Etnometodoloji
Etnometodoloji fenomenolojik düşüncelerin
araştırmalara uygulanmasını içeren bir yaklaşımdır. Harold Garfinkel
tarafından geliştirilmiştir.
Etnometodoloji, en basit şekilde insanların toplumsal düzenleri üretmek
için kullandıkları yöntemlerin incelenmesi şeklinde tanımlanabilir.
Etnometodoloji mikro yapılarla da makro yapılarla
da ilgilenmez.
İnsanların hem mikro hem de makro yapılara
anlam vermek için kullandıkları yöntemleri betimlemeye çalışır.
Etnometodoloji toplumsal düzeni bireylerin deneyimleri
sonucunda kurulan bir düzen olarak görür.
Etnometodoloji, bireylerin eylem ve
etkinliklerinden bağımsız bir toplumsal gerçeklik anlayışını reddeder. Gerçekte
bir toplumsal düzen de yoktur, toplumun üyeleri bir düzen algıladıkları için
toplumsal düzen varmış gibi görünür. O
halde toplumu bir arada tutan şey nedir? Cevap; gündelik yaşamın gerçekliğidir,
yani görüş birlikleri, karşılıklı beklentiler ve özellikle de gündelik yaşamın
rutinleri ve sağduyu arkasındaki paylaşılan anlamlardır.
Garfinkel’e ve çoğu diğer etnometodologa
göre insanların içinde yaşadıkları dünyayı anlamlandırmak, hatta yaratmak için
kullandıkları temel araç dil ve konuşma etkinliğidir.
Harold Garfinkel
1917’de ABD’de doğdu. Bir dönem Talcott
Parsons ile çalışmışsa da Schutz’un düşüncelerini analiz etmiş ve geliştirmeye
çalışmıştır.
1967 yılında yayımladığı Etnometodolojide Çalışmalar
adlı eseriyle ayrı bir sosyolojik yaklaşım olarak etnometodolojiyi kurduğu
kabul edilmektedir.
Etnometodolojide toplumsal olgular etkileşimsel
etkinlikler olarak ele alınır, eylemlerin de eyleme katılanlar (üyeler) tarafından
daha önceden belirlenmiş bazı kural veya gerekliliklere göre gerçekleştirildiği
kabul edilir. Bu nedenle Garfinkel’e göre sosyologlar eylemde bulunanların
eylemde bulunma biçimlerindeki düzenlilikleri, yani toplumsal eylemlerin
düzenli özelliklerini ortaya koymaya çalışmalıdırlar.
Garfinkel, Schutz’un kullandığı “aktör”
kavramı yerine “üye” kavramını kullanır.
Garfinkel’e göre gündelik yaşam sürekli
olarak gelişen, sürekli yeni şeylerin ortaya çıktığı, katılım gerektiren,
deneyimlendiği gibi bir dünyadır, teorisyenlerin olması gerektiğini
söyledikleri gibi bir dünya değildir, bu açıdan gündelik yaşam koşullara bağlıdır.
Belgeleme Yöntemi
Gündelik yaşamda yaşadığımız olaylar bize
anlamlı gelir, etnometodolojiye göre bunun nedeni, bu olayları anında diğer
aktörlere de anlaşılır gelecek bir şekilde üretmemiz ve algılamamızdır. Böylece
etrafımızdaki olaylara anlam verirken kullandığımız yöntem sayesinde ortak bir
toplumsal dünya yaratmış oluruz.
Garfinkel’e göre üyeler toplumsal dünyayı
kurgularken üyelerin yöntemleri adı verilen birtakım yöntemleri kullanırlar. Bu
yöntemler verili kabul edilen, sorgulanmayan, analiz edilmeyen, örtük
yöntemlerdir ve etnometodolojinin görevi de bu yöntemleri betimlemektir.
Belgeleme yöntemi; mevcut bir görünümü, altta yatan kalıbın ‘belgesi’ ya da
‘işareti’ olarak görmeyi” içerir. Belgeleme yöntemi”, belirli bir görüntüye,
temelde bulunan kalıpların ‘belgesi’ imiş gibi davranılması, bu görüntünün temeldeki
kalıbın adına, onu göstermek için var olduğunun düşünülmesidir.
Refleksivite (Reflexivity)
Refleksivite, neden sonuç ilişkisi açısından
kendisine geri dönen olguların niteliği ya da neden ve sonuç arasındaki
döngüsel bir hareket olarak tanımlanabilir. Bu
durumda neden ve sonuç karşılıklı olarak birbirlerini etkilerler.
Garfinkel’e göre belgeleme yöntemi refleksiftir.
Toplum üyeleri toplumsal dünyayı dil aracılığıyla yalnızca anlamlandırıp açıklamış
olmazlar, aynı zamanda onu inşa etmiş, yaratmış da olurlar.
Dizinsellik (Indexicality) veya Anlamın Bağlama-Gönderimliliği
Garfinkel’e göre başkalarıyla gündelik
iletişimimizde kullandığımız kelimelerin, dilsel ifadelerin ve de eylemlerimizin
konuşmalarımızın geçtiği bağlamın dışında bir anlamı yoktur. Dizinsellik veya anlamın bağlama-gönderimliliği,
herhangi bir nesnenin ya da etkinliğin anlamının, kendi bağlamından türetildiği,
yani belirli bir bağlama endekslendiği (dizinlendiği) anlamına gelir.
Üyeler konuşmalarını ve eylemlerini bağlama
gönderimli kılmak zorundadırlar, bunun için de içinde bulunulan duruma veya koşullara
ilişkin muhtemel tanımları eleyerek kesin bir tanım yapmak zorundadırlar; işte
bu eleme ve seçmenin yapıldığı yöntem de Garfinkel’in belgeleme yöntemi olarak
adlandırdığı yöntemdir.
Etnometodolojiye göre dizinsellik/ anlamın
bağlama gönderimliliği sadece toplumsal kavramların değil, bilimsel kavramlar
da dâhil olmak üzere bütün kavramların bir özelliğidir. Bütün kavramların,
özellikle de toplumsal kavramların ve açıklamaların dizinsel olması,
etnometodologlara göre geleneksel sosyolojide ulaşılmaya çalışan genelleştirilmiş
sosyolojik açıklamaların yapılamayacağı ve pozitivist veya empirist açıdan
fenomenlere doğrudan gönderme yapan bir bilim anlayışının kabul edilemeyeceği
anlamına gelir.
Sosyolojinin görevi toplum üyelerinin
içinde yaşadıkları kendi toplumsal gerçekliklerini nasıl her gün yeniden ürettiklerini
açıklamakla sınırlıdır.
Toplumsal Düzenin Kırılganlığı
Belgeleme yöntemi ve refleksivite
başlıkları altında anlatılanlar toplumsal iletişimin temelleridir. Gündelik
hayatta insanlar bir konuda konuşurlarken oluşan anlam bağlamının konuştukları
kişi tarafından da bilinmesi gerektiğini varsayarlar (markette ne yapılacağını
herkesin bildiğini varsayarız, bir müşteri rafları düzenlemeye kalkarsa ona
deli muamelesi yapılabilir). Hemen bütün etkileşim ve iletişim biçimleri bu
varsayımlar dâhilinde yürümektedir. Bu kalıpların dışına çıkan örnekler,
anormal kabul edilir.
Öznel ve Nesnel İfadeler
Bir bilim olarak sosyoloji, toplumsal ilişkileri
iletişim düzeyinde incelerken nesnel ifadelere ihtiyaç duyar ancak insanlar
gündelik hayatlarında ağırlıkla öznel ifadeler kullanırlar. Garfinkel bu durumu
gözeterek öznel ve nesnel ifadeler ayrımı yapar. İnsanlar teknik konularda,
kesinlik belirttiği için nesnel ifadeler kullanır (doktor – hasta ilişkisinde,
doktor nesnel; hasta öznel ifadeler kurabilir).
Garfinkel’in geliştirdiği belgeleme
yöntemi, reşeksivite ve dizinsellik/ anlamın bağlama-gönderimliliği kavramları
toplum üyelerinin gerçekliği yaratma ve yorumlama yollarını ortaya koyar. Garfinkel,
üyelerin norm ve değerlere göre düşünmeksizin davranmadığını, kendi sıradan
empirik bilgilerine dayanarak eylemde bulunmadan önce düşündüklerini
belirtmektedir.
Schutz gibi Garfinkel de geleneksel
sosyolojiyi öznel bir gerçeklik hakkında nesnel bir açıklama inşa etmeye çalışması
nedeniyle eleştirmektedir.
Aaron Cicourel
Sosyolojik çalışmalar ağırlıkla
istatistikten yararlanarak genel eğilimleri tespit eder ve bu veriler üzerinden
toplum hakkında yorumda bulunurlar. Etnometodologlar bu noktada sosyolojik
araştırmaları eleştiriler.
Cicourel’in çalışmaları da bu çerçevede değerlendirilir.
1964 yılında “Sosyolojide
Yöntem ve Ölçüm” adlı kitabında Schutz’un ve Garfinkel’in düşünceleri
çerçevesinde sosyolojik araştırmaların mevcut biçimlerini değerlendirmiş,
mevcut sosyolojik araştırma yöntemlerini eleştirmiştir.
İstatistik, araştırmayı yapan kişilerin
algı ve yargıları sonucunda şekillenir ve dolayısıyla sağladığı veriler, ancak
o araştırmayı yapanların düşünce süreçleri hakkında bilgi verebilir.
Sosyologların toplumsal dünyada paylaşılan
anlamları, kolektif davranışları ve toplumsal düzeni inşa ederken kullandıkları
verili kabul edilen, sorgulanmayan yöntemleri incelemeleri gerektiğini belirtmektedir.
Don H. Zimmerman
Zimmerman’ın çalışması bürokratik
kurumlardaki kurallarla ilgilidir. Zimmerman, insanların davranışlarını
kuralların yönlendirmediğini, üyelerin kendi etkinliklerini tanımlamak ve açıklamak
için bu kuralları kullandıklarını savunmuştur. Etkinliklerin bir kısmı kuralların
ihlalini içerebilirse de bu ihlaller de kurala gönderme yapılarak haklı kılınır.
Yani üyeler kurallara uyuyorlar diye düzenli
davranış kalıpları olduğu sonucuna varmamamız gerekir; çünkü üyeler kuralları
kendi davranışlarını tanımlayıp açıklamak için kullanmakta, böylece içinde
bulundukları toplumsal ortamda bir düzen varmış gibi görünmesini sağlamaktadırlar.
Harvey Sacks
Harvey Sacks, konuşma üzerine analizler
yapmış, konuşmanın toplumsal örgütlenişi üzerinde durmuştur. Bu çalışmalarda Sacks, dizinsel ifadelerle kurulan iletişim
sırasında üyelerin, bağlamın ne olduğunu nasıl anlayabildikleri, yani konuşmanın
neye gönderme yaptığını, ne anlam ifade ettiğini nasıl bilebildikleri sorusunu
yanıtlamaya çalışmaktadır.
Sacks üyelerin bunu başarabilmek için bazı
yöntemler kullandıklarını, “kimlik’/‘üyelik kategorisi” ve “üyelik sınıflandırma
aygıtı” kavramlarının bu yöntemler açısından önemli kavramlar olduğunu ileri
sürer. Üyelik kategorisi, üyeleri doğru bir şekilde betimleyen çok sayıdaki
kategorilerdir.
Emmanuel Schegloff
Emanuel Schegloff, Harvey Sacks ve Gail
Jefferson ile birlikte “konuşma analizi” olarak bilinen alanın kurucularındandır.
Schegloff özellikle konuşmanın ardışık
örgütlenmesi üzerinde, yani konuşmaya katılanların sırayla hem konuşmacı hem
dinleyici olmaları üzerinde durmuş, Konuşma Açılışlarında Sıralama adlı kitabında konuşmaya
katılan iki tarafın söylediklerinin konuşma sırasında nasıl düzenli bir ardışıklığa
dönüştüğünü incelemiştir.
Schegloff’a göre gerçeğe ulaşmak ancak
dünyayı anlayacak teknik bir araç geliştirmekle mümkün olabilir, bu araç da sıralılık,
ardışıklık, teknik düşünceler, tercihlerin örgütlenmesi ve benzeri ilkelerden
oluşur.
Michael Lynch
Michael Lynch, bilginin toplumsal olarak inşa
edilen doğasına dikkat çekmiş ve bu inşanın empirik çalışmalarla detaylı bir şekilde
açıklanması ve bilimin inşa edici yorumlamalarını ortaya koyacak çalışmalar yapılması
gerektiğini savunmuştur.
Lynch, araştırmacıların neye bakacaklarını
ve ne göreceklerini bilmek üzere eğitildiklerini belirtmektedir. Bu durum
bilimin “gerçek”lerinin bir araştırma laboratuvarında gerçekleşen gündelik
etkinlikler tarafından nasıl toplumsal olarak oluşturulduğunu göstermektedir.
Etnometodolojiye
Getirilen Başlıca Eleştiriler
1- Etnometodoloji betimleme yapmaktan öteye
gidememekle ve büyük teoriler geliştirememekle eleştirilmiştir.
2- Etnometodoloji çok küçük toplumsal
süreçlerle ilgilenmekle, “önemsiz” görünen konulara odaklanmakla eleştirilmiştir.
3- Etnometodoloji, yaşamı sadece bireysel
gündelik yaşam etkinliklerinden oluşan bir şekilde ele almakla eleştirilmiştir.
Toplumsal
İnşacılık
Peter Berger ve Thomas Luckmann tarafından
geliştirilen bir teoridir.
Bu teori, toplumsal dünyanın önce tipleştirme
süreciyle inşa edildiğini, daha sonra bu tipleştirmelerin kendilerini üreten
bireylerin ötesinde nesnel bir nitelik kazandığını ileri sürerek toplumsal
eylem yaklaşımı ile yapısalcı yaklaşımları bir araya getirmeye çalışan ve temel
olarak etnometodolojiye dayanan bir teoridir.
İnsanların gündelik yaşamı anlamlandırarak
ve yorumlayarak kurguladıklarını, daha sonra ise bu dünyanın nesnel bir dünya
haline dönüştüğünü ileri sürmektedirler. Gündelik yaşamın kurgulanması başlığı
altında sembolik etkileşimcilikten ve etnometodolojiden yararlanmışlardır.
Berger ve Luckmann’a göre gerçeklik kendi
irademizden bağımsızmış gibi kabul ettiğimiz, bizden bağımsız, dışarıda, bizim
ötemizde ve herkese açık bir gerçekliktir. Ancak onu bireyler inşa etmiştir.
Bu yaklaşıma göre toplumsal gerçeklik kendi
başına bir toplumsal olgu değildir, üretilen ve iletişimle iletilen bir şeydir;
toplumsal olarak inşa edilir ve bir kez inşa edildikten sonra da çeşitli
yollarla muhafaza edilir.
Gerçekliğin inşası, dışsallaştırma, nesnelleştirme
ve içselleştirme şeklinde üç evrenin diyalektik ilişkisi ile mümkün
olur. Bu üç evre, insan eylemi, toplumsal kurumlar
ve öznel bilinç arasındaki karşılıklı ilişkiyi analiz etmek için kullanılan üç
temel kavramdır.
İnsanlar dünyayı kültür aracılığıyla yaratır
ve dışsallaştırırlar. Dışsallaştırma sürecinde insanlar bir yandan teknoloji ve
teknik araçlar üreterek nesnel kültürü, bir yandan da dil, imaj ve değerler
üreterek belirleyici kültürü (anlam ifade eden kültürü) yaratırlar.
Fiziksel dünyaya bağlı olan dağ, nehir,
deniz, kaya gibi gerçeklikler kaba gerçeklikler
olarak adlandırılır. Toplumsal gerçekler
fiziksel dünyaya daha az bağlı gerçeklerdir, örneğin sandalye, masa gibi
gerçekler toplumsal gerçeklerdir. Kurumsal gerçekler
tamamen soyut olabilen gerçeklerdir, örneğin para, evlilik, özel mülkiyet gibi
gerçekler kurumsal gerçeklerdir. Sembolik gerçekler
ise özgürlük ya da aşk gibi, hiçbir fiziksel varlığı olmayan ve varlığı tamamen
insanlara bağlı olan gerçeklerdir.
Anlamı insanlar yarattığı için, bir kez dışsallaştırdıktan
sonra kültürün nesnelleştirilmesi gerekir. Aksi durumlar kargaşaya neden olur.
Nesnelleştirmenin
Yolları
1- Kurumsallaştırma:
davranışların tipleştirilmesi, tekrar edilmesi ve alışıldık hale gelmesidir.
2- Tarihsellik:
Birey, içine doğduğu toplumda yerleşik olan tipleştirmeleri, ilişki ve
davranışları zaman içinde algılar ve nesnelleştirir. Tipleştirmelerin
tarihselleşmesi, nesnelleştirmenin kuvvetini artırması bakımından önemlidir.
3- Meşrulaştırma:
Meşrulaştırma, toplumsal düzeni açıklayan, meşru
kılan ve “neden” sorusuna yanıt veren ikinci derecede bilgidir.
Meşrulaştırma, farklı düzeylerde gerçekleşir;
bunlar açık meşrulaştırma (hırsızlık kötüdür), teorik meşrulaştırma (hırsızlık
cezai karşılığı olan bir suçtur) ve sembolik evrenlerin meşrulaştırılmasıdır
(hırsızlık günahtır).
Hiç kimse bir kültürün tamamını içselleştiremezse
de en genel düzeyde inanç ve varsayımların içselleştirilmesi sayesinde insanlar
sembolik bir evren yaratırlar ve bu sayede gündelik yaşamlarındaki rutin
etkinlik ve deneyimlerini anlamlı ve gerçek kılmış, yani öznel bir düzen yaratmış
olurlar.
Bu yaklaşıma göre toplumsal gerçeklik ne
tamamen nesneldir ne de tamamen özneldir; insanlar kendi öznel gerçekliklerini
nesnelleştirir ve sonra da içselleştirirler; bu açıdan önce gerçekliği
üretirler, daha sonra ise bu gerçeklik onları yönlendirir.
Gündelik
Yaşam Sosyolojisi
Gündelik yaşam sosyolojisi terimi ilk
olarak Jack Douglas ve öğrencileri tarafından kullanılmıştır.
Douglas, gündelik
yaşamı anlamanın bütün sosyolojik teori ve araştırmaların temeli olması gerektiğini
savunmuştur.
Gündelik yaşam sosyolojisindeki teorik
yaklaşımlardan biri Varoluşçu Sosyolojidir.
Varoluşçu sosyolojiyi diğer gündelik yaşam teorilerinden ayıran özellikleri,
alt alanları birleştirerek aktörün ve toplumsal dünyanın daha karmaşık, çelişkili
ve çok boyutlu bir anlayışını geliştirmiş olması, insanların tamamen rasyonel
ya da sembolik olmadığını ve duyguları temelinde eylemde bulunduklarını ileri
sürmesidir. Toplumu gücü elde etmeye yönelik çabalarla bölünmüş, karmaşık ve çoğulcu
bir yapı olarak görürler. Toplumdaki çeşitli gruplar diğer gruplardan bazı şeyler
saklamak istediği için insan etkinliği dışarı sunulan gerçeklik ve içeridekiler
için saklanan gerçeklik şeklinde iki gerçekliğe sahiptir ve insanlar diğerlerine
gösterecekleri imajı yönetebilirler.
Gündelik yaşam sosyolojisinde öne çıkan
alanlardan biri olan duygu sosyolojisine göre göre
duygular etkileşim sürecinde ve etkileşimle ilişkili olarak meydana gelirler.
Duygu sosyolojisi alanındaki çalışmalar genel olarak
organistik ve inşacı olmak üzere iki ana yaklaşım hâlinde
incelenebilir. Organistik yaklaşım duyguların organik kökleriyle ilgilenir, toplumsal
etkileşim, derinlerdeki birtakım duyguları tetikler.
İnşacı yaklaşım ise duyguların biyolojik
yönleri üzerinde durmak yerine duyguları oluşturan ve harekete geçiren
psikolojik süreçlerin nasıl biçimlendiğini, nasıl yapılandığını ve bunlara nasıl
anlam atfedildiğini inceler. Bu yaklaşıma göre duygular gündelik yaşam
deneyimlerinden bağımsız olarak var olamazlar; duyguları yaratan, şekillendiren,
harekete geçiren şey gündelik yaşamdaki deneyimlerdir.
Gündelik yaşam sosyolojisi genel olarak yapıdan
kopuk olmakla; politik faktörleri görmezden gelmekle; odağı ve bulguları açısından
önemsiz olmakla, büyük ölçüde çağdaş olana odaklanarak tarihi dışlamakla eleştirilmiştir.
---
Modern Sosyoloji Tarihi
Editör: Prof. Dr. Serap Suğur
Anadolu Üniversitesi Yayını No: 2304,
Eskişehir, Ocak 2013
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder