlığını yapandır.
İkincisi ise, II. Meşrutiyet’in sağladığı serbestîyle (…) kimi zaman yoğun hayal kırıklığı kimi zaman da kara mizah barındıran bir fonda gelişen hikâyelerinde görülen olumsuz bakıştır.

İki Mebus (13 Kânun-ı evvel 1324 (26 Aralık 1908))
Hikâyede, II. Meşrutiyet’in ilânından otuz sene sonrası, İstanbul mebusu Vedit ve II. Meşrutiyet döneminin ilk mebuslarından olan, zamanında Vedit’in hayranlıkla dinlediği bir ihtiyar feylesof arasında geçen konuşmalar üzerinden anlatılmaktadır.
II. Meşrutiyet’i bir dönüm noktası kabul eden yazar, yeni idare altında arzu ettiği terakkinin sağlanabileceğine inanmış görünmektedir.

Ömer Seyfeddin’in beynelmileliyet fikrini merkeze aldığı hikâyelerinin en önemlilerinden biri Ashab-ı Kehfimiz’dir.
Ashab-ı Kehfimiz hikâyesi, bir Ermeni gencinin hatıralarından oluşmaktadır.
Hayikyan, Meşrutiyet’le gelen barış ve kaynaşma ortamından şaşkındır
Niyazi isimli bir Türk, onu Türklerin milliyet namına bir istekleri olmadığına inandırmayı başarır.
Niyazi Bey’den, “bilâ-tefrîk-i cins ü mezhep” herkesin katılabileceği, Osmanlılık gayesi güden bir cemiyet teşkil edileceğini öğrenir.
Hayikyan’ın da dâhil olduğu yeni cemiyette, öncelikli mesele lisandır.
Hayikyan, içtimalarda yalnız Türk üyelerin hazır bulunduğunu, diğer unsurların müzakerelere katılmadığını fark eder.
Hayikyan’ın, burada kesip ancak on iki sene sonra defterine yazdığı satırlardan, İnsanlık risalesinin bu ilk nüshasının ardından neredeyse bütün Osmanlı coğrafyasındaki Türk milliyetperverlerinin galeyana geldikleri, gayr-i Türk unsurların da Osmanlılık kaynaşmasından büyük huzursuzluk duydukları öğrenilir.

Boykotaj Düşmanı hikâyesi de, kimliksizleşmiş, Türklüğünü inkârla kalmayıp Yunanlılığı yücelten gazeteci Mahmut Yesri’yi konu edinir.
Kendisi tam bir ‘Neo-byzantin’dir.

Hürriyet Gecesi’nde hürriyet heyecanına kapılmış, ileriyi göremeyen, memleketinin gerçek değerini idrak edemeyen genç bir muharririn, karşısına çıkan –neredeyse gelecekten gelen bir haberci olduğu sezilen– bir ihtiyar tarafından uyarıldığına şahit olunur.

SONUÇ
Ömer Seyfeddin’in, ölümünden bir yıl önce, 1919 senesinde, Vakit gazetesinde tefrika edilmeye başlanan Efruz Bey isimli eseri, II. Meşrutiyet döneminde yaşananları, yine milliyetçilik fikri ve döneme getirdiği eleştiriler etrafında, alaycı bir dille ele alır.
Seriyi oluşturan hikâyeler bir araya geldiğinde, her birinin yarı aydın tipini farklı bir açıdan ele aldığı görülmektedir.

Efruz Bey'in habercisi sayılan hikâyelerin ilki Gayet Büyük Bir Adam’dır. Hikâyede, Meşrutiyet süresince türeyen yarı aydınların nasıl ortaya çıktığı, II. Meşrutiyet’in ilânını takip eden gösteriler çerçevesinde resmedilir.

Şîmeler’de, Avrupa ile ilişkilerde takınılacak tavır, Doğu ve Batı kavramlarının milliyetçi kodlar üzerinden sorgulandığı bir izlekle ele alınır.

Hürriyete Lâyık Bir Kahraman, sıradan bir insanın nasıl bir “halk kahramanı”na dönüştüğünü ele alırken alafranga züppe tipin meşrutiyetin getirdiği ani rahatlamayla yeni “mevkiler” kazanmasına eleştirel bir yaklaşım getirir.

Asilzâdeler adlı hikâye ile Efruz Bey’in, sahte kahramanlığını ve meşrutiyetteki “etkin” kimliğini kaybetmemek uğruna sınıflara ayrılmış bir toplum yaratma çabası ironik bir mesele olarak aktarılır.

Bilgi Bucağı hikâyesi ile dönemin Türk Ocağı’ndaki iktidar ilişkilerini ve Türklük hususunda yapılan tartışmaları ele alır.

Açık Hava Mektebi adlı hikâyeyle, Bilgi Bucağı’nda da umduğunu bulamayan Efruz Bey, bu kez (…) yurt dışında pedagoji tahsil ettiği yalanıyla çevresinde itibar kazanmaya çalışır.

Tam Bir Görüş hikâyesi, bu kez de bir sosyolog kimliğine bürünmek isteyen Efruz Bey'in, aydın-köylü ilişkisine yaklaşımını parodik bir üslupla ele alır.

İnat hikâyesinde yazarımız, yine okumayan ve ortaya bir ürün koymayan, buna rağmen aydın olduğu iddiasıyla birtakım suni tartışmalar yaratıp fikirlerini körü körüne savunan kimseleri eleştirmektedir.

Sivrisinek, Efruz Bey'in gösteriş budalası, kişisel çıkarı peşinde koşan, aynı zamanda güçsüz ve âciz yapısını açıkça gözler önüne serer ve toplumsal fayda ilkesinin önemine yapılan vurguyla sona erer.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder