Tüketim Toplumu
1929’da Reims’de doğdu. Bir dönem Almanca öğretmenliği
yaptı. 1966’dan itibaren Nanterre Üniversitesi’nde çalışmaya başladı. 1990
yılında profesör oldu. Körfez Savaşı sırasında uluslararası üne kavuşmuştur.
Kitle iletişim araçları ve tüketim üzerine 20. yüzyılın en
önemli düşünürlerinden biri olan Fransız Sosyolog’un simülasyon kavramı ‘Matrix’ filmi’ne de konu olmuştur. “Hayatın
TV içinde ve TV’nin hayat içinde kaybolduğu bir çağda yaşıyoruz.” Sözü,
düşüncesinin eksenini işaret eder.
Yaşadığımız çağda gerçekliği kavramanın mümkün olmadığını ve
dolayısı ile onu değiştirmenin de olanaksız olduğunu vurgular.
Günümüz sosyal bilimlerinin statükoya hizmet ettirildiğini
ve sosyal bilimcilerin de statükocu olduklarını ileri sürmektedir.
Sosyolojinin pozitivist metod anlayışını eleştiren
Baudrillard rakamlarla sosyal gerçekliklerin açıklanamayacağını anlatmaya çalışır.
GÖSTERGE EVRELERİ
Temsil, gösterge ve gerçeklik arasındaki eşdeğerlik
ilkesinden kaynaklanır. Baudrillard’ın bununla anlatmak istediği, göstergelerin
gerçekliği, özellikle de sosyal gerçekliği temsil etmesinin mümkün olduğudur.
Bu da bizi metalaşmış kültür olgusuna götürür. ABD
gibi bir toplumda kültürün büyük bir bölümü kapitalistler, reklam ajansları ve
kitle iletişim araçları tarafından üretilmekte ve dönüşüme uğratılmaktadır. Geleneksel
sosyal grupların üyeleri yerleşik kültür tarafından; postmodern kültürün
üyeleri ise metalaşmış kültür tarafından çevrelenmiştir.
Metalaşmış kültür kapitalistlere ve kitle iletişim araçlarının
değerlendirmelerine göre yaratılır; izleyicinin aklını ürünleri alması için
çelmeyi amaçlar. Yerleşik kültürde insanlar ahlaki aktörlerdir; metalaşmış
kültürde ise insanlar tüketicilerdir.
Baudrillard’ın incelediği göstergenin dört hali:
1) Birinci aşama modern öncesi toplumlarda ortaya çıkar. Dil
burada aracısızdır.
Birinci aşamada, gösterge tam anlamıyla gerçek olanı temsil
etmektedir.
2) Göstergenin ikinci aşaması, bu doğrudan sembolik ilişkiden
bir uzaklaşmayı işaret eder. Gösterge, kabaca Rönesans ve Endüstri Devrimi arasında
üstünlük kurmuştur.
3) Göstergenin üçüncü aşaması Endüstri Devrimi’yle başlamıştır.
Bu genellikle modernite olarak adlandırılan dönemdir. Burada malların statü ve
güç sembolleri olarak kitlesel kullanımını görebiliriz. Thorstein Veblen (1899) bu fenomeni gösterişçi tüketim olarak adlandırmıştır. Baudrillard
bu çağı tüketim toplumunun başlangıcı olarak nitelendirir. Metalar gösterge değeri
kazandıkları yola burada girerler ve sembolik alışveriş bir metalaşmış
göstergeler yığını altında kaybolur. Metalar, modernitede kimliği ve anlamı (ya
da anlam yokluğunu) taşıyan gösterge-araçları haline gelir. Örneğin modern
toplumda araba taşınabilir ve kişisel bir statü sembolüdür. Baudrillard’ın en
çok dikkatimizi çektiği nokta, tüketim toplumundaki alışverişin tamamının
olmasa da büyük bir bölümünün gösterge değerine göre yapıldığıdır.
4) Göstergenin dördüncü aşaması İkinci Dünya Savaşı’ndan kısa
bir süre sonra başlamıştır ve günümüze kadar gelir. Dördüncü aşama endüstri
sonrası toplumlarda ortaya çıkar. Burada, üretimden bilgi temelindeki
teknolojilere doğru bir geçiş vardır. Teknolojilerin aracılık ettiği görüntü ve
bilgiler gem vurulmamış bir metalaşma ve pazarlamayla birlikte postmodernitedeki
belirleyici etkilerdir. Kültürel mantık kapitalist öncesi toplumlardaki
sembolik alışveriş mantığından kapitalist toplumlardaki üretim ve tüketim mantığına;
son olarak da simülasyon mantığına geçmiştir.
Postmodernitede gösterge ve gerçeklik arasında zihinsel bir
kırılma ortaya çıkmıştır. Göstergeler kendilerinden başka hiçbir şeye gönderme
yapmaz; kendilerinin gerçeklikleri ve insanların bahsedebileceği tek gerçeklik
durumundadırlar. Çünkü Baudrillard, hiçin göstergeler düzeyine yükselmesini ya da
hiçin göstergeler sisteminin su yüzüne çıkmasını sanatın temel olayı olarak
niteler.
TÜKETİM TOPLUMU
İnsanların alış-verişlerini istatistiksel olarak yükselen
bir eğriye göre, örneğin gündemde olan ya da moda olan mal ve iletilerin
edinilmesi, algılanması ve güdümlenmesi biçiminde yaptıkları gözlemlenmektedir.
Bireyler günümüzde tüketim davranışları ile bir göstergeler nesnesini satın alırlar.
Böylece tüketim, bir var olma modu haline
gelir.
Marx’ın kuramında önemli olan üretimdir, üretimi çoklaştırmak
ve karı maksimize etmek, sistemin temel işleyiş felsefesidir. Oysa günümüzde
önemli olan tüketimdir. Tüketim nesneleri üzerinden insanlara neyi, nasıl,
nerede ve ne zaman tüketeceklerine ilişkin bir bilgi verilir. Dolayısı ile
günümüzde ekonomi politikten uzaklaşılmış, kültürel ve ideolojik boyut ön plana
çıkmıştır.
Tüketim toplumunun ölçütleri arasında kitle iletişim araçlarından
sunulan mesajlar da bulunmaktadır. Artık tüketilen günlük haberin evrenselliğidir.
Haberler, ister politik, tarihsel olsun isterse kültürel haber olsun hepsi suya
sabuna dokunmayan mucizevî bir biçime dönüştürülerek güncelleştirilir, görsel
anlamda dramatikleştirilir, medya tarafından amacından uzaklaştırılır ve
göstergelere indirgenir.
Baudrillard, gündelik yaşamı, hem günlük olayların ve
hareketlerin toplamı, sıradanlığı ve sürekli tekrarı hem de bir yorumlama
sistemi olarak tanımlar.
Gündeliklik gerçekliğin ve tarihin baş döndürücülüğüne
ihtiyaç duyması ile dinginlik sağlar. Bu dinginlik şiddeti tüketmeye eğilimlidir.
Öyle ki olaylara ve şiddete düşkünlük televizyon penceresinden bireyin odasına
kadar gelir ve bir çeşit şiddetin/savaşın imgeleri karşısında gevşeyen bir
televizyon izleyicisi ile buluşur. Bu süreçte gerginlikler çözülmediği için bir
türlü bulunamayan ve ulaşılamayan mutluluk amaçlanırken bir çelişki ile karşılaşılır.
Tarihsiz ve öyle olmaktan mutluluk duyan milyonlarca insana
edilginliğin suçluluk duygusundan arındırmak amacı ile kitle iletişim araçlarıyla
müdahale edilir. Bu bağlamda püriten ahlak ile hazcı ahlak arasında ortaya çıkan
bu çelişki, felaket haberleri ya da dış dünyanın vahşiliği ve insan dışılığı
sayesinde bireyi güvenlik duygusunun tercihine ya da güvende olmaya götürür.
Tüketim toplumu etrafı kuşatılmış, zengin ve tehlike altında
bir kurtuluş yoluymuş gibi sunulur, bu ise tüketim toplumunun doğrudan
ideolojisini oluşturur.
Tüketim toplumu var olmak için nesnelere ihtiyaç duyar. Aslında
bu durum nesneleri yok etme ile aynı anlamı taşır. Çünkü nesnelerin kullanımı demek,
nesnelerin yavaş yavaş kaybolması, tüketilmesi demektir.
Tüketim toplumunda yanılsama ihtiyaç üzerinden sağlanır. Galbraith’in belirttiği “ihtiyaçların
aslında üretimin ürünü olduğu” görüşünü Baudrillard, “ihtiyaçlar sisteminin
üretim sisteminin meyvesi” olduğuna çevirir. Böylece tüketim toplumunda ihtiyaç,
aynı zamanda sistem tarafından yaratılmakta ve birbiri ile bağlantılandırılarak
yeniden yeniden üretilmektedir.
Baudrillard, kapitalist toplumda bir malın kullanım ve değişim
değerinin bulunduğundan söz ederken, günümüz tüketim toplumunda bu değerlerin
gösterge değere dönüştüğünü anlatır. Birey ne kadar çok tüketirse o kadar çok
saygınlık kazanmakta ama diğer taraftan moda değeri olan ve hızla yinelenen
malların tüketimini gerçekleştirdiğinde de prestiji artmaktadır. Böylece
insanlar tüketim çılgınlığı içinde bir toplumsal ayrıcalık yaşadıklarını
zannederler.
Malın kullanım değeri bize fayda sağlamasını, değişim değeri
ise alışveriş üzerinden ticari değerini ifade eder. Gösterge değeri ise bireyin
nesneleri tükettikçe kendisine sağladığı prestij ile ilgilidir.
SİMÜLASYON VE SİMÜLAKRLAR
Baudrillard, simülasyon kavramını bir köken ya da bir
gerçeklikten yoksun gerçekliğin modeller aracılığıyla yeniden türetilmesi anlamında
kullanır. Simüle etmek -mış gibi yapmak değildir. Birebir gerçeğin yeniden üretilmesidir.
Baudrillard’a göre modern endüstri toplumunun temel anahtarı
üretimken,
postmodern toplumda ‘gerçek’i önceleyen modeller olarak
taklitler (simulakrlar) toplumsal düzene egemen
olmaya ve toplumu hipergerçeklik olarak oluşturmaya başlar. Bu durumda artık
gerçeğin yerini simülasyon almıştır.
Gerçeklik simülasyonla üretilip çoğaltıldığı için her zaman
fazlasıyla var olacaktır. Simüle etmek, sahip olunmayan şeye sahipmiş gibi
yapmaktır.
Bir hastalığı simüle eden kişi, kendinde bu hastalığa ait
semptomlar görülen kişidir. Simüle eden kişi gerçekten
hasta mıdır değil midir? Böyle bir kişiyi nesnel
bir şekilde hasta ya da sağlam olarak değerlendirmek mümkün değildir. Simulasyon
bu “gerçekle” “sahte” ve “gerçekle” “düşsel” arasındaki farkı yok etmeye çalışmaktadır.
İkonlar ve diğer simulakrlar mabetlere sokulduğunda tanrısal
güç yeniden canlandırılabilmektedir. İkonlar aracılığı ile görüntüler algılanabilen
ve anlaşılabilen bir Tanrı düşüncesinin yerini alabilmektedir.
“Tanrı bile simüle edildikten sonra, Tanrı’ya olan inanç
göstergelerine indirgenebildikten sonra gerisini varın siz düşünün.”
Baudrillard
Baudrillard, “Sessiz Yığınların Gölgesi” adlı eserinde de,
buradaki düşüncelere paralel olarak, kitlelerin her zaman için bir Tanrı düşüncesi
yerine bir Tanrı imgesini yeğlediklerinden bahsetmiştir. Çünkü kitlelerde ritüelin içkinliği vardır. Kitleler
putperest doğmuş ve putperest kalmışlardır. “Tanrıya inanmanın ruhsal gücüne karşılık
aşağılık günlük uygulamalar” içerisinde kitleler yaşamını sürdürmektedirler.
Sanat
günümüzde amacından tamamen sapmış durumdadır. Sanatta önemli olan illüzyon
yaratmaktır. Çünkü illüzyon gerçekliğe ait bir nesneyle ilgilidir, diğer bir
ifade ile gerçeğe bağımlıdır. Oysa günümüzde gerçeklik yitirilmiş olduğundan
sanatın temeli olan illüzyonda kaybolmuştur.
Amerika ve Gerçekliğin
Kusursuz Cinayeti
Disneyland, bütün simulakr düzenlerinin iç içe geçtiği
kusursuz bir modeldir.
Burada, Amerika’nın sahip olduğu tüm değerler minyatürleştirilmekte
ve çizgi filmler aracılığıyla coşarak, kendilerinden geçmektedirler.
Baudrillard’a göre, Disneyland “gerçek” ülkenin “gerçek”
Amerika’nın bir Disneyland’a benzediğini gizlemeye yaramaktadır. Bu durum, sıradan,
gündelik yaşantının bir hapishaneyi andırdığını gizlemeye çalışan toplumsal bir
yapının hapishaneler inşa etmesine benzemektedir.
Simülasyonun gerçeğin yerini almasıyla birlikte, artık anlamın
da içi boşalmaya başlamıştır. Gerçek sandığımız simülasyonlar aslında gerçeğin
yerine geçmiştir. Ama bu içi boş ve öncesi ya da sonrası olmayan bir gerçekliktir.
Kusursuz Cinayet kitabında, Baudrillard gerçeğin katledildiğini söyler. Artık
dünyanın kimliğini saptamak ona göre gereksiz ve yararsızdır.
Anlamın Zedelenmesi
Kitle iletişim araçları sunumları ile sürekli imge ve anlam
üretmekte dolayısı ile kitleleri anlamın egemenliği altında tutmaktadır.
Günümüzde anlam tam tersine karmaşık ve herhangi bir uzantısı
olmayan bir olaya dönüşmüştür. Bu nedenle kitleler için anlam yerine gösteri
önemlidir.
Postmodern dünya anlamdan yoksundur; postmodernite,
teorilerin boşlukta süründükleri, güvenli herhangi bir limana demirlemedikleri
bir nihilizm evrenidir. Artık yapılacak şey parçalarla oynamaktan ibarettir.
Parçalarla oynamak -işte bu -post-moderndir
Postmodernite ne iyimserdir ne de kötümser. Yıkıntıdan
artakalanlarla oynanan bir oyundur. ‘Post’ olmamız bundandır, tarih durdu,
anlamı olamayan bir tür tarih sonrasındayız. Burada anlam bulamayacaksınız.
Kitle’den Sessiz Yığına/Çoğunluğa
Gerçekliğin yerini simülasyonun aldığı Batı toplumlarında
kitleler giderek ortadan kalkmakta, buharlaşmakta ve onların yerini “sessiz yığınlar” almaktadır.
Kitleler, sınıf ya da halk gibi eskiden kendilerine başvurulan
bütünlere benzemezler. Sessizlik aracılığıyla içine çekildikleri tarihin de
ilgi alanından çıkmışlardır. Artık ne emekçiler kitlesi vardır, ne de bir başka
toplumsal özne ya da nesneye ait bir kitle. Artık devrimci umutlar da ortadan
kalkmıştır. Dolayısıyla kitlelerin anlamını yitirip sessiz çoğunluğa dönüştüğü
bu belirsiz düzen,
Postmodernist döneme karşılık gelmektedir. Baudrillard’a
göre modern toplumda metalaşma, mekanizasyon ve teknoloji gibi alanlarda dışa
doğru patlama (explosion) söz konusu
iken, her şeyin birbiri içine girerek içe doğru bir patlamanın (implosion) ortaya çıkması Postmodern
toplumda varolmuştur.
ELEŞTİRİLER
Best&Kellner’e göre
Baudrillard’ın teorisi soyut, tek yanlı olup, modernlik ile postmodernlik arasındaki
çok sayıda sürekliliğin yanı sıra hâlihazır içinde bulunduğumuz dönemin sayısız
can sıkıcı gerçeklikleri ve sorunları karşısında körlük etme eğilimindedir.
Birçok kesim tarafından farklı ve yanlış algılanıp, hatta
hakarete varan yakıştırmalara maruz kalmasına rağmen, Baudrillard’ın 20.yy düşüncesindeki
yeri sarsılmazdır. Simülasyon kuramı, günümüz kitle iletişim ve medya kuramlarını
anlamada başvurulan önemli bir referanstır.
---
Çağdaş Sosyoloji Kuramları
Editör: Prof.Dr. Aylin Görgün Baran & Prof. Dr. Serap Suğur
Anadolu Üniversitesi, 2012
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder