11 Eylül 2015 Cuma

Ludwig Wittgenstein


Dile Dayalı Yeni Bir A Priori Anlayışı
Wittgenstein I


Ludwig Wittgenstein (1889-1951)
Babası, mühendis ve sanayiciydi. Annesi müziğe çok meraklıydı. Ludwig’de müzik dâhil pek çok alanda sahip olduğu yeteneklerini geliştirme fırsatı buldu.
Mühendislik eğitimi almak üzere Berlin Üniversitesi’ne gitti. Zamanla matematiğe yoğunlaştı. Frege’nin tavsiyesiyle Russell ile tanışmak üzere Cambridge’e gitti.
Birinci Dünya Savaşı sırasında, yaklaşık bir yılını savaş esiri olarak bir İtalyan esir kampında geçirdi. Bu esirlik döneminde, Tractatus’u tamamladı. Bu eserinde ele aldığı konuları nihaî olarak çözdüğüne ikna olarak felsefeyi bıraktı ve Avusturya köylerinde öğretmenlik yapmaya başladı.
Viyana Çevresi’nin ısrarıyla kabuğundan çıktı. 1924 - 1932 yılları arasında tartışmalara katıldı.
1929 yılında Cambridge’den aldığı davet üzerine, akademik hayata geri döndü. Hayatının geri kalanını Cambridge’de geçirdi. Bu dönemde hiçbir yayın yapmadı.

Yaşam, Felsefe ve Konuşma
Wittgenstein’ın felsefe çalışmalarında temel kaygısının “Nasıl yaşamalıyız?” sorusuna bir cevap bulmak olduğu söylenebilir. Wittgenstein’ın konuya yaklaşımının daha çok neyin söylenemeyeceğini açığa çıkarmak olduğu söylenebilir. Söylenebilir olanı söylenemez olandan ayırmak, Wittgenstein’ın felsefî projesine ana rengini vermektedir.
Wittgenstein, neyin düşünülemez olduğunu dilin sınırları içerisinde belirlemeye çalışır. Tractatus’un temel meselesi budur.

Mantık ve Dil
Felsefî sorunların ortaya çıkmasının nedeni, dilin mantığının yanlış anlaşılmasıdır. Dilin mantığını açıklığa kavuşturabilirsek, dilin sınırlarını da görmüş oluruz.

Dünya, Dil ve Resmetme
Resimler ve resmedilenler arasındaki resmetme bağıntısından söz edilebilmesi, resim ile resmedilen arasında ortak bir şeyin olmasına bağlıdır. Bu ortak şey, resimsel biçimdir. Wittgenstein’a göre, her bir resim mantıksal bir resimdir. Mantıksal resimler, dünyayı doğru ya da yanlış resmedebilir. Resimler neyi resmederlerse etsinler, olguların bu resmedilenden farklı olabileceği düşünülebilir.

2.202 Bir resim mantıksal uzayda olanaklı bir durumu temsil eder.
O halde bir resmin doğru ya da yanlış olmasından nasıl söz edilebilir?
2.223 Bir resmin doğru veya yanlış olduğunu söyleyebilmek için onu gerçeklikle karşılaştırmalıyız.
2.224 Sadece resme bakarak resmin doğru veya yanlış olup olmadığını söylememiz mümkün değildir.
2.225   A priori olarak doğru olan resimler yoktur.
Eğer Wittgenstein haklı ise bu, akılcı tüm epistemoloji anlayışlarının yanlış yolda olduğunu gösterir.

Düşünce ve Dil
3. Olguların mantıksal resmi bir düşüncedir.
Wittgenstein’a göre düşüncelerimiz de birer resimdir. Dolayısıyla da olanaklı olgu durumlarını resmederler.
Düşünceler ifadelerini algılanabilir işaretlerde, dilde, bulur. Bu yolla iletilirler.
Wittgenstein, -mantığı kolay kavranamadığı için- dilin düşünceyi gizlediğini öne sürer.
Wittgensten, dilin yüzeysel grameri ile dilin mantığını birbirinden ayırır. Modern mantığın, dilin içsel yapısını yansıtmakta yetkin olduğunu savunur.
Dilin sakladığı düşünceyi açığa çıkarmak, bir çözümlemeyi gerektirir.
Dil, bir resim olduğuna göre, belli unsurları ve bu unsurların belli bir düzenlenişini içermelidir. Wittgenstein, bir önermeyi oluşturan temel unsurların adlar olduğunu söyler. Gündelik dilde karşımıza çıkan diğer sözler önermenin aslî unsurları değildir. İsimler, nesnelere işaret ederler. Bir başka ifadeyle, adların anlamları nesnelerdir.
Doğru cümleler olguları temsil eder. Bu nedenle dünya nesnelerin değil, olguların toplamıdır ve de olduğu gibi olandır denilmektedir.
Wittgenstein, karmaşık ya da bileşik önermelerin çözümlenmesi sonucu atomsal ya da temel önermelere varacağımızı söyler. Temel önermeler, adların dolaysızca ilişkilendirildiği basit önermelerdir. Bir başka deyişle, temel önermelerin doğruluk değerleri birbirlerinden bağımsızdır.
İşte bu önermeler, mantıksal atomculukun tam bir tarifini içerir. Atomsal olgular arasında, mantıksal - zorunlu bağlar bulunmamaktadır.

Mantıksal Doğruluk
Basit (temel) önermeler söz konusu olduğunda, iki ayrı olanaklılık vardır: Önerme doğru olabilir veya önerme yanlış olabilir.
Bileşik önermeler söz konusu olduğunda, basit önermelerin aldıkları farklı doğruluk değerleri, bir doğruluk tablosunun farklı satırlarını oluşturur. Bu şekilde oluşturulan her bir satır, bize olanaklı bir dünya verir.

Bileşik önermelerin kuruluşunda kullanılan önerme eklemleri, önermelerin içeriğine ait değildir; önermelerin yapılarının bir parçasıdır.
Mantıksal doğru ve mantıksal yanlış önermeler, bileşik önermeler olmak durumundadır. Basit (temel) önermeler, olguları resmettikleri için olumsaldır ve mantıksal olarak doğru ya da yanlış olamaz.
Totolojiler ve çelişkiler, bir olguyu resmetmez.

Söyleme ve Gösterme
Wittgenstein’a göre önermeler bir şey söyler ve gösterir.
Önermeyi anlamak, onun anlamını kavramaktır. Önermenin anlamını kavramak ise eğer önerme doğru ise şeylerin nasıl olması gerektiğini anlamaktır. Önermeyi anlamak o önermenin doğru olduğu anlamına gelmez. Önermenin söylediği, kendi anlamıdır.
Totolojiler, mantıksal (zorunlu) önermelerdir. Tractatus’a göre, tüm mantıksal çıkarım kuralları, bir totoloji biçiminde ifade edilebilir.
Wittgenstein niceleyici içeren tümel ya da tikel önermelerin de basit önermelere çözümlenebileceğini savunmuştur. Örneğin “x Fx (Tüm xler için x Ftir) biçimindeki bir önerme (Fa ve Fb ve Fc ve...)” bileşik önermesine dönüştürülerek çözümlenebilir.
Mantıksal önermelerin doğruluğuna, sadece işaretlerin dizilimine (sentaksa) bakarak karar verilebilir. Bu itibarla da mantıksal önermeler a priori önermelerdir. Doğruluklarına karar vermek için, gerçeklikle bir karşılaştırma yapmak gereksizdir. Bu itibarla mantıksal uzayın yapısı, mantıksal doğruluk üzerinden tam olarak bilinebilirdir.

Düşüncenin Sınırlanması
Elimizde, tüm temel önermelerin bulunduğunu varsayalım. Bu durumda, olanaklı tüm önermeleri içeren bir küme oluşturabiliriz. Bu olanaklı önermelerin dışında kalan, sadece anlamsız olandır. Dolayısıyla, düşünülebilir olanın sınırı dilin içerisinden çizilmiş olmaktadır. Söylenemez bir şeyi söylemeye kalktığımızda bu sınır, kendini gösterecektir.
6.5 Cevap sözcüklere dökülemediğinde, soru da sözcüklere dökülemez.
Bilmece yoktur.
Totolojiler ve çelişkiler bir yana bırakılırsa söylenilebilir olan, olguları resmedendir. Olguları resmeden doğru önermelerin toplamı bize, bilim dediğimiz etkinliğin alanını verir.
Felsefe, düşüncelerin mantıksal olarak açıklığa kavuşturulmasını amaçlar.
Felsefe, “felsefî önermeler”le değil, önermelerin açıklığa kavuşturulması ile nihayet bulur.

Ahlâk Felsefesi
Tractatus’a bakarak Wittgenstein’ın ahlak felsefesine katkısı hakkında ne söyleyebiliriz? Kendisi, Tractatus’un yayınlanma sürecinde bir yayıncıya “Burada sunulan tüm yazmadıklarım ve (işte bu ikinci kısım asıl önemli olandır). Benim kitabım ahlâk felsefesi ile ilgili olana kendi içinden bir sınır çekmektedir” demiştir. Tractatus’taki 7. önerme, Wittgenstein’ın ahlaka dair söylediğidir: Üzerinde konuşulamayan konusunda susmalı. (Wovon man nicht sprechen kann, darüber muß man schweigen).
6.41 Dünyanın anlamı dünyanın dışında yer almalıdır.
6.421 Açıktır ki etik sözcüklere dökülemez.
Etik aşkınsaldır.

Dil Oyunları
Wittgenstein II
Wittgenstein’ın ölümünden sonra yayımlanan Philosophische Untersuchungen’de (Felsefî Soruşturmalar) Tractatus’ta savunduğu bazı görüşleri kıyasıya eleştirir.
Tractatus’un yüklemler mantığı söz konusu olduğunda işe yaramaz.
Wittgenstein, resim kuramının kendisinde ve buna bağlı olarak geliştirdiği ad ve nesne anlayışında bir sorun olduğunu düşünmüştür.
İletişim sırasında kullanılagelen öyle ifadeler, öyle mimikler, öyle jestler bulunmaktadır ki bir anlamı gayet güzel iletebilmektedir. Öyleyse Tractatus’taki mantıksal çözümleme, dilin özünü açığa çıkarmakta yetersiz kalmış görünmektedir.

Felsefî Yanılsama
Gündelik dil yanıltıcıdır ve dilin gerçek mantığını saklamaktadır. Modern mantık, bu konuda bize yardımcı olmaktadır.
İşte bu yol, yanılsamaya giden yoldur. Biz, yüzeysel olarak ortada olanın altında bir şeyi arama ve bir tür çözümleme ile onu bulmaya çalışıyoruzdur.
Öz bizden saklanmaktadır.”
Dilin bir mantığı olması gerektiği, önermelerin mantıksal bir formunun olması gerektiği, adların nesneleri temsil etmesi gerektiği fikri bizi ele geçirmiştir. Bu nedenle biz, dili betimlemeye (tasvîr etmeye) çalışmaktan çok, dilin ne olması gerektiğini dile dayatmaya çalışmışızdır. İşte, Tractatus’ta yanlış olan budur.
Felsefe, zekâmızın dil vasıtasıyla büyülenmesine karşı verilen bir savaştır.
Felsefe, dilin fiilî kullanımına hiçbir surette karışmaz. En nihayetinde sadece onu tasvir edebilir.

Dil Oyunları
Bir dil oyunu, yazılı ya da sözlü olarak ifade edilen sözcükleri içeren bir etkinliktir. Sözcükler, bu etkinlik içerisinde bir yere sahiptir ve gönderme yaptıkları işaret ettikleri, şeylere bu sayede işaret eder.
Bir ad ve onu niteleyen bir veya daha fazla sayıda sözcükten oluşan bir önerme/cümle söz konusu olduğunda, önermenin gönderimi, salt sözcüklerin anlamına bağlı olarak değil, daha genel olarak anlam bağlamına bağlı olarak karşılık bulmaktadır (örnek olarak: “beş kırmızı elma” örnek cümledeki “beş” ve “kırmızı” sözcüklerinin anlamlarının bir önemi yoktur, cümlede nasıl kullanıldıklarıdır bizim için önemli olan). Sayıyı bir nesne olarak düşünmeye başladığımızda sorunlar çıkmaya başlar. Bu nesne nasıl bir nesnedir? Nerededir? Ben onu nasıl bilirim?
Genel bir anlam kuramı peşinde koşmak, sözcüklerin işlevini anlamamaktan kaynaklanmaktadır.

Örnekleyerek Tanımlama
İsimler dil için esastır. Biz adları belli bir yöntemle öğrenir ve dili öğrenenlere öğretiriz. Bu yöntem, örnekleyerek (göstererek) tanımlama yöntemidir.
Wittgenstein, söz konusu sözcüğün öğrenilmesinin, sözcüğün içinde kullanıldığı dil oyununda üstlendiği rolün anlaşılmasına bağlı olduğunu, bu itibarla da örnekleyerek tanımlamanın dil için temel olamayacağını düşünmektedir.
Bu durumda dil oyunlarının nasıl başladığı sorulabilir? Eğer dil oyunlarının, örnekleyerek tanımlamaya önceliği var ise dil nasıl öğrenilebilmektedir? Wittgenstein dilin öğretilmesinin öncelikle dilin açıklanmasını değil, bir tür talimi (eğitimi) içerdiğini ifade eder.
Dilin kapısı eğitimdir.

Nesneler ve Adlar
Tractatus’ta Wittgentein, adların nesnelere işaret ettiğini söylemekteydi.
Wittgenstein, bir adın anlamı ile neyi kastettiğimizi açıklamaya çalışır. Bir adın anlamı ile o adı taşıyan şey, bir ve aynı değildir. Çünkü bir adı taşıyan bir kişi öldüğünde adın anlamı ortadan kalkmaz. Eğer adın anlamı, adı taşıyan değilse nedir? Wittgenstein’ın görüşüne göre bir sözcüğün anlamı onun dildeki kullanımıdır. Buradan anlaşılan, adların (genelde de sözcüklerin) anlamı onların işaret ettiği basit nesneler değildir. Söz konusu anlamlar dil oyunları içerisinde belirlenmektedir.

Ailevi Benzerlikler
Düşünmeyin, fakat bakın!
Düşündükçe açıklamaların ve kuramların peşine düşeriz, bu bizi yanılsamalara götürür. Olanı değil, olması gerekeni düşünüp bununla önümüzde olanı kıyaslama eğilimine gireriz. Davet edildiğimize odaklanmalı ve olanı tasvir etmeliyiz.
Sonuç olarak dil ideal, kesin sınırları olan bir kalkül değildir. Dil, sonsuz çeşitlilikte etkinlikler (yaşam formları) içerisinde şekil alır, değişir, gelişir ve ailevi benzerlikler üzerinden bize bir bütün olarak görünür. Dili bu şekilde anlamamak bizi birtakım şişelerin içerisine birer sinek gibi tıkıştırıverir.

Kural İzleme ve Kesinlik
Bir yön tabelası ile karşılaştığınızda ne yaparsınız? Eğer tabelada yazan yere gitmek istiyorsanız okun gösterdi yöne gidersiniz? Witgenstein burada “Neden” sorusunu sorar. Siz belli uzlaşımlara uygun olarak hareket etmek konusunda bir talime tâbî tutulmuşsunuzdur. Biz kendimizi bir topluluğun içerisinde belli şeyleri doğru varsayar, belli kuralları izler olarak buluruz. Kural izleme, bir topluluk içerisinde öğrenilen bir pratiktir. Dil oyunları söz konusu yaşam biçimleri içerisinde oynanır.
Kendimizi bu yaşam biçimlerinin içerisinde buluyorsak ve bazı şeyleri ister istemez varsayıyorsak, bunlardan şüphe edemez miyiz? Wittgenstein, şüphe edebilmek için bile bazı şeylere inanıyor olmamız gerektiğini söyler.
Wittgenstein söz konusu bu mirası oluşturan önermeleri test ederek, araştırarak, doğruluklarına karar vererek edinmediğimiz için bir tür mitoloji olarak adlandırır. Bu anlamda, farklı mitolojilere inanan iki kişi belli bir konuyu tartışabilirler.
Bizim yaşam biçimimizin dayandığı ve varlıklarından şüphe duymadığımız kesin inançlarımız vardır ve fakat bu inançlar temelsizdir. Bir temel arama çabası ise beyhudedir.

---
Çağdaş Felsefe I
Yrd. Doç. Dr. Ahmet Ayhan Çitil
Anadolu Üniversitesi Yayınları, Yayın Nu: 2446
Eskişehir, Nisan 2012


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder