5 Eylül 2015 Cumartesi

Emmanuel Levinas

Emmanuel Levinas (1906-1995)
Batı felsefesi geleneğinde düşünme genellikle bir özdeşleşme sürecinden ibaret olmuştur. Aynının başkaya gidip ondan kendisine geri döndüğü bir harekettir bu. Onda zaten kendisinin ona koyduğunu bulur.
Felsefe başkaya konuksever bir düşünce de olabilir. Levinas 1950’lerin sonunda bu felsefeyi sonsuz fikriyle ilişkili olarak ele almıştır.
1980’lerde kaleme aldığı “Tanrı ve Felsefe” adlı yazısında, Tanrı’nın felsefedeki yerini “etik”te bulur. Levinas’a göre başkaya karşı konuksever düşünce “etik”in ontolojiyi öncelediği bir felsefedir.

Litvanya’da Yahudi bir ailenin çocuğu olarak doğdu, çocukluğunda geleneksel sinagog eğitimi gördü. Ailesi 1917 devriminden sonra Fransa’ya göç etti. 1928-29 yılları arasında Freibourg Üniversitesi’ne gitti. Orada Husserl ve Heidegger ile tanıştı. 1930’da Fransa’da Husserl’in Fenomenolojisinde Görü Kuramı başlıklı ilk kitabını yayınladı. Fenomenolojiyi Fransa’ya bu eser tanıtmıştır.
Levinas’ın felsefi düşüncesi bir felâketin geleceği ön hissiyle başlar (Naziler ve faşizm sıkça ele aldığı konulardır). Levinas felsefenin yanı sıra sinagogda Talmud yorumları da yapmıştır

LEVİNAS FELSEFESİ
Levinas’a göre Avrupa kültürü kendinden başka olanla karşılaştığında, bu karşılaşmanın terimlerini hep kendisi belirlemek ister. Levinas ben’in başkada eridiği klasik mistik “aşkınlık” anlayışını reddederek aşkınlığı etik bağlamda yeniden düşünür. Burada etik’in anlamı evrenselliği, kendi kavrayışını başkasına dayatmak değil, dünyayı başkasının diliyle yeniden anlamlandırmaya açık olmaktır.

Levinas’a göre Varlık ve Zaman’ın en önemli tezi, varlığın Dasein’ın varlığı anlamasından bağımsız olmadığıdır.
Kaçış Üzerine adlı eserinde felsefi güzergâhını belirleyen soruyu ortaya koyar: Aşkınlık mümkün müdür?
Heidegger düşüncesine duyduğu hayranlığı, onun nazi partisine üye olduğunu öğrendikten sonra bastırmaya çalışır. Zaman ve Başka ve Varoluştan Varolana adlı eserlerinde bunu açıkça görürüz. Bu eserlerde aşkınlık sorusu, bu kez “dışkınlık” (excendance, dışarı doğru aşkınlık) terimi kullanılarak yeniden sorulur, eros yoluyla veludiyet (babanın doğurganlığı) aşkınlığı vücuda getirip somutlaştıran tecrübeler olarak okunur. Bütünlük ve Sonsuz’da aşkınlığın biçimsel ifadesi “metafizik arzu”nun mutlak başkayla kurduğu ilişkidir. Bu ilişki başkasıyla yüzyüze ilişkide, yani etik ilişkide somutlaşır. Başkalıklarla ilişkinin en son derecesi, başkasıyla etik ilişkidir. Bu ilişkide başkasının yüzü tarafından sorgulanan ben kendinden çıkar, bir daha geri dönmemecesine başka’ya gider. Hegelci sonsuz, devletin bütünlüğünde somutlaşırken Levinasçı sonsuz bütünlüğe direnen bir veludiyette somutlaşır.
Olmaktan Başka Türlü veya Özün Ötesinde’de aşkınlık sorusunu bu kez yeniden ele alır. Bu kez veludiyet tecrübesi gözden tamamen kaybolmuştur. Bu kez aşkınlığın imkânı, “yerine geçme” (substitution) olarak düşünülen etik ilişkide somutlaşır. Etik ilişkide özne “biri-diğeri-için”dir.
Etik öznede kimlik aşınır, bozunur, geri plana düşer.

Zaman ve Başka
“Aşkınlık” sorusuna Levinas’a özgü bir fenomenolojiyle yanıt arayan eserlerdir.
Haz yaşantısı kendine geri dönmeyle sonuçlandığı için ben hazda varlıktan çıkmanın imkânsızlığını deneyimler. Varlıktan kaçmanın veya çıkmanın imkânsızlığı ben’in kendine çakılı olma deneyiminde somutlaşır. Varlığın dayanılmaz ağırlığı altında ezilen ben kendinden çıkmak ister ama bir çıkış yolu bulamaz.
Varlıktan çıkmak, varlığın tümden kaybı veya ölmek değil, bir ayağını varlıkta tutarak başka’ya doğru gitmek ve bir daha kendine geri dönmemektir.
Levinas Zaman ve Başka’da ben’in fenomenolojik kökenini anonim varoluşa geri dönerek anlatır. Bir özneye ait olmayan, anlamlı bir dünya ortaya çıkarmayan süreçlerden (örneğin uykusuzluk tecrübesi) bir ben’in kendi varoluşunu üstlenerek ortaya çıkması olayına Levinas “hipostaz” adını verir.
Ancak hipostaz yoluyla meydana gelmiş bir ben’in varlığından “dünyada olma”nın terimleriyle söz edilebilir (“In-Der-Welt-Sein” olmasaydı Levinas ekmeksiz kalabilirdi). Levinas, bu betimlemenin devamında ölümü radikal bir başkalıkla ilişki olarak ele alır. Ölüm benim imkânım olmayan imkânlarla ilişki kurduğum bir zamanı açar veya mümkün kılar. Levinas eros yoluyla edinilen çocukla babalığın kurduğu ilişkiyi bu radikal başkalıkla ilişki yapısının somutlaşması olarak yorumlar. Ben bir anlamda oğlumdur, o hem bir bendir hem de bir başkası. Ben veludiyet yoluyla varlıktan veya kendimden çıkarak bir daha da kendime geri dönmemek suretiyle kendimden başka olurum.

Bütünlük ve Sonsuz
1950’lerde yazdıkları Levinas’ın Batı felsefesini, Eski Yunan geleneği ile Yahudi-Hıristiyan geleneğinin birbiriyle karşılaşmasının tarihi oluşarak düşündüğünü gösterir. O hâlde Batı kültürünün iki heterojen kaynağı vardır. Eski Yunan’daki sonlu evren anlayışı ve Vahiy’le gelen sonsuz fikri.
Sonsuz aynı zamanda da aklın bir ideasıdır. Sonsuz deneyimi kurucu bir rol oynamaz, o aklın bütünlüğüne yalnızca katkıda bulunur.
Hegel sonsuzu sonludan ayrı olarak ele almaz, sonlu sonsuzun diyalektik hareketi içinden çıkar ve ona geri döner, sonsuzun hareketi tüm sonlu başkalıkları, farklılıkları bütünselleştirir.
Levinas, Hegelci sonsuzun karşısına Descartes’ta bulduğu sonsuz fikrini çıkarır. Bu eserde amacı bütünselleştirici bir sonsuzun karşısına, bütünselleştirmeye direnen bir başkayla ilişki olarak sonsuzu çıkarmaktır.
Varlık ve Zaman’da sonluluk tüm varolanla ilişkinin koşulu hâline gelir.
Husserl “Şeylerin kendisine gidelim.” demişti. Bilinç neyle karşılaşırsa karşılaşsın, karşılaşmanın terimlerini kendisi koyuyorsa, olsa olsa kendisiyle karşılaşabilir.
Bütünlük ve Sonsuz’a “metafizik arzu”dan söz ederek başlar. Metafizik, dünyada olmakla yetinmeyip başkaya doğru gitmeye çalışan arzudur.
Levinas’a göre insan yalnızca tatmin edilebilen ihtiyaçları olan bir varlık değildir. Onda, metafizik arzu da ortaya çıkabilir. Metafizik arzu insandaki eksiklikten değil, ondaki bir şeyin sürekli aşırılığından, fazlalığından, taşmasından, kabına sığamayışından doğar.
Zihnin dışsallığa yönelişi arzuyu gösterir. Ama Levinas’a göre, bu dışsallık arzusu nesnel bilgide değil, konuşmada bulunur. Pekiyi, zihnin temel uğraşı hakikate ulaşmak değil midir? Hakikat ile adalet arasındaki ilişki nedir? Adalet eşitlikten önce kökensel bir deneyime, yüzün konukseverce kabul edildiği bir konuşma deneyimine dayanır. Başkaya duyulan metafizik arzu Levinas’a göre başkasıyla etik ilişkide somutlaşır.
“Anlamın (signification) ilksel olgusu yüzde kendisini ifade olarak üretir.”
Başkasının yüzünün anlam ifade etmesi Sonsuz’dur. Çünkü yüzün konuşarak anlam ifade etmesi bendeki temsili hatta bilinci aşar. Bundan böyle ben kendimi kendi özgürlüğüme bırakamam, başkası benim kavramlarımı sorguladıkça, ondan öğrenir ve kendime karşı eleştirel bir mesafe alırım. Bilgi ancak aynı zamanda başkasından gelen eleştiriye açık olduğu sürece olgunun bilgisidir.

Bütünsellik fikri ile sonsuzluk fikri arasındaki fark, ilkinin kuramsal, ikincisinin ahlâki olmasıdır. Hakikati kuran şey özgürlüğün kendi kendinden utanabilmesidir. Başkasının kabulü, ahlâki bilincin başlangıcıdır, benim kendi özgürlüğümü sorguya çekmemi mümkün kılan şey de budur. Kendini sonsuzun mükemmeliği ile ölçme, teorik bir ele alışa yol açmaz, utanca yol açar.

Bütünlük ve Sonsuz’un sorusu aşkınlık sorusu olduğu hâlde, odağı “etik ilişki” adı verilen ilişkidir. Etik ilişki “yüz yüze” ilişkidir.

Levinas toplumsallığı kuran ilksel ilişkinin ne olduğunu sorgulamaktadır. Ona göre toplumun özünde veya kökeninde başkasıyla ilişki vardır.

Olmaktan Başka Türlü veya Özün Ötesinde
Bu eser, etik öznenin etik ilişkide hem kendisi hem de başka olmak anlamında aşkınlık hareketine girmenin de ötesine geçerek “olmaktan başka türlü” olduğunu savlamıştır.
Kant’a göre ahlak yasasının özü özgürlüktür. Levinas’a göre ise etik ben’in özgürlüğünün bir kanıtı olamaz. Özgürlük bencilliği aştığı, evrenselde temellendiği zaman dahi başkası üzerinde bir hâkimiyet kuruyor olabilir. Her yasa kendi stalinizmi tarafından tehdit edilir.
Etik ilişkide mesele başka sının ihtiyaçlarını karşılamak onu doyurmak, giydirmek değildir, onun yerine geçmek, onunla özdeşleşecek, töz değiştirecek kadar onun durumunun içerdiği sıkıntıyı yaşamak ve gördüğü şiddetin nesnesi hâline gelmektir. Etik ilişkide etik özne “biri-diğeri-için”dir.
Dünyanın tüm yükünü omuzlarında tek başına taşıyan bu özne, Levinas’a göre sorumlulukta biricikleşir. Olmaktan Başka Türlü anneliği bu sorumluluğun somutlaştığı bir figür olarak ele alır (çünkü çocuk psikopat olsa da anne yine de ve hâlâ annedir). Levinas etik özneyi bu şekilde tasvir ediyor çünkü ona göre toplumsal barışın imkânı bu öznelliktedir.

---
Çağdaş Felsefe II
Yazar: Prof. Dr. Zeynep Direk
Anadolu Üniversitesi Yayını, Yayın No: 2247
Nisan 2012, Eskişehir


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder