8 Ağustos 2015 Cumartesi

Jean Paulhan – Eleştiriye Kısa Önsöz

Jean Paulhan – Eleştiriye Kısa Önsöz

Eleştiriden, yazınsal bir yapıtın (…) iyi ya da kötü olduğuna karar veren her türlü düşünme eylemini anlıyorum.

…esinle yazan bir şairle, kalıp düşkünü bir şairi kim uzlaştırabilir?

Düşünmek denen şey, her an seçim yapmak, değer biçmek, doğruyu yanlıştan, değerliyi vasattan ayırmaktır. Eleştiri dikkatin adlarından biridir.

Kimi yiğitçe, her türlü kişisel görüşünü bir yana bırakarak, kendi ruhunu incelediği yazarın ruhuna uyarlamaktan başka bir şey yapmaz…

Kimi de havari kesilir. Serttir, yazının gülmek ve eğlenmek için yapılmadığına inanır (…) yapıtı ondan duyduğu sıkıntıya göre değerlendirir.

Üçüncü tür eleştirmenin siyasal ya da törel, hatta dinsel ölçütleri vardır, yazarı küçük (ya da büyük) kişisel felsefesinin divanına yatırmakla işe başlar.
İşte kendini  aşamamak denen şey.
Başka bir tür, bilgin eleştirmen ise, kendini o denli aşar ki, bir tarihçi gibi, yazarını ustaca parçalayıp küçük halinde (…) önümüze koyar.
Bir toplumbilimci gibi şiir ya da anlatının altında yatan toplumsal sınıf kurnazlıklarını, buharlı makineyi, çokuluslu şirketlerin gücünü ustalıkla bulup ortaya koyar…

Bir tek kusurları olduğu söylenebilir; öze değinmemektedirler.

Olumsuz eleştiri, yazarı, alkolün meyveyi koruduğundan çok daha iyi korumaktadır.

Yalnızca herkes gibi, yazın yapıtı için bir gerçekleşme noktası bulunduğunu ve bu noktadan itibaren büyüleme, deha, yani güzellikten söz etmenin ve de bunları tartışmanın mümkün olabileceğini varsayıyorum.

Eleştirel düşüncenin sağlam bir biçimde oturtulabileceği birkaç yasa ya da temel kuralı:
Yazın (…) sonuçta sözcük ve tümcelerden oluşmuş bir ilişkiler ağı, bir anıttır.
O halde dilin yasalarının karşımıza çıkması kuvvetle olasıdır.
Bu ilişkiler ağının iki yönü, iki yüzü vardır.
Sözcükler, sesin yanı sıra düşünce, yazılı göstergenin yanı sıra, ruh durumu gibi (…) anlamla da donanmıştır.
Bu durumda, söz konusu yasaların yazının kendine özgü yapısıyla ilgili olacağı doğru gibi  görünüyor, yani yalın sözcükler ve anlamları arasındaki birtakım ilişkilerle ilgili…

Kimi sözcükler başka sözcüklerle söylenemez ve yerlerini tutabilecek soyut bir fikir düşünülemez.
Eleştirmek, kökü elemekten de anlaşılacağı gibi her şeyden önce yargılamaktır.

Sesbilim sözcükteki özdeksel değişiklikleri özenle belirler.
Anlambilim, sözcüğün fiziksel boyutuyla ilgilenmez. (Her ikisi de eleştiriye pek katkı yapmazlar)

Biçembilim, bu bilim dalı en ufak bir yargılama yapmadan gözlemler.
Ancak bize gereken yargı ilkesidir.

Yazarın yanlışlarını ve anlatım bozukluklarını ortaya çıkarmak bilgiçlik taslamak mıdır?
Ancak, anlatım bozukluklarının gerçek anlatım bozukluğu, dil sürçmelerinin gerçek dil sürçmesi olmasında yarar vardır. Bu olmazsa, eleştirmen yalnızca kendi bilgisizliğini ele verir.

Bir olgudan ya da bir deneyim, daha doğrusu bir deneyimler dizgesinden hareket etmeyen geçerli bir araştırma yoktur.

Dil olmadan, yaşanan bir deneyim dile nasıl sokulabilir?

Sözcüklerin anlamlarına, bize verildikleri biçimiyle layık olmaya çalışmalıdır.

Birinin dürüstlük olarak gördüğü şeye, diğeri yalnızca kuşkulu bir yurtseverlik olarak bakabilmektedir. Peki ama, bizim dilimizin bununla ne ilgisi olabilir?

Dili sahip olmadığı erdemlerle donatmak…

Birbiriyle uyuşmayan sözcüklerdir, nesneler değil.
Gevezelik / fikirden yoksun tümceler yığını…
---

Türkçeleştiren: Uğur Güven
Dokuz Eylül Yayınları
Mart 1999

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder