5 Eylül 2015 Cumartesi

Endüstri Sosyolojisi: Endüstri İlişkileri ve Sendikacılık

Endüstri İlişkileri ve Sendikacılık
Toplu pazarlık, toplu pazarlığın yönetimi, uyuşmazlıkların çözümü, ücretlerin belirlenmesi, işçi ve işveren sendikaları, devletin çalışma hayatındaki yeri gibi birçok konuyu bir arada inceleyen tek bilim dalı endüstri ilişkileridir. Endüstri ilişkilerinin verilerinden yararlandığı bilim dalları arasında ekonomi, hukuk, tarih, siyaset bilimi, çalışma ekonomisi, sosyal politika, psikoloji, sosyoloji, işletme ve insan kaynakları yönetimi sayılabilir.

ENDÜSTRİ İLİŞKİLERİ KAVRAMI
Endüstri Devrimi sonrası yaşanan gelişmelere bağlı olarak ortaya çıkan endüstri ilişkileri kavramı, ilk kez 1912 yılında ABD’de Kongre’nin çalışma hayatına ilişkin kurduğu bir komisyonun adı olarak kullanılmıştır.
Endüstri ilişkileri; işçi, işveren ve bunların örgütleri ile devlet arasında yaşanan üç taraşı bir ilişkiler bütünüdür ve çalışma yaşamına dair kuralların konmasında üç taraşı bir güç mücadelesi ve etkileşimidir.
Endüstri ilişkileri ücretliler ve işverenler arasında kurulan ilişkiyi konu almaktadır. Çalışma ilişkileri endüstri ilişkilerinden daha sonra ortaya çıkan bir kavramdır.
Endüstri ilişkileri teorisi Amerikalı iktisatçı John T. Dunlop tarafından geliştirilmiştir. Dunlop için endüstri ilişkileri sistemi; belirli aktörlerden, çerçevelerden ve endüstri ilişkileri sistemini bütünleştiren ideolojiden ve iş yerindeki aktörlerin yönetilmesi için oluşturulan kurallar bütününden oluşmaktadır.
Oxford Okulu da endüstri ilişkileri sistemini bir kurallar sistemi olarak görür.
Sir Arthur Conan Poyle’ye göre “endüstri ilişkilerini incelemek dedektif olmak gibidir, bilgiye sahip olmadan onu teorileştirmek en büyük hata olur.”
Makro ölçekte bir ekonomik faaliyetler süreci; üretim girdilerinin bir araya getirilmesi, üretimin gerçekleştirilmesi ve bölüşüm olmak üzere üç aşamadan oluşmaktadır.

ENDÜSTRİ İLİŞKİLERİ SİSTEMİNİN AKTÖRLERİ
İşçi, işveren ve devlet’in rollerinde zamanla bir değişim olsa da sistem hep bu üçlüden oluşmuştur.

İşçiler ve Örgütleri
İşçiler sistemde ağırlıklı olarak sendikalar tarafından temsil edilmektedirler. Teknolojik gelişmeler, değişen ekonomik koşullar sendikaların önemini azaltmaktadır.

İşverenler ve Örgütleri
Endüstri ilişkileri bağlamında işveren çalışma koşullarının oluşmasında işçi sendikalarıyla pazarlık yapan, çalışma hayatına yönelik yasal düzenlemelerin hazırlanmasında devlete baskı yaparak kendi çıkarını gözeten kişidir. İşveren sendikaları veya birliklerinin başlıca amacı; üye işverenlerin çıkarlarını işçi sendikaları, yasama ve yürütme organları önünde korumaktır.

Devlet
Devlet, endüstri ilişkileri sisteminde işçi ve işverenin yanında üçüncü bir aktör olarak daha çok denge ve uzlaşma sağlama niteliğiyle yerini almaktadır.

ENDÜSTRİ İLİŞKİLERİ SİSTEMİNİN GELİŞME AŞAMALARI
Endüstri ilişkilerini şekillendiren temel aktör devlettir. Devletin müdahalelerine, bu müdahalelerin boyutlarına ve özelliklerine bağlı olarak endüstri ilişkilerinin aktörlerinin çıkarları belirlenmekte ve endüstri ilişkileri yeniden yapılanmaktadır.
Devletin rolü ve amaçları doğrultusunda endüstri ilişkilerinin geçirdiği dönemler; kitle üretim dönemi, müdahaleci dönem, liberal dönem ve sendikasız endüstri ilişkileri dönemidir.

Kitle Üretim Dönemi
Bu dönemde işçi ve işveren arasında günümüzdeki anlamıyla bir akit anlayışı yoktu, işçiler örgüsüzdü ve çok zayıftı. Liberalizm gereği olarak devletin iktisadi hayatın dışında tutulması sonucunda işverenlere gün doğmuş ve bu boşlukta işçileri diledikleri şekilde sömürme imkânı bulmuşlardır.

Müdahaleci Dönem
1930 yıllarda yaşanan kriz, devletin ekonomiye müdahalesiyle aşılmıştır. Sendikalar bu dönemde, çağdaş toplumların ekonomi politikalarını belirleyecek fikirlere kaynaklık etmişlerdir.

Liberal Dönem
Refah devleti politikalarıyla ücretlilere belirli bir ekonomik güvence sağlandığı ve çoğulcu demokrasi uygulamaları içinde sendikaların örgütlenme ve etkinlik alanının genişlediği bu dönem; endüstri ilişkileri açısından “altın çağ” olarak nitelendirilmektedir.

Sendikasız Endüstri İlişkileri
Küreselleşme ve neo liberal ekonomi, sendikaların önemini azaltmış ve “hiç olmasalar ne güzel olur” düşüncesinin gelişmesini sağlamıştır. Bu dönemin en önemli özelliği bireyi ön plana çıkaran bir anlayış içinde olmasıdır.

SENDİKACILIĞA GENEL BİR BAKIŞ
Sendika kavramı, ilk olarak İngiltere’de bir gurup işçinin haklarını korumak üzere organize olduktan yaptıkları eylemleri anlatmak üzere kullanılmıştır. Sendikalar;
a) mücadele örgütleridir,
b) meslek örgütleridir,
c) sınıf örgütleridir,
d) demokratik örgütlerdir,
e) kitle örgütleridir,
f) çalışma hayatında ve ekonomik ilişkilerde barışı ve istikrarı sağlayan örgütlerdir,
g) adil ve hakça bir gelir dağılımını sağlayan örgütlerdir

20. yüzyılın son çeyreğine kadar en etkili sivil örgütler olan sendikalar, işçi hareketinden doğmuş, daha sonra işveren ve memurlar için de vazgeçilmez örgütler hâline gelmiştir. 90’lı yıllardan itibaren genel olarak sendikalaşmada düşüş gözlenmeye başlamıştır (bazı kuzey ülkeleri hariç olmak üzere).

Sendikacılıkla ilgili olarak işveren güdümlü sendikacılığı ifade eden yaklaşım sarı sendikacılıktır. İşçi hareketinin simgesel rengi 19. yy.ın ortalarından itibaren
kızıl” olmuştur.
Pierre Brizan’a göre “sarı sendika” veya “sarı sendikacılık” terimi ilk kez 1899’da Fransa’da kullanılmıştır. 1890’ların başından itibaren Fransa’nın özellikle kuzey bölgelerindeki maden ocaklarında bir grev dalgası baş göstermiştir.
Creusot’daki Schneider demir-çelik işvereni kendine yakın ve greve katılmamış işçilere yeni bir sendika kurmuştur. Bu yeni sendika, cephesi sarı boyalı bir salonda toplandığı için, işçiler arasında “sarı sendika” olarak anılmaya başlamıştır.
1902 yılında “sarı” adını benimsemiş sendikaların ulusal kongresi; Paris’te, kendilerinin verdikleri bilgilere göre, 200 bin üyeyi temsilen toplanmıştır. “Sarı sendikacılık”, işçi hareketi içinde kötüleyici bir anlam kazanmış ve işveren yanlısı bir anlayışın ifadesi hâline gelmiştir.

Türkiye’de Sendikacılığın Kısa Tarihçesi
Türkiye’de işçi sendikacılığının tarihsel gelişimi dört temel dönem içinde incelenebilir. Bunlar; cemiyetler dönemi (1923-1946), kuruluş dönemi (1946-1960), gelişme dönemi (1960-1980) ve değişen koşullarda sendikacılık dönemi (1980’den günümüze kadar)’dir.

1923- 1946 yılları arasında ekonomik, siyasal, hukuki ve sosyal koşullar sendikaların gelişmesine uygun bir ortamın oluşumunu engellemiştir. Cumhuriyetin ilan edildiği 1923 yılında en önemli güçler bürokrasi ve toprak sahibi eşraftı.

1923 sonrasındaki dönemde işçi örgütlenmelerinin yasal dayanaklarını 16 Ağustos 1909 tarihli Cemiyetler Kanunu ve örgütlenme hakkını tanıyan 1924 tarihli Anayasa oluşturmuştur. Ta’til-i Eşgal Kanunu, Takrir-i Sükûn ve Cemiyetler Kanunu sendikacılığın gelişimini uzun süre olumsuz etkileyen yasal düzenlemeler olmuştur.

1946’da sınıf esasına göre cemiyet kurma yasağının kaldırılmasıyla birlikte pek çok sendika kurulmuştur. Türkiye Sosyalist Emekçi ve Köylü Partisi (TSEKP) ve Türkiye Sosyalist Partisi (TSP) tarafından kurulan sendikalar aynı sonlarında kapatılmıştır. 50’li yıllara doğru CHP ve DP arasındaki rekabet sendikaların gelişimi açısından olumlu oldu.

Türkiye’nin ilk Sendika Kanunu 20 Şubat 1947 tarihli ve 5018 sayılı “İşçi ve İşveren Sendikaları ve Sendika Birlikleri Hakkında Kanun” adıyla çıkmıştır. Türk sendikacılığının güçlü merkezî yapıya kavuşması, 1952’de 10 sendikal üst örgütün bir araya gelerek kurduğu Türkiye İşçi Sendikaları Konfederasyonu (Türk-İş) ile gerçekleşmiştir. Sanayileşmenin gecikmesi, sendika faaliyetlerini kısır ve dar bir çerçeveye mahkûm etti. 60’lı yıllar nispeten planlı kalkınma yaşanmış ve buna bağlı olarak sendikal örgütlenmeler gelişme, etkinliklerini artırma imkânı bulmuştur.

Türkiye’de Sendikal Gösterge ve Nitelikler
Türkiye’de sendikal hakların kazanılması için Batılı anlamda bir işçi hareketi yaşanmamış ve sendikalar daha başlangıçta “düzen içi” örgütler olarak doğmuş ve gelişmiştir.
Günümüzde sendikaların örgütlenme modeli, iş kolu sendikaları; üst örgütlenme modeli ise konfederasyonlardır.
Sendikalaşma oranı, bir ülkede sendikacılıkla ilgili olarak dikkate alınacak en önemli göstergelerden biridir.
Türkiye’de 2009 yılı Ocak ayında toplam 5.434.433 işçiden 3.205.662’si sendika üyesidir ve bu dönem için sendikalaşma oranı % 58,98’dir.
2009 yılı verilerine göre toplam 92.284 işletmenin 21.611’i kamu, 70.673’ü ise özel sektörde yer almaktadır. 2009 yılı Ocak ayında sendikalı olan toplam 3.205.662 işçinin 2.210.483’ü özel sektörde, 995.179’u ise kamu sektöründe çalışmaktadır.
Toplam sendikalı işçiler arasında kadınların oranının % 15 olduğu görülür. Temmuz 2008 döneminde ise toplam 964.567 kadın işçinin 480.872’si sendikalıdır, bir başka deyimle kadınların sendikalaşma oranı % 49,85’tir.
Türkiye’de çalışan kadınların yaklaşık olarak 3/4’ü ücretsiz aile işçisi olduğu için toplam istihdam içinde sendikalaşabilecek kadın sayısı oldukça azdır.
Toplu iş sözleşmesi; hizmet akdinin yapılması, muhtevası ve sona ermesi ile ilgili hususları düzenlemek üzere işçi sendikası ile işveren sendikası veya sendika üyesi olmayan işveren arasında yapılan sözleşmedir. Bir toplu iş sözleşmesi, aynı iş kolunda bir veya birden çok iş yerini kapsayabilir. Toplu iş sözleşmesi yazılı olarak yapılmadıkça geçerli değildir ve bir yıldan az veya üç yıldan uzun süreli olamaz.
İşçilerin topluca çalışmaması, iş bırakması grev olarak adlandırılır. Greve katılan işçi sayısının iş günü sayısıyla çarpılmasıyla kaybolan iş günü sayısı elde edilir.
İş yerinde faaliyetin tamamen durmasına neden olacak biçimde, işveren veya işveren vekili tarafından kendi teşebbüsü ile veya bir işveren kuruluşunun verdiği karara uyarak işçilerin topluca işten uzaklaştırılmasına lokavt denir.

TÜRK-İŞ’in (Türkiye İşçi Sendikaları Konfederasyonu) 1. Genel Kurulu, kuruluşundan kısa bir süre sonra, 6-7 Eylül 1952 günleri İzmir’de toplandı. İlk genel başkanı İsmail İnan’dır.
DİSK, 13 Şubat 1967’de kurulmuştur. 24 Haziran 1967’de İş Kanunu’nu protesto etmek için Ankara’da Tandoğan Meydanı’nda bir miting düzenlenmiştir. Disk’in kurucusu Kemal Türkler, 22 Temmuz 1980’de evinin önünde katledilmiştir.
HAK-İŞ, 22 Ekim 1976 tarihinde Ankara’da kurulmuştur.
Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonu (TİSK), kamu ve özel sektörde faaliyet gösteren 21 sendikadan oluşmaktadır.

Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB) ise işverenlerin ekonomik çıkarlarını temsil eden bir örgüttür. İşverenler bu gibi örgütler yanında 1971’de kurulan Türk Sanayicileri ve İşadamları Derneği (TÜSİAD) ve 1990’da kurulan Müstakil Sanayici ve İşadamları Derneği (MÜSİAD) gibi derneklere üye olabilmektedirler.
---

Endüstri Sosyolojisi
Editör: Prof. Dr. Veysel Bozkurt & Prof. Dr. Nadir Suğur
Anadolu Üniversitesi Yayını, Yayın No: 2327
Kasım 2011

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder