25 Ağustos 2015 Salı

İsmet Özel - Çenebazlık

İsmet Özel - Çenebazlık


Ufuneti sözle almak isteyenler katında şiir müreccahtır.
Ölü kelimeleri anmak bazı yaşama alanlarının, bazı vasıflarını tebarüz ettirmiş insanların yaşama alanlarının ortadan kalktığını hatırlatmamıza yarayacaktır. (s. 9)

Ufunetini alır / bu, “ateşini düşürür” demektir.

Şiirde biyografi anlamı etkilemez, anlamdan etkilenir.

Avrupa için Türkler hep belâ idi. Türkler ise Avrupa’ya her orada neyin olgunlaştığını öğrenmek maksadıyla baktılar.

Dil varlığın evi imiş! Hah, evin haline bak! (s. 12)


…her gösteriş bir sahtekârlık…

Dünyaya ne halimiz varsa görelim diye gelmedik; dünyaya gelişimiz halimizin ne olduğunu öğrenelim diyedir. (s. 13)

İnsanın gücü mükemmel bir itirafa bile yetmez.

Divan edebiyatı dışında bir edebiyat Türk milletini ayaklar altına almak isteyenlerin bunu başaramayacaklarını göstermek kastıyla doğdu. Şiire can veren pes etmeyiş ruhuydu. Ruhun bedeni neredeydi?
Türk şiiri bedenini mütarekeden sonra buldu. (s. 15)

Şiirin Özgürlüğü
Şiir, gücünü, biz düşünce dizisinin, bir öğretinin sözcüsü olmaya dayayamaz.

Şiiri tabana (insana) ve çağına yerleştirebilmemiz gerekir.

İmge ve Dizgin

İmge ve Açık Anlatımlı Şiir
İmgeler ortaya yalnız birtakım süslü kelime yığını koyuyor.

Bence bütün bu sakıncalar söyleyecek sözün yokluğundan doğuyor.

Şiir (…) insan gerçeğini ele almanın özel bir biçimidir.

Şiir yaşamın damıtık durumu olmalı, böylece bir biçim kurulmalıdır.
İnsan tekinin sorunlarıyla bağı kopmuş imgeden şiiri uzak tutmalıyız.

Tanrı Mezarını Isıtsın
Bir edebiyat yazısının sanat eseri olabilmesi için bir düşünceden kök salması, bir düşünceye uzanması zorunludur bence.

İkinci Yeni şairleri küçük şairlerdir.

Ahmed Arif’e Dostça Bir Açıklama
…faydasız eylemden kaçınmak…

Entelektüel şizofreni…

Eliot’a ulaşabilmek için çaba harcıyorken Nâzım Hikmet karşısında uyduğumuz coşkuyu saklamak gereğini duymuyorduk. Oysa bu şizofrenik bir durumdu.

Düşüncenin parçalanması, düşünceyle davranış arasındaki uyumsuzluğu gölgede bırakacak bir düzeydedir.

Nazım Hikmet / dünya proletaryasının devrimci mücadelesine destek olan şiirin en başarılı örneklerini vermiştir. (s. 34)

Demokrat-O-Federal Şiircilik LTD.
“Yavan bir romanımız var. Neden?
Çünkü şiirimiz yok.” Michelet

Şairler Intellect’in Pençesinde
…şiir içinden doğduğu topluluğun anlamıyla ve değerler bütünüyle uyumlu bir nabız vuruşu olarak vardır.

Şiir bir deneyimdir, zihni bir maraz değildir.
Şiir adına tehlikeyi göze alamayan birinin şiire yaklaşamayacağını iyi bilmek gerek.

Demon-Krasi’ye Karşı Şiir
Bugün dergilerde rastladığımız, bir araya getirilip önümüze kitap olarak çıkan şu şiirler yazılmasa olmaz mı?

Kafa tutmayan şiir, “öylesi değil, böylesi” diye diretmeyen şiir herhangi bir haberleşmeyi de yerine getiremeyen şiirdir,

Dilin gerçek, özgün yapısını kavradığımız zaman biliriz ki, bazı düşünceleri şiirleştirmek ne kadar olmayacak bir şeyse şiire düşünce aşısı yapabilmek aynı derecede imkânsızdır.

Şair önce kelimelere, sonra mısralara ve nihayet şiirin bütününe bizim (dağılmış olan) beşerî durumumuzu toparlar. Varoluşumuza bağlı endişelerimi kümeler.

On dokuzuncu yüzyıldaki (…) insanlık ilerliyordu. Yirminci yüzyıldaki insanlığın ilerlediği söylenemez…

Türkiye’de (…) medyaya hâkim unsurlar kendilerini şair olarak kabul ettirebildiler. Bu ülke böyle bir ülke. Bazı insanlar şair olmadıklarını kabul ettirebilmek için başbakan bile olmayı göze alıyorlar.

…modern zihniyetin doğmasında önemli yere sahiptir / Katolikler, Protestanlar, köylü savaşları…

…Türklük asla beden yapısıyla, hatta konuşulan dille alâkalı bir şey değil…

Dünyada kavmi ve dini ayı olan bir tek unsur var. O da Türk.

…ırk olarak aynı geçmişe sahip iki insandan birisi gayri Müslim ise ırkıyla tefrik edilir.

…sadece neye boyun eğdiyse onunla oluşumunu tamamlayan bir yaratık…

…sadece Allah’ın iradesine teslim olmuş olana diyoruz.

İnsan demek Müslüman demektir. Müslüman değilse ona insan-benzeri diyebiliriz.
Çünkü insan dediğimiz şey ünsiyet sahibi olan şeydir. İnsan yerle gök arasındaki kıstaktır, berzahtır. İnsan dediğimiz zaman ulvî ile süflî arasındaki alanı dolduran varlığa diyoruz.

Türkiye’de iki millet yaşıyor. Bir, menfaatlerini kâfirlerin menfaatleriyle özdeşleştirmiş olan millet; bir de Türk milletinin menfaatlerinin kâfirlerin menfaatleriyle zıtlaştığını içten içe bilen, hisseden bir millet.

Kâfirle çatışmayı göze alan Müslümana Türk denir.
Herkes Müslüman olabilir ama herkes Türk olamaz.

Gagavuzların Türk olduklarından bahsediyorlar.
Böyle bir şey yok. Müslüman değilse, Türk değildir.

Etrüskler, Lombartlar, İtalyan mı? Keltler, Gotlar, Vizigotlar (…) Saksonlar hangi millet?

Tabii ki bizim geçmişimiz bir boşluktan ibaret değil.

Türklüğümüz de bu topraklarda oluşmuş bir şeydir.

Modern dünyanın oluşumu 14. yüzyılda başladı. Bir tarafta Türkler vardı, bir tarafta Avrupa.

…sistem ilk işleyişine 14. yüzyılda başladı.

14. yüzyılda İtalyan site devletlerinde temellerini attı ve merkezini 17. asırda Hollanda’ya taşıdı.

Hollandalılar taşımacılıktan büyük kârlar elde ettiler.
Borsa kurdular.
…bu sermaye hâkimiyetinin sonuç vermesi aynı zamanda siyasî hâkimiyetini de gerektiriyordu.

Dolayısıyla sistem, merkezini Amsterdam’dan Londra’ya taşıdı.
1945 / sistem merkezini Londra’dan New York’a taşımak gereğini duydu.

“non-market economy” / işleyişini piyasaya bağlamamış olan ekonomik düzen, Osmanlı Devleti’nde var idi.

1571 yılına kadar Avrupa medeniyeti, Türklerin yenilebileceğini hayal bile etmiyor.

1526 yılından 1571 yılına kadar panik içindeydiler.

1571 / Türk tehlikesi geçti…

“Artık bizim de bir vatanımız var, bizim de bir kültürümüz var, bizim de bir medeniyetimiz olacak” diye işe başladı Avrupalılar 17. yüzyılda.

Fatih Sultan Mehmet / (fetihten sonra) patriği yanına çağırdı.
Patrikhane, Bizans devrinde sahip olduğu yetkilerin belki yirmi misline, belki yüz misline ulaşıyor. Neden? Çünkü imparator Hıristiyanken, Ortodoks dünyasının sadece ruhlarına sahip olan Patrik, padişah Müslüman olduğu için Ortodoks dünyasının her şeyine hâkim oluyor.

Dolayısıyla tapu, hâkim oluyor.
Ticari işlemler, hepsi patriğin elinde oluyor…

Bu yüzden Müslim ve gayri Müslim bütün halk batı karşısında 1571 yılına kadar yekvücut idi. Ama gayri Müslimler “mühür kimde ise Süleyman odur” diye düşünüp yeni patronlarının başka bir yerde olduğunu ve bu eski patronun gününün dolduğunu düşündüler.

Türkiye’de İslamî siyaset, İslamcı siyaset diye bir işin başında olan insanları görüyorsanız, onların hepsi Türkiye’nin bir İslamî dönüşüm yaşamaması için görevlendirilmiş insanlar.

Kâfirle çatışmayı göze alan Müslümana Türk deriz.
Siz diyeceksiniz ki “Yahu, bu olmaz.” Neden olmaz? Çünkü size 1839 yılından beri kâfiri düşman bilmemeyi öğrettiler. Kâfir düşman demek değilse, küfür düşman değilse sen kimsin, sen nesin?

…dinler arası diyalog / bunu savunanların hepsi kâfirlerin köpeğidir.

…bir şeylerin söylenmesinden çok anlaşılması önemlidir.

Öyle bakacağına yardım et
Veyahut sadece (…) “Aç!” diyebilirsiniz…

Ancak şiirle bağ kurduğumuz zaman kendimizi “aklı başında insanlar” telakki edebiliriz, çünkü insanın aklı başında olmayabilir, başka yerinde olabilir.

Cafcaflı laflar, dokunaklı cümleler meselesi değildir.
Şiir bizim insan olarak tanınmamızı mümkün kılan şeydir.

Şiir şairin neresinden çıktıysa okuyucunun da orasına ulaşır.

…şiir ve bilim, bir arada bulunabilecek şeyler değil. Bilim, sayılabilir şeylerle olan bir şey. Şiir sayılamaz şeylerle inşa edilen bir şey.

İnsanlardan feraset beklemenin vakti geçti.

Türkiye’de bir toplum hayatı var bu toplum hayatı kendini anlamlı kılmak için çaba harcamayan insanların yürüttükleri bir toplum hayatı.
---

Şûle Yayınları
Eylül 2006


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder