28 Eylül 2014 Pazar

Jean Baudrillard

Tüketim Toplumu

1929’da Reims’de doğdu. Bir dönem Almanca öğretmenliği yaptı. 1966’dan itibaren Nanterre Üniversitesi’nde çalışmaya başladı. 1990 yılında profesör oldu. Körfez Savaşı sırasında uluslararası üne kavuşmuştur.
Kitle iletişim araçları ve tüketim üzerine 20. yüzyılın en önemli düşünürlerinden biri olan Fransız Sosyolog’un simülasyon kavramı ‘Matrix’ filmi’ne de konu olmuştur. “Hayatın TV içinde ve TV’nin hayat içinde kaybolduğu bir çağda yaşıyoruz.” Sözü, düşüncesinin eksenini işaret eder.
Yaşadığımız çağda gerçekliği kavramanın mümkün olmadığını ve dolayısı ile onu değiştirmenin de olanaksız olduğunu vurgular.
Günümüz sosyal bilimlerinin statükoya hizmet ettirildiğini ve sosyal bilimcilerin de statükocu olduklarını ileri sürmektedir.
Sosyolojinin pozitivist metod anlayışını eleştiren Baudrillard rakamlarla sosyal gerçekliklerin açıklanamayacağını anlatmaya çalışır.

GÖSTERGE EVRELERİ
Temsil, gösterge ve gerçeklik arasındaki eşdeğerlik ilkesinden kaynaklanır. Baudrillard’ın bununla anlatmak istediği, göstergelerin gerçekliği, özellikle de sosyal gerçekliği temsil etmesinin mümkün olduğudur. Bu da bizi metalaşmış kültür olgusuna götürür. ABD gibi bir toplumda kültürün büyük bir bölümü kapitalistler, reklam ajansları ve kitle iletişim araçları tarafından üretilmekte ve dönüşüme uğratılmaktadır. Geleneksel sosyal grupların üyeleri yerleşik kültür tarafından; postmodern kültürün üyeleri ise metalaşmış kültür tarafından çevrelenmiştir.
Metalaşmış kültür kapitalistlere ve kitle iletişim araçlarının değerlendirmelerine göre yaratılır; izleyicinin aklını ürünleri alması için çelmeyi amaçlar. Yerleşik kültürde insanlar ahlaki aktörlerdir; metalaşmış kültürde ise insanlar tüketicilerdir.
Baudrillard’ın incelediği göstergenin dört hali:
1) Birinci aşama modern öncesi toplumlarda ortaya çıkar. Dil burada aracısızdır.
Birinci aşamada, gösterge tam anlamıyla gerçek olanı temsil etmektedir.
2) Göstergenin ikinci aşaması, bu doğrudan sembolik ilişkiden bir uzaklaşmayı işaret eder. Gösterge, kabaca Rönesans ve Endüstri Devrimi arasında üstünlük kurmuştur.
3) Göstergenin üçüncü aşaması Endüstri Devrimi’yle başlamıştır. Bu genellikle modernite olarak adlandırılan dönemdir. Burada malların statü ve güç sembolleri olarak kitlesel kullanımını görebiliriz. Thorstein Veblen (1899) bu fenomeni gösterişçi tüketim olarak adlandırmıştır. Baudrillard bu çağı tüketim toplumunun başlangıcı olarak nitelendirir. Metalar gösterge değeri kazandıkları yola burada girerler ve sembolik alışveriş bir metalaşmış göstergeler yığını altında kaybolur. Metalar, modernitede kimliği ve anlamı (ya da anlam yokluğunu) taşıyan gösterge-araçları haline gelir. Örneğin modern toplumda araba taşınabilir ve kişisel bir statü sembolüdür. Baudrillard’ın en çok dikkatimizi çektiği nokta, tüketim toplumundaki alışverişin tamamının olmasa da büyük bir bölümünün gösterge değerine göre yapıldığıdır.
4) Göstergenin dördüncü aşaması İkinci Dünya Savaşı’ndan kısa bir süre sonra başlamıştır ve günümüze kadar gelir. Dördüncü aşama endüstri sonrası toplumlarda ortaya çıkar. Burada, üretimden bilgi temelindeki teknolojilere doğru bir geçiş vardır. Teknolojilerin aracılık ettiği görüntü ve bilgiler gem vurulmamış bir metalaşma ve pazarlamayla birlikte postmodernitedeki belirleyici etkilerdir. Kültürel mantık kapitalist öncesi toplumlardaki sembolik alışveriş mantığından kapitalist toplumlardaki üretim ve tüketim mantığına; son olarak da simülasyon mantığına geçmiştir.
Postmodernitede gösterge ve gerçeklik arasında zihinsel bir kırılma ortaya çıkmıştır. Göstergeler kendilerinden başka hiçbir şeye gönderme yapmaz; kendilerinin gerçeklikleri ve insanların bahsedebileceği tek gerçeklik durumundadırlar. Çünkü Baudrillard, hiçin göstergeler düzeyine yükselmesini ya da hiçin göstergeler sisteminin su yüzüne çıkmasını sanatın temel olayı olarak niteler.

TÜKETİM TOPLUMU
İnsanların alış-verişlerini istatistiksel olarak yükselen bir eğriye göre, örneğin gündemde olan ya da moda olan mal ve iletilerin edinilmesi, algılanması ve güdümlenmesi biçiminde yaptıkları gözlemlenmektedir. Bireyler günümüzde tüketim davranışları ile bir göstergeler nesnesini satın alırlar. Böylece tüketim, bir var olma modu haline gelir.
Marx’ın kuramında önemli olan üretimdir, üretimi çoklaştırmak ve karı maksimize etmek, sistemin temel işleyiş felsefesidir. Oysa günümüzde önemli olan tüketimdir. Tüketim nesneleri üzerinden insanlara neyi, nasıl, nerede ve ne zaman tüketeceklerine ilişkin bir bilgi verilir. Dolayısı ile günümüzde ekonomi politikten uzaklaşılmış, kültürel ve ideolojik boyut ön plana çıkmıştır.
Tüketim toplumunun ölçütleri arasında kitle iletişim araçlarından sunulan mesajlar da bulunmaktadır. Artık tüketilen günlük haberin evrenselliğidir. Haberler, ister politik, tarihsel olsun isterse kültürel haber olsun hepsi suya sabuna dokunmayan mucizevî bir biçime dönüştürülerek güncelleştirilir, görsel anlamda dramatikleştirilir, medya tarafından amacından uzaklaştırılır ve göstergelere indirgenir.
Baudrillard, gündelik yaşamı, hem günlük olayların ve hareketlerin toplamı, sıradanlığı ve sürekli tekrarı hem de bir yorumlama sistemi olarak tanımlar.
Gündeliklik gerçekliğin ve tarihin baş döndürücülüğüne ihtiyaç duyması ile dinginlik sağlar. Bu dinginlik şiddeti tüketmeye eğilimlidir. Öyle ki olaylara ve şiddete düşkünlük televizyon penceresinden bireyin odasına kadar gelir ve bir çeşit şiddetin/savaşın imgeleri karşısında gevşeyen bir televizyon izleyicisi ile buluşur. Bu süreçte gerginlikler çözülmediği için bir türlü bulunamayan ve ulaşılamayan mutluluk amaçlanırken bir çelişki ile karşılaşılır.
Tarihsiz ve öyle olmaktan mutluluk duyan milyonlarca insana edilginliğin suçluluk duygusundan arındırmak amacı ile kitle iletişim araçlarıyla müdahale edilir. Bu bağlamda püriten ahlak ile hazcı ahlak arasında ortaya çıkan bu çelişki, felaket haberleri ya da dış dünyanın vahşiliği ve insan dışılığı sayesinde bireyi güvenlik duygusunun tercihine ya da güvende olmaya götürür.
Tüketim toplumu etrafı kuşatılmış, zengin ve tehlike altında bir kurtuluş yoluymuş gibi sunulur, bu ise tüketim toplumunun doğrudan ideolojisini oluşturur.
Tüketim toplumu var olmak için nesnelere ihtiyaç duyar. Aslında bu durum nesneleri yok etme ile aynı anlamı taşır. Çünkü nesnelerin kullanımı demek, nesnelerin yavaş yavaş kaybolması, tüketilmesi demektir.
Tüketim toplumunda yanılsama ihtiyaç üzerinden sağlanır. Galbraith’in belirttiği “ihtiyaçların aslında üretimin ürünü olduğu” görüşünü Baudrillard, “ihtiyaçlar sisteminin üretim sisteminin meyvesi” olduğuna çevirir. Böylece tüketim toplumunda ihtiyaç, aynı zamanda sistem tarafından yaratılmakta ve birbiri ile bağlantılandırılarak yeniden yeniden üretilmektedir.
Baudrillard, kapitalist toplumda bir malın kullanım ve değişim değerinin bulunduğundan söz ederken, günümüz tüketim toplumunda bu değerlerin gösterge değere dönüştüğünü anlatır. Birey ne kadar çok tüketirse o kadar çok saygınlık kazanmakta ama diğer taraftan moda değeri olan ve hızla yinelenen malların tüketimini gerçekleştirdiğinde de prestiji artmaktadır. Böylece insanlar tüketim çılgınlığı içinde bir toplumsal ayrıcalık yaşadıklarını zannederler.
Malın kullanım değeri bize fayda sağlamasını, değişim değeri ise alışveriş üzerinden ticari değerini ifade eder. Gösterge değeri ise bireyin nesneleri tükettikçe kendisine sağladığı prestij ile ilgilidir.

SİMÜLASYON VE SİMÜLAKRLAR
Baudrillard, simülasyon kavramını bir köken ya da bir gerçeklikten yoksun gerçekliğin modeller aracılığıyla yeniden türetilmesi anlamında kullanır. Simüle etmek -mış gibi yapmak değildir. Birebir gerçeğin yeniden üretilmesidir.
Baudrillard’a göre modern endüstri toplumunun temel anahtarı üretimken,
postmodern toplumda ‘gerçek’i önceleyen modeller olarak taklitler (simulakrlar) toplumsal düzene egemen olmaya ve toplumu hipergerçeklik olarak oluşturmaya başlar. Bu durumda artık gerçeğin yerini simülasyon almıştır.
Gerçeklik simülasyonla üretilip çoğaltıldığı için her zaman fazlasıyla var olacaktır. Simüle etmek, sahip olunmayan şeye sahipmiş gibi yapmaktır.
Bir hastalığı simüle eden kişi, kendinde bu hastalığa ait semptomlar görülen kişidir. Simüle eden kişi gerçekten hasta mıdır değil midir? Böyle bir kişiyi nesnel bir şekilde hasta ya da sağlam olarak değerlendirmek mümkün değildir. Simulasyon bu “gerçekle” “sahte” ve “gerçekle” “düşsel” arasındaki farkı yok etmeye çalışmaktadır.
İkonlar ve diğer simulakrlar mabetlere sokulduğunda tanrısal güç yeniden canlandırılabilmektedir. İkonlar aracılığı ile görüntüler algılanabilen ve anlaşılabilen bir Tanrı düşüncesinin yerini alabilmektedir.
“Tanrı bile simüle edildikten sonra, Tanrı’ya olan inanç göstergelerine indirgenebildikten sonra gerisini varın siz düşünün.” Baudrillard
Baudrillard, “Sessiz Yığınların Gölgesi” adlı eserinde de, buradaki düşüncelere paralel olarak, kitlelerin her zaman için bir Tanrı düşüncesi yerine bir Tanrı imgesini yeğlediklerinden bahsetmiştir. Çünkü kitlelerde ritüelin içkinliği vardır. Kitleler putperest doğmuş ve putperest kalmışlardır. “Tanrıya inanmanın ruhsal gücüne karşılık aşağılık günlük uygulamalar” içerisinde kitleler yaşamını sürdürmektedirler.
Sanat günümüzde amacından tamamen sapmış durumdadır. Sanatta önemli olan illüzyon yaratmaktır. Çünkü illüzyon gerçekliğe ait bir nesneyle ilgilidir, diğer bir ifade ile gerçeğe bağımlıdır. Oysa günümüzde gerçeklik yitirilmiş olduğundan sanatın temeli olan illüzyonda kaybolmuştur.

Amerika ve Gerçekliğin Kusursuz Cinayeti
Disneyland, bütün simulakr düzenlerinin iç içe geçtiği kusursuz bir modeldir.
Burada, Amerika’nın sahip olduğu tüm değerler minyatürleştirilmekte ve çizgi filmler aracılığıyla coşarak, kendilerinden geçmektedirler.
Baudrillard’a göre, Disneyland “gerçek” ülkenin “gerçek” Amerika’nın bir Disneyland’a benzediğini gizlemeye yaramaktadır. Bu durum, sıradan, gündelik yaşantının bir hapishaneyi andırdığını gizlemeye çalışan toplumsal bir yapının hapishaneler inşa etmesine benzemektedir.
Simülasyonun gerçeğin yerini almasıyla birlikte, artık anlamın da içi boşalmaya başlamıştır. Gerçek sandığımız simülasyonlar aslında gerçeğin yerine geçmiştir. Ama bu içi boş ve öncesi ya da sonrası olmayan bir gerçekliktir. Kusursuz Cinayet kitabında, Baudrillard gerçeğin katledildiğini söyler. Artık dünyanın kimliğini saptamak ona göre gereksiz ve yararsızdır.

Anlamın Zedelenmesi
Kitle iletişim araçları sunumları ile sürekli imge ve anlam üretmekte dolayısı ile kitleleri anlamın egemenliği altında tutmaktadır.
Günümüzde anlam tam tersine karmaşık ve herhangi bir uzantısı olmayan bir olaya dönüşmüştür. Bu nedenle kitleler için anlam yerine gösteri önemlidir.
Postmodern dünya anlamdan yoksundur; postmodernite, teorilerin boşlukta süründükleri, güvenli herhangi bir limana demirlemedikleri bir nihilizm evrenidir. Artık yapılacak şey parçalarla oynamaktan ibarettir. Parçalarla oynamak -işte bu -post-moderndir
Postmodernite ne iyimserdir ne de kötümser. Yıkıntıdan artakalanlarla oynanan bir oyundur. ‘Post’ olmamız bundandır, tarih durdu, anlamı olamayan bir tür tarih sonrasındayız. Burada anlam bulamayacaksınız.

Kitle’den Sessiz Yığına/Çoğunluğa
Gerçekliğin yerini simülasyonun aldığı Batı toplumlarında kitleler giderek ortadan kalkmakta, buharlaşmakta ve onların yerini “sessiz yığınlar” almaktadır.
Kitleler, sınıf ya da halk gibi eskiden kendilerine başvurulan bütünlere benzemezler. Sessizlik aracılığıyla içine çekildikleri tarihin de ilgi alanından çıkmışlardır. Artık ne emekçiler kitlesi vardır, ne de bir başka toplumsal özne ya da nesneye ait bir kitle. Artık devrimci umutlar da ortadan kalkmıştır. Dolayısıyla kitlelerin anlamını yitirip sessiz çoğunluğa dönüştüğü bu belirsiz düzen,
Postmodernist döneme karşılık gelmektedir. Baudrillard’a göre modern toplumda metalaşma, mekanizasyon ve teknoloji gibi alanlarda dışa doğru patlama (explosion) söz konusu iken, her şeyin birbiri içine girerek içe doğru bir patlamanın (implosion) ortaya çıkması Postmodern toplumda varolmuştur.

ELEŞTİRİLER
Best&Kellner’e göre Baudrillard’ın teorisi soyut, tek yanlı olup, modernlik ile postmodernlik arasındaki çok sayıda sürekliliğin yanı sıra hâlihazır içinde bulunduğumuz dönemin sayısız can sıkıcı gerçeklikleri ve sorunları karşısında körlük etme eğilimindedir.

Birçok kesim tarafından farklı ve yanlış algılanıp, hatta hakarete varan yakıştırmalara maruz kalmasına rağmen, Baudrillard’ın 20.yy düşüncesindeki yeri sarsılmazdır. Simülasyon kuramı, günümüz kitle iletişim ve medya kuramlarını anlamada başvurulan önemli bir referanstır.

---
Çağdaş Sosyoloji Kuramları
Editör: Prof.Dr. Aylin Görgün Baran & Prof. Dr. Serap Suğur
Anadolu Üniversitesi, 2012

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder