5 Eylül 2015 Cumartesi

Analitik Felsefe: George Edward Moore

Analitik Felsefenin Başlangıcı
Dilsel Felsefeye Sapış
Dil bizi yanıltabilir. Dolayısıyla felsefenin birincil ilgi alanı dilin işleyişinin anlaşılması, hata ve yanılsamalardan kendimizi koruyacak biçimde kullanımının sınırlandırılmasıdır.

Modern mantık
Modern mantıkta önermeler, biçimsel bir dil içerisinde temsil edilir. Biçimsel dil, sadece işaret dizilerinden oluşur. Biçimsel bir dizge, söz konusu bu biçimsel dile işaret dizileri arasındaki dönüştürme kurallarının eklenmesi ile elde edilir. Söz konusu işaretlerin ve işaret dizilerinin, neye işaret ettikleri ya da ne anlama geldikleri dikkate alınmaz. Bu itibarla gündelik dilden kaynaklanan muğlaklıklar, vurgu ya da tonlamaya bağlı belirsizlikler, hemen tamamen aşılmış olur.
Belki de gündelik dil, barındırdığı sorunlar nedeniyle biz farkında olmadan karşımıza birtakım felsefî sorunlar çıkarmaktadır. Dilin kendisinden bu sorunları ayıkladığımızda, belki de bu felsefî sorunlardan kurtulmamız da mümkün olacaktır.

George Edward Moore (1873 - 1958)
1898’de Tirinity College’da akademi üyesi ünvanı aldı.1925 - 1939 yılları arasında, Cambridge Üniversitesi’nde zihin felsefesi ve mantık profesörü olarak akademik çalışmalarını sürdürdü.
Gottlob Frege, Bertrand Russell ve Ludwig Wittgenstein ile birlikte, adı analitik felsefe geleneğinin kurucuları arasında yer alır.

Sağduyuya Dayalı Felsefe
Moore’a göre, sağduyuya dayalı önermeler (Tanrı ve Evren hakkındaki önermeler gibi), felsefeye başlamak için varsayılan önermelerdir.
Moore’un mücadele ettiği ve karşı çıktığı felsefe geleneği, söz konusu sağduyuya dayalı önermeleri sorgulayan bir tür idealist felsefedir.

Dış Dünyanın Varlığı Sorunu
Moore’un çözmeye çalıştığı sorun şu biçimde ifade edilebilir: Dış dünyayla ilgili bilgimiz, duyumlara ve duyumsal deneyimlere dayanır. Ancak duyusal deneyimler, algılayanın bilincinde ortaya çıkan özel olaylardır. Buna karşılık bizim dış dünyayla ilgili bilgimiz, kamusal olarak diğer algılayanlar için de mevcut olan nesnelere ilişkin bir bilgidir. Dolayısıyla, duyusal deneyimin özelliği (kişiye özel olması) ile bu özel kanıta dayalı olarak sahip olduğumuz bilginin kamusallığı  arasında bir boşluk (bir uçurum) bulunmaktadır. Bu boşluk nasıl aşılacaktır?

Ahlâk Felsefesi
Moore, Principa Ethica adlı eserinde, ahlâk felsefesinde doğalcı yaklaşımlara karşı çıkar ve kendisinden sonra gelen meta-etik tartışmalarında belirleyici olur.
Moore, felsefî kanıtlamaların, kendisinin doğalcı yanılsama olarak adlandırdığı bir sorunla malul olduğunu ifade eder. Bu sorunun kaynağında, bir terimin belli bir kanıtlama dâhilindeki kullanımının, söz konusu terimin tanımı ile karıştırılması yatar. Örneğin, “iyi” için örneklenen bir durumun “iyi” sözcüğüne dair bir tanım olmadığı halde tanımmış gibi algılanması…
Bir özellik olarak “iyi”, Moore’a göre tanımlanamaz. Sadece ne olduğu gösterilebilir ve bu gösterme üzerinden kavranılabilir.
Moore’un “iyi”nin tanımlanamaz olduğuna dair kanıtlaması, genellikle açık soru kanıtlaması olarak anılır.
Sonuç olarak “iyi”yi diğer sözcükleri kullanarak tanımlayamayız.
Değer, “güzelliğin farkına varan bilinç”te ortaya çıkar. Bu nedenle Moore, bir bütünün değerinin onu oluşturan parçaların toplamından fazla olduğunu savunur. Moore’un değerlere yönelik bu görüşü, organik bütün yaklaşımı olarak anılır.

Moore Paradoksu
“Yağmur yağıyor ama ben yağmur yağdığına inanmıyorum.”

---
Çağdaş Felsefe I
Yrd. Doç. Dr. Ahmet Ayhan Çitil
Anadolu Üniversitesi Yayınları, Yayın Nu: 2446
Eskişehir, Nisan 2012


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder