27 Eylül 2014 Cumartesi

Marksist Gelişme Kuramları I, II

Emperyalizm
Emperyalizm, Batılı ülkelerin, sömürge ülkeler üzerindeki hâkimiyetini anlatır. Emperyalizmin başlangıcı 19. yüzyılın son çeyreği olarak tarihlenir. Bu dönemde dünyanın beşte biri batılı ülkelerin hâkimiyeti altına girmiştir.
Sermaye ihracı, dış pazarın ele geçirilmesi gibi emperyalist hareketler sermaye birikimini hızlandırır. Emperyalizm olgusu kapitalizmin iç çatışmalarından doğan gerilimi azaltır.

Rudolf Hilferding: Finans Kapital(1910) isimli eseri emperyalizm olgusunu ele alır. Mali sermayenin güçlenişiyle emperyalizm arasında korelasyon kurmuştur. Hilfering’e göre altı büyük Berlin bankasını ele geçirmek, sanayinin en önemli alanlarını ele geçirmek demektir.
Endüstriyel kapitalist gelişmeler sonucunda finans kapital (mali sermaye) sanayi sermayesinin önüne geçmiştir. Mali sermayenin güçlenmesinden sonra sömürge ülkelere sermaye ihracı başlamıştır. Finans kapital dünya pazarlarında daha rahat hareket edebilmek için güçlü devlet yapılanmasına ihtiyaç duyar. Aksi durumlarda rekabet gücü ve kâr azalabilir.

Vilademir Lenin: Küresel kapitalizmin nedenlerini açıklamaya çalışmıştır. Lenin emperyalizmi kapitalizmin bir aşaması olarak ele alır. Emperyalizm sayesinde kapitalizm, ihtiyaç duyduğu ucuz emek ve ucuz hammaddeye ulaşarak yaşadığı krizleri metabolize eder.
Lenin, kapitalizmden emperyalizme geçişi şu şekilde açıklar:
1) Sermaye ihracı
2) Sermaye ihraç edilen kolonilerden ucuz hammadde temin edilir.
3) Kolonilerde altyapı çalışmalarına hız verilir (pazarın etkin şekilde kullanılabilmesi için gerekli yollar, köprüler ve limanlar yapılır).
4) Bu aşamalardan sonra koloni ülkesinin ekonomisi tekelci sermayenin kontrolü altına girmiş olur.
Lenin, emperyalizmin karakteristik özelliklerini şu şekilde tespit eder:
1) Sermayenin yoğunlaşması ekonomik hayatta belirleyici tekeller yaratmıştır.
2) Banka sermayesi sanayi sermayesi ile kaynaşarak mali oligarşi yaratır.
3) Sanayi ihracından ziyade sermaye ihracı önem kazanmaya başlar.
4) Dünya pazarına tekelci kartellerin hâkim olmaya başlaması.
5) Kapitalist devlet arasında dünya pazarının paylaşımının tamamlanması.

Rosa Luxemburg: Emperyalizmin nedeninin fazla meta üretimi olduğunu söyler. Kapitalizmi dış pazara sevk eden asıl neden üretilen bu aşırı fazla metayı satacak Pazar arayışıdır. Fazla meta, diğer kapitalist ülkelerde değil doğal ekonomilere sahip olan ülkelerde daha fazla artı değer kazandırır. Luxemburg, tüm dünyada kapitalizm hâkimiyet kurduktan sonra emperyalizmden söz etmenin mümkün olamayacağını belirtir. Bunun sonucunda da içine gireceği krizle birlikte kapitalizm çökecektir. Luxemburg, emperyalist yayılmacılıkla militarizm arasındaki ilişkilere dikkat çekmiştir. Kapitalizm, ilk önce askerleri satın alır.

Nikolay Buharin: Emperyalizmi finans kapitalin ekonomi politikası olarak yorumlar. Kapitalizm, emperyalist politikalarla kapitalizm öncesi üretim modellerini ortadan kaldırır. Dünya ölçeğinde kapitalist üretim modelini tesis etmeyi hedefler. Bunun sonucunda iki ayrı ülke tipi ortaya çıkar: gelişmiş ülkeler ve tarıma dayalı ekonomilere sahip gelişemeyecek olan ülkeler.

Bağımlılık Okulu
Bağımlılık Okulu temel olarak Latin Amerika’nın azgelişmişliğini açıklamaya çalışır.
Emperyalizm kuramları emperyalist yayılma ve hâkimiyet üzerine odaklanırlar. Bağımlılık Okulu, bu yayılma sonucunda azgelişmiş ülkelerin yaşadığı sorunlara odaklanır. Bu noktada Modernleşme Okulu’nun tezlerine karşı çıkarlar.
Gelişmiş kapitalist ülkelerdeki ekonominin ilerlemesi azgelişmiş ülkelerdeki ekonomik artığın alınmasına, çalınmasına bağlıdır. Azgelişmiş ülkeler, modernleşme okullarının iddia ettiği gibi gelişme sürecinde olan ülkeler değildir. Bu ülkelerdeki (çevre ülkeler) azgelişmişlik, sürekliliktir.
Bağımsızlık Okulu’nun eleştirileri iki kaynaktan beslenir. Bunlardan birincisi ECLA’nın yaptığı çalışmalardır. ECLA = Latin Amerika Ekonomik Komisyonu.
1948’de Raul Prebish’in başkanlığında kurulan komisyonun raporuna göre azgelişmişliğin temel nedeni serbest ticarettir. Serbest ticaret, birbirine yakın, benzer yapılar arasında yapılırsa yararlı; birbirinden farklı yapılar arasında yapılırsa zararlıdır.
Serbest ticaret fiiliyatta şu şekilde tezahür eder: az gelişmiş ülkelerin ürettiği hammadde ve diğer mamuller merkez ülkelere (kapitalist ülkeler) serbest ticaret koşulları gereği değerinin çok daha altında bir fiyatla ihraç edilirler. Buna karşın merkez ülkeler işlenmiş ürünleri, makine ve diğer donanımları değerinin çok üstünde bir bedelle satarlar. Oyunun kurallarını kapitalistler koyduğu için sistem bu şekilde işler.
ECLA’nın raporuna azgelişmiş ülkelerin sanayileşmesi için ihraç edilen ürünlerin çeşitlendirilmesi ve ithal edilen ürünlerin iç pazarda üretilmesi gerekir.

Paul Baran
Büyümenin Ekonomi Politiği adlı eserinde azgelişmiş ülkelerin ekonomik kalkınmasının gelişmiş ülkelerin çıkarlarıyla çatıştığını belirtir. Çevre ülkelerin kapitalist sistem içerisinde gelişmesi mümkün değildir. Baran’ın iddiaları ve tespitleri kapitalizmin ilerici rolünü yadsıması bakımından önemlidir.

Andre Gunder Frank
Üçüncü dünyanın geri kalmışlığını bağımlılık kavramıyla açıklamaya çalışır. Üçüncü dünya ülkelerindeki ihracatın, kapitalist ülkelerin talebi doğrultusunda hammaddeye dayalı geliştiğini belirtir. Komprador dediği üçüncü dünya elitleri bu ihraç geleneğinden yeterince nemalandığı için, gelişmenin önünde bir iç engel konumundadırlar.
Frank’a göre azgelişmişliğin sebepleri:
a) Çevre ülkelerin artı değerine el konulması. Bu süreç kompradorlar eliyle gerçekleşir.
b) Merkez çevre kutuplaşması. Merkez-çevre ilişkisi arttıkça çevre ülkelerin ekonomisi küçülür. Buna karşın merkez-çevre ilişkileri azaldıkça çevre ülkelerin ekonomileri büyür.
c) Değişimin sürekliliği. Kapitalist sistemin artı değere el koymanın yeni yollarını bulabilme kabiliyetini ifade eder (çevre ülkenin ekonomisini manipüle eder, askeri darbe yapar, bankalarını hortumlar, demokrasi ihraç etme bahanesiyle işgal eder vs.).  

Arghiri Emmanuel: Frank’ın kuramında artı değere el koyma mekanizmaları yeterince açıklanmamıştır. Emmanuel bu konuya odaklanır. Eşdeğer olmayan değişim kavramı ekonomik artığa el koyma mekanizmasını ifade eder. Ticari faaliyette çevre ülkeler çok sayıda işçinin emeğinin ürünü olan hammaddeyi çok düşük fiyata merkez ülkelere satarlar. Merkez ise az sayıda işçinin ürettiği yüksek fiyata çevre ülkelere satar. Çevre ülkelerin azgelişmişliğinin kilit noktası budur.

Fernando H. Cardoso: Bağımlı gelişme kavramıyla Frank’ı eleştirir. Bağımlılık ve gelişmenin bir arada mümkün olabileceğini iddia eder. Cardoso, Brezilya özelinde yaptığı çalışmalarda kapitalist ekonomik sitemin tek bir emperyalist merkez etrafında değil çıkarları çatışan çok sayıda merkez etrafında örgütlendiğine dikkat çeker. Bu durum, çok merkezlilik, ekonomik gelişme için fırsatlar sunar.

Celso Furtado: azgelişmişliğin tarihsel bir durum olduğuna işaret eder. Sorunun kaynağı temel güç kaynaklarının kimlerin elinde olduğuna veya kimlerin kontrolünde olduğuna bağlıdır.

Theotonio Dos Santos: Merkez-çevre arasındaki ilişkinin bağımlılığın mekânsal bir boyutu olduğunu söyler. Latin Amerika ekonomisi sömürgecilikle filizlenmişse de asıl gelişmesini ticaretle sağlamıştır. Ne var ki ticarette belirleyici olan merkez ülkelerin ihtiyaçları olmuştur. Çevre ülkeler kendi ihtiyaçları doğrultusunda bir gelişme yaşayamamış, merkezin taleplerine cevap veren ve ancak küçük bir elit kesimi memnun edecek şekilde kısırlaşmıştır. Dos Santos bağımlılığı bileşik ve eşitsiz gelişme kavramlarıyla açıklar.
Bağımlılık, eşitsiz ve bileşik gelişmenin bir sonucudur. Eşitsiz gelişme, sistem içinde bazı parçaların gelişirken diğerlerinin körelmesini ifade eder. Bileşik gelişme, geri kalmış sektörlerin kaynaklarının gelişmiş sektörlere aktarılması ve bu yolla eşitsizliklerin birleşmesini ifade eder (Geri kalmışlığın ülkedeki diğer sektörlere yayılması).

Samir Amin: Merkez sistemin özellikleri: kitlesel tüketime yönelik üretim yapmak. Bu sayede merkez ülkeler özmerkezli sermaye birikimi gerçekleştirir. Bunun sonucunda da ülke içindeki emek-sermaye çelişkisi en aza indirilir.
Çevre ülkeler merkezin talepleri doğrultusunda üretim yaparlar. Dolayısıyla ücretler düşüktür. Bunun sonucu olarak emek-sermaye çelişkisi en üst düzeydedir. Amin, çözüm olarak merkezle ilişkilerin tasfiyesini önerir ancak bu yeterli değildir. Çevreden başlayan hareket bütün dünya sistemini değiştirmedikçe ekonomik düzelme mümkün olmayacaktır.

Bağımlılık Okulu’nun çalışmalarını Hettne, akademik emperyalizm olarak değerlendirir. Bu çalışmaların sonucunda azgelişmişliğin tarihsel bir süreç değil kapitalist sistemin gelişiminin bir sonucu olduğu ortaya konulmuştur.
Bağımlılık Okulu, Aydınlanma hareketiyle hesaplaşamadığı için eleştirilmiştir. Zira kapitalizmin iç dinamikleri Aydınlanma şemsiyesi altında kendine yer bulabilmektedir.
Bağımlılık Okulu, Modernleşme Okulu’nu eleştirmekle birlikte aynı yetersizlikleri göstermiştir. Modernleşme Okulu, modern toplular ve geleneksel toplumlar ikiliğinden yola çıkar. Bağımlılık Okulu ikili toplum modelini eleştirmekle birlikte merkez-çevre modeliyle neredeyse aynı şeyleri söyler.
Modernleşme Okulu, geleneksel toplumların kapitalist sistemle bütünleşmeleri sonucunda modernleşmenin ve ekonomik kalkınmanın tamamlanacağını iddia eder. Bağımlılık Okulu ise merkezle bağların kopartılmasını ve ulusal bir kalkınmaya gidilmesini önerir. Bu ise erken dönem kapitalist ilerlemeden başka bir şey değildir.
Bill Warren, çevre ülkelerdeki geri kalmışlığı ülkelerin kendi iç dinamiklerine bağlar. Gabriel Palma da benzer bir görüşü savunur.

Ernesto Laclau: merkez ülkelerin ekonomik artığı sömürmesinin ancak feodal yapılarda mümkün olduğunu söyler. Burada önemli olan üretim sürecidir, üretim ilişkileridir.
Bağımlılık Okulu’nun çalışmalarının üretim sürecine yeterli dikkati göstermediğine değinen Laclau, sadece malların dolaşım ilişkilerine bakmakla azgelişmişliğin doğru şekilde analiz edilemeyeceğini belirtir.
Üretim biçimi şu şekilde tanımlanır:
a) üretim araçlarının mülkiyetinin türü,
b) ekonomik artığa el koyma biçimi,
c) iş bölümünün gelişme derecesi,
d) üretici güçlerin gelişme derecesi.
Laclau bu tanım çerçevesinde Frank’ın Latin Amerika ülkelerini 16. yüzyıldan beri kapitalist olarak ele almasına karşı çıkar. Latin Amerika ülkeleri 16. yüzyıldan sonra kapitalizmle temas halinde oldular ancak kapitalist olmadılar.
Frank, kapitalizmi kâr elde etmek amacıyla üretim yapan bir sistem olarak özetler. Wallerstein’ın tanımı da bu şekildedir. Brenner, gerek Frank, gerekse Wallerstein’ı sınıf yapısını göz ardı ettikleri için eleştirir.
Brenner’a göre kapitalizmin ayırt edici özelliği, kitlesel düzeyde üretim yapılmasını sağlayan ve artı değerin kaynağını oluşturan teknolojik yeniliklerdir. Bu tanıma göre kapitalist sistemde üretim araçlarının sahipleri, teknolojik imkânları kullanarak üretim araçlarını sürekli olarak yenilemektedirler.

Dünya Sistemi Kuramı
Immanuel Wallerstein tarafından geliştirilmiştir. Dünya ekonomisini bir bütünlük içinde ele almaktadır.
Kapitalizm nasıl işler, bu sistem nasıl başladı, hangi sebeplerle ortaya çıktı, tüm dünyada geçerli sistem olmadan önce kapitalist sistemin diğer sistemlerle olan ilişkileri nasıldı soruları dünya sistemi kuramında ele alınır. Son olarak dünya sisteminin sosyalizme dönüşme süreci incelenir.
Wallerstein dünya tarihinde bütünlük oluşturabilecek üç ayrı üretim biçimi tespit eder: mini sistemler, dünya imparatorlukları ve dünya ekonomileri.
Mini sistemler: avcı toplayıcı toplumlardır. Bu yapılarda kültürel birlik vardır.
Dünya imparatorlukları: Çin, Mısır ve Roma uygarlıkları bunun örnekleridir. Üretilen artığa zor ve güç kullanarak el konulur. Sistemin işleyişi geniş bir bürokrat kadrosunu gerektirir. Sistemin bozulması da yine bu sebepledir.
Dünya ekonomileri: Çeşitli kültürler ve çeşitli politik yapılardan oluşur. Yapıyı bir arada tutan ekonomidir. Devletler arası rekabet belli guruplara kârlarını arttırma imkânı sağlar.
Kapitalist dünya sisteminin amacı daha fazla kâr elde etmektir.
Wallerstein, kapitalist dünya ekonomisi merkez, yarı çevre ve çevre olmak üzere üç guruba ayırır. Bunlar arasındaki işbirliğini merkez-çevre, meta zinciri, yarı çevre, eşit olmayan değişim ve sermaye birikimi kavramlarıyla açıklar.
Merkez ve çevre: merkezde sermaye, çevrede ise emek daha yoğundur. Varlıkları birbirlerine bağımlıdır.
Meta zinciri: hammaddenin endüstriyel ürüne dönüştürülmesini ifade eder. Geri kalmışlığın nedeni bu süreçteki yapısal ilişkilerde aranmalıdır.
Yarı çevre: merkez ve çevre arasındaki tampon bölgedir. Ekonomisi her iki tarafla da benzerlik gösterir.
Eşit olmayan değişim: merkez ve çevre arasındaki iş bölümünü açıklar. Bu yolla merkezde yüksek yaşam standartları sağlanırken çevre açlık sınırında tutulur.
Sermaye birikimi: çevrenin artığının merkeze aktarılması sürecini ifade eder.

Dünya sisteminin ortaya çıkışı ve gelişimi:
1) 16. yüzyılda feodalizmin yaşadığı krizler iş bölümünün coğrafi olarak dağılımıyla çözümlenir. Kuzey batı Avrupa bu dönemde merkez, İspanya ve Kuzey İtalya şehirleri yarı çevre konumunda ortaya çıkarlar.
2) Sanayi devrimi öncesinde yaşanan durgunluk İngiltere’yi merkezde yalnız bırakır.
3) Sanayileşmeyle birlikte hammadde ihtiyacı artar ve coğrafi yayılma kaçınılmaz olur. Bu yayılma Rusya’yı yarı çevre, Amerika ve Almanya’yı da önce yarı çevre sonra de merkez yapmıştır.
4) Dünya Savaşı sonucunda Rusya çevre konumuna düşer. ABD merkeze yerleşir. 1960’lardan itibaren çok uluslu şirketler ortaya çıkar. Bu noktada işçi sınıfının artığının şirket kârı olarak alınması, uzun dönemde bu sınıfın tüketimine olan ihtiyaçla çelişmektedir. Sistemi bekleyen en önemli tehdit budur. Sonuç olarak sistemin tüm unsurlarında çatışma büyüyecek ve dünya sosyalizme geçecektir.

Eklemlenme Kuramı
Teorik olarak yapısalcı Marksizmden beslenir. Eklemlenme kuramı üçüncü dünyadaki azgelişmişliğe toplumsal formasyon kavramıyla açıklama getirir. Althusser’in etkisinde gelişen bu yaklaşım, toplumsal formasyonları ekonomik, politik ve ideolojik düzeylerde ele alır. Toplumsal formasyon birden fazla üretim biçiminin birbirine eklemlenerek bir arada bulunmasıdır.
Eşitsiz gelişme, kapitalizm yayılırken bazı bölgelerde üretim gücünün artması bazı bölgelerde ise sınırlı büyümenin yaşanmasını ifade eder.

Charles Bettelheim, toplumsal formasyonları birçok üretim biçiminden oluşan karmaşık bütünlükler olarak tanımlar. Kapitalizm bu bütünlüğe hakim olsa da formasyon dahilinde kapitalist olmayan üretim süreçleri gözlenebilir. Bu farklılıklar ekonomik eşitsizliklerin yeniden üretimine neden olabilmektedir.
Bettelheim, kapitalist üretim biçiminin uluslararası düzeyde üretim güçleri ve üretim biçimlerini iki düzeyde yeniden ürettiğini iddia eder. Kapitalist üretim biçimi yayıldıkça ulusal düzey bozulur. Kapitalist üretim biçimi, iş bölümü ücret konularında belirleyici hale gelir. Bununla beraber eski üretim biçimleri yeniden yapılanmaya devam edebilirler. Bettelheim sadece geyik çeviriyor, bir şey söylemiyor.

Barbara Bradby, Luxemburg’un doğal ekonomi kavramından yaralanır. Bu üretim biçiminde çözülme süreci, toprak ve emeğin meta haline gelmesi, artı değerin üretim amacı haline gelmesiyle yaşanır. Çözülme sürecini anlayabilmek için üç noktaya dikkat çeker: kapitalizmin iç dinamikleri, kapitalizm öncesi üretim biçimleri, bu iki üretim biçimi arasındaki ilişkiye/eklemlenmeye bakmak gerekir.

Pierre-Philippe Rey: Feodalizmden kapitalizmde geçiş sürecine odaklanır. Kapitalist ve kapitalist olmayan formasyonlar arasındaki ilişkide üç aşama olduğunu söyler: kapitalizm emek gücü ve tarımsal ürün elde edebilmek için feodal üretim sürecine ihtiyaç duyar. İkinci olarak kapitalizm egemenliğini kurduktan sonra ucuz iş gücü için kapitalist olmayan üretim biçimlerine ihtiyaç duyar. Son aşamada kapitalizmin kapitalizm öncesi üretim ilişkilerine ihtiyacı kalmayacaktır.

Eklemlenme kuramları toplumsal değişimi dinamik bir süreç olarak ele alır. Kapitalizmin yol açtığı eşitsiz gelişmenin kapitalizm öncesi üretim biçimlerinin canlı kalmasını sağlayacağını söyler. 

Marksist Gelişme Kuramları II

Düzenlenme Okulu
Kapitalizmin gelişmesini ve azgelişmişliği tarihsel olarak ele alır. Kapitalizmin gelişme evrelerini farklı sermaye birikim rejimleri temelinde analiz eder. Kapitalizm farklı birikim rejimleriyle varlığını sürdürmektedir. Bu birikim rejimlerinin farklı düzenleme tarzları vardır. Fordizm, bu kuramın en meşhur kavramıdır. Fordizm, kapitalizmin İkinci Dünya Savaşı sonrasındaki birikim rejiminin adıdır.
Düzenleme kuramının kapitalizm analizi üç farklı soyutlama düzeyi içeren bir çerçeve sunar. Birinci soyutlama düzeyi, kapitalist üretim tarzı ve kapitalizmin genel yasalarını içerir. Kapitalist üretim sürecinin yeniden üretimi, üretim süreçleri dışındaki siyasal, kültürel vs. kurumsal yapıları da içermektedir. Burada belirleyici olan üretim süreçleridir. Diğerleri bu sürecin taleplerine göre şekillenirler. İkinci soyutlama düzeyinde kapitalist gelişme incelenir. Bu süreç, birikim rejimleri ve düzenleme biçimi kavramlarıyla açıklanır. Yeniden biçimlenmenin belirleyicisi kapitalizm krizleridir. Üçüncü soyutlama düzeyinde toplumsal formasyonlar incelenir.
Düzenleme kavramı; kapitalist sistemdeki yapılar ve kurumsal biçimlerin bütünlüğünü ele alır. Kapitalizmin bu unsurlarla birlikte devamlılığını ne şekilde sağladığı incelenir.
Birikim rejimi; kapitalist aşamalar arasındaki ayrımları inceler.
Düzenleme kuramı kapitalizmin krizlerini iktisadi dalgalanmalar (ekonomik iniş-çıkışlar) ve yapısal krizler (sistemin tıkandığı büyük krizler) olarak tasnif eder.
Mutlak artı değerin elde edilmesi; çalışma saatlerinin arttırılması ve ücretlerin düşürülmesi sürecidir.
Nispi artı değerin elde edilmesi; üretimde verimin maksimum seviyeye ulaştırılmasıdır.
Düzenleme kuramı kapitalist gelişme evrelerini üç temel birikim rejimi temelinde ele alır:
a) Yaygın birikim rejimi
b) Yoğun birikim rejimi
c) Yalın (esnek) birikim rejimi (post-fordizm)

Yaygın Birikim Rejimi
Sanayi devrimini izleyen dönemde ortaya çıkmıştır. Birinci Dünya Savaşı’na kadar ki evre yaygın birikim rejimi şeklinde adlandırılır. İki dünya savaşı arasındaki süreç yaygın birikim rejiminin kriz aşamasıdır. Bu dönemin ayırt edici özelliği mutlak artı değer üretimidir. Yaygın birikim rejiminde rekabetçi piyasa koşulları hâkimdir. Ücret ve fiyatları piyasa belirler. Para, altın standardına bağlıdır. Yaygın birikim rejiminde krizler aşırı üretim ve yetersiz tüketim sonucunda ortaya çıkmaktadır. Mallarını satamayan firmalar iflas eder. Bu iflasla birlikte banka borçları da ödenemez ve finans sektörü çöker.
1870’te başlayan ilk büyük krizden sonra sermaye birikimi daha çok nispi artık değer üretimine dayanmaya başlamıştır. Emek sürecinin örgütlenmesi ve verimin arttırılması esasına dayanan bu sisteme/örgütlenmeye Taylorizm denir.
Frederick Winslow Taylor, Bilimsel Yönetimin İlkeleri (1911) adlı kitabında insanların doğuştan aptal ve günahkâr olduklarını söyler. Bu nedenle işçilerin çalışma koşulları dikkatle ve özenle düzenlenmelidir. Zira bu konuya dikkat edilmezse kaytarırlar! Taylor’un prensipleri uygulama geçirildikten sonra işçiler fabrikalarda makinenin birer uzantısı haline geldiler. Verim arttırıldı.
Taylor’un prensipleri üç başlık altında özetlenebilir;
a) İşin tasarımı
b) İşin yapılışının kontrol edilmesi
c) Kontrol biçiminin içerdiği istihdam ve ücret politikası
Taylor yapılacak işi küçük parçalara ayırır. Her bir parçanın üretimi için bir standart belirler. Buna bağlı olarak iş tanımı ve ücretlendirmeyi belirler.
Taylor bu sayede emek sürecini beceriden arındırır.
İşçi sadece basit bir parçayı üretir. Kafa ve kol emeğini birbirinden ayıran Taylor, üretim bilgisini tümüyle yönetimde toplar.
Yaygın birikim rejimi, 1930’lu yıllara gelindiğinde tüketilemeyen malların birikimi sonucunda büyük yapısal krize girmiştir. Yaygın birikim rejiminin çözemediği bu krizden, İkinci Dünya Savaşı sonrasında Fordizm denen yeni aşamaya geçilmiştir.

Yoğun Birikim Rejimi (Fordizm)
Fordizm kavramı ilk kez Gramsci tarafından kullanıldı. Gramsci bu kavramla Amerika’da Ford otomobil fabrikalarında uygulanan üretim biçimini ifade eder. Düzenleme kuramı ise bu kavramla kapitalizmin İkinci Dünya Savaşı’ndan sonraki kapsamlı dönüşümünü ifade eder. Kavram, yoğun birikim rejimi ve tekelci düzenleme biçimi kavramlarını içerir. Fordizm, ABD’nin dünya ekonomisi üzerinde hegemonya kurmasını ifade eder. Fordizm özü itibariyle sermaye birikimini ifade eder. Fordizmde üretimde teknoloji kullanımı, standartlaşmış metaların üretimi ve buna bağlı olarak kitlesel tüketim artmıştır. Nispi artı değer çoğaltılmıştır. Emek sürecinin örgütlenmesi Taylorizmden farklı değildir. Nitelikli iş gücü üretimin bilgi ve tasarım aşamalarına çekilmiştir. Bu yolla üretimdeki verimlilik arttırılmıştır.
Çalışan sayısının hızla artması üretim ve tüketim dengesinin lehinde gelişmeler sağlamıştır. Keynesçi iktisat politikalarıyla toplumsal tüketim desteklenmiştir. Refah devletinin düzenlemeleri sistemin işlemesine olumlu katkılar (pazar istikrarı) sağlamıştır. Finansal kaynakların üretimi için Dünya Bankası, Uluslararası Para Fonu gibi kurumlar bu dönemde ortaya çıkmıştır. Fordizm, kapitalizmin altın çağı olarak nitelenir.

Fordizmin Krizi
Kriz, kâr haddinin düşme eğiliminden kaynaklanmıştır. Fordizm tüketici gelirinin sürekli arttığı ve buna bağlı olarak tüketimin devam ettiği bir rejimdir. Lipietz’e göre krizin nedeni teknik ve toplumsal anlamda sınıra ulaşılmasından dolayıdır. Taylorizmin işçiler üzerindeki baskısının da etkisiyle 1968 yılında sınıf hareketleri ortaya çıkmıştır. Sendikaların sistem üzerindeki olumsuz etkileri de dikkate alınmalıdır.
Kapitalizmin ayakta kalması temel olarak sermaye artışına bağlıdır. Tıkanma durumunda üretim maliyetleri düşürülüp yatırım imkânları zorlanmalıdır. 1970’lerde krizin ilk aşamalında üretim fazlası ortaya çıkmıştır. Bundan dolayı firmalar kaliteyi arttırarak ürünlerini cazip hale getirme yoluna gitmişlerdir. Bu durum, kalite artışı kâr marjının düşmesine neden olmuştur. Büyük ölçekli bir firmanın kalite artırımı kolay değildir. Buna karşın üretim kapasitesi düşük olan firmanın kalite artırımı daha kolaydır. Bundan dolayı büyük ölçekli firmalar kalite artırımı yarışında pazar kaybetmeye başlamışlardır.

Yalın (Esnek) Birikim Rejimi: Post-Fordizm
1970 krizi sonrasında öne çıkan en önemli olgu küresel şirketlerdir. Küresel şirketler üretim ve karar süreçlerinin önemli gücü konumuna geçmişlerdir. Teknolojinin desteği üretim aşamalarında emeğin rolünü azaltmıştır. Bunun sonucunda sermaye ihtiyacı da azalmıştır. İletişim alanında yaşanan gelişmeler dünya pazarının küreselleşmesini ve bütünleşmesini kolaylaştırmıştır.
 Bu dönemin öne çıkan özellikleri:
1) Yeni teknolojilerin merkezinde üretim (emeğin azalması)
2) Hizmet sektörünün endüstrileşmesi
3) Makineleşmiş tarım
4) Ücret ve iş arasındaki dengenin esnetilmesi
5) Küçük işletmelerin yaygınlaşması
6) Sosyal güvencesi olamayan işçilerin artması
7) Sendikaların zayıflaması
8) Emek; merkez, çevre ve yarı çevre olmak üzere üç guruba ayrılır.

Post-Fordist üretim sürecinde ürün çeşitliliği artmış buna paralel olarak ürün miktarında da ayarlamalar yapılmıştır. Fordist üretimdeki gibi sınırlı çeşide dayalı kitlesel üretimden vazgeçilmiştir. Büyük firmalar, küçük ölçekli firmalara fason iş vererek onlarla merkez-çevre ilişkisi geliştirmişlerdir.

---
TOPLUMSAL DEĞİŞME KURAMLARI
Editör: Hatice Yeşildal
Anadolu Üniversitesi, Eylül 2011

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder