Endüstri İlişkileri ve Sendikacılık
Toplu pazarlık, toplu pazarlığın yönetimi, uyuşmazlıkların
çözümü, ücretlerin belirlenmesi, işçi ve işveren sendikaları, devletin çalışma
hayatındaki yeri gibi birçok konuyu bir arada inceleyen tek bilim dalı endüstri
ilişkileridir. Endüstri ilişkilerinin verilerinden yararlandığı bilim dalları
arasında ekonomi, hukuk, tarih, siyaset bilimi, çalışma ekonomisi, sosyal
politika, psikoloji, sosyoloji, işletme ve insan kaynakları yönetimi sayılabilir.
ENDÜSTRİ
İLİŞKİLERİ KAVRAMI
Endüstri Devrimi sonrası yaşanan gelişmelere
bağlı olarak ortaya çıkan endüstri ilişkileri kavramı, ilk kez 1912 yılında
ABD’de Kongre’nin çalışma hayatına ilişkin kurduğu bir komisyonun adı olarak
kullanılmıştır.
Endüstri ilişkileri; işçi, işveren ve
bunların örgütleri ile devlet arasında yaşanan üç taraşı bir ilişkiler bütünüdür
ve çalışma yaşamına dair kuralların konmasında üç taraşı bir güç mücadelesi ve etkileşimidir.
Endüstri ilişkileri ücretliler ve işverenler
arasında kurulan ilişkiyi konu almaktadır. Çalışma ilişkileri endüstri ilişkilerinden
daha sonra ortaya çıkan bir kavramdır.
Endüstri ilişkileri teorisi Amerikalı
iktisatçı John T. Dunlop tarafından
geliştirilmiştir. Dunlop için endüstri ilişkileri
sistemi; belirli aktörlerden, çerçevelerden ve endüstri ilişkileri sistemini
bütünleştiren ideolojiden ve iş yerindeki aktörlerin yönetilmesi için oluşturulan
kurallar bütününden oluşmaktadır.
Oxford Okulu da endüstri ilişkileri
sistemini bir kurallar sistemi olarak görür.
Sir Arthur Conan Poyle’ye göre “endüstri ilişkilerini incelemek dedektif olmak
gibidir, bilgiye sahip olmadan onu teorileştirmek en büyük hata olur.”
Makro ölçekte bir ekonomik faaliyetler
süreci; üretim girdilerinin bir araya getirilmesi, üretimin gerçekleştirilmesi
ve bölüşüm olmak üzere üç aşamadan oluşmaktadır.
ENDÜSTRİ
İLİŞKİLERİ SİSTEMİNİN AKTÖRLERİ
İşçi, işveren ve devlet’in rollerinde
zamanla bir değişim olsa da sistem hep bu üçlüden oluşmuştur.
İşçiler
ve Örgütleri
İşçiler sistemde ağırlıklı olarak
sendikalar tarafından temsil edilmektedirler. Teknolojik gelişmeler, değişen
ekonomik koşullar sendikaların önemini azaltmaktadır.
İşverenler
ve Örgütleri
Endüstri ilişkileri bağlamında işveren çalışma
koşullarının oluşmasında işçi sendikalarıyla pazarlık yapan, çalışma hayatına
yönelik yasal düzenlemelerin hazırlanmasında devlete baskı yaparak kendi çıkarını
gözeten kişidir. İşveren sendikaları veya birliklerinin başlıca amacı; üye işverenlerin
çıkarlarını işçi sendikaları, yasama ve yürütme organları önünde korumaktır.
Devlet
Devlet, endüstri ilişkileri sisteminde işçi
ve işverenin yanında üçüncü bir aktör olarak daha çok denge ve uzlaşma sağlama
niteliğiyle yerini almaktadır.
ENDÜSTRİ
İLİŞKİLERİ SİSTEMİNİN GELİŞME AŞAMALARI
Endüstri ilişkilerini şekillendiren temel
aktör devlettir. Devletin müdahalelerine, bu müdahalelerin boyutlarına ve
özelliklerine bağlı olarak endüstri ilişkilerinin aktörlerinin çıkarları
belirlenmekte ve endüstri ilişkileri yeniden yapılanmaktadır.
Devletin rolü ve amaçları doğrultusunda
endüstri ilişkilerinin geçirdiği dönemler; kitle üretim dönemi, müdahaleci
dönem, liberal dönem ve sendikasız endüstri ilişkileri dönemidir.
Kitle
Üretim Dönemi
Bu dönemde işçi ve işveren arasında
günümüzdeki anlamıyla bir akit anlayışı yoktu, işçiler örgüsüzdü ve çok
zayıftı. Liberalizm gereği olarak devletin iktisadi hayatın dışında tutulması
sonucunda işverenlere gün doğmuş ve bu boşlukta işçileri diledikleri şekilde
sömürme imkânı bulmuşlardır.
Müdahaleci
Dönem
1930 yıllarda yaşanan kriz, devletin
ekonomiye müdahalesiyle aşılmıştır. Sendikalar bu dönemde, çağdaş toplumların
ekonomi politikalarını belirleyecek fikirlere kaynaklık etmişlerdir.
Liberal
Dönem
Refah devleti politikalarıyla ücretlilere
belirli bir ekonomik güvence sağlandığı ve çoğulcu demokrasi uygulamaları
içinde sendikaların örgütlenme ve etkinlik alanının genişlediği bu dönem; endüstri
ilişkileri açısından “altın çağ” olarak nitelendirilmektedir.
Sendikasız
Endüstri İlişkileri
Küreselleşme ve neo liberal ekonomi,
sendikaların önemini azaltmış ve “hiç olmasalar ne güzel olur” düşüncesinin
gelişmesini sağlamıştır. Bu dönemin en önemli özelliği bireyi ön plana çıkaran
bir anlayış içinde olmasıdır.
SENDİKACILIĞA
GENEL BİR BAKIŞ
Sendika kavramı, ilk olarak İngiltere’de
bir gurup işçinin haklarını korumak üzere organize olduktan yaptıkları
eylemleri anlatmak üzere kullanılmıştır. Sendikalar;
a) mücadele örgütleridir,
b) meslek örgütleridir,
c) sınıf örgütleridir,
d) demokratik örgütlerdir,
e) kitle örgütleridir,
f) çalışma hayatında ve ekonomik ilişkilerde
barışı ve istikrarı sağlayan örgütlerdir,
g) adil ve hakça bir gelir dağılımını sağlayan
örgütlerdir
20. yüzyılın son çeyreğine kadar en etkili
sivil örgütler olan sendikalar, işçi hareketinden doğmuş, daha sonra işveren ve
memurlar için de vazgeçilmez örgütler hâline gelmiştir. 90’lı yıllardan
itibaren genel olarak sendikalaşmada düşüş gözlenmeye başlamıştır (bazı kuzey
ülkeleri hariç olmak üzere).
Sendikacılıkla ilgili olarak işveren
güdümlü sendikacılığı ifade eden yaklaşım sarı sendikacılıktır.
İşçi hareketinin simgesel rengi 19. yy.ın ortalarından itibaren
“kızıl” olmuştur.
Pierre Brizan’a göre “sarı sendika” veya
“sarı sendikacılık” terimi ilk kez 1899’da Fransa’da kullanılmıştır. 1890’ların
başından itibaren Fransa’nın özellikle kuzey bölgelerindeki maden ocaklarında
bir grev dalgası baş göstermiştir.
Creusot’daki Schneider demir-çelik işvereni
kendine yakın ve greve katılmamış işçilere yeni bir sendika kurmuştur. Bu yeni
sendika, cephesi sarı boyalı bir salonda toplandığı için, işçiler arasında “sarı
sendika” olarak anılmaya başlamıştır.
1902 yılında “sarı” adını benimsemiş sendikaların
ulusal kongresi; Paris’te, kendilerinin verdikleri bilgilere göre, 200 bin
üyeyi temsilen toplanmıştır. “Sarı sendikacılık”, işçi hareketi içinde kötüleyici
bir anlam kazanmış ve işveren yanlısı bir anlayışın ifadesi hâline gelmiştir.
Türkiye’de
Sendikacılığın Kısa Tarihçesi
Türkiye’de işçi sendikacılığının tarihsel
gelişimi dört temel dönem içinde incelenebilir. Bunlar; cemiyetler dönemi
(1923-1946), kuruluş dönemi (1946-1960), gelişme dönemi (1960-1980) ve değişen
koşullarda sendikacılık dönemi (1980’den günümüze kadar)’dir.
1923- 1946 yılları arasında ekonomik,
siyasal, hukuki ve sosyal koşullar sendikaların gelişmesine uygun bir ortamın
oluşumunu engellemiştir. Cumhuriyetin ilan edildiği 1923 yılında en önemli
güçler bürokrasi ve toprak sahibi eşraftı.
1923 sonrasındaki dönemde işçi
örgütlenmelerinin yasal dayanaklarını 16 Ağustos 1909 tarihli Cemiyetler Kanunu
ve örgütlenme hakkını tanıyan 1924 tarihli Anayasa oluşturmuştur. Ta’til-i Eşgal
Kanunu, Takrir-i Sükûn ve Cemiyetler Kanunu sendikacılığın gelişimini uzun süre
olumsuz etkileyen yasal düzenlemeler olmuştur.
1946’da sınıf esasına göre cemiyet kurma
yasağının kaldırılmasıyla birlikte pek çok sendika kurulmuştur. Türkiye Sosyalist Emekçi ve Köylü Partisi (TSEKP) ve Türkiye
Sosyalist Partisi (TSP) tarafından kurulan sendikalar aynı sonlarında
kapatılmıştır. 50’li yıllara doğru CHP ve DP arasındaki rekabet sendikaların
gelişimi açısından olumlu oldu.
Türkiye’nin ilk Sendika Kanunu 20 Şubat 1947 tarihli ve 5018 sayılı “İşçi ve İşveren Sendikaları ve Sendika Birlikleri Hakkında
Kanun” adıyla çıkmıştır. Türk sendikacılığının
güçlü merkezî yapıya kavuşması, 1952’de 10 sendikal üst örgütün bir araya
gelerek kurduğu Türkiye İşçi Sendikaları Konfederasyonu (Türk-İş) ile gerçekleşmiştir.
Sanayileşmenin gecikmesi, sendika faaliyetlerini kısır ve dar bir çerçeveye
mahkûm etti. 60’lı yıllar nispeten planlı kalkınma yaşanmış ve buna bağlı
olarak sendikal örgütlenmeler gelişme, etkinliklerini artırma imkânı bulmuştur.
Türkiye’de
Sendikal Gösterge ve Nitelikler
Türkiye’de sendikal hakların kazanılması
için Batılı anlamda bir işçi hareketi yaşanmamış ve sendikalar daha başlangıçta
“düzen içi” örgütler olarak doğmuş ve gelişmiştir.
Günümüzde sendikaların örgütlenme modeli, iş
kolu sendikaları; üst örgütlenme modeli ise konfederasyonlardır.
Sendikalaşma oranı, bir ülkede sendikacılıkla
ilgili olarak dikkate alınacak en önemli göstergelerden biridir.
Türkiye’de 2009 yılı Ocak ayında toplam
5.434.433 işçiden 3.205.662’si sendika üyesidir ve bu dönem için sendikalaşma
oranı % 58,98’dir.
2009 yılı verilerine göre toplam 92.284 işletmenin
21.611’i kamu, 70.673’ü ise özel sektörde yer almaktadır. 2009 yılı Ocak ayında
sendikalı olan toplam 3.205.662 işçinin 2.210.483’ü özel sektörde, 995.179’u
ise kamu sektöründe çalışmaktadır.
Toplam sendikalı işçiler arasında kadınların
oranının % 15 olduğu görülür. Temmuz 2008 döneminde ise toplam 964.567 kadın işçinin
480.872’si sendikalıdır, bir başka deyimle kadınların sendikalaşma oranı %
49,85’tir.
Türkiye’de çalışan kadınların yaklaşık
olarak 3/4’ü ücretsiz aile işçisi olduğu için toplam istihdam içinde sendikalaşabilecek
kadın sayısı oldukça azdır.
Toplu iş sözleşmesi; hizmet akdinin yapılması, muhtevası ve sona ermesi ile
ilgili hususları düzenlemek üzere işçi sendikası ile işveren sendikası veya
sendika üyesi olmayan işveren arasında yapılan sözleşmedir. Bir toplu iş sözleşmesi,
aynı iş kolunda bir veya birden çok iş yerini kapsayabilir. Toplu iş sözleşmesi
yazılı olarak yapılmadıkça geçerli değildir ve bir yıldan az veya üç yıldan
uzun süreli olamaz.
İşçilerin topluca çalışmaması, iş bırakması
grev olarak adlandırılır. Greve katılan işçi sayısının
iş günü sayısıyla çarpılmasıyla kaybolan iş günü sayısı elde edilir.
İş yerinde faaliyetin tamamen durmasına
neden olacak biçimde, işveren veya işveren vekili tarafından kendi teşebbüsü
ile veya bir işveren kuruluşunun verdiği karara uyarak işçilerin topluca işten
uzaklaştırılmasına lokavt denir.
TÜRK-İŞ’in (Türkiye İşçi Sendikaları Konfederasyonu) 1. Genel
Kurulu, kuruluşundan kısa bir süre sonra, 6-7 Eylül 1952 günleri İzmir’de
toplandı. İlk genel başkanı İsmail İnan’dır.
DİSK, 13 Şubat 1967’de kurulmuştur. 24 Haziran 1967’de İş Kanunu’nu
protesto etmek için Ankara’da Tandoğan Meydanı’nda bir miting düzenlenmiştir.
Disk’in kurucusu Kemal Türkler, 22 Temmuz 1980’de evinin önünde katledilmiştir.
HAK-İŞ, 22 Ekim 1976 tarihinde Ankara’da kurulmuştur.
Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonu
(TİSK), kamu ve özel sektörde faaliyet gösteren
21 sendikadan oluşmaktadır.
Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB) ise işverenlerin ekonomik çıkarlarını temsil
eden bir örgüttür. İşverenler bu gibi örgütler yanında 1971’de kurulan Türk
Sanayicileri ve İşadamları Derneği (TÜSİAD) ve
1990’da kurulan Müstakil Sanayici ve İşadamları Derneği (MÜSİAD) gibi derneklere üye olabilmektedirler.
---
Endüstri Sosyolojisi
Editör: Prof. Dr. Veysel Bozkurt & Prof. Dr. Nadir Suğur
Anadolu Üniversitesi Yayını, Yayın No: 2327
Kasım 2011
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder