Janet Donohoe - Yerleri Hatırlamak - Notlar
Bellek ve Yer
Arasındaki İlişkiye Dair Fenomenolojik Bir Çalışma
Remembering Places, A Phenomenological Study of the
Relationship between Memory and Place, Lexington Books, Lanham, 2014
Yazar, hem bireysel hem de kolektif hafızanın temelinde
fiziksel mekânın ve bedenlenmiş deneyimin yattığını ve geçmişin bu alanlarda
üst üste yazılan katmanlar misali bir palimpsest gibi işlediğini savunuyor. Gaston
Bachelard’ın çocukluk evine odaklanan bireyselci fenomenolojisini eleştirerek,
mekânın toplumsal ve kuşaksal boyutlarının önemini vurgular.
Giriş
Hafıza, Gelenek ve Mekân: bu üç terim o kadar karmaşık bir
şekilde iç içe geçmiş ki, birini diğerlerinden ayırmak zor. Edmund Husserl'in
de söyleyebileceği gibi, bunlar farklıdır, ancak ayrı değildir. Deneyim her
zaman ve her yerde bu üçünün iç içe geçmesidir.
Çocuklarımızı ve eşlerimizi büyüdüğümüz yerlere götürmemizin
geçerli nedenleri vardır. Bu yerler hafızayla doludur ve bu tür yerlerin aurası
bizi geçmişe ve geleneklere bağlayarak onları bize sunar.
Mekânlar, hafızanın sınırları veya kapları olarak değil, bir
palimpsest işlevi görür. Palimpsest imgesi, yalnızca hafıza mekânları için
değil, hafızanın kendisi için de geçerlidir.
Hafızanın mekan aracılığıyla oluştuğunu ve bizi bu roldeki
mekanlara daha dikkatli olmaya çağırdığını öne sürüyorum.
Yer (place), mekândan (space) farklıdır. Yer, sınırlı,
sınırlandırılmış ve münhasırdır; mekân ise sınırsız, homojen bir alemdir. Yer, “mekânı
deneyim düzenine oturtur.” Mekân, bireye bir arka plan ve miras aldığı bir
gelenek sağlar.
Biriyle ilk kez
tanışırken, o kişinin nereden olduğunu bilmek genellikle önemlidir. Kişinin
memleketi, haritada bulunan bir yer değildir. Önemli olan fiziksel yer bile
değildir. Aksine, bir kişinin memleketinin belirlenmesi, tıpkı kişinin o yere
bir anlam vermesi gibi, o kişiye dair bir fikir verir. Bir kişinin memleketini
bilmek, o kişinin bize benzeyip benzemediğini gösterir ve eğer bize
benzemiyorsa, genellikle o kişinin bizden nasıl farklı olabileceğine dair bir
ipucu verir.
Gaston Bachelard, Mekanın Poetikası, yaşanılan mekanın
geometrik mekana üstün gelmesiyle ilgilenir. Fenomenolojik çalışması, çocukluk
evinde temellenen yer(ler)in öznelliğini vurgular. Çocukluk eviyle karşılaşma,
diğer tüm yer(ler)le karşılaşmaların kök saldığı temeli sağlar. Çocukluk evinin
yeri, ister bir kulübe ister bir konak olsun, o andan itibaren yer deneyimini çerçeveler.
Diğer meskenler, bu ilk meskenle ölçülür.
Casey ve Bachelard, bireysel hafızada yerin rolüne dair
anlayışımıza katkıda bulunmuşlardır.
…öncelikli olarak kişisel deneyimlerin yerlerini tanımlamış
olsalar da, yer yalnızca öznel bir mekan olarak düşünülmemelidir.
…özne aynı zamanda her zaman dünyadaki diğerleriyle
birliktedir, bu nedenle yer her zaman öznelerarasıdır.
Casey ve Bachelard bu konuda eksik kalıyor, çünkü ikisi de
kolektif hafıza ve mekân arasındaki ilişki hakkında pek bir şey söylemiyor.
Bir mekânın kolektif bir hafıza mekânına dönüşmesi için
dönüştürücü bir olay gerekir.
Fenomenolojik araştırmalar, kolektif hafızayı ele almak için
öznelerarasılık sorusuyla yüzleşmek zorundadır.
Hafıza ve gelenek, manzaranın kendisine yazılmıştır; bir şehir,
geçmişini binalarında, sokaklarında, ara sokaklarında, parklarında ve
limanlarında anlatır.
Kitap, Edmund Husserl'in yaşam dünyası üzerine
çalışmalarından yararlanarak fenomenolojiyle başlıyor ve bu düşünceyi
Heidegger'in mesken anlayışı üzerinden geliştiriyor.
Hafıza kavramını beden, dünya ve gelenek çatallarıyla bir
araya getirerek, yerin kendisinin bu karmaşık ağın nasıl birleştirici dokusu
olduğunu görebiliriz.
Casey, Heidegger'in dünyada-olma iddiasını bir
yer-dünyasında olmakla eşdeğer gören fenomenolojik bir duruş sergiliyor. Öte
yandan Malpas, yapısal çağrışımlara sahip daha saf bir ontolojik duruş
benimsiyor, ancak yerden toplumsal/kültürel ve politik olandan önce gelen bir
şey olarak bahsediyor. Benim kendi duruşum hem Casey hem de Malpas'a derinden
borçludur.
Kolektif mekân, dönüştürücü bir
olayla ortaya çıkar ve bireysel hafıza mekânlarından çok daha karmaşık bir
yapıya sahiptir.
Bölüm 1 - Belleğin Fenomenolojisi ve Yer
Hafızayı genellikle zaman olarak düşünürüz. Geçmişle
tüketildiğini düşünürüz.
ncak hafızayı geçmiş ve zamansallıkla bu kadar yakından
ilişkilendirdiğimiz için, hafıza ve mekan arasındaki eşit derecede temel
bağlantıyı sıklıkla gözden kaçırırız.
Deneyim yerleşiktir; hafıza da aynı şekilde yerleşiktir.
Husserl'in de belirttiği gibi, yaşam dünyasının
matematikselleştirilmesi, insan varoluşunun yaşanmış alanı olan yer duygusunun
kaybına yol açmıştır.
(Avrupa Bilimlerinin Krizi) Husserl, bu metinde yeri
mekândan ayırmaya özen gösterir. (Çünkü) Yaşam dünyasına bilimsel matematiksel
yaklaşımın gelişimi, matematiksel olarak oluşturulmuş idealler dünyasının, algı
yoluyla fiilen verilen, her zaman deneyimlenen ve deneyimlenebilen tek gerçek
dünya olan gündelik yaşam dünyamızla gizlice yer değiştirmesine yol açmıştır.
Bu ikamenin teşvik ettiği şey, insan varoluşunun yaşanmış
alanı olan yer duygusunun kaybıdır.
Özne, bir nesnenin olduğu gibi dünyaya bağlı değildir. Mekan
nesneyi kapsayabilir fakat bir özne basitçe dünyada kapsanmaz. Bilakis, özne
aynı zamanda bir nesne olduğu dünyayı kurar.
Husserl'in tanımladığı şekliyle yer, yaşanmış, deneyimlenmiş
dünyadır; yaşam dünyası olarak adlandırdığı şeydir.
Mekânsallığı, bedenimin dünya deneyimimin mutlak
"burası" olması gerçeğiyle karakterize edilir. Deneyimlediğim her şey
bedenimin etrafında düzenlenir ve bedenime yönlendirilir. / Mekân, bedenin etrafında
oluşan mekânlar küresinin genişlemesidir.
Mekân hafızayı taşır, beden hafızayı taşır ve hafıza mekânla
bütünleşmiştir.
Beden ve Yer
Beden ve mekân ayrılamazdır. Mesken tuttuğumuz yer (ev),
dünyada belirli bir davranış tarzı geliştirdiğimiz yerdir.
Fenomenologlara göre, beden ve dünya iç içe geçmiştir; bu da
mekânı bedenin, bedeni de mekânın ayrılmaz bir parçası haline getirir.
Beden, eylem alanındaki şeyler ve insanlarla karşılaşmalarda
öngörülebilir hale gelir ve belirli jestler ve deneyimler tekrarlanır ve ete
yerleşir.
Alışkanlık, aşinalığı üretir ve beden hafızası, bir yerin
hafızasını oluşturur. Beden, tıpkı yer gibi ve büyük ölçüde yer nedeniyle bir
hafıza palimpsesti işlevi görür.
Beden, bir dereceye kadar yeniden yazılabilir (spor yaparak,
diyet uygulayarak…) Bu, belirli bedensel alışkanlıkları farklı bedensel
alışkanlıklarla değiştirdiğimiz anlamına gelir. Alışkanlık, aşinalığı üretir ve
beden hafızası, bir yerin hafızasını oluşturur. Beden, tıpkı yer gibi ve büyük
ölçüde yer nedeniyle bir hafıza palimpsesti işlevi görür.
Ev Önceliği
Gaston Bachelard, çocukluk evini hafızayla yakından
bağlantılı olarak görür. Bachelard, "Kısacası, doğduğumuz ev, o evde
yaşamanın çeşitli işlevlerinin hiyerarşisini içimize kazımıştır ve diğer tüm
evler, temel bir temanın varyasyonlarından başka bir şey değildir" der. Bachelard,
sanki kuşaksal ve toplumsal unsurlardan yoksunmuş gibi yalnızlık anlarına
öncelik verir.
Çocukluk evi ister bir kulübe ister bir konak olsun,
Bachelard'ın iddia ettiği kadar durağan değildir.
Ana Dünyanın Yapısı
Husserl, tanıdık olan 'ana dünya' ile tanıdık olmayan
'yabancı dünya' arasında bir ayrım yapar. Ana dünya, diğer dünyaları
yargıladığımız normu oluşturan duyu birliğidir.
Ana dünya, bireyin çevresine yaklaşımının temelini
oluşturur.
Anayurt ve Normatif Güç
…normallik, bilimlerde olabileceği gibi, tüm deneyimleyen
özneler için tam olarak aynı değildir.
Normallik, her deneyimleyen öznenin yaşanan bedenini de
içeren bir yapı meselesidir.
Yabancıdünya bir gün Anayurt olabilir mi?
Bir yerde birkaç yıl yaşayan insanlar genellikle birçok
geleneği ve yerel dili benimsemişlerdir.
Ana gezegen ve yabancı dünyanın birbirine bağlı doğası
nedeniyle, yabancı dünyanın ana gezegene dönüşümü asla tamamlanamaz.
Hafıza ve Mekân Tekrarı
Hafıza, beden ve mekânla o kadar iç içe geçmiştir ki,
unutmak, tamamen kaybolmak anlamına gelmez.
Beden, üzerine yazılan ve yeniden yazılan bir hafıza
palimpsesti işlevi görür. Mekânın hafıza için istikrarlı bir kap olarak
düşünülmesi, her iki kavrama da haksızlık eder; Ne mekân ne de hafıza
istikrarlıdır.
Bölüm 2 - Bireysel Hafızadan Kolektif Hafızaya
Mekân hafızaya, hafıza da mekâna yazılmışsa, sıklıkla kendi
bireysel anılarımız olarak düşündüğümüz şeylerin, hafızanın ve mekanın
somutlaşmış doğası ışığında yeniden değerlendirilmesi gerekir.
…anılarımızın aslında hiçbir zaman tam anlamıyla bize ait
olmadığını inceleyeceğim.
Kolektif hafıza, mekânla bağlantısı ve bedensel anılarla
ilişkisi sayesinde oluşur ve aktarılır; bu, anlatıdan daha temeldir.
Anılar ve Öznelerarasılık
Paul Ricoeur, Husserl'in hafıza anlayışını içsellik geleneğinin
bir parçası olarak görmüş ve Husserlci bellek anlayışında Öteki'ni (diğerini)
bulamamıştır. Ona göre, Husserlci aşkın bilinç yalnızdır ve bu da kolektif
hafıza olasılığını imkânsız kılar.
Ancak Husserl'in Kartezyen Meditasyonlar eserinde, Öteki'ne
erişimin benzetmeli algı (eş-sunum) yoluyla gerçekleştiği açıklanır. Bu, ego
ile alter ego'nun "orijinal bir 'eşleştirme'de" zorunlu olarak
verildiği anlamına gelir. Deneyimin perspektifsel doğası nedeniyle, deneyim
öznelerarası olarak anlaşılabilir; çünkü hiçbir deneyim, beni başkalarının
arasına yerleştirmeden gerçekleşemez.
Kolektif Hafızayı Teorileştirmek
Maurice Halbwachs, hafızanın asla tamamen kişisel olmadığını
belirtir. Bir şehri gezen bir kişi, o şehri tasarlayan mimarlar ve geçmiş
yazarlar gibi birçok grupla temas halindedir. Halbwachs şöyle yazar: “Hâlâ
grubun etkisini hissedebiliyor ve içimde, benden kaynaklanamayacak ve beni
onunla temas halinde tutan birçok fikir ve düşünce biçimini tanıyabiliyorum.”
Kolektif hafızalar, paylaşılan deneyimlerle sınırlı değildir;
bizi bir tarihe ve mirasa bağlayan kültürel kolektif hafızalar da vardır.
Gelenek Yeri
Gelenekler, nesiller boyunca sürekli değişir ve ne üniter ne
de monolitiktir. Husserl, Heidegger ve Benjamin, modern yaşamda teknolojinin
rolüne ve bunun gelenek üzerindeki krizine odaklanırlar. Teknolojinin yer
yokluğuna yol açtığı ve yerin şiirsel düşünme için önem taşıdığı kabul edilir.
Heidegger ve Gelenek Krizi
Heidegger, modern teknolojiyi, nesnelerin manipülasyonuna
olanak tanıyan bilime özgü hesaplanabilirliğe bağlı olarak tanımlar.
Modern teknoloji, herhangi bir teknolojiden farklıdır.
Teknoloji, dünyadaki varlığımız için temeldir ve bu nedenle tamamen yıkıcı
değildir. Teknoloji yeni bir şey değildir, ancak dünyanın modern teknolojinin
getirdiği araçsal düşünce tarafından yönetilmesi yenidir.
Modern teknoloji, teknolojinin her şeyi sahiplenip tek bir
bütün halinde örgütlediği bir dünya yarattı.
Teknolojinin kullanımında
kullanıcının araca uyum sağlaması gerekir. Araç ne kadar karmaşıksa,
kullanıcısına karşı o kadar kısıtlayıcıdır.
Heidegger için modern teknolojinin farkı, özgüllüğü ve
darlığıyla şeylerin yakınlığını azaltmasıdır. Heidegger, modern teknolojiyi,
şeyleri yalnızca kullanımımız için orada olan “rezervde duran” (standing
reserve) olarak anlaşılmasını sağlayan 'çerçeveleme' (Ge-stell) ile
ilişkilendirir. Bu, dünyayı bir kaynak olarak görmeye ve böylece egemenlik
altına almaya yol açar.
Nihayetinde bu, bizim de kaynak haline gelmemiz anlamına
gelir.
Dünyaya rezerv olarak bakılırsa, bilgi ona hesapçı bir
yaklaşıma indirgenir.
Gelenek krizi, sorgulamanın açıklığına izin veren bir
gelenek yaklaşımının ortadan kaldırılmasıdır. Heidegger, sanatı (şiirsel
düşünce) kurtarıcı bir konumda görür. Tapınak gibi yerler, “doğum ve ölüm,
felaket ve bereket, zafer ve utanç, dayanıklılık ve çöküş” birliğini toplama
işini yaparak tarihi bir halkın dünyasını açar.
Teknoloji bizi “evsizlik” ile tehdit eder.
Heidegger "Teknoloji Sorunu"nda teknolojinin
tehlikesinin evsizlik olduğu konusunda uyarıda bulunur. Başka bir deyişle,
teknoloji bizi yer kaybıyla tehdit eder. Heidegger, bu evsizlik tehdidini,
bizim için bir mesken olarak dünyanın kaybı olarak algılar. Bu yer kaybı,
sergilendiği mekânla sınırlı kaldığı sürece varlığının niteliğini kaybeden
sanat eserinin yerinden edilmesiyle de ilişkilidir.
Benjamin ve Gelenek Krizi
Walter Benjamin de geleneği krizli görür ve modern
teknolojiyi inceler. Mekanik yeniden üretim, sanat eserinin aurasını (uzay ve
zamandaki benzersiz varoluşu) ortadan kaldırır ve kült değerini sergileme
değeriyle değiştirir. Benjamin, auranın çöküşünü kitlelerin şeyleri mekânsal ve
insani olarak ‘yaklaştırmak’ arzusuna bağlar. Film deneyimini mimariyle
karşılaştırarak, dikkat dağınıklığı halinde alımlamanın (dalgınlık),
tefekkürden farklı bir düşünme biçimi olduğunu öne sürer.
Heidegger ve Benjamin'i Birlikte Düşünmek
Her iki filozof da teknolojinin geleneği baltaladığını kabul
eder, ancak Heidegger kurtuluşu sanatta bir yanıt olarak görürken, Benjamin
teknoloji aracılığıyla sanat eserinin otoritesinin sorgulanabileceği yeni bir
algı biçimi mümkün olduğunu düşünür. Her ikisi de hesaplayıcı düşünmeye karşı,
hakikatin ortaya çıkışına izin veren şiirsel düşünceyi destekler.
Husserl ve Gelenek Krizi
Edmund Husserl de bir gelenek krizinin farkındadır. Krizin,
eleştirinin gerekli ve kurtarıcı olduğu dünyanın matematikselleştirilmesinden
kaynaklandığını düşünür. Krizi, "Avrupa insanlığının radikal bir yaşam
krizi" olarak nitelendirir.
Bu, "matematiksel olarak oluşturulmuş idealler
dünyasının, algı yoluyla fiilen verilen... gündelik yaşam dünyamızla gizlice
yer değiştirmesine" yol açmıştır. Çözüm, miras alınan anlam katmanlarını
ortaya çıkarmak için gereken eleştiri ve yenilenme projesidir.
Gadamer ve Gelenek Krizi
Gadamer, geleneğin tüm araştırmaların temel bir parçası
olduğunu ve önyargıların (ön anlamlar) başlangıç noktası olması gerektiğini
savunur. Anlama, metin ile okuyucunun "ufuklarının kaynaşması"
yoluyla gerçekleşen hermeneutik bir süreçtir. Gadamer de bilimsel yöntemin ve
matematikselleştirmenin yol açtığı evsizlik durumundan bahseder; bu duruma
karşı sanat eseri, izleyiciyi sohbete dahil ederek direnir.
Gelenek ve Yer
Dört filozof da geleneğin krizinin, sorgulamayı engelleyen
hesaplayıcı bir yaklaşımla ilgili olduğunu kabul eder. Hepsi, manipülasyona ve
hesaplamaya direnen, hakikatin gerçekleştiği yere başvurur. Mekânlar, gelenek
ve kolektif hafızanın inşasında ve aktarılmasında hayati rol oynar.
Bölüm 3 - Kolektif Bellek, Mekân, ve Yas
Mekân, topluluğun devamlılığı ve kaybında yas tutma ile
bağlantılıdır. Anıtlar ve abideler gibi inşa edilmiş yerler, geleneği nesiller
boyunca aktarmanın, geleneği ve hafızayı dünyaya yazmanın bilinçli yollarıdır.
Hafıza ve Yas
Toni Morrison'ın Orta Geçit'te ölenler anısına diktiği bank
örneği, unutulmuş milyonların kolektif hafızasını üretme ve sürdürme arzusunu
gösterir.
Köle ticaretinin bilgisinin, onu maddi dünyanın bir parçası
haline getirerek nesiller boyu aktarılmasını istiyor.
Yas Nedir?
Jacques Derrida'ya göre yas, ölülere tanıklık etme
eylemidir, ancak bu eylem Öteki'nin mutlak tekilliği nedeniyle her zaman imkansızlık
riski taşır. Yas tutma, öleni içselleştirmekten ibaret olan bir olasılıktır;
ancak Derrida, “geriye kalan tek şey anı gibi görünür” der. Yas, narsisizm ve
ölümlülüğümüze sadakatsizlik riskini de barındırır.
Toplu Yas
Kolektif yas, bireysel yasın imkânsızlıklarından muzdariptir
ve sıklıkla ölümleri politik sembollere indirgeme riski taşır.
Kolektif yas, çoğu zaman can sıkıntımızı yansıtır. Öz kaygı
uğruna bir trajediye bağlanma arzumuzu yansıtır.
Yas Yerleri ve Mezarlığa Dönüş
Mezarlıklar, kaybımızı ve mirasımızı düşünebileceğimiz,
yaşayanlar için inşa edilmiş yerlerdir. Karsten Harries, mezarın yalnızca insan
ölümlülüğüne değil, aynı zamanda yaşamın tarihselliğine de tanıklık eder der.
Anıtlar, palimpsest kavramı sayesinde, hafızanın kırılganlığına karşı koyarken
değişimin içindeki sürekliliğe işaret eder.
Geçmişimizin Ölümüne Dönüş
Ataların veya çocukluk yerlerine yapılan hac yolculukları,
geçmişi kişinin benlik anlatısına dahil etmeye yardımcı olur. Mekânlar,
anlatısal olay örgüsünün bir ortamı olmaktan çok, deneyimlerin canlı
unsurlarıdır. Mekânın değişmesi, benliğin değişmesidir ve bu da insanın
zamansal kırılganlığının huzursuzluğundan asla uzak olmayan bir yere anlatısal
bir dönüştür.
İnşa Edilmiş Yerler veya Yer Eksikliği
Morrison'ın bankları veya boş bırakılan 6. Bölge (District
Six) gibi yerler, aksi takdirde yersiz veya unutulmuş olanlar için bir yer
sağlama dürtüsünü temsil eder. Budist heykellerinin yıkılması, mekânın
geleneğin aktarımında algılanan gücünü gösterir.
Anlatısallık ve Sınırları: Mekânın Gerekliliği
Ricoeur'ün anlatı kimliği kavramı, karakterin bedenselleşmiş
durumunun değişmezliğine bağlı olsa da, mekânın rolünü yeterince hesaba katmaz.
Ricoeur'ün vurguladığı aynılık ve benlik duygusu, mekân içinde kalıcılık
meselesiyle de yakından ilişkilidir.
Palimpsestler ve Hermeneutik
Hafıza mekânları, değişime açık oldukları için palimpsest
olarak düşünülmelidir. Anıtla karşılaşma, şimdiki zamanın geçmişle etkileşime
girmesini sağlayan bir hermenötik etkinlik gerektirir. Maurice Halbwachs'a
göre, bir grubun hafızalarını güvence altına almak için hem fiziksel bir nesne
hem de grup tarafından paylaşılan ve bu fiziksel gerçekliğe bağlı kalan ve onun
üzerine bindirilen manevi bir öneme ihtiyaç vardır.
Bölüm 4 - Anıtların Hermeneutiği
Anıtlar, dayanıklı malzemelerden yapıldığı için kültürel
dünyaya kalıcılıklarıyla katkıda bulunurlar; bir dünyanın yaratılmasına katkıda
bulunurlar. Anıt deneyimi, kişinin kendi geçiciliğini hatırlatır. Anıtlar,
ebedilik ve tarihsellik arasındaki gerilimde bulunur ve bu da hermeneutik bir
yaklaşımı zorunlu kılar.
Hafıza, Mekân ve Konut: Anıtların Rolü
Anıtlar, çevremizdeki dünyayı inşa eden, kolektif hafızaları
ve gelenekleri koruyan ve üreten yoğunlaştırılmış anlam mekanlarıdır.
Anıtlar ve Somutlaşma
Anıtlar bedensel etkileşimimizi gerektirir ve davet eder.
Vietnam Gazileri Anıtı'nda isimlere dokunma eylemi gibi, bedensel etkileşim,
savaşa dair karmaşık bir düşünceyi teşvik ederken, II. Dünya Savaşı Anıtı'nın
büyüklüğü bedeni kısıtlar ve küçültür. Anıtlar, dünyaya düşünmeden tepki
verdiğimiz bedensel alışkanlıklar aracılığıyla kolektif alışılmış bedenin bir
parçasıdır.
Anıtlar ve Kolektif Bellek/Gelenek
Anıtlar, kültürel geleneklerin ve değerlerin aktarılmasına
olanak tanıyan tekrarlanabilirlik sunar. Ancak bu tekrar, kapalılığı teşvik
edebilir ve eleştiriyi engelleyebilir. Nietzsche, “anıtsal tarih anlayışı diğer
tarzlara hükmederse... geçmişin bütün parçaları unutulur, hor görülür ve
kesintisiz, renksiz bir sel gibi akıp gider” der. Heidegger, anıtın izleyicinin
sorgulamasına izin veren bir açıklık sağlaması gerektiğini öne sürer.
Doğaçlama Anıtlar
Doğaçlama anıtlar (yol kenarındaki haçlar gibi), trajedinin
yaşandığı yeri işaretler ve geçici bir keder ve acı dışavurumudur. Bunlar
ölülerle ve diğer yas tutanlarla bağlantı kurma arzusunu gösterir. Ancak bu tür
anıtlar kalıcı bir topluluk duygusu sağlamada yetersiz kalır ve hafızanın
yerleşikliğiyle çelişir.
Sanal Anıtlar
Sanal anıtlar, bedensel olarak deneyimlenemez ve fiziksel
kalıcılıktan yoksundur. Siber uzayda var oldukları için hiçbir yerleri yoktur.
Bedensel olarak deneyimlenemezler. Sanal anıtlar, kişisel anlatı ve seçilmiş
topluluklar için bir mekan sunar, ancak narsisizm riskini taşır ve eleştiriyi
teşvik etmez. Sanal yerler, bedensel hafızanın bir parçası olamaz.
Anıtlar ve Ulusal Anlatıların Üretimi: İdeoloji mi, Şiir mi?
Anıtlar, ideolojik bir güce sahip olabilirler. Zorlayıcı
anıtlar (örneğin Stalinist yapılar), bireyi bireyselliğinin yükünden... ölüm
korkusundan kurtarmayı vaat ettiği için bizi kendi ölümümüzün farkına varmamızı
sağlamada başarısız olurlar. Vietnam Gazileri Anıtı ise, idealleştirmeyi
reddeder ve bizi kendi ölümlülüğümüzü kabul etmeye teşvik eder.
Unutmanın Rolü
Unutmak, hatırlamaktan ayrılamaz; hatırlamak, değersiz
olanın unutulmasına izin verir. Anıtlar, bir olayı bir zaman dilimine kapatarak
ve karmaşık yönlerini basitleştirerek unutmaya yol açar. Örneğin, Iwo Jima
Anıtı, askerin kahramanlığını yüceltirken, savaşın insanlıktan çıkaran yönünü
ve bireysel ölümleri örter.
Anıtlar ve Geçmişin Varlığı: Hafıza ve Tanıklık
Anıtlar, geçmiş bir olayı işaret eden bir gösterge ve gizli
bir hatırlama çağrısıdır. Onlar, hafızanın kırılganlığına ve geçmişin
sessizliğine karşı bir direniş eylemidir. Amy Biehl Anıtı gibi anıtlar,
tanıklık olarak geçmişin gerçeğini canlı tutmaya çalışır.
Anıtlar ve Geleceğin Varlığı: Tarih ve Arşiv
Anıtlar, Arendt'e göre, eylemin hikâyesinin hayatta
kalmasını sağlamak için geleceğe yönelik arşiv görevi görür. Arşiv olarak anıt,
hafızanın izi için bir sığınaktır ve gelecekte yorumlanma beklentisiyle neyin
hatırlanacağını belirler. Bu süreç, ideolojik bir boyuta sahiptir.
Ricoeur Arada
Ricoeur, Heidegger'in ölüme aşırı odaklanmasını eleştirir ve
doğum oranını vurgular. Anıtlar, geçmişin yokluğu ile o geçmişin tarihin
varlığındaki temsili arasındaki gerilimde var olma çabası olan arada bir konum
alır. Ricoeur'ün ifadesiyle, Zamansallık, hafızanın ve tarihin geçmişe atıfının
varoluşsal önkoşulunu oluşturur.
Hafıza, Tarih ve Eleştiri
Hızla anıt dikme arzusu (anma telaşı), bir olaya hemen
kapanış getirme ve olayı kendi mağduriyetimiz üzerinden değerlendirme arzusunu
yansıtır. Nietzsche, bu anlıklığın, dışa dönük etkiyi sınırlamak anlamına
geldiğini iddia eder. Anıtlar, eleştiri ve yenilenme için zaman aralığı
bırakılmadığında, geçmişle bağlantı kurma yeteneklerini kaybederler.
Bölüm 5 - Çözüm
Hafıza, beden, gelenek ve mekân palimpsestlerinin iç içe
geçtiğini ve bu dördünden herhangi birini anlamaya yönelik herhangi bir çabanın
diğer üçüyle de boğuşmayı gerektirdiğini defalarca öne sürdüm.
Hermeneutik yaklaşım, silinmişlikleri ve üzerine yazılmış
katmanları açığa çıkarabilir. Mekânların anıları, bedene katman katman
yerleştirilir. Ricoeur'ün anlatı kavramı, anlatı kimliğini dinamik bir şekilde
oluşturur ve mekân, bu anlatılara canlılık katarak temel bir rol oynar.
Mekânlar, iletişimcilerin bir araya geldiği bir temel sağlar
ve mekânda yakınlaştırılan çok sayıda anlama bedensel olarak tepki verilir.
Modern çağda mekân yoksulluğu sorunu devam etmektedir; zira hesaplayıcı
yaklaşımlar yerleri barındıramaz.
Husserlci yenilenme ve eleştiri, narsisizm ve ideoloji
'arasında' bir konum bulmamıza yardımcı olan bir mekân yaklaşımı için hayati
önem taşır. Anıtlar ve abideler, siyasi entrikalar ve yasın narsisizmi
nedeniyle başarısızlık riski taşısa da, hatırlama mekanlarının rolü bizi bir aradaya
yerleştirmektir. Bu "arada" konum, geçmiş ile şimdi, şimdi ile
gelecek, sanat ile tarih, ben ile Öteki ve kalıcılık ile değişim arasında bir
denge için mücadele etmeyi gerektirir. Bu denge, mekânları hatırlamaya çağırır.
…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder