5 Eylül 2015 Cumartesi

Endüstri Sosyolojisi: Türkiye’de Sanayileşme

Türkiye’de Sanayileşme
Anadolu topraklarında sanayileşmeye ilişkin ilk girişimin 1863 yılında Islahı Sanayi Komisyonu’nun kurulmasıdır.

Sanayileşme Kavramı: Sanayileşme, üretim faktörlerinin kullanılarak hammaddelerin daha faydalı ürünlere dönüştürüldüğü ve ara veya nihai malların imal edildiği sınaî faaliyetleri içermektedir.
Dar anlamda sanayileşme, sanayi sektöründeki toplam üretimin ve/veya bu üretimin milli gelir içindeki payının artmasıdır.
Gelişmiş ekonomilerin önemli bir bölümünde sanayi sektörü göreceli üstünlüğünü kaybetmekte ve yerini hizmetler sektörüne bırakmaktadır.

Sanayileşme göstergeleri: Bir ülkede bir yıl içerisinde üretilen tüm nihai mal ve hizmetlerin piyasa fiyatlarıyla değeri, milli gelir ile ölçülmektedir. Milli gelirin yıllar itibarıyla gösterdiği değişim ise büyüme kavramı ile ifade edilmektedir. Sanayi sektörünün büyümedeki payının artması, sanayileşmenin geliştiği anlamına gelmektedir. Sanayileşmenin temel göstergeleri; milli gelirde sanayi sektörünün payının artması, toplam istihdamda sanayi sektörünün oranının genişlemesi, ihracat içerisinde sanayi ürünlerinin payının yükselmesi ve imalat sektöründe tüketim, ara malların ve yatırım mallarının dağılımının yatırım malları lehine genişlemesidir.

OSMANLI’DA SANAYİLEŞME
Üretimde makineleşmeye geçilmeden önceki dönemde Osmanlı Devleti, sanayisi gelişmiş bir ülkedir. Endüstri devriminden sonra Batı’da kısa sürede hızlı bir sermaye birikimi yaşandı. Kırılma noktası tam da budur; para ve daha çok para Osmanlı ülkesinde hem kabul edilir bir motivasyon değildi hem de zekât, miras ve çeşitli vakıf sistemleri sermayenin bir elde birikimini engellemekteydi.
Sanayi devrimini ıskalayan Osmanlı Devleti, Tanzimat’tan itibaren ne yapacağı konusunda Batılı seslere kulak vermeye başlamış ve bunun sonucunda da sanayi atılımı yapamamış bilakis tamamen yıkılmıştır.
Sanayileşmede geri kalmanın en önemli nedenlerinden birisi İngilizlerle yapılan 1838 tarihli Serbest Ticaret Anlaşması’dır. Bu anlaşmayla Osmanlı ülkesi, İngilizlerin pazarı haline gelmiştir. Osmanlının yerli üreticileri hatta geleneksel zanaatları bile bu anlaşmanın yol açtığı kırımla ortadan kalkmıştır.
Serbest Ticaret Anlaşması’ndan sonra oluşan ticaret açığı önce kıymetli madenlerle ardından da dış borçla finanse edilmiştir.
Osmanlı Devleti, yerli sanayinin geliştirilmesi için çeşitli girişimlerde bulunulmuş 1863 yılında Islahı Sanayi Komisyonu kurulmuş, 1913 yılında Teşvik-i Sanayi Kanunu çıkarılmıştır. Sanayileşme yönünde kararlılığı işaret eder gibi görünen bu kanun pratikte sadece devletin imkânlarının belli kişilere peşkeş çekilebilmesine imkân vermiştir.
I. Dünya Savaşı nedeniyle kapitülasyonların fiilen sona ermesinden sonra sanayinin mevcut durumunu saptamak amacıyla Ticaret ve Ziraat Vekâleti tarafından sanayi sayımları yapılmış ve 1913-1915 Sanayi Tahriri adı altında bu sayımın sonuçları ilan edilmiştir.  
Buna göre:
Osmanlı Devleti’nin ekonomik yapısı içerisinde tarım sektörünün önemli bir payı olduğu için sanayi de doğal olarak ham maddesi tarıma dayalı sektörler üzerinde yoğunlaşmıştır.
Osmanlı sanayisinin önemli bir özelliği de bölgesel yoğunlaşma içerisinde olmasıdır.

Osmanlı Sanayisinde Sermaye ve Emek Açısından Milliyetlerin Dağılımı
Milliyet
Sermaye %
Emek %
Türk
15
15
Rum
50
60
Ermeni
20
15
Yahudi
5
10
Yabancı
10
-

Osmanlı sanayisi içerisinde ara malı ve yatırım malı üretimi yok denecek kadar az olduğu için sanayi malları üretimi içerisinde tüketim mallarının oranı çok yüksektir.
Yabancı girişimcilerin Osmanlı topraklarına yönelik yatırımları, dış borçlanmanın artmasıyla yükselmiştir. Ancak bu yatırımlar finans ve ulaşım gibi sanayiye katkı yapmayan alanlara olmuştur.
1880 yılında Osmanlı Devleti’nde kişi başına düşen milli gelir (satın alma gücü paritesine göre) 900 ABD doları iken 1913 yılında 1200 dolar civarına yükseldiği tahmin edilmektedir.

CUMHURİYET’İN İLK ON YILINDA SANAYİLEŞME
Uzun süren savaşlar, insan kayıpları ve sanayi faaliyetlerinde ağırlığı olan gayrimüslimlerin ülkeden ayrılması cumhuriyet Türkiyesinin kuruluş yıllarında karşısında bulduğu iktisadi manzaranın tasviri olarak okunmalıdır.
Cumhuriyetin yönetiminde söz sahibi olan kadrolar, iktisadi gelişme ile sanayileşmeyi özdeş kabul etmiş ve kapitalist bir sanayileşme tarzıyla gelişmeyi amaçlamışlardır. 17 Şubat 1923 tarihinde İzmir’de toplanan Türkiye İktisat Kongresi’nde bu hedef ve politikalar ilgili kesimlere duyrulmuştur. Türkiye İktisat Kongresi, Türkiye Cumhuriyeti’nin uygulayacağı iktisat politikalarının serbest girişime dayalı, ithal ikameci, yabancı sermayeye izin veren ve iktisadi hayatın Müslüman-Türk tüccar ve sanayiciler eliyle yürütülmesini savunan esasların deklare edildiği bir toplantı olarak gerçekleşmiştir.
Cumhuriyet’in ilk yıllarında hem genel alanda hem de sanayileşme alanında kurumsal yapının oluşturulmasına gayret gösterilmiştir.
1924 yılında yarı resmî bir hüviyet taşıyan İş Bankası ve 1925 yılında Sanayi ve Maadin Bankası kurulmuş, 1913 tarihli Teşviki Sanayi Kanunu revize edilerek 1927 yılında yeniden uygulamaya konmuştur. 1929 yılında çıkarılan yeni gümrük kanunu ile gümrük vergileri yükseltilmiştir.
1925 yılında çıkarılan bir kanunla, şeker fabrikalarının kurulması teşvik edilmiştir. Cumhuriyet döneminde geniş teşviklerle geliştirilmesine çalışılan ilk sanayi alt sektörü, şeker üretimidir.
1927 yılında Türkiye Cumhuriyeti’nin sahip olduğu beşeri ve ekonomik varlığın bir envanterini çıkarmak amacıyla nüfus, tarım ve sanayi sayımı yapılmıştır. Bu sayıma göre istihdamın % 80.9’u tarım, % 8.9’u sanayi ve % 10.2’si hizmetler sektöründe çalışmaktadır. Gayri safi yurt içi hasıla içerisinde tarımın payı % 49, sanayinin payı % 14 ve hizmetler sektörünün payı ise % 36’dır.
1948 fiyatlarıyla hesaplanan 1923 yılı GSMH 2.9 milyon TL iken 1932 yılında 5.2 milyon TL olmuş, kişi başına düşen gelir ise 45 USD’den 39 USD’ye düşmüştür.
Sanayi sektörüne yönelik verilen teşviklere ve korumacı tedbirlere rağmen serbest girişimcilerden beklenen atılım gerçekleşmeyince devletçilik ilkesi yürürlüğe girdi.

DEVLETÇİLİĞE GEÇİŞ VE SANAYİLEŞMEDE İLK PLANCILIK DENEYİMLERİ
Cumhuriyetin modern bir kapitalist ekonominin oluşması için öngördüğü mekanizmanın iktisadi kökleri, 1923 Türkiye İktisat Kongresi’nde oluşmuştur. Ancak özel teşebbüsün gelişememesi (zaten hiçbir zaman yatırıma hevesli olmadılar bu ülkede) devlet eliyle kalkınma programını devreye sokulması sonucunu doğurdu. İlk etapta hesaplı yaşamaya ve milli ürünleri kullamaya teşvik amacıyla ileride Türkiye Ekonomi Kurumuna dönüşecek olan Milli İktisat ve Tasarruf Cemiyeti kuruldu (1929).

Devletin iktisadi yaşama müdahalesi T.C. Merkez Bankası Kanunu (1930) ve Türk Parasının Kıymetini Koruma Kanunu (1930) ile para piyasalarında, taban fiyat uygulamaları ve Toprak Mahsulleri Ofisinin (1938) kuruluşu ile tarım sektöründe gerçekleşmiştir. Devlet Sanayi Ofisinin (1932), Türkiye Sınai Kredi Bankasının (1932), Maden Tetkik ve Arama Enstitüsünün (1935) ve Etibank’ın (1935) kuruluşu ve uygulanmaya başlayan sanayi planları ile sanayi sektöründe kamunun ağırlığı giderek artmaya başlamıştır. Devlet Sanayi Ofisi Türkiye Sınaî Kredi Bankasının 1933 yılında kurulan Sümerbank’a devriyle bu kurum, Cumhuriyet tarihi boyunca devletin sanayi alanındaki en önemli girişimi olmuştur.
1933 Haziran’ında kurulan Sümerbank’ın temel görevi, devlet imalat sanayisi yatırım programlarını uygulamak ve kurulacak devlet fabrikalarını işletmektir.

Sanayi planlaması, yapılan uygulamalar ve özel kesimin sanayi faaliyetlerini düzenleme girişimleri devletçilik politikalarının sanayi üzerindeki etkileridir.

1934 yılında uygulamaya konulan Birinci Sanayi Planı, ham maddesi yurt içinde bulunan tüketim mallarının üretilmesine yönelik ithal ikameci bir sanayileşme stratejisine dayanmaktadır.

Banka, dokumacılık ve madenciliğin yanı sıra şeker üretiminde Türkiye İş Bankası aracılığıyla yatırımlar gerçekleştirilmiştir. İlk şeker fabrikaları Alpullu ve Uşak’ta kurulmuş, bu fabrikaları Eskişehir (1933) ve Turhal (1934) fabrikaları izlemiştir.
1936’da Ankara’da toplanan Sanayi Kongresi’yle başlayıp 1938 yılında yürürlüğe konan İkinci Sanayi Planı, birinci planın hâlen devam etmesi ve İkinci Dünya Savaşı koşulları nedeniyle fiilen uygulanması söz konusu olmamıştır.

1946 İvedili Sanayi Planı, Kadro Hareketi’nin önemli temsilcileri tarafından hazırlanmış ve “Kadrocu Planlama” anlayışı geniş ölçüde uygulanmak istenmiştir.

1948 fiyatlarıyla hesaplanan 1933 yılı gayri safi milli hasılası (GSMH) 6 milyon TL iken 1947 yılında 8.1 milyon TL’ye yükselmiş, kişi başına düşen gelir ise 45 USD’den 170 USD’e çıkmıştır.

Hükümetin ekonomiye müdahale amacıyla 1940 yılında çıkardığı Milli Korunma Kanunu; hangi malın, kimin için ve nasıl üretileceği sorularına piyasanın verdiği cevaba göre hareket eden kapitalist sistemin sınırlarını zorlayan bir uygulama olmuştur.

Milli Korunma Kanunu, Varlık Vergisi Kanunu (1942) ve Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu (1945) nedeniyle gerçekleştirilen uygulamalar; geniş halk kitleleri üzerinde tepkilere neden olmuştur.

Batı Blok’unun II. Dünya Savaşı’nda harap olan Avrupa’nın yeniden imarında Türkiye’ye biçtiği rolde ise sanayi sektörü değil tarım sektörü ön planda tutulmuştur.

1950-1960 DÖNEMİNDE SANAYİLEŞME
Demokrat Parti dönemiyle birlikte liberal politikalar benimsenmeye başlanmıştır.
Türkiye Sınai Kalkınma Bankası (TSKB), bu dönemde sanayi sektöründeki özel girişimciliğe finans ve teknik destek sağlamak üzere kurulmuş ilk özel yatırım ve kalkınma bankasıdır.
1950-1953 döneminde tarıma yönelik dış yardımlar, makineleşme ve iklim koşulları nedeniyle üretimde önemli bir artış meydana gelmiştir. Kırsal kesimdeki refah artışı, göçleri beraberinde getirmiş ve sonuçta istihdam içinde tarım sektörünün payı azalmıştır.

Sanayi sektöründe kamu sektörü ve özel sektör arasında karşılıklı olarak bir işbölümü ve bütünleşme oluşmuştur.
1956’dan sonraki dönemde ortaya çıkan ekonomik istikrarsızlıklar, döviz darboğazı ve dış ticaretteki tıkanıklıklar sanayi sektörünü olumsuz etkilemiştir.

1958 yılında kurulan Koordinasyon Bakanlığı, uluslararası kredi çevrelerinin taleplerine uyum sağlamayı, ekonomik eşgüdümü sağlamayı ve 1950’lerin ikinci yarısında Türkiye ekonomisinde görülen istikrarsızlıkları ortadan kaldırmayı amaçlamıştır.

1968 fiyatlarıyla hesaplanan GSMH, 1948 yılında 37 milyon TL iken 1960 yılında 70.8 milyon TL olmuştur. Kişi başına düşen gelir ise 170 USD’den 350 USD’e yükselmiştir.

PLANLI KALKINMA VE SANAYİLEŞME
1950’li yılların ikinci yarısında ortaya çıkan ekonomik darboğazların giderilmesi konusunda geniş kesimlerin üzerinde ittifakla kabul ettiği görüş, plancılıktır.
Kalkınma planlarını hazırlaması için 1960 yılında Devlet Planlama Teşkilatı (DPT) kuruldu.

Kalkınma planlarının özellikleri ve temel hedefleri:
Sanayileşme ekonomik gelişmeyle özdeş olarak görüldüğü için kalkınma planlarında sanayileşme birincil amaç olarak belirlenmiştir.
Kalkınma planlarında tercih edilen model, döviz tasarrufuna dayalı, yerli sanayiyi dış rekabetten koruyarak rekabet üstünlüğü elde etmesini amaçlayan ithal ikameci bir sanayileşme modelidir.
Planlarda kamu kesimi yatırımlar yoluyla doğrudan, özel kesim ise teşvik, özendirme ve koruma politikaları yoluyla dolaylı biçimde planlanmaktadır.
1963-1978 yıllarını kapsayan ilk üç plan döneminde sektörler arası dengeli bir gelişme öngörülmüş ise de uzun vadede sanayi sektöründeki gelişmenin diğerlerinin önüne geçeceği vurgulanmıştır.
Büyüme hedeflerinin tutturulamamasının nedenleri şunlardır:
1. Hedeflenen yatırım miktarına ulaşılamaması,
2. Yatırımların sektörel dağılım hedeflerinin tutturulamaması,
3. İç tasarrufların yetersiz oluşu,
4. Sermaye/hasıla katsayılarının yanlış hesaplanması.
1950’li yıllarda zenginleşen büyük toprak sahipleri, yabancı şirketlerin temsilciliğini alan tüccarlar ve genişleyen eğitilmiş insan gücü tabanından gelen meslek sahipleri; 1960’larda yeni sanayi burjuvazisini oluşturmuşlardır.
İthal ikamesine dayalı sanayileşme politikası; rekabetçi olmayan, geri teknoloji kullanan rekabet ve maliyet endişesinden uzak yer seçimi yapan bir sanayi ortaya çıkarmıştır. Türkiye’nin bu krizi atlatmaya yönelik çabaları sonuç vermeyince ekonomide radikal dönüşümleri ve neo-liberal bir iktisat felsefesini içeren kararlar 24 Ocak 1980’de kabul edilerek uygulamaya sokmuştur.
24 Ocak 1980 kararlarının alınmasında dış baskıların yanı sıra iç baskıların da etkisi olmuştur. Dış baskılar, IMF, Dünya Bankası ve OECD üçlüsünden gelmiştir. İç baskılar ise ekonomideki devlet müdahalelerinin en aza indirilmesini isteyen atılımcı bir girişimci sınıftan gelmiştir (hâlbuki öyle bir sınıfımız hiçbir zaman olmadı).

SANAYİLEŞME POLİTİKASINDA DÖNÜŞÜM
24 Ocak 1980 Kararları’nın üç temel amacı vardır: Bunlardan birincisi piyasa mekanizmasının işlerliğini sağlamak ve bunun önündeki engellerin kaldırılması suretiyle ekonominin yeni koşullara adaptasyonunu hızlandırmaktır. İkincisi amaç, enflasyonist eğilimleri kırmaya yönelik olarak toplam talebin kısılmasıdır. Son amaç ise devalüasyon yoluyla dış ödemeler dengesi açıklarının kapatılmasıdır.

24 Ocak 1980 Kararları, bir yandan ulusal ekonominin birikim ve kaynakların dağılımı mekanizmalarında piyasanın belirleyici rolünü artırmış, diğer yandan da mal ve hizmet ihracatını artırmaya yönelik yoğun bir devlet desteği ile sürdürülen dışa açılma stratejisi olarak uygulanmıştır.
1980 yılında kişi başına düşen milli gelir 1539 USD iken 2006 yılında 5477 USD’ye yükselmiştir.
2002 genel sanayi sayımına göre sanayi sektöründe faaliyet gösteren iş yerlerinin %96’sı 10 kişiden daha az işçi çalıştırmaktadır.

24 Ocak 1980 İstikrar Programı, 5 Nisan 1994 İstikrar Programı, 2000 Enflasyonla Mücadele Programı ve 2001 Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı uygulanmaya konmuştur.

Türkiye’de dört teknoloji grubuna giren malların imalat sektörü içindeki payları incelendiğinde düşük teknoloji grubuna giren malların toplam imalat sektörü katma değeri içindeki payında 2000 yılından sonra yükselme eğiliminin ortaya çıktığı görülmektedir. Yüksek teknoloji grubuna giren malların imalat sektörü katma değeri içindeki payı dalgalı bir seyir izlemekle birlikte %3’ün altında kalmaktadır.
1980 sonrasında kamu sektörü adım adım sanayiden çekilmeye başlamış ve 2000’li yıllar da bu süreç hızlanmıştır. Sanayileşme sürecinin özel sektöre bırakıldığı bu dönemde üretimin yanı sıra ihracatın da ithalata bağımlılığı devam etmiştir. Ara ve yatırım malı gereksinimi Türkiye’nin dış ticaret açığını artırmıştır.

Türk sanayisinin problemlerini üç temel başlık altında sıralamak mümkündür. Bunlar; yatırım yetersizliği, teknoloji konusundaki gerilik ve yeniden yapılanma gereğidir.

TÜRKİYE’NİN REKABET GÜCÜ
Düşük maliyetlerle ve fiyatla, üstün nitelikli mal veya hizmet üreterek global ölçekte yüksek bir rekabet gücüne sahip firmalar; içinde bulunduğu sektörün ve ülkenin rekabet gücünü oluşturmada belirleyici bir konumda bulunmaktadırlar.

Dünya Ekonomi Forumu’nun 2009-2010 Global Rekabet Raporu’na göre ilk on sırayı İsviçre, ABD, Singapur, İsveç, Danimarka, Finlandiya, Almanya, Japonya ve Kanada alırken Türkiye, 4.16 indeks değeri ile 133 ülke arasında 61. sırada yer almaktadır.

---

Endüstri Sosyolojisi
Editör: Prof. Dr. Veysel Bozkurt & Prof. Dr. Nadir Suğur
Anadolu Üniversitesi Yayını, Yayın No: 2327

Kasım 2011

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder