Mehmet
Sancaktutar - Cebrail'in Kanatları
Allah’ın hiçbir kuluna inandırmak zorunda
olmadığım, heyecanın, korkunun ve merakın bin bir çeşidiyle dolu o muhteşem
macerayı yaşamadan önce tam olarak bir insan bile sayılmazdım.
…saçlarına ak düşmüş bir sabi.
Tüm dünyanın kendisine pusu kurduğu bir
adam gibi her şeye ve herkese korku ve endişeyle baktım.
Umut, korkunun karabasanıdır.
Yedi yıl önce (…) taşındım yerin altındaki
o karanlık izbe daireye.
Yedi yıl boyunca (…) bu apartmanda benim
gibi birisinin yaşadığından kimsenin haberi olmadı.
Mum, lambaya göre canlı gibidir.
Mumlar da benim gibi hiçbir gözün görmediği
izbe ve karanlık bir dairede sessizce eriyip tükeniyorlar. (s. 10)
…her şeye sebep olan bir kadındı.
Korku / ümitsizlik / huzursuzluk
Bunların hepsi varolmanın bir eşiğidir.
Dua, insanın Tanrı’nın kalemiyle kendi
kaderini kendisinin yazmasıdır.
Dua Tanrı’dan gücünü bizim adımıza kullanma
isteğidir.
Bir çocuğun neyi hayal ettiğini yetişkin
akıllılar akıl bile edemez.
Ben bir arı olmalıyım.
Arı olmak için dua etmeye başladım.
Arı olamadığım her gün arı olmaya dair
inancım zayıflıyor, kusuru dualarımın yetersizliğine bağlıyor, yalvarmanın
yakarmanın hızını her geçen gün arttırıyorum.
Üçüncü haftanın sonunda kaşınmanın durduğu
yerlerde hafif bir kıllanma oluşmaya başladı.
Bir sabah kalktığımda yüzümün de kıllarla
kaplandığını gördüm.
Sadece gözlerim görünüyor.
Koca bir kütle midemden boğazıma doğru
yürümeye başladı.
Bir balondan ziyade bir kıkırdak yığınına
benziyor kustuğum şey.
Gerçek bir arı olmak ama bir insan gibi
duymak, görmek ve düşünmek…
Ayrı iki yerde ve ayrı iki varlıkta tek bir
varlığım olduğunu kesinlik derecesinde biliyorum.
Beni gören hayretten donup kalıyor.
Aralarından birisi hışımla üzerime yürümeye
başladı. Cesaret alan ötekiler ona katıldı.
Galeyana gelen tüm kalabalıklar gibi bunlar
da güçlerini anlamsızlıktan, belirsizlikten, cehaletten alıyorlar.
Sadece sizden biraz farklı görünüyorum. Ben
de sizin gibi bir insanım.
İnsanlar hep böyle midir?
Kendileri gibi olmayanları öldürmek mi
isterler… (s. 29)
Az ileride tuğlaları henüz örülmüş bir
inşaat var.
Hepsi bana “Goril kardeş” diye hitap
ediyor.
İnsan nankör, insan isyankâr, insan
günahkâr…
Hulusi’yi gören var mı?
Bodrum katında oturan şu uyuz herif…
Hulusi ben miyim?
Kaç yıldır kimse ismimle hitap etmedi bana.
…yatağın ortasında minnacık bir bebekten
daha küçüktüm.
Kaçacak delik yok.
Mutfak tüpünün arkasında minnacık bir
boşluk var. Oraya gizlendim.
Bir şey bulamayınca evi terk ettiler.
…acı çeken benim bedenim değil
insanlığımdı. Bedenimin küçülmesiyle acılarım küçülmüyor bilakis daha da
artıyor.
Canlının tüm direnç noktaları bittiğinde,
ölüm tüm neşesiyle geliyor.
Kovanda hükümdarlığımı ilan ettim
Genç bir kraliçe olarak tahta oturdum. (s.
50)
Mezarlığa yanaştım.
Ona verilen bu ceza, suçunu yok etmiş
midir?
Bu arı olma arzusu başıma daha önce
görmediğim ve duymadığım çoraplar ördü.
Genç kadının çatıda ne işi var?
Jüri beni eledi…
Birinci olup şöhret olacaktım.
Çığlık atma yarışması…
İstiyorum ki yaşadığım acıyı herkes görsün.
Ölürken bile bir şey olmak istiyorsun
Paran olunca zengin, adın duyulunca şöhret
olursun. (s. 81)
Ben bir şey olma sevdasının bedelini çok
ağır ödüyorum.
Apartmandan aşağı saldım kendimi.
Bir türlü yere düşemiyorum.
Bir adam için tek kriter onurlu bir yaşam
olmalıdır.
Ölüm zengine de fakire de aynı yakınlıkta
duruyor.
Unutma, bu dünya, adaletin gerçekleştiği
değil hayal edildiği bir yerdir.
Para insanı cimrileştiriyor,
duyarsızlaştırıyor.
Ahal teke
Bal yapabiliyor olmak bir şehrin sağlık
sigortasıdır. (s. 126)
Döllenecek çiçek yok bu şehirde. Dölünü
kaybettiği için kısır, soyu kesik bir şehir bu. (s. 126)
Katran, eriyen asfalt katranlarını bal
yerine kovana taşımış arılar.
Bu, bilerek bir intihar.
Herkesin her şeyi bildiği bir yerde, hiç
kimsenin bir şey bilmediğini herkes çok iyi biliyor. (s. 130)
Ben bir insandım önceleri. Adım Hulusi idi.
Sonra kendi varlık alanımı dolduramayınca başka bir varlık olmaya özendim. (s.
132)
…bu bedenler doğaları gereği yok olup gitse
de bir kez bedene girmiş olan bir bilinç sonsuza dek “kendiliğini” taşıyarak
evrenin bizim bilmediğimiz ve göremediğimiz bir köşesinde dolanmaya devam
edecek.
…bir arı kursağını bir defa bal doldurmak
için bin beş yüz çiçeğe konuyor.
…bir arı bir petek gözü bal yapabilmek için
doksan bin çiçeğe konması gerekir. (s. 147)
Kadim kültürlerde bal adeta Tanrı’nın bir
elçisi gibidir.
(Keşiş kılıklı Kâmil) Ben (…) onlara arı
falan demem. “Cebrail’in Kanatları” derim hep.
…eski insanlar daha akıllıydı. Çünkü
görünen her şeyin arkasında gizli bir anlam olduğunu biliyorlar(dı). (s. 149)
Özgür vahşi atlar bizim özgürlüğümüzün de
garantisidir.
Kâmil, geceli gündüzlü magma haline gelen
kayaların altını harlamaya devam ediyor.
…ateş ne kadar harlı olursa olsun
buharlaşma olmuyor. Demek magma tüm fazlalıklardan arınmış, kendi özüne
dönmüştü. (s. 161)
Özgürlük (…) bir varlığın başıboş olması
değildir.
Özgürlük; herhangi bir varlığın kendini en
iyi şekilde gerçekleştirebildiği en uygun koşulların içinde olmasıdır.
Bir anlam yüklemeseydim (…) sence buna
katlanabilir miyim?
Dağların sadece kendileri yüksek değildir.
Üzerlerindekiler de yüksektir.
Ova, ortalığa saçılma, sırların meydana
dökülmesidir.
Dağlarda atlar sadece at doğurur, katır
doğurmaz.
Dağlar özgürlüğün öz vatanıdır. Köroğlu
sadece dağlarda Köroğlu’dur. (s. 180)
Bu dünyada cehalet yüzünden acı çekenlerin
sayısı başkaları tarafından acı çektirilenlerden daha fazla.
Üzerine leke yapışmayan tek şey sadakattir.
İyinin ve kötünün bittiği yerde vicdanın
görevi de biter.
Dünyaya ve insanlara bulaşmayı göze alamam
ben.
İyinin ve kötünün olduğu yere geri dönemem
asla.
Zamanın (…) başkaları tarafından içi
boşaltılan kavramları kendimce yeniden inşa edeceğime başkalarına ve kendime
kızmak ve küsmek gibi yanlış bir yolu seçtim.
…insanlığımdan uzaklaştım ve sonunda bir
hayvana dönüştüm.
Artık arılıkla ilgili merak ettiğim hiçbir
şey yok. Ama “arılık” da bir var olma biçimidir. (s. 193)
Allah’ım beni bir insan olarak yarattın ama
ben, bir insan olmayı beceremedim.
Sabah olduğunda (…) Kâmil’e ait kulübede
kahvaltı ederken buldum kendimi.
---
Ötüken Yayınları
Mayıs 2012
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder