Pavlos Lefas, Nora Lefa - Kullanılan Binalar - Notlar
Mimarlıkla İnsan
Etkileşimleri
Buildings Used, Routledge, New York, 2020
Kitap mimarinin temelinin formdan ziyade insan etkileşimi ve
eylemleri olduğunu öne sürüyor. Bir binanın tasarlanmış işlevi ile fiili
kullanımı arasındaki ayrımı incelemekte ve bu kullanımın yapıların kimliğini
nasıl kökten değiştirdiğini örneklerle göstermektedir.
Giriş
Biz binalarımızı şekillendiririz, sonra da binalarımız bizi
şekillendirir.
Sir Winston Churchill, iki yıl önce bir Alman hava saldırısı
sırasında kısmen yıkılan Parlamento Binası'nın yeniden inşası üzerine 28 Ekim
1943'te yapılan tartışmada argümanlarını bu sözlerle özetlemişti.
Bir yapının inşası bir tuğla ve taş yığınının
düzenlenmesiyken, onu eve, okula veya kiliseye dönüştüren, insanların onu
kullanmasıdır.
Modern insanlar, yeni yapılar inşa etmenin yanı sıra, mevcut
yapıları görmezden gelerek, yıkarak veya sahiplenerek de kullanırlar.
Kullanımın bu iki yönü—işlevsel olarak kullanım ve bir tutum
olarak kullanım -birbirinden farklı ancak iç içe geçmiştir; işlevsel olarak
kullanım, binaları oldukları şey haline getirir.
Bölüm 1 - İşlev olarak kullanım
Tarihsel bir bakış açısı
Carl Lounsbury, binaları yaşadığımız, çalıştığımız, ibadet
ettiğimiz, sosyalleştiğimiz ve oynadığımız karmaşık maddi nesneler olarak
tanımlar.
Tenochtitlan'daki Templo Mayor İspanyollar tarafından
yıkılana kadar dini ve kültürel merkez olarak kullanılmıştır.
Parthenon, 800 yıl boyunca tapınak, 900 yıl boyunca
Hristiyan kilisesi (Panagia Athiniotissa) ve 400 yıl boyunca cami (Fatih Sultan
Mehmed’e ithafen) olarak kullanılmıştır. Bu geçişler, binanın karakterini
kökten değiştirmiştir. Parthenon'dan kiliseye geçişte, yapının biçiminde apsis
inşa edilmesi gibi gözle görülür izler kalmıştır.
Bir binanın adı, genellikle kullanım amacını belirtir ve
kimliğini oluşturmaya yardımcı olur.
Japonya'daki Ise Jingu tapınağı her yirmi yılda bir yıkılıp
yeniden inşa edilmesine rağmen kullanım korunur.
Parthenon ve Theseus'un kadırgasının varlığını sürdürmesini
sağlayan aralıksız kullanımdı.
Biçim ve kullanım arasında bir çatışma ortaya çıkar. Atina Agorası
örneğinde, yapılar çoğaldıkça burada gerçekleşen faaliyetler azaldı.
Parthenon gibi yapıların hayatta kalmasını sağlayan şey,
anıt olarak kullanılmalarıdır. Kullanımın kalıcılığı, bir binanın kimliğinin
inşasında temeldir.
Kullanım yönleri
İnsan faaliyetlerinin gözlemlenmesi, yapıların genel olarak
dikkate değer bir esnekliğe sahip olduğunu ve yabancıların aklına bile
gelmeyecek şekillerde kullanıldığını gösterir.
Mesela / Müslüman evinde, namahrem erkek misafirler
geldiğinde, evin bir kısmı kamusal olarak yeniden tanımlanır.
Fakir evlerinde kamusal-özel ayrımı daha çok semboliktir;
paravanlar ve perdeler kullanılır. Kullanımla yaratılan kimlik ile biçimle
yaratılan kimlik arasındaki sınırlar belirsizdir.
Jonathan Hill, kullanıcıları üç gruba ayırır: “pasif”,
“tepkisel” ve “yaratıcı”
Pasif kullanıcılar kullanımı, mekanı veya anlamı
dönüştürmezken; yaratıcı kullanıcılar ya yeni bir mekan yaratır ya da mevcut
bir mekana anlamlar yükler ve yerleşik davranışa aykırı şekilde kullanır.
Platon, bir eserin anlaşılmasının, yaratıcısının niyetinden
çok halk tarafından nasıl algılandığına bağlı olduğunu belirtmiştir.
Algının farklı olmasına rağmen, yapının kimliği nadiren
sorgulanır; örneğin Roma'daki Aziz Petrus Bazilikası, nasıl algılanırsa
algılansın Katolik Hristiyanlığın en önemli kilisesi olmaya devam eder.
Üç ana anlamlandırma teorisi vardır: Kasıtlı kuram (anlamı
yazar/yaratıcının amacı belirler), Yansıtıcı kuram (anlam nesneler dünyasında
zaten vardır ve dil bunu yansıtır) ve Yapılandırmacı kuram (anlam dil içinde ve
aracılığıyla inşa edilir).
Kimlik yaratıcılar tarafından şekillendirilir
Yapılar, yaratıcısının niyetinden bağımsız, kendi içlerinde
bir kimliğe sahiptir
Binaların kimliği, halk tarafından algılanış biçimleri
çerçevesinde inşa edilir
Bazı felsefi düşünceler
Platon, eserler konusunda en derin bilgiye sahip olanın
kullanıcı olduğunu savunur, çünkü kullanıcı ihtiyacı belirleyen ve zanaatkâra
talimat veren kişidir. Aristoteles, eserlerin yapımının düşünme (noesis) ve
üretim (poiesis) olmak üzere iki ayrı aşamada gerçekleştiğini ileri sürer.
Yapının kimliği, yazarının zihninde tasarlayıp biçimlendirdiği andan itibaren
ona verdiği kimliktir.
İnşa teorisi, bir eserin yaratıcısı tarafından kendisine
verilmiş doğuştan bir karaktere sahip olduğu düşüncesini reddeder.
Kimlik, kullanım sırasında ve kullanımı aracılığıyla oluşur.
Kullanım ve mimari tasarım
Vitruvius'a göre binalar, insanların pratik ihtiyaçlarını
karşılamak için yaratılmalıdır.
Modernistler, binaların açıkça tanımlanmış işlevlere hizmet
etmesini istedi
Çatal Höyük gibi eski yerleşimlerde, sıradan evler ile kamu
binaları arasında belirgin bir fark yoktu.
Heidegger, bir yerin, yapının inşasıyla, inşasında
gösterilen özen ve bakımla ve inşa etme emeği aracılığıyla insanlar ile dünya
arasında kurulan bağlarla var olduğunu ileri sürer.
Bölüm 2 - Tutum olarak kullanın
Kullanıcılar ve kullanım
Nesnelerin kullanılma eylemi aracılığıyla kullanıcıları
etkilediği iddia edilir.
Vitruvius, barınakların inşasının insanları “daha becerikli
ve zeki” kıldığını iddia eder.
Binaları kullanma ve onlara davranma biçimimiz kültürümüzün
bir özelliğidir.
Başkalarının acı çektiği bir mekânı ziyaret etmek, tefekkür,
hayatın anlamsızlığı üzerine düşünceler için bir sebep sunar.
Platon, aşağılanma, acı ve sakatlanma manzaralarına da iştahımız
olduğunu varsayıyor
Edmund Burke, insanların acı dolu görüntülere bakmayı
sevdiğini gözlemlemiştir.
Robert Venturi / vasat şeyleri severiz çünkü onları kendi
vasatlığımız için bir mazeret olarak kullanabiliriz.
Binaların gerilemesi ve yok oluşu, insan eylemi veya
eylemsizliğiyle gerçekleşir.
Yıkım
Vandalizm (zayıfların umutsuzluk eylemi) ile “başkalarının”
eserlerinin bilinçli, kasıtlı ve hedefli bir şekilde tahrip edilmesi ve yok
edilmesi arasında ayrım yapılmalıdır. Yıkıcının güdüleri üç ana gruba
ayrılabilir: ideolojik ve politik, psikolojik ve pratik.
Yapıların yıkılması, bir zamanlar bulundukları yerdeki
ötekinin varlığını unutturur ve yıkıcının o toprak üzerindeki iddiasını
güçlendirir.
Psikolojik güdüler “saldırgan” ve “savunmacı” olarak ikiye
ayrılabilir.
Pratik saikler, hedef alınan binaların bulunduğu yerin
sahiplenilmesiyle ilgilidir.
Farklı bir yıkım türü
Bir noktada, şimdiye kadar bilinen en eski anıtsal yapı olan
Göbekli Tepe tapınak kompleksi, büyük olasılıkla hiçbir bileşeni tahrip
edilmeden kasıtlı olarak gömülmüştür.
Yaratılış
Ernest Becker, insan yaratıcılığının temel motivasyonunun
ölümün kaçınılmazlığını inkâr etmek olduğunu savunmuştur. Martin Heidegger'e
göre, inşa etmek, binaların dikilmesiyle özdeşleştirilmemelidir, çünkü “inşa
etmek, kendi içinde ikamet etmektir” ve insanları dünyalarıyla bütünleştiren
temel bir eylemdir.
Yeniden kullanımda yaratıcılık ortaya çıkar. Geleneksel
olarak insanlar eşyaları sürekli yeni şekillerde kullanırlardı (örneğin araba
lastiklerinden ayakkabı tabanı yapmak).
Yaratıcılık saldırganlıkla yakından ilişkilidir ve ikisi
arasında ayrım yapmak zordur. Yaratıcılık, geçmişteki davranış veya düşünce
biçimlerini yok etmeyi içerdiği ölçüde bir saldırganlık eylemi olarak kabul
edilebilir. Nietzsche, yıkımı, yani saldırganlığın başlıca ifadesini,
yaratılışın kaçınılmaz bir ön koşulu olarak görmüştür.
Göz ardı etme ve sahiplenme
Eski yapıların mülkiyeti ve kullanımı, ilk sahiplerine karşı
derin bir saygısızlıkla ilişkilendirilebilir veya tam tersi bir gurur kaynağı
olabilir.
İnsanların hor gördükleri bir geçmişin parçalarına hayranlık
duyma ve onları sahiplenme eğilimi, biyolojik yapımızın izin verdiğinden daha
uzun süre yaşamak istememizden kaynaklanıyor olabilir.
Ayasofya’nın Fatih Sultan Mehmet tarafından camiye
çevrilmesi, binanın ilk kullanımına değil, biçimine saygı gösterildiğini
gösterir.
Binaların inşasının temel amacı, daha ziyade,
yaratıcılarının anısını yaşatmaktır; bu, ölüme karşı bir inkâr girişimidir.
…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder