Jean
Paulhan – Eleştiriye Kısa Önsöz
Eleştiriden, yazınsal bir yapıtın (…) iyi
ya da kötü olduğuna karar veren her türlü düşünme eylemini anlıyorum.
…esinle yazan bir şairle, kalıp düşkünü bir
şairi kim uzlaştırabilir?
Düşünmek denen şey, her an seçim yapmak,
değer biçmek, doğruyu yanlıştan, değerliyi vasattan ayırmaktır. Eleştiri
dikkatin adlarından biridir.
Kimi yiğitçe, her türlü kişisel görüşünü
bir yana bırakarak, kendi ruhunu incelediği yazarın ruhuna uyarlamaktan başka
bir şey yapmaz…
Kimi de havari kesilir. Serttir, yazının
gülmek ve eğlenmek için yapılmadığına inanır (…) yapıtı ondan duyduğu sıkıntıya
göre değerlendirir.
Üçüncü tür eleştirmenin siyasal ya da
törel, hatta dinsel ölçütleri vardır, yazarı küçük (ya da büyük) kişisel
felsefesinin divanına yatırmakla işe başlar.
İşte kendini aşamamak denen şey.
Başka bir tür, bilgin eleştirmen ise,
kendini o denli aşar ki, bir tarihçi gibi, yazarını ustaca parçalayıp küçük
halinde (…) önümüze koyar.
Bir toplumbilimci gibi şiir ya da anlatının
altında yatan toplumsal sınıf kurnazlıklarını, buharlı makineyi, çokuluslu
şirketlerin gücünü ustalıkla bulup ortaya koyar…
Bir tek kusurları olduğu söylenebilir; öze
değinmemektedirler.
Olumsuz eleştiri, yazarı, alkolün meyveyi
koruduğundan çok daha iyi korumaktadır.
Yalnızca herkes gibi, yazın yapıtı için bir
gerçekleşme noktası bulunduğunu ve bu noktadan itibaren büyüleme, deha, yani
güzellikten söz etmenin ve de bunları tartışmanın mümkün olabileceğini
varsayıyorum.
Eleştirel düşüncenin sağlam bir biçimde
oturtulabileceği birkaç yasa ya da temel kuralı:
Yazın (…) sonuçta sözcük ve tümcelerden
oluşmuş bir ilişkiler ağı, bir anıttır.
O halde dilin yasalarının karşımıza çıkması
kuvvetle olasıdır.
Bu ilişkiler ağının iki yönü, iki yüzü
vardır.
Sözcükler, sesin yanı sıra düşünce, yazılı
göstergenin yanı sıra, ruh durumu gibi (…) anlamla da donanmıştır.
Bu durumda, söz konusu yasaların yazının
kendine özgü yapısıyla ilgili olacağı doğru gibi görünüyor, yani yalın sözcükler ve anlamları
arasındaki birtakım ilişkilerle ilgili…
Kimi sözcükler başka sözcüklerle söylenemez
ve yerlerini tutabilecek soyut bir fikir düşünülemez.
Eleştirmek, kökü elemekten de anlaşılacağı
gibi her şeyden önce yargılamaktır.
Sesbilim sözcükteki özdeksel değişiklikleri
özenle belirler.
Anlambilim, sözcüğün fiziksel boyutuyla
ilgilenmez. (Her ikisi de eleştiriye pek katkı yapmazlar)
Biçembilim, bu bilim dalı en ufak bir
yargılama yapmadan gözlemler.
Ancak bize gereken yargı ilkesidir.
Yazarın yanlışlarını ve anlatım bozukluklarını
ortaya çıkarmak bilgiçlik taslamak mıdır?
Ancak, anlatım bozukluklarının gerçek
anlatım bozukluğu, dil sürçmelerinin gerçek dil sürçmesi olmasında yarar
vardır. Bu olmazsa, eleştirmen yalnızca kendi bilgisizliğini ele verir.
Bir olgudan ya da bir deneyim, daha doğrusu
bir deneyimler dizgesinden hareket etmeyen geçerli bir araştırma yoktur.
Dil olmadan, yaşanan bir deneyim dile nasıl
sokulabilir?
Sözcüklerin anlamlarına, bize verildikleri
biçimiyle layık olmaya çalışmalıdır.
Birinin dürüstlük olarak gördüğü şeye,
diğeri yalnızca kuşkulu bir yurtseverlik olarak bakabilmektedir. Peki ama,
bizim dilimizin bununla ne ilgisi olabilir?
Dili sahip olmadığı erdemlerle donatmak…
Birbiriyle uyuşmayan sözcüklerdir, nesneler
değil.
Gevezelik / fikirden yoksun tümceler
yığını…
---
Türkçeleştiren: Uğur Güven
Dokuz Eylül Yayınları
Mart 1999
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder