Küreselleşme
Küreselleşme;
modernleşme, endüstriyel gelişme ve kitle iletişim araçlarındaki yaygınlaşmaya
paralel olarak, toplumsal ilişkilerin karşılıklı etkileşim içerisinde yerel ve
ulusal sınırların ötesine geçerek dünya çapında yaygınlaşmasıdır.
1970’li yıllardan sonra siyasal ve sosyal gelişmeler ülke
sınırı tanımadan bütün toplumları etkisi altına almaktadır. Kitle iletişim
araçları ve yaygınlaşan teknoloji kullanımı toplumların değişim dinamiklerini
kökünden değiştirmiştir. McLuhan bu
durumu küresel köy tabiriyle ifade eder.
Küreselleşmeyi bir ABD programı olarak sunan fraksiyonlar
mevcut olmakla beraber aslında olan şudur; ABD küreselleşmeyi bir fırsata
dönüştürüp, kendi lehine kullanma becerisi göstermektedir. Küreselleşme,
tarihsel bir vakıadır.
Günümüzde baskın ve etkili olan kültür, Batı tarzı yaşam
biçimi olduğu için küreselleşmenin Batı tarzı yaşam biçimini dünyaya
pazarladığı söylenebilir. Bu noktada da ABD merkezli Batı medeniyetinin(!)
küreselleşmeyi kendi lehinde kullandığını kabul etmek gerekir. Amacı kâr etmek
olan ve insanlara para olarak bakan bir yapının dünyadaki kültürel çeşitliliğe
değer vermesini beklemek ahmaklık olur.
Küreselleşmeyi diyalektik perspektiften değerlendirmek
yararlı olacaktır; buna göre yerel unsurları tez, yerel olmayan unsurları anti-tez
olarak değerlendirmek gerekir. Bunun sonucunda içinde yaşadığımız karma kültüre
de sentez olarak bakmalıyız.
Anthony Giddens
Zamansal ve Mekânsal
Boyutta Küreselleşme
Giddens’a göre toplumsal ilişkiler 17. ve 18. yüzyıllara kadar
ki dönemde zaman ve mekân ile sınırlıdır. Olaylar yereldir.
17. ve 18. yüzyıllarda teknoloji gelişmeye başlar. Buna
paralel olarak olaylar yerel ölçeğin dışına taşmaya başlar. Küresel takvimin
kullanılmasıyla birlikte zaman olgusu yerellikten çıkmıştır.
Giddens modernleşmeyle birlikte insanların geleneksel
normlardan kurtulduğunu, özgürleştiğini söyler. Ancak risksiz bir süreç
değildir. İletişim olanaklarının artması insanların çevrelerinde olan olayları
öğrenebilmesini ve bu sorunlar karşısında aktif bireylere dönüşmesini
sağlamıştır (en azından imkâan olarak). Giddens buna düşünümsel
modernite der.
Modern bireylerin modern oluşumları sorguladıkları bu döneme
de geç modernite demektedir.
Giddens küreselleşmeyi dünya ölçeğindeki ilişkilerin giderek
yoğunlaşması, zaman ve mekân olarak sıkışması olarak tanımlamaktadır. Bu
yoğunlaşma belli gerginlikleri de beraberinde getirmektedir. Ulus-devlet gibi
güç merkezlerinin ve ulusalcılık gibi siyasal ideolojilerin bu dönemde önemini
yitireceğini belirtir. Bun karşılık mikro ulusalcılığım ortaya çıkacağını öne
sürer (AKP dönemi boyunca Türkiye için yapılan mozaik vurgusu bu çerçevede değerlendirilmelidir).
Giddens küreselleşmenin dört boyutta ele alınması
gerektiğini belirtir:
1) Kapitalist dünya ekonomisi
2) Ulus-devlet sistemi
3) Dünya askeri düzeni
4) Uluslararası iş bölümü
Kapitalist Dünya
Ekonomisi
Kapitalizmle birlikte otoritenin dayanağı artık siyasi değil
ekonomiktir. Wallerstein gibi Giddens da kapitalist ekonominin eşitsizliğe
neden olduğunu söyler.
Ulus-Devlet Sistemi
Kapitalist sistemde ulus-devletlerin etkinliği ve önemi, o
devletin refah düzeyi ve askeri gücüyle sınırlıdır. Bu devletler konumlarını
korumak ve geliştirmek için küresel ortak arayışına girebilirler (AB örneğinde
olduğu gibi). Giddens bu oluşumlara “ulus-devletlerin uluslararası güç arayışı”
demektedir.
Dünya Askeri Düzeni
Ortak güvenlik ve savunma politikaları çeşitli ülkeleri NATO
gibi örgütlenmelere götürür. Böylece belli bir bölgedeki çatışma riski minimize
edilmiş olur. Ekonomik dolaşım için güvenlik her zaman öncelikli meseledir.
Uluslararası İş Bölümü
Modern endüstri yapılması gereken işler için küresel ölçekte
avantajlı bölgeleri tercih edebilmektedir. Bunun sonucunda belli bölgeler
üretim merkezi olarak öne çıkabilmektedir. İş gücünün ucuz olduğu yerler üretim
için kullanılırken nitelikli eleman gerektiren işler merkez ülkelerde
üretilmeye devam eder.
Giddens, küreselleşmenin dört boyutu arasındaki ilişkileri
yeterince açıklamamıştır. Örneğin; ekonomisi geri kalmış olmasına rağmen askeri
bakımdan küresel güç odağı olan bir ülkenin rolü cevapsız bir soru olarak
kalmaktadır. Azgelişmişlik sorunu da Giddens’ın çözümlemelerinde değinilmeyen
konulardan biridir. Küresel çağda ortaya çıkan din kaynaklı gerilimler de
Giddens’ın kaçtığı konulardan biridir.
Roland Robertson
Küreselleşmenin Tarihsel
Aşamaları
Robertson’a göre küreselleşme toplumsal ve kültürel
süreçlerin işleyişine bağlıdır. Dünyanın bir bütün olarak yapılanmasıyla ilgili
bir kavramsallaştırmadır.
Küreselleşme sürecinde yerel ile evrensel sürekli olarak
etkileşim halindedir. Bu süreçte yerel olan tikel, küresel olan evrensel
sözcüğüyle karşılanır. Bu etkileşimin sonucunda melez
bir kültürle karşılaşırız. Bu melez yapıyı
Roberson, küyerelleşme sözcüğüyle
kavramsallaştırır.
Robertson küreselleşmeyi 15. yüzyıldan itibaren başlatır ve
beş aşamalı bir model çerçevesinde ele alır:
1) Oluşum aşaması
(1400-1750) Hümanizm ve Rönesans küresel etkileşimin ilk örnekleridir.
2) Başlangıç aşaması
(1750-1875) Ulus-devletlerin ve uluslararası ilişkilerin ortaya çıktığı
dönemdir.
3) Kalkış aşaması
(1875-1925) Küresel iletişimin hızlandığı bir dönemdir. Kültürel anlamda
uluslararası etkinlikle bu dönemde ortaya çıkar.
4) Hâkimiyet için
mücadele aşaması (1925-1960) Kapitalizmin dünyaya egemen olduğu dönemdir.
5) Belirsizlik
aşaması (1960-) Küresel sorunların tartışıldığı ancak çözüm üretilmeyen
belirsizlik dönemi…
Robertson’un modeli Avrupa merkezcidir. Tarihsel dönemler
arasındaki geçiş dinamiklerini açıklamamıştır.
Immanuel Wallerstein
Kapitalist Dünya Sistemi
Kapitalist ekonominin tüm dünyaya yayılarak tek bir
kapitalist dünya toplumuna gidileceğini öne sürer.
Küreselleşme sürecini kapitalist dünya sistemi kavramıyla
incelerken gelişmişlik ve azgelişmişlik kavramlarını ele alır.
Günümüz toplumunun geleneksel toplumlardan en önemli farkı
tek merkezli olmasıdır. Bu merkez kapitalist dünya ekonomisidir.
Wallerstein küreselleşme olgusunu kapitalist ekonomik
sistemin işleyişine göre açıklar. Küreselleşmeyi kapitalist sistemin
yayılmacılığı ve bunun sonucunda ortaya çıkan uluslararası işbölümü olarak
görmektedir.
Wallerstein kapitalist dünya sistemini merkez ülkeler, çevre
ülkeler ve yarı çevre ülkeler modeli çerçevesinde incelemektedir.
Merkez Ülkeler: ABD başta olmak üzere gelişmiş Batılı ülkeler bu merkezi
oluşturur. Sisteme yön veren kararlar merkezde alınır.
Çevre Ülkeler: Başta Afrika olmak üzere gelişimini tamamlayamamış ülkeler
bu kategoridedir. Bu ülkelerin sistemdeki rolü sömürülmektir. Wallerstein,
Türkiye’yi de bu kategoride değerlendirir.
Yarı Çevre Ülkeler: Diğer iki kategorinin özelliklerini taşıyan ülkelerdir
(İspanya, Polonya vs.).
Wallerstein merkez-çevre ilişkilerini sadece ekonomi başlığı
altında ele almıştır. Kültürel etkileşimlere değinmemiştir. Siyasi ve askeri
güçlerin rolüne de değinmemiştir.
Tek Kutuplu Dünya
Soğuk Savaş’ın sona ermesi küreselleşmeye hız
kazandırmıştır. Bu dönemden sonra dünya artık tek kutuplu olarak tasvir
edilmiştir. Tek kutuplu dünya ABD öncülüğündeki çatışmalar ve yıkıcı
savaşlardan dolayı yıpranmaktadır.
Ulrick Beck’e
göre bu dönem tam anlamıyla bir risk toplumudur.
Naomi Klein No
Logo adlı çalışmasında kapitalizmin sınır tanımaz sermaye birikim hırsının
sebep olduğu sömürü düzeneğini anlatır.
Samuel Huntington
da tek kutuplu dönemde bölünme ve parçalanmanın kaçınılmaz
olduğuna dikkat çeker.
Martin Albrow’a
göre küresel süreçte ulus-devletler güç kaybetmektedirler. Çok uluslu
şirketlerin cirosu ulus-devletlerin cirolarını yakalamış hatta geçmiştir. Bu
durumda çok uluslu şirketi hangi devlet kontrol edecek? Ulus-devletler kendi
başlarına karşısında otorite kuramadığı şirketleri, ulus-devlet sistemleriyle
kontrol etmeye kalkarsa ki gidişat o yöndedir, bu durumda ulus-devlet yine
hükümsüz kalacaktır.
Thomas Friedman,
internet başta olmak üzere kitle iletişim olanaklarının devletlerin koyduğu
birçok engeli deldiği öne sürmekte “dünya düzdür” demektedir.
Hirst ve Thompson aksi
yönde görüşlere sahiptir: küresel süreçte ulus-devletlerin güçlendiğini iddia
etmektedirler.
John Urry’e göre
artık sınırlar ötesi bir toplumda yaşıyoruz. Sosyal bilimlerin görevi bu
hareketliliği incelemek olmalıdır.
Zygmunt Baumann’a
göre de günümüzde her şey hareket halindedir. Bunun yanında küreselleşme
sınıflar arası ayrımı derinleştirmiştir.
Manuel Castells’e
göre bilginin çeşitlendiği bir ağ toplumunda
yaşıyoruz. Toplum bu ağlar üzerinde kuruludur ve dolayısıyla merkezi yoktur. Bilgi
bu ağlarda önemli bir değer olarak karşımıza çıkmaktadır.
Leslie Sklair
küreselleşme olgusuna uluslar üstü kapitalizm ve uluslar üstü kapitalist
sınıf kavramlarıyla yaklaşır. Ulus-devletler bu aktörlerin hareketini
kolaylaştırmakla görevlidirler.
Küreselleşmenin
Sonuçları
+Kapalı toplumdan açık topluma geçilmiştir.
+Dünyayı pazar haline getirmiştir.
+Serbest ticaretin önü açılmıştır.
+Demokratikleşme yaygınlaşmıştır.
+Uluslararası işbirliğini arttırmıştır.
+Dünya vatandaşlığı kavramını öne çıkarmıştır.
-Çevresel felaketlere neden olmuştur
-Yoksulluğu arttırmıştır.
-Savaş ve çatışmaların artmasına neden olmuştur.
-İnsanı paraya dönüştürmüştür.
-Ezilen kesimi dışlamıştır.
-Kültürel farklılıkları dışlayarak çatışmaları
körüklemektedir.
Küreselleşme özü itibariyle kapitalisttir ve eşitsizlik
üzerine kuruludur.
---
TOPLUMSAL DEĞİŞME KURAMLARI
Editör: Hatice Yeşildal
Anadolu Üniversitesi, Eylül 2011
“İşçi Sınıfının Beynelmilel Kardeşliği” temelinde gelişen XIX.yy küreselleşmesi, sınır-ötesi akışkanlık, sermaye ve işgücünden ziyade emtiaya (ing. commodities) kazandırmıştı. Daha telgraf bile yokken gerçekleşen bu mucize, bugün INTERNET'le mümkün olamamaktadır.
YanıtlaSil