Dile Dayalı Yeni Bir A Priori Anlayışı
Wittgenstein I
Ludwig
Wittgenstein (1889-1951)
Babası, mühendis ve sanayiciydi. Annesi
müziğe çok meraklıydı. Ludwig’de müzik dâhil pek çok alanda sahip olduğu
yeteneklerini geliştirme fırsatı buldu.
Mühendislik eğitimi almak üzere Berlin
Üniversitesi’ne gitti. Zamanla matematiğe yoğunlaştı. Frege’nin tavsiyesiyle
Russell ile tanışmak üzere Cambridge’e gitti.
Birinci Dünya Savaşı sırasında, yaklaşık
bir yılını savaş esiri olarak bir İtalyan esir kampında geçirdi. Bu esirlik döneminde,
Tractatus’u tamamladı. Bu eserinde ele
aldığı konuları nihaî olarak çözdüğüne ikna olarak felsefeyi bıraktı ve
Avusturya köylerinde öğretmenlik yapmaya başladı.
Viyana Çevresi’nin ısrarıyla kabuğundan
çıktı. 1924 - 1932 yılları arasında tartışmalara katıldı.
1929 yılında Cambridge’den aldığı davet
üzerine, akademik hayata geri döndü.
Hayatının geri kalanını Cambridge’de geçirdi. Bu
dönemde hiçbir yayın yapmadı.
Yaşam,
Felsefe ve Konuşma
Wittgenstein’ın felsefe çalışmalarında
temel kaygısının “Nasıl yaşamalıyız?” sorusuna bir cevap bulmak olduğu
söylenebilir. Wittgenstein’ın konuya yaklaşımının
daha çok neyin söylenemeyeceğini açığa çıkarmak olduğu söylenebilir.
Söylenebilir olanı söylenemez olandan ayırmak, Wittgenstein’ın felsefî
projesine ana rengini vermektedir.
Wittgenstein, neyin düşünülemez olduğunu
dilin sınırları içerisinde belirlemeye çalışır. Tractatus’un temel meselesi budur.
Mantık
ve Dil
Felsefî sorunların ortaya çıkmasının nedeni,
dilin mantığının yanlış anlaşılmasıdır. Dilin
mantığını açıklığa kavuşturabilirsek, dilin sınırlarını da görmüş oluruz.
Dünya,
Dil ve Resmetme
Resimler ve resmedilenler arasındaki
resmetme bağıntısından söz edilebilmesi, resim ile resmedilen arasında ortak
bir şeyin olmasına bağlıdır. Bu ortak şey, resimsel
biçimdir. Wittgenstein’a göre, her bir
resim mantıksal bir resimdir. Mantıksal resimler, dünyayı doğru ya da yanlış
resmedebilir. Resimler neyi resmederlerse etsinler, olguların bu resmedilenden
farklı olabileceği düşünülebilir.
2.202
Bir resim mantıksal uzayda olanaklı bir durumu temsil eder.
O halde bir resmin doğru ya da yanlış olmasından
nasıl söz edilebilir?
2.223
Bir resmin doğru veya yanlış olduğunu söyleyebilmek için onu gerçeklikle karşılaştırmalıyız.
2.224
Sadece resme bakarak resmin doğru veya yanlış olup olmadığını söylememiz mümkün
değildir.
2.225 A
priori olarak doğru olan resimler yoktur.
Eğer Wittgenstein haklı ise bu, akılcı tüm
epistemoloji anlayışlarının yanlış yolda olduğunu gösterir.
Düşünce
ve Dil
3. Olguların
mantıksal resmi bir düşüncedir.
Wittgenstein’a göre düşüncelerimiz de birer
resimdir. Dolayısıyla da olanaklı olgu
durumlarını resmederler.
Düşünceler ifadelerini algılanabilir işaretlerde,
dilde, bulur. Bu yolla iletilirler.
Wittgenstein, -mantığı kolay kavranamadığı
için- dilin düşünceyi gizlediğini öne sürer.
Wittgensten, dilin yüzeysel grameri ile
dilin mantığını birbirinden ayırır. Modern
mantığın, dilin içsel yapısını yansıtmakta yetkin olduğunu savunur.
Dilin sakladığı düşünceyi açığa çıkarmak,
bir çözümlemeyi gerektirir.
Dil, bir resim olduğuna göre, belli
unsurları ve bu unsurların belli bir düzenlenişini içermelidir. Wittgenstein, bir önermeyi oluşturan temel unsurların adlar
olduğunu söyler. Gündelik dilde karşımıza çıkan diğer sözler önermenin aslî
unsurları değildir. İsimler, nesnelere işaret ederler. Bir başka ifadeyle, adların anlamları nesnelerdir.
Doğru cümleler olguları temsil eder. Bu
nedenle dünya nesnelerin değil, olguların toplamıdır ve de olduğu gibi olandır
denilmektedir.
Wittgenstein, karmaşık ya da bileşik
önermelerin çözümlenmesi sonucu atomsal ya da temel önermelere varacağımızı
söyler. Temel önermeler, adların dolaysızca ilişkilendirildiği basit
önermelerdir. Bir başka deyişle, temel
önermelerin doğruluk değerleri birbirlerinden bağımsızdır.
İşte bu önermeler, mantıksal atomculukun
tam bir tarifini içerir. Atomsal olgular arasında, mantıksal - zorunlu bağlar
bulunmamaktadır.
Mantıksal
Doğruluk
Basit (temel) önermeler söz konusu olduğunda,
iki ayrı olanaklılık vardır: Önerme doğru olabilir veya önerme yanlış olabilir.
Bileşik önermeler söz konusu olduğunda,
basit önermelerin aldıkları farklı doğruluk değerleri, bir doğruluk tablosunun
farklı satırlarını oluşturur. Bu şekilde oluşturulan her bir satır, bize
olanaklı bir dünya verir.
Bileşik önermelerin kuruluşunda kullanılan
önerme eklemleri, önermelerin içeriğine ait değildir; önermelerin yapılarının
bir parçasıdır.
Mantıksal doğru ve mantıksal yanlış
önermeler, bileşik önermeler olmak durumundadır. Basit
(temel) önermeler, olguları resmettikleri için olumsaldır ve mantıksal olarak
doğru ya da yanlış olamaz.
Totolojiler ve çelişkiler, bir olguyu
resmetmez.
Söyleme
ve Gösterme
Wittgenstein’a göre önermeler bir şey
söyler ve gösterir.
Önermeyi anlamak, onun anlamını kavramaktır.
Önermenin anlamını kavramak ise eğer önerme doğru ise şeylerin nasıl olması
gerektiğini anlamaktır. Önermeyi anlamak o önermenin doğru olduğu anlamına
gelmez. Önermenin söylediği, kendi anlamıdır.
Totolojiler, mantıksal (zorunlu)
önermelerdir. Tractatus’a göre, tüm mantıksal çıkarım kuralları, bir totoloji
biçiminde ifade edilebilir.
Wittgenstein niceleyici içeren tümel ya da
tikel önermelerin de basit önermelere çözümlenebileceğini savunmuştur. Örneğin
“∀x Fx” (Tüm
x’ler için x F’tir)
biçimindeki bir önerme “(Fa
ve Fb ve Fc ve...)” bileşik önermesine dönüştürülerek çözümlenebilir.
Mantıksal önermelerin doğruluğuna, sadece işaretlerin
dizilimine (sentaksa) bakarak karar verilebilir. Bu itibarla da mantıksal
önermeler a priori önermelerdir. Doğruluklarına karar vermek için, gerçeklikle
bir karşılaştırma yapmak gereksizdir. Bu itibarla mantıksal uzayın yapısı, mantıksal
doğruluk üzerinden tam olarak bilinebilirdir.
Düşüncenin
Sınırlanması
Elimizde, tüm temel önermelerin bulunduğunu
varsayalım. Bu durumda, olanaklı tüm önermeleri içeren bir küme oluşturabiliriz.
Bu olanaklı önermelerin dışında kalan, sadece
anlamsız olandır. Dolayısıyla, düşünülebilir olanın sınırı dilin içerisinden
çizilmiş olmaktadır. Söylenemez bir şeyi söylemeye kalktığımızda bu sınır, kendini
gösterecektir.
6.5
Cevap sözcüklere dökülemediğinde, soru da sözcüklere dökülemez.
Bilmece
yoktur.
Totolojiler ve çelişkiler bir yana bırakılırsa
söylenilebilir olan, olguları resmedendir. Olguları
resmeden doğru önermelerin toplamı bize, bilim dediğimiz etkinliğin alanını
verir.
Felsefe, düşüncelerin mantıksal olarak açıklığa
kavuşturulmasını amaçlar.
Felsefe, “felsefî önermeler”le değil,
önermelerin açıklığa kavuşturulması ile nihayet bulur.
Ahlâk
Felsefesi
Tractatus’a bakarak Wittgenstein’ın ahlak
felsefesine katkısı hakkında ne söyleyebiliriz? Kendisi, Tractatus’un
yayınlanma sürecinde bir yayıncıya “Burada sunulan tüm yazmadıklarım ve (işte
bu ikinci kısım asıl önemli olandır). Benim kitabım ahlâk felsefesi ile ilgili
olana kendi içinden bir sınır çekmektedir” demiştir. Tractatus’taki 7. önerme, Wittgenstein’ın
ahlaka dair söylediğidir: Üzerinde konuşulamayan konusunda susmalı. (Wovon man nicht sprechen kann, darüber muß
man schweigen).
6.41
Dünyanın anlamı dünyanın dışında yer almalıdır.
6.421
Açıktır ki etik sözcüklere dökülemez.
Etik
aşkınsaldır.
Dil Oyunları
Wittgenstein II
Wittgenstein’ın ölümünden sonra yayımlanan
Philosophische Untersuchungen’de (Felsefî
Soruşturmalar) Tractatus’ta savunduğu bazı görüşleri kıyasıya eleştirir.
Tractatus’un yüklemler mantığı söz konusu
olduğunda işe yaramaz.
Wittgenstein, resim kuramının kendisinde ve
buna bağlı olarak geliştirdiği ad ve nesne anlayışında bir sorun olduğunu düşünmüştür.
İletişim sırasında kullanılagelen öyle
ifadeler, öyle mimikler, öyle jestler bulunmaktadır ki bir anlamı gayet güzel
iletebilmektedir. Öyleyse Tractatus’taki mantıksal
çözümleme, dilin özünü açığa çıkarmakta yetersiz kalmış görünmektedir.
Felsefî
Yanılsama
Gündelik dil yanıltıcıdır ve dilin gerçek
mantığını saklamaktadır. Modern mantık, bu konuda
bize yardımcı olmaktadır.
İşte bu yol, yanılsamaya giden yoldur. Biz,
yüzeysel olarak ortada olanın altında bir şeyi arama ve bir tür çözümleme ile
onu bulmaya çalışıyoruzdur.
“Öz
bizden saklanmaktadır.”
Dilin bir mantığı olması gerektiği,
önermelerin mantıksal bir formunun olması gerektiği, adların nesneleri temsil
etmesi gerektiği fikri bizi ele geçirmiştir. Bu nedenle biz, dili betimlemeye
(tasvîr etmeye) çalışmaktan çok, dilin ne olması gerektiğini dile dayatmaya çalışmışızdır.
İşte, Tractatus’ta yanlış olan budur.
Felsefe,
zekâmızın dil vasıtasıyla büyülenmesine karşı verilen bir savaştır.
Felsefe,
dilin fiilî kullanımına hiçbir surette karışmaz. En nihayetinde sadece onu
tasvir edebilir.
Dil
Oyunları
Bir dil oyunu, yazılı ya da sözlü olarak
ifade edilen sözcükleri içeren bir etkinliktir. Sözcükler, bu etkinlik
içerisinde bir yere sahiptir ve gönderme yaptıkları işaret ettikleri, şeylere
bu sayede işaret eder.
Bir ad ve onu niteleyen bir veya daha fazla
sayıda sözcükten oluşan bir önerme/cümle söz konusu olduğunda, önermenin
gönderimi, salt sözcüklerin anlamına bağlı olarak değil, daha genel olarak
anlam bağlamına bağlı olarak karşılık bulmaktadır (örnek olarak: “beş kırmızı
elma” örnek cümledeki “beş” ve “kırmızı” sözcüklerinin anlamlarının bir önemi
yoktur, cümlede nasıl kullanıldıklarıdır bizim için önemli olan). Sayıyı bir
nesne olarak düşünmeye başladığımızda sorunlar çıkmaya başlar. Bu nesne nasıl
bir nesnedir? Nerededir? Ben onu nasıl bilirim?
Genel bir anlam kuramı peşinde koşmak,
sözcüklerin işlevini anlamamaktan kaynaklanmaktadır.
Örnekleyerek
Tanımlama
İsimler dil için esastır. Biz adları belli
bir yöntemle öğrenir ve dili öğrenenlere öğretiriz. Bu yöntem, örnekleyerek
(göstererek) tanımlama yöntemidir.
Wittgenstein, söz konusu sözcüğün öğrenilmesinin,
sözcüğün içinde kullanıldığı dil oyununda üstlendiği rolün anlaşılmasına bağlı
olduğunu, bu itibarla da örnekleyerek tanımlamanın dil için temel olamayacağını
düşünmektedir.
Bu durumda dil oyunlarının nasıl başladığı
sorulabilir? Eğer dil oyunlarının, örnekleyerek tanımlamaya önceliği var ise
dil nasıl öğrenilebilmektedir? Wittgenstein dilin öğretilmesinin öncelikle
dilin açıklanmasını değil, bir tür talimi (eğitimi) içerdiğini ifade eder.
Dilin kapısı eğitimdir.
Nesneler
ve Adlar
Tractatus’ta Wittgentein, adların nesnelere işaret ettiğini
söylemekteydi.
Wittgenstein, bir adın anlamı ile neyi
kastettiğimizi açıklamaya çalışır. Bir adın anlamı ile o adı taşıyan şey, bir
ve aynı değildir. Çünkü bir adı taşıyan bir kişi öldüğünde adın anlamı ortadan
kalkmaz. Eğer adın anlamı, adı taşıyan
değilse nedir? Wittgenstein’ın görüşüne göre bir sözcüğün anlamı onun dildeki
kullanımıdır. Buradan anlaşılan, adların
(genelde de sözcüklerin) anlamı onların işaret ettiği basit nesneler değildir.
Söz konusu anlamlar dil oyunları içerisinde belirlenmektedir.
Ailevi
Benzerlikler
Düşünmeyin,
fakat bakın!
Düşündükçe açıklamaların ve kuramların
peşine düşeriz, bu bizi yanılsamalara götürür. Olanı değil, olması gerekeni düşünüp
bununla önümüzde olanı kıyaslama eğilimine gireriz. Davet edildiğimize
odaklanmalı ve olanı tasvir etmeliyiz.
Sonuç olarak dil ideal, kesin sınırları
olan bir kalkül değildir. Dil, sonsuz çeşitlilikte etkinlikler (yaşam formları)
içerisinde şekil alır, değişir, gelişir ve ailevi benzerlikler üzerinden bize
bir bütün olarak görünür. Dili bu şekilde anlamamak bizi birtakım şişelerin
içerisine birer sinek gibi tıkıştırıverir.
Kural
İzleme ve Kesinlik
Bir yön tabelası ile karşılaştığınızda ne yaparsınız?
Eğer tabelada yazan yere gitmek istiyorsanız okun gösterdi yöne gidersiniz?
Witgenstein burada “Neden” sorusunu sorar. Siz
belli uzlaşımlara uygun olarak hareket etmek konusunda bir talime tâbî tutulmuşsunuzdur.
Biz kendimizi bir topluluğun içerisinde belli şeyleri
doğru varsayar, belli kuralları izler olarak buluruz. Kural izleme, bir
topluluk içerisinde öğrenilen bir pratiktir. Dil
oyunları söz konusu yaşam biçimleri içerisinde oynanır.
Kendimizi bu yaşam biçimlerinin içerisinde
buluyorsak ve bazı şeyleri ister istemez varsayıyorsak, bunlardan şüphe edemez
miyiz? Wittgenstein, şüphe edebilmek için bile bazı şeylere inanıyor olmamız
gerektiğini söyler.
Wittgenstein söz konusu bu mirası oluşturan
önermeleri test ederek, araştırarak, doğruluklarına karar vererek edinmediğimiz
için bir tür mitoloji olarak adlandırır. Bu
anlamda, farklı mitolojilere inanan iki kişi belli bir konuyu tartışabilirler.
Bizim yaşam biçimimizin dayandığı ve varlıklarından
şüphe duymadığımız kesin inançlarımız vardır ve fakat bu inançlar temelsizdir.
Bir temel arama çabası ise beyhudedir.
---
Çağdaş Felsefe I
Yrd. Doç. Dr. Ahmet Ayhan Çitil
Anadolu Üniversitesi Yayınları, Yayın Nu:
2446
Eskişehir, Nisan 2012
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder